28 Aralık 2021 Salı

Tonguç Baba’nın doktor oğlu: Engin Tonguç / AYDIN KARATAŞ


Tonguç Baba’nın doktor oğlu: Engin Tonguç / AYDIN KARATAŞ

Dr. Engin Tonguç, İsmail Hakkı Tonguç Belgeliği Vakfı’nı kurar. Böylece eğitim ve köy enstitüleriyle ilgili birçok önemli kitap ve belgeyi koruma altına alır. Yazdığı kitaplarda anılarını, eğitimle ilgili görüşlerini genişçe anlatır

Yer, Ankara. Etlik bölgesinde bir bağ evi. 1930’lu yıllar… Her yaz tatilinde bu bağ evinde buluşan üç çocuk bağda “köycülük oyunu” oynuyor. Bir önceki yıl bağın bir köşesinde oyun sırasında küçük taşları dizerek kurdukları “Küçükhisar Köyü”nü ilçeye dönüştürüyorlar. Yaşça en büyükleri olan Ceyhun ilçenin kaymakamı, Arman mal müdürü, Engin ise jandarma komutanı rolünde. Hayali ilçedeki tüm sorunları bu üçlü çözmeye çalışıyor. İlçe için proje yapıyor, dosyalar hazırlıyorlar. Bu oyun birkaç yıl her yaz tatilinde sürüyor. Oyunu oynayanlar üç akraba çocuğudur: Ceyhun ve Arman; Nafi Atuf Kansu’nun oğulları, Engin ise İsmail Hakkı Tonguç’un oğludur. Halka hizmet aşkıyla büyüyen bu çocuklar belki kaymakam, mal müdürü, jandarma komutanı olamadılar, ancak Ceyhun ile Engin büyüyünce tıp doktoru, Arman mimar oldu, yıllarca halka hizmet ettiler.

Engin Tonguç, 26 Nisan 1928’de ailenin ilk çocuğu olarak Ankara’da doğar. Babası İsmail Hakkı Bey Maarif Vekâleti Levazım ve Alâtı Dersiye Müzesi Müdürü, annnesi Nafia Hanım ilkokul öğretmeniydi. Rumeli göçmeni olan ailesinin sıkı koruması altında büyüyen Engin, altı yaşında Necatibey İlkokulu’na başlar. Kızıl hastalığına yakalanan Engin, okuluna ancak on gün devam edebilir. 40 gün hastanede yatan ve birkaç ay evde kalan küçük Engin için artık doktorluk en gözde mesleklerden biridir.

Atatürk’ün ölümünde 10 yaşında olan Engin ailesiyle birlikte meclis önündeki cenaze törenine katılır. İlkokulu bitirdiği yıl İkinci Dünya Savaşı başlar. Karartma, yokluk, darlık ve ekmek karnesi günlük yaşamın bir parçasıdır artık.

Ortaokula Taş Mektep’te başlayan Tonguç’un edebiyata ilgisi öğretmeni Beşir Göğüş sayesinde artar. Evde “kendi işini kendi başına görme” anlayışı egemendir. Babasının Almanca bilmesine güvenerek ortaokulda Almanca dersine çalışmayan ve bu dersten düşük not alan Engin, babasından destek değil, azar işitir.

Liseyi ülkenin sayılı liselerinden biri olan Ankara Atatürk Lisesi’nde okur. Lisenin oturmuş, yetkin bir öğretmen kadrosu vardır. Çalışkan bir öğrenci olarak 1945 yılında mezun olur Engin. Önce mimarlık okumak ister, ancak yaşadığı aksilik onun yeni açılan Ankara Tıp Fakültesi’ne girmesine neden olur.

Bu arada lise ikinci sınıfta okurken (1944) kendisinden sekiz yaş küçük olan kardeşi Yalım’ı yitirir Engin. Kardeşini yitirmenin acısını ömür boyu çeker.

BİTMEZ TÜKENMEZ GEZİLER

Ortaokul-lise yıllarında Engin’in babası İsmail Hakkı Tonguç İlköğretim Genel Müdürüdür. Çok çalışan ve ailesine yeterli zaman ayıramayan baba, her fırsatta yurt gezilerinde oğlu Engin’i yanında götürür. Baba-oğul adım adım köyleri, köy enstitülerini gezerler. İlk başlarda çok zor koşullarda yapılan bu gezilerden çok sıkılan Engin, zamanla bu gezilerden zevk almaya başlar. Engin Tonguç, yıllar sonra yaptığı değerlendirmede, babasının kendisini gezilere katmasının iki amacı olduğunu vurgular: Birincisi, baba Tonguç’un yapılan işlere oğlunu doğrudan tanık olması isteğidir. İkinci amaç ise oğluna emeğin yüceliğini öğretmesi, yurt ve çalışma sevgisi vermesidir. Engin daha çocuk yaşlarda ülkenin yoksul köylerini gezme, köylüleri ve köy enstitüleri tanıma fırsatı bulur. Bu geziler onun yurtsever-halkçı kişiliğinin oluşmasında önemli bir etkendir. İlerde köy enstitüleri ve babası hakkında yazacağı yapıtlara kaynak olur bu geziler.

GECEKONDU BÖLGESİNDE POLİKLİNİK

İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitiren Ceyhun Atuf Kansu, Engin Tonguç’un fakülteye başladığı yıl (1945) asistan olarak Ankara Numune Hastanesi Çocuk Kliniği’nde göreve başlar. Teyze çocukları yeni kurulan Türkiye Gençler Derneği’ne üye olurlar. Derneğin üyeleri arasında yer alan doktor ve tıp öğrencileri sağlık kolunu oluştururlar. Derneğe bağlı bir poliklinik açarlar. Poliklinik için Altındağ’ın bir gecekondusu kiralanır, birkaç araç-gereç sağlanır. Başlarında Ceyhun Atuf Kansu olmak üzere haftada iki gün çevredeki çocuklara ücretsiz muayene yapılır, aşı vurulur. Poliklinik kapatılana kadar yoksul çocuklara hizmet eder.

DOKTOR ENGİN TONGUÇ

1951 yılında Tıp Fakültesi’ni başarılı bir şekilde bitiren Engin Tonguç, yurt dışında uzmanlık eğitimi için Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurur. Bakanlık, Tonguç’u “sakıncalı” görerek bu isteği geri çevirir. Engin Tonguç ilk doktorluk görevine 1952 yılında askerde, Yedek Tabip Asteğmen olarak Milli Savunma Bakanlığı Ankara Ordu Donatım Ana Tamir Fabrikası’nda başlar. Fabrika müdürü Binbaşı Reşat Taykut’un desteği ile işçi sağlığı ve iş güvenliği üzerinde yoğunlaşır. İşçi ve işyeri doktoru olarak ilk deneyimlerini bu fabrikada yaşar.

Askerlikten sonra yeniden başvurduğu yurt dışı uzmanlık eğitimi için izin çıkar, 1953’te Almanya’ya gider. Hamburg Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde iç hastalıkları uzmanlığına başlayan Tonguç, uzmanlık eğitimini 1958 yılında tamamlar. 1956 yılında Almanya’da tanıştığı Türk meslektaşı Dr. Müstesna ile evlenir.

Ülkesine dönen Dr. Engin Tonguç’a ilk iş önerisi Turhal Şeker Fabrikası’nda doktor olarak çalışmakta olan Ceyhun Atuf Kansu’dan gelir. Başka seçeneği olmadığından bu öneriyi kabul eden Tonguç, 1958 yazında Amasya Şeker Fabrikası’nda göreve başlar. Suluova’da geçirdiği 12 yıl Engin Tonguç’un en yoğun, en dolu çalıştığı yıllardır. Fabrikanın gereksinimi olan kömürün çıkarıldığı maden işletmesinde grizu patlaması olduğunda Tonguç, işçi ve işyeri güvenliğinin ne kadar önemli olduğunu daha iyi kavrar.

TONGUÇ BABA’NIN ÖLÜMÜ

Acı haber tez ulaşır. 23 Haziran 1960 sabahı Ankara’dan Amasya’daki fabrika müdürlüğüne bir telefon gelir: Baba İsmail Hakkı Tonguç sonsuzluğa göçmüştür. Apar topar Ankara yoluna düşülür. O gün baba evine ulaşılır. Tonguç Baba’yla son vedalaşma yapılır. Ertesi gün kalabalık bir katılımla son görev yerine getirilir, baba Tonguç Cebeci Mezarlığı’nda toprağa verilir. Cenaze törenine katılanlar arasında İsmet İnönü de vardır.

30 Kasım 1960 tarihinde Dr. Engin Tonguç, Amasya’dan Ankara’ya yerleşir.

İKİ İŞYERİNDE DOKTOR

Ankara’ya yerleşen Dr. Tonguç’un artık iki işyeri vardır. Haftada üç gün Hasanoğlan’daki Öğretmen Okulu’na (eski Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne) gidecek; oranın hem doktoru olacak, hem de sağlık bilgisi derslerine girecektir. İki yarım gün de Ankara Ağır Bakım Fabrikası’nda işyeri doktoru olarak çalışacaktır.

14 yıldır gitmediği Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ndeki değişiklikleri yerinde görür, üzülür. 1946-1960 yılları arası köprünün altından çok sular geçmiştir. Üreten ve öğrenciyi dönüştüren köy enstitüsü çoktan kapanmış, yerine ezberci Amerikan sistemiyle eğitim yapan öğretmen okulu gelmiştir.

1964 yılında Sosyal Sigortalar Kurumu’na (SSK) hastane doktoru olarak giren Tonguç, 1972’de “SSK Sağlık Hizmetlerinin İş Hekimliği Katkısı ile Geliştirilmesi” projesinde proje koordinatörü olarak görev alır. 1973’te iş hekimliği ve meslek hastalıkları konularında incelemeler yapmak için dört aylığına Avrupa’ya gönderilir. 1970’li yıllarda Prof.Dr. Nusret Fişek ile çeşitli projelerde çalışma fırsatı bulur. Ankara’da kurulması için uğraş verdiği Meslek Hastalıkları Hastanesi’nin Başhekimliğine 1977’de atanır. 1978-1980’de yaptığı SSK Genel Müdür Yardımcılığı görevi sırasında iş hekimliğinin geliştirilmesi için yoğun uğraşı verir; 1980’de emekli olur.

Yaşamı boyunca birçok toplantı ve etkinlikte eğitim ve köy enstitüleri konusunda konuşan, yazan Dr. Engin Tonguç, İsmail Hakkı Tonguç Belgeliği Vakfı’nı kurar. Böylece eğitim ve köy enstitüleriyle ilgili birçok önemli kitap ve belgeyi koruma altına alır. Yazdığı kitaplarda anılarını, eğitimle ilgili görüşlerini genişçe anlatır. Basılmış yapıtları şunlardır: Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve Tonguç (1970), Bir Eğitim Devrimcisi - İsmail Hakkı Tonguç (1997), Umut Yolu (1998), Bir Tutam Umut İçin (1999), Sağlık Yazıları (2002).

Cumhuriyet kuşağının en güzel bir örneklerinden biri olan Dr. Engin Tonguç 29 Aralık 2016 tarihinde yaşamını yitirir. Tonguç’un cenazesi Soma Belediye Mezarlığı'nda eşinin yanında toprağa verilir. Ölümünün beşinci yılında onu saygıyla anıyoruz.

* * * * * * * * * * * * * 

KAYNAK: https://www.aydinlik.com.tr/

https://www.aydinlik.com.tr/haber/tonguc-baba-nin-doktor-oglu-engin-tonguc-269262 

* * * * * * * * * * * * *

ENGİN TONGUÇ' A DAİR BİR DEĞERLİ BİLGİLENMEYİ AŞAĞIKİ PAYLAŞIMDAN ULAŞABİLİRSİNİZ. 

http://girgin-huseyin.blogspot.com/2021/12/tonguc-babann-doktor-oglu-engin-tonguc.html 

19 Aralık 2021 Pazar

Koçero Dursun Akçam: ‘Dağ şafağı rengindeydi yüzü’ / Rozerin Doğan

 

Koçero Dursun Akçam: ‘Dağ şafağı rengindeydi yüzü’ / Rozerin Doğan

Çarıklarıyla geldiler. Bir taraftan, çevrilen klasikleri sular seller gibi okurken bir taraftan da okulda ders, bahçede tarım, halkevinde piyes, sahnede mandolin, saz, keman çalarak yetiştirildiler.

Cumhuriyet sonrası özellikle Hasan Ali Yücel’in çevirttiği dünya klasiklerini okuyarak büyüyen bir neslin neferlerinden biri de Dursun Akçam’dır. Literatür Yayınları, “Unuttuklarımızı hatırlamak için” sloganıyla başlattığı Köy Enstitülü yazarları bünyesinde toplamaya devam ediyor. Yayınevi, Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın ve Mehmet Başaran’dan sonra Dursun Akçam’ın kitaplarını da okurla yeniden buluşturdu.

Köy Enstitülü yazarların en büyük ortak özelliği, Cumhuriyet devriminin kültürüyle yetişmiş, İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde oluşturulan, Türkiye’ye özgü devrim niteliğindeki eğitimin neferi olmalarıdır.

Bu yazarlarımızın hemen hemen hepsi yoksul köylü çocukları. Ayaklarındaki çarıklarla okula geldiler. Onlar, bir taraftan, çevrilen klasikleri sular seller gibi okurken bir taraftan da okulda ders, bahçede tarım, halkevinde piyes, sahnede mandolin, saz, keman çalarak yetiştirildiler. Cumhuriyet ideallerinin yetiştirdiği bireyler olarak, toprağı gasp etmiş köy ağasına, yoksulu haraca bağlamış tefeciye karşı köylülerin sesi oldular.

KÖY ÖYKÜCÜLÜĞÜ

Dursun Akçam’ın doğum tarihi bazı kaynaklarda 1930’dur. Ardahan’ın küçük bir köyünde dünyaya geldi. ilköğrenimini Ardahan’da tamamladı. Daha sonra Cılavuz Köy Enstitüsü gitti. Oradan diğer arkadaşları gibi öğretmen olarak mezun oldu. Bütün Köy Enstitülü yazarlar gibi o da geldiği toprakların hikayesini yazdı. Köy öykücülüğünün önemli temsilcilerinden oldu. Toplumcu gerçekçi bakış açısıyla, Kuzeydoğu Anadolu’nun köy ve kasaba ortamını anlatan öyküler yazdı.

Dursun Akçam, ilk öykü kitabı olan Maral'da, tüyler ürpertici hikayeler anlatır. Doğu Anadolu köylüsünün hikayesidir bu. Akçam, gözlemlerini, çocukluğunun geçtiği coğrafyadaki kadının, erkeğin, çocuğun yaşadığı saplantıları, akıcı bir dille kaleme alır.

Akçam, yalnız doğu insanını yazmadı. 1930 yılında doğduğu ülkesini 1980 darbesinden sonra terk edip Almanya’ya gitmek zorunda kaldı. Çünkü 1977’de kurucuları arasında yer aldığı Demokrat gazetesi kapatılmıştı. Türkiye’ye on bir yıl sonra döndü. Dağların Sultanı’nı Almanya’da kaleme aldı. Kitapta, katı feodal yaşam biçimiyle, modern yaşamın çatışmasını kadın erkek ilişkisi üzerinden irdeledi.

KOÇERO DURSUN AKÇAM

Kendisi gibi Köy Enstitüsü çıkışlı ve yazar olan arkadaşı Mehmet Başaran, 2003 yılında yitirdiğimiz yazarı şöyle anlatıyor; “Bir güzel aydınlıktı; tüm Anadolu halkını, toprağını kucaklayan bir aydınlık. Cılavuz Köy Enstitüsü’nde, uygarlıklar beşiği Anadolu ekiniyle yoğurulmuştu hamuru. Çılgın Türklerin yaktıkları ateş, bilinç aydınlığına dönüşmüştü. O aydınlığın sürdürümüydü Dursun Akçam. Sömürüye, gericiliğe bir Prometheus direnciyle karşı çıkıyordu. Türk yazınını varsıllaştıran bir büyük yazardı.” 

Mehmet Başaran’ın deyimiyle, ‘bir güzel insan Dursun Akçam’, Köy Enstitüleri’ni kapatan anlayışla bir enstitülüye yakışacak başı diklikte karşı çıktı. 1980 öncesi bir öğretmen örgütü olan Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın yürüyüşlerinde, boykotlarda yerini hep aldı. Yine Başaran’ın dediği gibi, “Doğu Anadolu kışları, Ardahan yöresindeki dağlar, çifte su vermişti çeliğine. Dağ şafağı rengindeydi yüzü.”

 MÜCADELECİ, İSYANKAR, ASİ

Oğlu Alper Akçam’ın ise babasını ölümünün ardından şu sözlerle anlatır; “On üç doğum yapıp, altısını yaşatabilmiş, Rus ordusundan, Ermeni çetelerinden kar altındaki dağlarda yalın ayak kaçarken, sırtındaki heybede bebeklerini taşımış bir köylü ananın çocuğuydu o. Cılavuz Köy Enstitüsü’nü kurmuş, Kuvay-ı Milliye ve Anadolu Aydınlanması ışığında, yaşamsal güdülerini, tutkularını müthiş bir varoluş bilincine dönüştürmüştü. Mücadeleciydi, isyankardı, aykırıydı, yaşam sevinciyle doluydu Dursun Akçam ve o, benim babamdı.

Dursun Akçam, yalın bir dille kaleme aldığı Kanlıdere’nin Kurtları romanıyla okuru örnek bir onur mücadelesine çekiyor.

Bu hikâyede, Doğu Anadolu’nun ücra köşesindeki Çeşmir köyü amansız kuraklığın pençesindedir. Bey, kasabadaki partili yandaşlarına sırtını dayayarak köylüye zulüm eder. Bu arada kesesini de doldurmak için kirli oyunlar çevirmekten geri durmaz. Muhtar, İmam, köyün ileri gelenleri, beyle işbirliği içinde gidişata sessiz kalırlar. Hepsi kendi çıkarlarının peşindedir. Yiyecek bulamayan köylü, aynı zamanda vergilerin altında inim inim inlerken, köyün delikanlısı Merdan ile arkadaşları, Bey’e başkaldırıp sömürü ve zulüm düzenini yıkmak ister...

İNSAN OLMANIN ONURU

Hurafenin, baskının, yoksulluğun ve geleneğin kör kıskacında, Merdan ile sevdiği Nazlı’nın direnişi ve insan olmanın onurlu hikayesidir bu aynı zamanda;

... Bazen insan farkına varmadan komonistlik yapar. Söz gelimi, yoksulluğu ağzına alıp dertlendin mi, onun var, benim yok dedin mi ossaat komonist olursun! Çünkü Allah herkesin kısmetini ayrı vermiştir. Beş parmağın beşi de bir mi? Ot yakmak, bent yıkmak, kışlak basarak hayvanı kurşunlamak hem komonistlik hem anarşikliktir. O işleri yapan komşularımız bilmeden yapmışlardır. Köyümüzde kuraklık var. Perişan olduğumuz doğru. Ancak şikâyetçi oldun mu, elin malına göz diktin mi günaha girdin, hak yolundan çıktın demektir. Yahu düşünsene, kim verdi kuraklığı? Çok şükür köyümüzde komonist öğretmen olmadığından komonistlik de çıkmamıştır.” 

* * * * * * * * * * * * * *

KAYNAK: aydinlik.com.tr

https://www.aydinlik.com.tr/haber/kocero-dursun-akcam-dag-safagi-rengindeydi-yuzu-268321

17 Aralık 2021 Cuma

ZAMAN TÜNELİNDEN NOSTALJİK KÖY ENSTİTÜSÜ GÖRSELLERİ - 1









"Her devrimci kurum gibi Köy Enstitülerini de dışarıdan ve içeriden yıkanlar oldu. Dışarıdan yıkanlar, bilerek bilmeyerek, paranın uşaklarıydı; içeriden yıkanlar, bilerek bilmeyerek, paranın uşaklarının uşakları oldular."(Sabahattin Eyupoğlu-Köy Enstitüleri Üzerine/Cumhuriyet Kültür Yayınları).
“Köy Enstitülerini halk adına aydınlar kurdu, halk adına yine aydınlar yıktı. Halk, Köy Enstitülerini istiyordu da aydınlar onun için kurdu demek gerçeğe ne kadar aykırıysa, halk istemiyordu da aydınlar onun için yıktı demek de o kadar aykırıdır. Ama kuranlar mı gerçekten halktan yanaydılar, yıkanlar mı? Bu sorunun karşılığını vermek biz enstitülülere düşmez; ama merak edenlere şöyle bir yol gösterebiliriz: Baksınlar, kuranlar mı, yıkanlar mı daha çok çıkar peşindeydiler, kuranların kişisel kazancı ne oldu, yıkanlarınki ne?” ( Sabahattin Eyuboğlu – Köy Enstitüleri Üzerine / Cumhuriyet Gazetesi Aydınlanma Kitapları).

15 Aralık 2021 Çarşamba

Yıl 1934, ATATÜRK'ün Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen anlatıyor...

Yıl 1934, o dönem Milli Eğitim Bakanlığı Ulus ’tadır. Bakan ise Niğdeli Abidin Özmen ‘dir. 

Bakan, makamında çalışmaktadır, kapı çalınır. Bakanın gür sesi “giriniz” , Atatürk’ün yaverlerinden biri, yanında iki çocukla makama girerler. Hoşbeşten sonra yaver bey, Bakan Abidin Özmen ‘e bir zarf uzatır. Konuklara yer gösterir ve zarfı açar. 

Atatürk ‘ten gelen bir mektuptur bu: 

“ Bay Abidin Özmen, Milli Eğitim Bakanı ... “ 

Abidin Özmen zarfı özenle açar ve mektubu dikkatle okur: 

“ Yaver Bey’le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun göreceğiniz bir liseye (parasız yatılı olarak) kaydını yaptırıp...” 

Bu Atatürk’ün bir emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir. Bakan Abidin Özmen, Orta öğretim Genel Müdürü‘nü çağırtır ve şu direktifi verir: 

“Yaver Bey’in yanındaki bu iki çocuğun evraklarını alınız ve bu çocukları H.P. Lisesi’ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp, her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının ‘veli ve ödeyen hanesine Atatürk’ün ismini yazdırarak ‘ bana getiriniz” der.

Bakanın emri yerine getirilmiştir. Abidin Özmen de kısa bir mektup yazarak, Yaver Bey’le Atatürk ‘e yollar. 
Mektubun içeriği şöyle: 

“Muhterem Atatürk, Yaver Bey’le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkındaki  emirlerinizi aldım. Ancak arkasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi birisinin bulunduğu için; bu iki çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğun da emirleriniz gereği  H.P. Lisesi’ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim...” .

Atatürk bu mektup üzerine, devrin Başbakanı İsmet İnönü’ye telefon ederek: 
“Bak “ demiş, “Senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı” diyerek olayı anlatmış. 
İnönü, Bakanı adına özür diler. 

Atatürk: “Yok” der, “Özür dileme. Çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve gösterebilse...

* * * * * * * * * * * * 
"Hacı Angı – Eğitimci – 
9 Ocak 2002 – Cumhuriyet"

ATATÜRK'ün Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey Anlatıyor...

İlerde Milli Eğitim Bakanı olan 
M. Necati bey anlatıyor:

"Uzun yollarda kesintisiz süren bir akışla savaş alanlarına inen mübarek kağnı kafilelerine her zaman rast gelirdim. Görüntü hiç değişmezdi. Zayıf öküzlerin çektikleri cephane yüklü arabalar ve bunların başlarında yanık yüzlü, çıplak ayaklı kadınlar, ihtiyarlar hatta çocuklar. Çok defa yolun kenarına çekilir, onların geçişini gözlerim yaşararak seyreder, kağnıların gıcırtılarını ilahi bir musiki gibi dinlerdim.

Karlı bir gün Çerkeş önlerinde kağnılarla cephane taşıyan bir kadın kafilesine rast gelmiştik.
Kafileye yaklaştık ve selamlaştık. Biz soğuktan yamçılar altında bile titrerken, tek yorganını arabaya örten bir ninenin çıplak ayaklarla karları çiğnediğini görünce içimden bir merhamet sızladı. Yorganını, arkasına sardığı peştamalın içinde ara sıra hıçkıran bir çocuğun üzerine değil de, niçin arabanın üzerine serdiğini sormak gereği duydum.
Sorumu garip bir tarzda karşıladı. Anlaşılan bu durumu konuşmaya değer bulmuyordu. Cevap beklediğimi anlayınca kutsal bir şeye yaklaşır gibi kağnıya yaklaştı yorganı aralayarak altındaki mermileri gösterdi :

“Kar serpiliyor oğlum, millet malıdır, yazık, nem kapmasın.”

Uçlarından çekerek yorganı mermilere sıkı sıkıya sardı. Az önceki merhametimden utandım”

* * * * * * * * * *
Dipnot: Atatürk'ün solundaki M. Necati - O-Tarih Tarih / Tarih Tarih

4 Aralık 2021 Cumartesi

ÇİLEKEŞ TONGUÇ !... / Hasan Ali Yücel


ÇİLEKEŞ TONGUÇ! / Hasan Ali Yücel

Aşağıda ki kısa metin, İsmail Hakkı Tonguç'un 1960 yılında ölümünden sonra, Hasan Ali Yücel'in onun arkasından yazdığı yazının giriş bölümüdür...

Bu satırları göz yaşlarımla yazıyorum.

Kırk yıllık dostum ve uzun yıllar çalışma arkadaşım İsmail Hakkı'yı Cebeci'nin susmuşlar diyarına bırakıp döndüğüm şu anda, mezarının başında yüreğimden gelenleri dökerek konuştuğum gibi, derin bir acı içinde kalemimi kalbimden taşan duyguların akışına bırakıyorum.

Hayatının son dört yılını uzun bir çile haline sokmuş, haksızlıklar; arkası kesilmez tecavüzler; sanki ondan önce geçirdiği ömür günahlarla dolu imiş gibi insafsızca uğratıldığı suçlamalar, birer birer kelimeleşip önüme dökülüyor. Bunlar; onun şikayet nedir bilmeyen sağlam ruhunun, yaşarken bizden sakladığı ıstırap damlalarıdır. Üstünden ve altından uğradığı vefasızlıklara karşı sarsılmadan gösterdiği sabır, Tonguç'un ne kuvvetli bir adam olduğunun delilidir...

Kaynak: “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK” GRUBU / PAYLAŞIM: Köy Enstitüleri ve Eğitim 

 

1 Aralık 2021 Çarşamba

“ZİRAAT / KÖY ENSTİTÜLERİ” MARŞI - Güfte: B. Kemal Çağlar, Bestesi: A. Adnan Saygun



Güftesi B. Kemal çağlar tarafından yazılan ve bestesi A. Adnan Saygun tarafından yapılan bu marş, önce 'ZİRAAT MARŞI' olarak düzenlenmiş daha sonra bütün köy enstitülerinin ortak marşı olmuştur.

KÖY ENSTİTÜLERİ MARŞI

Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine.

Milletin her kazancı, milletin kesesine.

Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine

Toprakla savaş için ziraat cephesine.

Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.

Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.

 

İnsanı insan eden, ilkin bu soy, bu toprak

En yeni aletlerle, en içten çalışarak,

Türk için, yine yakın dünyaya örnek olmak,

Kafa dinç, el nasırlı, gönül rahat, alın ak.

Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.

Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.


Kuracağız öz yurtta dirliği, düzenliği.

Yıkıyor engelleri ulus egemenliği.

Görsün köyler bolluğu, rahatlığı, şenliği.

Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği

 Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.

Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.

"Her devrimci kurum gibi Köy Enstitülerini de dışarıdan ve içeriden yıkanlar oldu. Dışarıdan yıkanlar, bilerek bilmeyerek, paranın uşaklarıydı; içeriden yıkanlar, bilerek bilmeyerek, paranın uşaklarının uşakları oldular."(Sabahattin Eyupoğlu-Köy Enstitüleri Üzerine/Cumhuriyet Kültür Yayınları).

29 Kasım 2021 Pazartesi

A.Adnan SAYGUN Ziraat Marşı (Düzenleme:Muammer SUN) Şef Gürer AYKAL EBBSO

KÖY ENSTİTÜLERİ MARŞI

Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine.

Milletin her kazancı, milletin kesesine.

Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine

Toprakla savaş için ziraat cephesine.

Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.

Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.

İnsanı insan eden, ilkin bu soy, bu toprak

En yeni aletlerle, en içten çalışarak,

Türk için, yine yakın dünyaya örnek olmak,

Kafa dinç, el nasırlı, gönül rahat, alın ak.

Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.

Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.

Kuracağız öz yurtta dirliği, düzenliği.

Yıkıyor engelleri ulus egemenliği.

Görsün köyler bolluğu, rahatlığı, şenliği.

Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği

Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.

Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.

* * * * * * * * * * * * * * * * 

Güftesi B. Kemal çağlar tarafından yazılan ve bestesi A. Adnan Saygun tarafından yapılan bu marş, önce 'ZİRAAT MARŞI' olarak düzenlenmiş daha sonra bütün köy enstitülerinin ortak marşı olmuştur.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

KÖY ENSTİTÜLERİ MARŞI

A.Adnan SAYGUN Ziraat Marşı (Düzenleme:Muammer SUN) Şef Gürer AYKAL EBBSO

https://www.youtube.com/watch?v=XpFIu7AGT_Q

"Her devrimci kurum gibi Köy Enstitülerini de dışarıdan ve içeriden yıkanlar oldu. Dışarıdan yıkanlar, bilerek bilmeyerek, paranın uşaklarıydı; içeriden yıkanlar, bilerek bilmeyerek, paranın uşaklarının uşakları oldular."(Sabahattin Eyupoğlu-Köy Enstitüleri Üzerine/Cumhuriyet Kültür Yayınları).

Köy Enstitüleri Marşı : "Ziraat Marşı" / Güfte: Behçet Kemal Çağlar, Besta: A. Adnan Saygun


Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine. Milletin her kazancı, milletin kesesine. Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine Toprakla savaş için ziraat cephesine. Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz. Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz. İnsanı insan eden, ilkin bu soy, bu toprak En yeni aletlerle, en içten çalışarak, Türk için, yine yakın dünyaya örnek olmak, Kafa dinç, el nasırlı, gönül rahat, alın ak. Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz. Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz. Kuracağız öz yurtta dirliği, düzenliği. Yıkıyor engelleri ulus egemenliği. Görsün köyler bolluğu, rahatlığı, şenliği. Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz. Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.
* * * * * * * * * *

Güftesi B. Kemal çağlar tarafından yazılan ve bestesi A. Adnan Saygun tarafından yapılan bu marş, önce 'ZİRAAT MARŞI' olarak düzenlenmiş daha sonra bütün köy enstitülerinin ortak marşı olmuştur.

* * * * * * * * * * * * * *

"Her devrimci kurum gibi Köy Enstitülerini de dışarıdan ve içeriden yıkanlar oldu. Dışarıdan yıkanlar, bilerek bilmeyerek, paranın uşaklarıydı; içeriden yıkanlar, bilerek bilmeyerek, paranın uşaklarının uşakları oldular."(Sabahattin Eyupoğlu-Köy Enstitüleri Üzerine/Cumhuriyet Kültür Yayınları).

25 Kasım 2021 Perşembe

Yıl 1944. Ilgaz dağlarının eteklerinde bir köy ilkokulu../ İsmail Hakkı TONGUÇ'a dair...

Yıl 1944. Ilgaz dağlarının eteklerinde bir köy ilkokulu..

Yıl 1944. Ilgaz dağlarının eteklerinde bir köy ilkokulu...
Köy Enstitüleri için güç bela aldırılmış dört jipten biriyle çok sayıda köyü bizzat gezmesiyle tanınan İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, okulun önünde araçtan iner.
Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında uzun süre kapıyı açtırmaya çalışır.
Sonunda okulun başöğretmeni gelir ve okulu gezdirmeye başlar.
Tonguç, daha yeni inşa edilmiş okulun sınıflarından birinde tavandan damlamakta olan suyu görünce başöğretmene nedenini sorar.
Başöğretmen umursamaz bir tavırla;
- Birkaç kez Çankırı İl Eğitim Müdürlüğü’ne yazdım ama kimse ilgilenmedi, der..
Tonguç;
- Peki, siz bir şeyler yapamaz mısınız?” deyince başöğretmen birdenbire çıkışır:
- Ben başöğretmenim, dam aktarıcısı değil!
İlköğretim Genel Müdürü’nün bu sözleri duymasıyla bahçeye fırlaması bir olur. İnşaattan kalma bir merdiven bulur. Çatıya tırmanarak kırık kiremitlerin yerini tespit eder ve yenileriyle değiştirir. Bütün bunlar birkaç dakika içinde olup bitmiştir. Tonguç, aşağı inince başöğretmene dönerek;
- Bir daha dam akarsa Çankırı’ya bildirme. Hemen bana haber ver, ben gelir hallederim, diyerek kartını uzatır.
Başöğretmen elindeki kartta yazan isme ağzı açık bakarken Tonguç çoktan başka bir köye gitmek üzere uzaklaşmıştır bile.
* * * * * * * * * * 

Kaynak:"KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI" FACEBOOK GRUBU / Ülkü Velioğlu Demirel paylaşımı.

(Fotoğraf: Köy Enstitüleri kurucu İlköğretim Genel Müdürü İSMAİL HAKKI TONGUÇ)

3 Kasım 2021 Çarşamba

Eskişehir, Çifteler Köy Enstitüsünden Görseller




“Köy Enstitülerini halk adına aydınlar kurdu, halk adına yine aydınlar yıktı. Halk, Köy Enstitülerini istiyordu da aydınlar onun için kurdu demek gerçeğe ne kadar aykırıysa, halk istemiyordu da aydınlar onun için yıktı demek de o kadar aykırıdır. Ama kuranlarmı gerçekten halktan yanaydılar, yıkanlar mı? Bu sorunun karşılığını vermek biz enstitülülere düşmez; ama merak edenlere şöyle bir yol gösterebiliriz: Baksınlar, kuranlar mı, yıkanlar mı daha çok çıkar peşindeydiler, kuranların kişisel kazancı ne oldu, yıkanlarınki ne?” ( Sabahattin Eyuboğlu – Köy Enstitüleri Üzerine / Cumhuriyet Gazetesi Aydınlanma Kitapları).

18 Ekim 2021 Pazartesi

Olimpiyat kürsüsünde bir köy enstitülü / Kemal Ateş

 Olimpiyat kürsüsünde bir köy enstitülü / Kemal Ateş

AHMET Bilek’i bilmemek köy enstitülerini biraz eksik bilmektir. Kapanalı yıllar oldu, her geçen gün bir başka yönü, bir başka özelliği, bir başka farklılığı ortaya çıkıyor bu kurumların.

Köy enstitülerinde spor konusunda nerdeyse hiç yazılmadı, konuşulmadı. Ulusal güreş takımına kısa zamanda beş kadar güreşçi verdi enstitüler, bilmiyoruz… İki olimpik güreşçi yetiştirdiğini de bilmiyoruz… Bunlardan biri olimpiyat şampiyonu oldu, bilmiyoruz... Atletizm pistlerinde Türkiye dereceleri için koşan atletler yetiştirdiğini de bilmiyoruz.

Bunları bilmemek, köy enstitülerini biraz eksik bilmektir; abartmıyorum, şampiyon Ahmet Bilek’i bilmemek, köy enstitülerini eksik bilmektir. Konferanslarımda, aralarından bir de olimpiyat şampiyonu çıktığını öğrenen enstitü mezunlarının, hem şaşırdıklarını, hem sevindiklerini gördüm. 

Köy enstitülerini araştırırken, sporun da sanat kadar önemli olduğunu bilemedik belki de…


BİLEK'İN BAŞARI ÖYKÜSÜ

Ayrı kulvarlardan gelseler de Ahmet Bilek’in köy enstitülerinden yetişen F. Baykurt, M. Makal gibi şöhretlerin hemen yanına konacak bir başarı öyküsü var. Güreşi 1947 yılında girdiği Kızılçullu Köy Enstitüsünde öğrendi. İlk güreş hocasının İsmail Pehlivan adında biri olduğunu bir arkadaşından dinledim. Kızılçullu’da Ahmet’in elinden tutan öğretmeni Basri Gürkan, yıllar sonra Ankara Deneme Lisesi’nde de beden eğitimi öğretmeni olarak çalıştı, basketbolcu Kemal Erdenay’ları o yetiştirdi.

Yaşar Doğu, Celal Atik gibi efsaneleşmiş şampiyonları anlattığım Neşter ve Madalya’nın, ardından Ahmet Bilek’i konu aldığım Sessiz Şampiyon’un araştırmaları on yılımı aldı. Bu iki romanım için epey koşturdum, çalıştım, araştırdım. Türk güreşinin altın yıllarını yaratanlar gençliğimin en güzel günlerini anımsatırlar bana, çünkü onlarla aynı soyunma odalarında giyinip soyunduk, aynı mindere ter döktük. Türk güreşinin o altın yıllarını araştırırken, Türkiye’de gitmediğim yer kalmadı, ardından Roma’ya, Almanya’ya değin yolculuklarım uzadı. Yüzlerce kişiyle konuştum, İLEF’li öğrencilerimin de yardımıyla binlerce gazeteyi taradım.

KÖY ENSTİTÜLERİ SPORA KAZANDIRDI

Ahmet Bilek’in köy enstitülerinden yetişmesi bir rastlantı mıydı? Onun romanını yazarken, kafamda hep bu soru da vardı.

Hayır, Ahmet köy enstitüleri düzeninin sporumuza kazandırdığı bir olimpiyat şampiyonudur. 1948 yılında Kızılçullu’da enstitüler arası güreş karşılaşmalarını izledikten sonra Yaşar Doğu ve hocası Nuri Boytorun izlediği güreşçilerin adlarını da vererek, en az dört beş güreşçinin üç dört yıl sonra ulusal takımda yer alacaklarını söyler. Bu öngörünün doğru çıktığını araştırmalarımla gördüm. 1950’li yılların başlarında enstitülerden yetişen beş güreşçi ulusal takım kampına çağrıldı; bunlardan üçü, Raif Akbulut, Ahmet Kozak, Ahmet Bilek defalarca Türkiye şampiyonu oldular. Bu sayı belki daha da fazla, ben bu kadarını saptayabildim. Bu şampiyonlardan ikisi, Raif Akbulut, Ahmet Bilek olimpiyatlara katıldılar. Ben Ahmet Bilek’i köy enstitülü ilk olimpik sporcu sanıyordum, değilmiş oysa. Köy enstitülü ilk olimpik sporcu güreşçi Raif Akbulut, Pulur Köy Enstitüsünden sonra Gazi Eğitim’i bitirdi. Onun ardından Ahmet Bilek olimpiyatlara katıldı, 1960 Roma Olimpiyatları’nda birincilik kürsüsüne çıktı. Bir olimpiyatta, yalnız güreşte yedi altın kazanan yedi kahramandan biri oldu. Bu başarıyı hâlâ aşamadık, aşabileceğimizi de pek sanmıyorum.

DERSLERDEN ÖNCE BEDEN EĞİTİMİ

Köy enstitülerinin ders programlarını, beden eğitimi müfredatını da inceledim. Bu programları hazırlayan kurullarda sanki yalnız uzmanlar değil, bilge kişiler de yer almış. Anılarını okuduğum ya da dinlediğim enstitü mezunları sabahları derslerden önce 20 dakika beden eğitimi hareketleri yaptıklarını anlatırlar. Müzik eşliğinde bir gün beden eğitimi hareketleriyle, bir gün halk oyunlarıyla başlardı dersler. Beden eğitimi müfredatından küçük alıntılar size:

  • Gözü pek, çevik, tabiat zorluklarını yenebilecek, güzel vücutlu gençler yetiştirmeyi amaçlar…

  • Öğretmenin köy topluluklarında neşe yaratan bir varlık haline gelmelerine dikkat edilecektir.

  • Türk gibi kuvvetli” sözüne layık, vücut yapısı sağlam, kuvvetli ve dayanıklı gençler yetiştirmek amacı güdülür.

  • Sporun besin kadar önemli olduğu inancı öğrencilere telkin edilir.

Enstitülerin bir amacı da değerlerimizi yerelden ulusala, ulusaldan evrensele ulaştırmaktır. Ahmet Bilek’in başarı öyküsü de bu çizgide gelişir: Çayırlarda arkadaşlarıyla boğuşan çocuk, enstitüde modern güreşi öğrendi, defalarca Türkiye şampiyonu oldu, ulusal mayoyu giydi ve olimpiyat birincisi oldu.

KULA VE MANİSA BELEDİYELERİ…

Şimdi sözüm Kula ve Manisa Belediyelerine…

Ahmet’in köyüne gitmeden önce, eski muhtar Hikmet Eren’e telefonla ulaştım. Ahmet Bilek’i bilmiyorlardı, muhtar da bilmiyordu ama sağ olsun ilgi gösterdi, araştırdı, bana bilgiler verdi. Köye gittiğimde de Ahmet’i tanıyan yaşlı iki üç arkadaşına ulaştım. İki üç yaşlı dışında köylüler şampiyonlarını tanımıyorlardı. Doğup büyüdüğü evde oturanlar da, komşuları da ne Ahmet Bilek adını biliyorlardı ne de köylerinden bir şampiyon yetiştiğine dair bilgileri vardı. Sessiz Şampiyon’u okuduktan sonra duyarlı birkaç Kulalı harekete geçti, doğduğu eve bir plaket çaktılar. Resmi makamlar da harekete geçmeli, bunun arkası gelmeli. Buradan Kula ve Manisa Belediyelerine sesleniyorum. Manisa bölgesinden yetişmiş ilk ve tek şampiyonunuza vefa göstermek boynunuzun borcu. Bundan sonra vilayetinizden bir olimpiyat şampiyonu daha çıkar mı acaba, yanıtını siz verin. Ben çıkacağını sanmıyorum. Kolay değil, inanın hiç kolay değil. Ahmet Bilek 38 yaşında bu dünyaya veda etti. Kısa ömrünün 25 yılının geçtiği Kula’da kimse onu tanımazken, dokuz yılının geçtiği Almanya’nın Köllerbach kasabasında yediden yetmişe herkesin şampiyonumuzu tanıdığını gördüm. Hem de ölümünden 51 yıl sonra…

Minderlerin bu ilk şampiyon öğretmeninin, kendi köyünde, kendi ilçesinde bilinmemesi çok hazin… Bir sokağa olsun adının verilmemiş olması çok acı… 

* * * * * * * * * * * * * * *

KAYNAK: Kemal Ateş, aydinlik.com.tr https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/olimpiyat-kursusunde-bir-koy-enstitulu-261319

* * * * * * * * * * * * * * *

12 Ekim 2021 Salı

Köy edebiyatının örgütçü aydını: Fakir Baykurt / AYDIN KARATAŞ

Köy edebiyatının örgütçü aydını: Fakir Baykurt / AYDIN KARATAŞ

Fakir Baykurt, ülkemizdeki köy edebiyatının gelişmesine büyük katkıda bulunan bir yazardır. 'Yapıtlarımın esin kaynağının yüzde 75’ini yaşam, yüzde 25’ini ise düş gücüm oluşturur' diyen Baykurt, hep ezilen, sömürülen insanların öyküsünü yazar

Asıl adı Tahir olan Fakir Baykurt, 15 Haziran 1929 yılında Burdur –Yeşilova– Akçaköy’ünde arpalar biçilirken dünyaya gözlerini açar. Şehit amcasının adı verilir Tahir’e. Babası Dütçeler’in Kara Veli’si, annesi Kara Aliler’in Elif’idir. Baba 14 yıl askerlik yapmıştır. Altı kardeştir. Çok az kıraç toprağı olan aile yoksuldur. Ana baba okuryazar değildir. 

Salgın hastalıkların ve bakımsızlığın egemen olduğu yörede Tahir’in yaşaması şansa kalır. Sıtma yakasını bırakmaz. Aklı erer ermez işe koyulur, ailesinin geçim mücadelesine katılır. İlkokul ikinci sınıfı bitirdiği yıl, babası hastalanır ve ölür. Yetim kalan Tahir’i Nazilli’nin bir köyünde oturan dayısı bakıp okutacağı vaadiyle yanına alır. Dayı sözünde durmaz, küçük Tahir’i hem çalıştırır, hem döver. Üç yıl bu zulme katlanan Tahir, sonunda oradan kaçar, köyüne döner. Zorla da olsa ilkokul üçüncü sınıfa yazılan Tahir, köyün sığırını güder. İlkokulu başarıyla bitiren Tahir için Gönen Köy Enstitüsü yolu görünür.

1943-48 arası Isparta Gönen Köy Enstitüsü’nde okuyan Baykurt, başarılı bir öğrenci olur. 1944 yılında “Fesleğen Kokulum” adlı şiiri Türk’e Doğru dergisinde yayımlanır. Dergi ve gazetelerde yayımlanan birçok şiiri onu küçük yaşta ünlü yapar. Posta memuru yanlışlıkla adını “Tahir” yerine “Fakir” yazınca takma ad arayışında olan Baykurt bu adı kullanmaya başlar. Köy enstitüsündeki son iki yılı baskıyla, soruşturmalarla geçen Baykurt, zorla da olsa 19 yaşında enstitüyü bitirir, köy öğretmeni olarak çalışmaya başlar.

Beş yıllık köy öğretmenliğinden sonra Baykurt, “yoksullar üniversitesi” olan Gazi Eğitim Enstitüsü sınavlarını kazanır, iki yıl burada okur. Soruşturmalar peşini bırakmaz Baykurt’un. Şiirin yanı sıra öykü de yazmaya başlar, yazdıklarını dergi ve gazetelere gönderir. Çevresindeki aydınlarla dostluklar kurmaya özen gösterir. Halktan kopuk aydınlara uzak durur; “Halkın yattığı yatakta yatmayan, yediği kaptan yemeyen, halkla et tırnak kaynaşmayan aydınım demesin” der.

Gazi Eğitimi bitiren Baykurt, Sivas Lisesi’ne atanır, ancak kısa bir süre sonra kendisinin Hafik Ortaokulu’na tayini çıkar. Zor koşullarda çalışır. 1955 yılında ilk öykü kitabı Çilli yayımlanır. Askere çağrıldığında 27 yaşındadır. Konya’da askerliğini yaparken “Yılanların Öcü”nü yazar. Bu roman 1958 Yunus Nadi Ödülü’nü alır, daha sonra romanın filmi çekilir. Ödül sahibi Baykurt artık ünlü birisidir, yazmaya hız verir, ardı ardına kitapları yayımlanır. Artvin-Şavşat’ta görev yaparken de soruşturmalardan bir türlü kurtulamayan Baykurt, 1959’da Ankara’ya sürgüne gönderilir. Sürgün edildiği yer Teknik Öğretim Müsteşarlığı Yapı İşleri Bölümü’dür. Gazetedeki bir yazısından dolayı altı ay açığa alınır. 27 Mayıs 1960 Devriminden sonra ilköğretim müfettişi olarak mesleğine döner. 1962’de ABD’ye giden Baykurt, orada bir yıl ders araçları konusunda uzmanlık eğitimi görür.

ÖĞRETMENLERİN ÖRGÜTÇÜSÜ

1965’te kurulan Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) kurucu başkanı olan Baykurt, kısa sürede iyi bir örgütçü olduğunu kanıtlar. Yoğun baskılar altında ve bol sürgünlerin yaşandığı yıllarda arkadaşlarıyla birlikte TÖS’ü büyütür. TÖS, milli eğitimde uygulanan ABD projelerine karşı çıkar; ulusal-halkçı eğitimi savunur, toprak reformunun yapılmasını ister, petrol ve madenlerimizin yabancılar tarafından talan edilmesine karşı mücadele yürütür. TÖS önderliğinde Ankara’da 15 Şubat 1968’de büyük öğretmen yürüyüşü başarıyla gerçekleşir. 4-8 Eylül 1968’de Devrimci Eğitim Şurâsı toplanır. Baykurt birleştiricidir. Sayıları az da olsa ilkokul öğretmenlerinin kurduğu İlk Sen’le birlikte eylem yapmaya önem verir. Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’nun (TÖDMF) TÖS’e katılımını Baykurt sağlar.

Değişik zamanlarda yurt gezisine çıkan Fakir Baykurt, özellikle köy öğretmenleri tarafından ilgiyle karşılanır. TÖS’ün gelişmesinden rahatsız olan gerici çevreler, TÖS’e ve Baykurt’a çeşitli iftiralar atar, öğretmenlere ve Baykurt’a fiili saldırıda bulunurlar. Açığa alınan Baykurt mahkeme kararıyla mesleğine döner. Milli Eğitim hemen onu Gaziantep –Islahiye– Fevzipaşa Ortaokulu’na sürgüne gönderir. 7 Temmuz 1969 tarihinde Kayseri’de başlayan TÖS Genel Kurulu’nun yapıldığı sinema salonu ikinci gün kundaklanır. 800 kişinin bulunduğu sinema taşlanır, ateşe verilmek istenir. Baykurt arkadaşlarıyla birlikte saldırıya karşı direnir. Birçok öğretmen yaralanır, ölümden döner. Askerlerin denetiminde Kayseri’den otobüslerle çıkarılan öğretmenler Ankara’ya getirilir. TÖS Genel Kurulu Ankara’da tamamlanır. Öğretmenlerin can güvenliğinin kalmadığı, sürgün edildiği koşullarda dört gün süren TÖS Boykotu, 15-18 Aralık 1969 tarihleri arasında büyük bir katılımla ve başarıyla sonuçlanır.

Fevzipaşa’da iki yıldan fazla sürgünde kalan Baykurt, öğretmenlikten ayrılarak Ankara’da ODTÜ’de işe başlar. 12 Mart 1971 Askeri Darbesi’nden sonra tutuklanan Baykurt, 11 ay 10 gün cezaevinde kalır. Yargıda aklanan ancak Anayasa değişikliğiyle kapatılan TÖS yerine daha sonra TÖB DER adını alacak olan TÖB kurulur. Cezaevinden çıktıktan sonra öğretmenliğe dönemeyen Baykurt, sigorta kesintilerini öder, 1976’da emekli olur.

47 yaşında emekli olan Baykurt tüm zamanını okumaya, yazmaya verir. 1978’de Kültür Bakanlığı’na danışman olan Baykurt, anarşi ve cinayetlerin hüküm sürdüğü ortamda 1979’da ülkemizden ayrılır. Avrupa’daki göçmen işçi yaşamını izlemek için Kültür Bakanlığı görevlisi olarak Almanya’ya gider ve oraya yerleşir. Baykurt, orada da öğretmenlik yapmaya, yazı yazmaya devam eder. Avrupa’daki işçilerin sorunlarını kaleme alır, yeni yapıtlar ortaya çıkarır.

Fakir Baykurt, ülkemizdeki köy edebiyatının gelişmesine büyük katkıda bulunan bir yazardır. “Yapıtlarımın esin kaynağının yüzde 75’ini yaşam, yüzde 25’ini ise düş gücüm oluşturur” diyen Baykurt, hep ezilen, sömürülen insanların öyküsünü yazar. Sekiz kitaptan oluşan özyaşam serisi önemli yapıttır; özyaşamını yazma konusunda tutuk olan tüm aydınlarımıza örnek bir davranıştır bu. 

BOL ÖDÜLLÜ YAZARLIK

Bazı yapıtları sinema ve tiyatroya uyarlanan Fakir Baykurt, birçok ödülün de sahibidir. Aldığı ödüllerin bazıları şunlardır: 1958 Yunus Nadi Roman Ödülü (Yılanların Öcü), 1970 TRT Sanat Ödülleri (Tırpan), 1970 TRT Sanat Ödülleri (Sınırdaki Ölü), 1971 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü (Tırpan), 1974 Sait Faik Hikâye Armağanı (Can Parası), 1978 Orhan Kemal Roman Armağanı (Kara Ahmet Destanı), 1979 Tiyatro 79 Dergisi tarafından Yılın Oyunu Ödülü (Sakarca), 1980 Avni Dilligil Tiyatro Ödülü (Tırpan), 1984 Berlin Senatosu Çocuk Yazını Ödülü (Barış Çöreği), 1985 Alman Endüstri Birliği (BDI) Yazın Ödülü (Gece Vardiyası), 1998 Sedat Simavi Roman Ödülü (Yarım Ekmek).

Özü hep çocuk kalır Baykurt’un. Yolda giderken bile kaldırımdaki ağaçların dallarına sıçramayı sever. Yarenlik yapmaktan hoşlanır. Oturduğu mahallede yol kenarındaki ağaçlara ağkurtları dadanınca mahalle gençleriyle ağaçlardan kurt kesesi toplayacak kadar doğa dostudur o. Zorluklardan hiç yılmaz. Zamanını çok iyi değerlendirir; zaman değerlendirme ustasıdır. Toplumcudur.

Bahçeleri çitsiz, kilitsiz kapısız bir dünya” özlemiyle 11 Ekim 1999’da, 70 yaşındayken aramızdan ayrılır Baykurt. Bu ayrılık bedenendir; sayıları 40’ı bulan kitaplarıyla hep aramızda yaşıyor.

* * * * * * * * * * * *

KAYNAK: Köy edebiyatının örgütçü aydını / https://www.aydinlik.com.tr/

https://www.aydinlik.com.tr/haber/fakir-baykurt-koy-edebiyatinin-orgutcu-aydini-260446

* * * * * * * * * * * *

7 Ekim 2021 Perşembe

ATATÜRK'E DAİR / Hiç söylediler mi? / Tamer Timur

ATATÜRK'E DAİR / Hiç söylediler mi? / Tamer Timur

? Çankaya Köşk’ündeyken en lüks yemeğinin kuru fasulye pilavdan öteye gitmediğini,
? Devlet meselelerini tartışmaktan sofrada yemeğini yiyemeyip; gece yarısından sonra köşkün aşçısına yumurta pişirttiğini;
? İçeri girdiği zaman sofrada ayağa kalkan kişilere elle işaret ederek oturunuz yemekteyken kalkılmaz dediğini,
? En önemli misafirleri bile olsa çok fazla yemek çeşidi istemediğini; buna sebep olarak ta “hem sıhhat, hem de iktisadi açıdan doğru değildir” dediğini, cephede tek başına özel yemek değil erleriyle birlikte yemek yediğini,
? Trablusgarpta yokluktan gazete kağıdına sardığı tütün benzeri otları içtiğini,
? Yetimhaneleri ziyaretinde her bir çocuğun tabağından birer kaşık bulgur pilavı yediğini ve onlara doyuyor musunuz çocuklarım dediğini.
? Bu millete hiç söylediler mi ?
? Varsa yoksa ne kadar rakı içerdi...vs
? Büyük Gazi, Yüce Ata'mız seni bir kez daha minnet ve şükranla anıyoruz.
Yolun yolumuzdur.
Sonsuza dek daima.

* * * * * * * * * * * * * ** * *

KAYNAK:” KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GRUBU

https://www.facebook.com/groups/691168624252507

https://www.facebook.com/photo?fbid=185917416974457&set=gm.1538272966573428

ATATÜRK'Ü ELEŞTİREN ÖĞRETMEN / Falih Rıfkı Atay

ATATÜRK'Ü ELEŞTİREN ÖĞRETMEN / Falih Rıfkı Atay, Babanız Atatürk 

Bir öğretmen Atatürk aleyhinde kötü şiir yazmıştı. Kendisini hizmetten çıkarmışlardı. Öğretmen yeniden kadroya girmek için dört bir yana başvuruyordu. Bir gün Bakan’ın yanına gitti. Ehliyetli de bir gençti.
Bakan:
-Oğlum, dedi, hakkınızda biz hiçbir şey yapamayız.
-Niçin yapamazsınız?
-Oğlum suçun Atatürk’ün şahsına ait. Biz karar veremeyiz.
-Öyleyse ben Atatürk’ün karşısına çıkacağım.
-Hele biraz bekle! Çok inatçı imişsin. Bana bir hafta sonra yine gel.
Bakan ilk karşılaştığı anda Atatürk’e meseleyi açtı:
-Hani efendim, hakkınızda ağır bir hiciv yazan öğretmen vardı.
-Evet.
-Af kanunundan faydalanarak yeniden öğretmen olmak istiyor.
-Öğretmen yapılmasına yasal bir engel var mıdır?
-Hayır, efendim!
-O halde niçin bana soruyorsunuz?
-İşlediği suç sizin hakkınızda.
-Aşk olsun sana! Beni şahsi dargınlığım için kamu emirlerini yerine getirmenizden hoşlanmayacak kadar egoist mi sanıyorsun? Kendisini hemen ilk açılacak yere tayin ediniz.

* * * * * * * * * * * *

KAYNAK: “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI “FACEBOOK GRUBU / TANER TİMUR PAYLAŞIMI

https://www.facebook.com/groups/691168624252507

https://www.facebook.com/photo?fbid=186639556902243&set=gm.1538972053170186

18 Eylül 2021 Cumartesi

O BİR KÖY ENSTİTÜLÜ İDİ - ALİ RIZA KARAKÖSE

 1945 SONRASI YILLAR - ISPARTA GÖNEN KÖY ENSTİTÜSÜ GÜNLERİNDEN GÖRSEL KARELER:

 GÖNEN KÖY ENSTİTÜSÜ 1949 YILI MEZUNLARINDAN SARAYKÖY - HASKÖY KÖKENLİ SEVGİLİ ÖĞRETMENİMİZ ALİ RIZA KARAKÖSE'NİN OKUL YILLARINDAN GÖRSELLERİ, EVLATLARINDAN GÜLAY KARAKÖSE PAYLAŞIMI OLARAK SİZLERLE PAYLAŞMAK, CUMHURİYETİN KURULUŞ YILLARINI YANSITAN O GÜZEL GÜNLERDEN ESİNTİLER SUNMAK İSTEDİK. ALİ RIZA KARAKÖSE ÖĞRETMENİMİZ MEZUNİYET SONRASI DENİZLİ BABADAĞ YENİKÖY'E BAŞÖĞRETMEN OLARAK ATANMIŞ, SONRAKİ YILLARDA SARAYKÖY'E BAĞLI DAİLLİ, HASKÖY VE GAZİ İLK OKULUNDA BAŞARILI ÖĞRETMENLİK YILLARINDAN SONRA, EMEKLİLİK YILLARINI SARAYKÖYDE GEÇİRMİŞ,2000'Lİ YILLARDA SONSUZLUĞA UĞURLADIĞIMIZ  İDEALİST, YURTSEVER BİR CUMHURİYET ÖĞRETMENİ İDİ. / SELAM OLSUN KÖY ENSTİTÜSÜ GELENEĞİNDEN SEVGİLİ ÖĞRETMENLERİMİZE, SONSUZLUĞA UĞURLADIĞIMIZ BÜYÜKLERİMİZİ RAHMET VE ÖZLEMLE ANIYOR, YAŞAMDA OLAN SEVGİLİ BÜYÜKLERİMİZE SAĞLIK VE GÖNÜLLERİNCE BİR YAŞAM DİLİYORUZ...... 

DOSTLUK VE ESENLİK DİLEKLERİMİZLE, DOST KALIN, DOSTLUKLA KALIN.