26 Ağustos 2008 Salı

Tevfik Fikret - Türk Aydınlanmasının En Parlak Işığı

Tevfik Fikret - 

Türk Aydınlanmasının En Parlak Işığı - ATATÜRK’E Işık Tutan Şair ( ORHAN KARAVELİ – Cumhuriyet, 19.08.2008 )

Ülkemizin, kasıtlı ve bilinçli iç ve dış düşmanlar eliyle adım, adım karanlıklara ve uçurumlara sürüklenmek istendiği şu acılı günlerde Tevfik Fikret'leri, Ziya Gökalp'leri ve Namık Kemal'leri yeniden ve dikkatle okuyup anlamaya ve okutup anlatmaya gereksinmemiz var.

Yoksa bu bilinçsizlik, vurdumduymazlık, çıkarcılık ortamında geç mi kaldık?

Bir yandan:

" ... Öyle bir dergi çıkarmak istiyorum ki, rehbersiz kalmış, zorba kuvvetlere boyun eğmiş olanlara yol göstersin. Öyle mebusluk, vekillik ve mevki peşinde koşmayan; her zorba kuvvete, her baskıya karşı fikir adına can vermeye hazır gençler gel­sinler, evimde çalışsınlar. Ben onların sobalarını yakayım, çaylarını getireyim. Fakat bizim sessiz kalışımızdan kuvvet bulan bu çürümüş efendiler böyle bir dergiyi acaba yaşatırlar mı? Biz biraz kendimizi gösterirsek onların sindiklerini ve düştüklerini göreceksiniz! " derken çektiği dayanılmaz acıların etkisiyle bir yandan da:

" ... Ölümün artık yaklaştığını hissediyorum. Bunun için de memnunum... " diye inleyerek başucundaki dostlarını üzüyordu.

" ... Bu hayat artık bana pek ağır geliyor ve iyileşirim diye korkuyorum. Ölüm lezzetini katre katre tadıyorum ve bu benim için bir teselli oluyor... " (1)

Ve 93 yıl önce, 19 Ağustos 1915 sabahı odasındaki cam fanuslu saat 02.20'yi gösterirken "Artık yıkılıyorum! Yavrum.. Yavrum! " diyerek öldü

“Aman dikkat edin çocuklar”

Sırtüstü yatıyor ve hiç de ölmüşe benzemiyordu. Göğsüne kadar çekilmiş örtü gibi, Boğaziçi'ni seyrettiği pencerenin tül perdeleri de bembeyazdı., Etrafı, elleriyle dikip yetiştirdiği çiçeklerle bezenmişti. Sanki ölmemişti de sıcak bir öğle sonrasının esintisinde uzanıp dinlenir gibiydi. Nerdeyse yerinden kalkacak ve bizlere:

" ... Aman dikkat edin çocuklar. " diyecekti. " ... Gelibolu'daki Miralay'ın ve onun yanında toprağa düşenlerin eserine ihanet etmeyin! . Türkiye'yi yeniden karanlığa gömmek isteyenlere izin vermeyin!”

Türk aydınlanmasının sönmez ışığı Atatürk'e " ... Ben inkılâp ruhuna ondan aldım... " dedirten Tevfik Fikret'ti bu. Hac görevinden dönüşte kardeşiyle birlikte ölüp Arabistan'ın kızgın çöllerine terk edilen annesi Hacı Hatice Refia Hanım Rum kökenli olduğu için aşağılamaya yeltendiler onu! Eğitim için gittiği Amerika'da makine

Profesörlüğüne kadar yükselmişken rahiplik mesleğini seçen oğlu Haluk Fikret yüzünden mezarında bile rahat bırakmadılar. Oysa çoğu şiirine adını verdiği oğlu, bilge ve saygın bir insan olarak herkesin sevgisini kazanmış ve Türklüğünden vazgeçmemişti. Üstelik rahipliği seçtiğinde babası çoktan ölmüştü... Robert Kolej'de hocalık yaparak bir 'Türk Edebiyatı' bölümü kurmasına ve özellikle Türk kızlarının onun açtığı yoldan bu okula kabul edilmesine bakmaksızın 'zangoçlukla', kilise hademeliği ile suçladı onu bir 'milli' şairimiz... Ne olduğu bilinmeyen bir 'jurnal' yüzünden sürgüne gönderilen babasını bir daha göremedi. Kız kardeşi zalim bir koca elinde yaşamını yitirdi.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, ülkesinin sürüklendiği karanlıklar ve savaşlar içinde her gün yeniden kahroldu. Öldüğünde; Atatürk'ü etkileyen iki Türk büyüğü Namık Kemal ve Ziya Gökalp gibi o da kırk sekiz yaşındaydı ama 'Gelibolu'daki Miralay' diye adlandırdığı Mustafa Kemal'i keşfetmişti' bile. Son günlerinde O'nu görmek ve tanımak istediğini söylüyordu dostlarına.

Mustafa Kemal'le aralarında sanki kozmik bir iletişim vardı. 'Paşa' da Fikret'in 'anısı çevresinde bulunmakla övündüğünü ve onu taparcasına sevdiğini" Aşiyan' daki. deftere yazıyor ve yurdu kurtarmak için Anadolu'ya geçeceğini, ilk kez, sırdaşı bir asker hocasına Aşiyan' a çıkan yokuşu bir kez daha tırmanırken açıklıyordu...

" ... Benim ne yapmak istediğimi anlamak isteyenler Fikret'in, 'Tarih-i Kadim' şiirini okusunlar. “ diyordu. Onunla adeta özdeşleşmişti. Öyle ki, Cumhuriyet'in daha ilk yılı bile dolmadan, 25 Ağustos 1924 günü Ankara' da toplanan 'Muallimler Birliği Kongresi'nde çağdaşlığın öncüsü öğretmenlere seslenirken " ... Cumhuriyet sizden, fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmenizi ister... " demişti. Bu sözler Fikret'in kendisini betimleyen ünlü dörtlüğünün son dizesi değil miydi? Bugünkü dille:

Kimseden fayda ummam, dilenmem kol kanat

Kendi boşluk ve gök kubbemde uçar giderim

Eğilmek. esaret zincirinden ağırdır boynuma

Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.

Atatürk, Tevfik Fikret hayranıydı

'Elbet sefil olursa kadın alçalır insanlık' diyordu. 'Hak bellediğin bir yola gideceksin... ', 'Koşan elbet varır, düşen kalkar / Kara taştan su damla damla akar. , 'Aydınlanma, işte emellerimizin ruhu. .', 'Zulmün topu var, güllesi var, kalesi varsa / Hakkında bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır. .' 'diyor ve Atatürk, çevresine, hayranı olduğu Fikret'i anlatmak için her fırsatı değerlendiriyordu:

" ... O, karanlıklar içinde bir nur (ışık) gören ve bizleri o nura doğru yönlendirmeye çalışan bir insandı. Biz, henüz ona ye­tişemedik... Onu tanıyamadığım, sohbetinden yararlanamadığım için kendimi bahtsız sayarım. Ama bütün şiirlerini okudum. Çoğunu da ezbere bilirim. O, hem büyük şair, hem de büyük insandı... " …………………………

Şair, eğitimci, yazar ve ressam... Hepsinden önemlisi Türk Aydınlanması'nın en parlak ışığı Tevfik Fikret'in ölümünün üzerinden doksan üç yıl akıp geçmiş. Ülkemizin, kasıtlı ve bilinçli iç ve dış düşmanlar eliyle, adım adım karanlıklara ve uçurumlara sürüklenmek istendiği şu acılı günlerde Tevfik Fikret'leri, Ziya Gökalp'leri ve Namık Kemal'leri yeniden ve dikkatle okuyup anlamaya ve okutup anlatmaya gereksinmemiz var.

Yoksa bu bilinçsizlik, vurdumduymazlık, çıkarcılık ortamında geç mi kaldık?

-----------------------------

(1) Tevfik Fikret ve Haluk Gerçeği, Orhan Karaveli, Doğan Kitap, 7. baskı, Ekim 2007.

24 Ağustos 2008 Pazar

Kitap Okuyarak Bilgi Toplumu Olmak / İ. Gürşen Kafkas

Kitap Okuyarak Bilgi Toplumu Olmak / İ. Gürşen Kafkas

Bitkisel belleğimizin tapınağı olan kütüphaneler can çekişiyor. Kitap okuma kültüründen ekran kültürüne geçişin burukluğu yaşanıyor. Okumayı sevmeyen bir toplum olduk. Elektronik devrim çağı kitap okumayı gölgeledi.

Kitap okuma sevgi ve alışkanlığı önce evde anne babalar, okullarda öğretmenlerce verilmelidir. "Televizyon renkli ama .. kitap okumak da gerekli" özdeyişi yüreklere işlenmeli. Okullarda öğrenmeyi ve okumayı öğretecek yetenekte, okuma alışkanlığı edinmiş nitelikli öğret­men yetiştirilmelidir. Ulusal ya­ratıcılığın bilgi toplumuyla ger­çekleşeceği kavratılmalıdır. Mustafa Kemal'in: "Çağdaş Türkiye'yi yaratmak için var gü­cümüzle çalışmalıyız." "Okuyan, araştıran bir toplum' yaratılmalı­dır. " "Okuyan gözde ben va­rım." diye okumanın önemini vurgulayan özdeyişleri rehberimiz olmalıdır.

İnsanların yaşlanmayan tek dostu olan kitaplar, her zaman, her yerde ve herkes için aydın­lanmacı bir ışık olmalıdır.

Cumhuriyet kurulduğunda, bu büyük değişim ve başarı kültür zenginliği ile taçlandırıldı. Bu ne­denle "Cumhuriyetin temeli kül­türdür" özdeyişiyle beslenerek değerlendirildi.

Bireylerin gelişmesi, çağdaş bir bilgi toplumu oluşturma, okuma zenginliği ile kazanılacaktır.

Bireyler okuyarak farklı dramlar, farklı kavramlar ve farklı ,betimlemeleri yeniden yaratma şansı yakalayabilirler. Köy Enstitüsünde okurken yılda yirmibeş kitap okuma zorunluluğumuz vardı. Okunan kitaplar, irdeleniyor, özetleniyor ve tartışılıyordu. O günlerin dar koşullarında dünya klasikleri ve o yılların Türk yazarlarının eserleri okunuyordu. Silik, ışıklarda okunan kitapların tadına varılıyordu.

Aklın ışıkları karanlıkları deliyor ve tan yeri ağarıyorken biz yine kitap okuyorduk. Kitabın zevki damak tadı gibi ruhumuzu ok­şuyordu.

Eğitimin ana ilkesidir okumak. Danton, "Eğitim, ekmek ve sudan sonra en zorunlu gıdadır" öz­deyişinde ruhsal ve bedensel beslenmenin önemini vurgulayan imgelere değiniyor.

Goethe, "Okumayı öğrenmek sanatların en güç olanıdır" özdeyişiyle okumayı öğrenmenin güçlükle başarılan bir sanat olduğunu belirtiyor.

Öteden beri "Türkler okumayı sevmiyorlar" anlatımı beni üzüyordu. Yıllardır yaz aylarında uğradığım turistik yerlerde yabancı gezginlerin kitap okuma tutkularını kıskanarak izliyordum. Turistik yerlerde giyim-kuşam ve yiyecek yerlerinin çokluğunun yanında kitap satış merkezlerinin azlığından yakınıyordum. Bu yıl büyük bir değişimle karşılaştım. Edremit/Akçay'da tam yedi kitap satış noktasında, kitap satışlarının yoğunluğunu gözlemledim. Önemli yazarların kitaplarının çok düşük fiyatlarla satıldığını iz­ledim. Kitapçıların, "Üç kitap on lira", "Biz kazanmayalım, vatandaş okusun" sloganları teşvik edici ayrı bir güzellikti. Kumsallarda güneşlenen her yaşta in­sanlardan yüzde 10 -15'inin kitap okuduğuna tanık oldum. Geçmişte yüzde 1-2 olan bu rakam değişmiş ve gelişmişti. Ki­tap okumanın kabuk değiştir­mekte olduğunun sevincini ya­şıyorum. Bireyler okudukları ki­tapları karşılaştırıyor ve irdeli­yorlar.

Ovidus'un, "Gençliğini kitap­la beslemeyen ulusların sonu acıdır" özdeyişi etkileyici bir uya­rıdır. Artık bizim insanımızın da otobüslerde, tren, vapur, kumsal ve pikniklerde kitap okudukları­na tanık oluyoruz. Önceki öz­deyişin aksine "Türkler kitap okumayı seviyorlar" şeklindeki değişimden sevinç duyuyorum. Okuyan, araştıran, aydınlanan bir bilgi toplumu olmanın düşü­nü kuruyorum. E. Gibbam'ın "Okumayı hiçbir servete değiş­mem" özdeyişinin anlam zen­ginliği beynimin kıvrımlarını bes­liyor.

Ruhsal yapımızın ve bilgi zen­ginliğimizin ana kaynağı kuşku­suz okumayla gerçekleşecek­tir. Victor Hugo'nun: "Taş iseniz mihenk taşı olunuz, bitki iseniz ilaç Olunuz" özdeyiş i olmamız ge­rekenlerini öğütlüyor.

Dilimiz Türkçeyi güzel konuş­ma, sözcük zenginliği, cümle kurma alışkanlığı edinme de yine okumayla olabilecektir. Nazım Hikmet: Ferhat'ın Şirin'e ses­lenişinde "Dilim kadar,Türkçem kadar güzelsin" özdeyişiyle Türk­çemizin güzelliğini anlatılıyor. Alcott, "Ümitle açılıp, kazançla kapanan kitap iyi kitaptır" özde­yişiyle iyi kitapların temel özel­liklerini sıralıyor.

ÖZET: Toplumsal kalkınma­mızın ve kültürel başarımızın ana öğesi olan kitapların okunması tutkuya dönüşmelidir. Kitaplar, sessiz ve uzun soluklu dostluk­larının yanında sevgi ve bilgi kaynaklarımızdırlar. Bireyin dü­şünce zenginliği, sorunları daha iyi algılama yetisi kazanması, Türkçeyi düzeyli ve güzel konuşma akışı edinmesinde de et­kili birer unsurdurlar.

Bilgisiz bir toplum olmaktan kurtulmak için bireylerin nitelik­li olması önkoşuldur. "Okumayı öğrenmeyen, çuval taşımayı öğ­renir" özdeyişi gerçekçi bir yak­laşımdır. "Bir yapıya konmayan taşları taş saymam / kitaba eğilmeyen başları baş saymam" özdeyişinde, okumayan bireylerin boş olduğu anlatılmaktadır. Kon­füçyüs'ün: "Tanrım!.. bana kitap dolu bir evle, çiçek dolu bir bah­çe ver" yakarışı, kitap okumanın ve kitabın önemini doğa sevin­ciyle örtüştüren bir yaklaşımdır. Bilgi açlığımızı kitaplarla, ruhsal yapımızın onarımını çiçeklerle destekleyen bu yakarışı ben de içselleştiriyorum.

* * * * * * * * * * * * * * *

KAYNAK: İ. Gürşen Kafkas -Cumhuriyet,23.08.2008