30 Nisan 2021 Cuma

NATO kaş yaparken göz çıkardı( Kızılçullu Köy Enstitüsünden yetişen olimpiyat şampiyonu Ahmet Bilek’e dair ) / Kemal Ateş

 NATO kaş yaparken göz çıkardı( Kızılçullu Köy Enstitüsünden yetişen olimpiyat şampiyonu Ahmet Bilek’e dair)/Kemal Ateş

Ordumuzun bin bir derdi içinde bu yazıyı çok da içimden gelerek yazmıyorum…

Ama yazmalıyım… Yazmazsam her 17 Nisanlarda içimden bir şey beni rahatsız edecek.

Genel Kurmay’ın 11 Aralık 2015 tarihli kararıyla Şirinyer’deki NATO Karargâhı içindeki spor salonuna Kızılçullu Köy Enstitüsünden yetişen olimpiyat şampiyonu Ahmet Bilek’in adı verildi… Verildi ve hemen de değiştirildi. Ya da anlaşılmaz bir şeyler oldu, karar uygulandı mı, uygulanmadı mı onu da anlayamadık… Yakın zamanda Ahmet Bilek adı yerine bir şehidimizin adı verilmiş aynı yere. Bir olimpiyat şampiyonuyla şehidimizin adı anlaşılmaz bir nedenle karşı karşıya getirildi. 

Ahmet Bilek’in Şirinyer’deki NATO Karargâhı ile ilgisi ne diyeceksiniz? Önce buradan başlayalım.

Ahmet Bilek’in romanlara konu olacak bir yaşamı var. Bu sessiz, beyefendi şampiyonumuzu güreş yaptığım yıllarda yakından tanıdım, onunla aynı mindere ter döktüm. Sekiz yıl süren bir araştırmadan sonra romanını yazmak da bize nasip oldu. Minderlerin gelmiş geçmiş bu en beyefendi güreşçisinin romanına da Sessiz Şampiyon (H2O Yay.) dedim.

Onun hayatını yazarken, bir şey daha yapmak istedim…

Ahmet Bilek, köy enstitülerinden yetişen ilk ve tek olimpiyat şampiyonu, minderlerin ilk şampiyon öğretmeni... Güreşi Kızılçullu Köy Enstitüsünde öğrendi. Kızılçullu o zamanki iktidarın hışmına uğrayan ilk köy enstitüsüdür, 1952 yılında gözyaşları içinde apar topar boşaltılıp burası NATO’ya devredildi. Bina 1911 yılında Amerikalılarca yapılmış tarihi bir yapı. Bir dilekçe yazdım NATO’ya. Bu gün spor yaptıkları salonda vaktiyle bir olimpiyat şampiyonunun yetiştiğini, salona onun adının verilmesinin uygun olacağını belirttim. Her şey ordudan beklediğim ciddiyete uygun yürüyordu. Karar 11 Aralık 2015’te Genel Kurmay’dan olumlu çıktı, tören için benden şampiyonun özgeçmişini, fotoğrafını, davet edileceklerin listesine kadar istediler. Bana verilen bilgiye göre, 2016 yılının şubat ya da mart ayında tören yapılacaktı, ama bir türlü yapılmadı.

 Önce NATO’ya sonra genel Kurmay’a birer yazı yazdım, sonucun tarafıma bildirilmesini istedim. İşte Genel Kurmay’dan aldığım 19 Ekim 2019 tarihli son yazı:

1. Gnkur. NATO Kara Komutanlığı Kışlası içerisinde bulunan ve Kızılçullu Köy Enstitüsü olarak faaliyet gösterdiği dönemde de spor salonu olarak kullanılan binaya milli güreşçi Ahmet Bilek’in isminin verilmesi hususundaki dilekçeniz ilgi (a) ile alınmıştır.

2. İlgi (b) yönerge kapsamında, NATO Kara K.lığı Türk Kıdemli Subaylığınca Kışla içerisinde bulunan spor salonuna isim verilmesi maksadıyla 15 Ekim 2015 tarihinde Gnkur. Bşk.lığının 11 Aralık 2015 tarihli İsim Verme Kurulu kararı ile söz konusu salona Ahmet Bilek ismi verilmiştir.”

Olanlar buraya kadar iyi görünüyor, ancak yazının 3. maddesinde şöyle deniliyor: “Askeri kışlaların içerisinde bulunan bina ve tesislere terörle mücadelede şehit olan personel isimlerinin verilmesi uygulaması kapsamında Şehit (…)’nın adı verilmiştir.” Yani Ahmet Bilek’in adı yerine başka bir ad veriliyor aynı salona. Bütün askeri tesislerdeki isimler şehit adlarıyla değiştirildi mi, yalnız Ahmet Bilek’e mi yapıldı, bilemiyorum? Bir şehidimizle bir olimpiyat şampiyonunun adını karşı karşıya getirmek, kaş yaparken göz çıkarmak değil mi? Ahmet Bilek adı okuduğu o bina içinde bir yere verilmeli. Ölümünden 50 yıl sonra minderlerin ilk şampiyon öğretmenine bu kadarcık bir vefa çok görülmemeli.

MİLLİ EĞİTİME VE GÜREŞ FEDERASYONUNA DÜŞEN…

Her şeye rağmen NATO’daki subaylarımıza teşekkür ediyorum, sağ olsunlar kahvelerini içtim, izin verdiler tarihi Kızılçullu binasını gezip gördüm. Amerikan Koleji kurucusu misyoner papaz Ralp Harlow’a Kızılçullu’da bir köşe ayrılmışken, “neden şampiyon Ahmet Bilek adı güreşi öğrendiği okulunda bir yere yazılmadı?” sorusunu sordum kendi kendime. Rahip R. Harlow’un torunu Kızılçullu’da dedesine bir köşe düzenlemeyi başarmış, hem de dedesinin yanına kendi adını da yazdırarak. İmrendim mi, kıskandım mı demeliyim bilemiyorum. Biz olimpiyat şampiyonumuzun adını okuduğu okulda bir yere yazdıramadık.

Burada Milli Eğitim Bakanlığına, Güreş Federasyonuna bizce bir görev düşüyor.

* * * * * * * * * * * *

KAYNAK: aydınlık.com.tr / Kemal Ateş - Aydınlık Gazete Yazarı 

https://www.aydinlik.com.tr / haber/nato-kas-yaparken-goz-cikardi-241474

Köy Enstitülerinden çıkan olimpiyat şampiyonunu tanır mısınız? / Hayati Asılyazıcı

Köy Enstitülerinden çıkan olimpiyat şampiyonunu tanır mısınız? / Hayati Asılyazıcı

Hayati Asılyazıcı yazdı:Oysa Köy Enstitülerinden yetişenler deyince Mahmut Makal’ın, Fakir Baykurt’un hemen yanına koymamız gereken bir başarı öyküsü var. Köy enstitülerinden bir de olimpiyat şampiyonu çıktığını biliyor muyduk? Dürüstüstçe yanıtlamak gerekirse bilmiyorduk.

Sayısız kitaplar, yazılar okuduk bu kurumlarla ilgili, belgeseller, filmler yapıldı, dostlarımız vardı aralarında, söyleşilerine katıldık, ama kimse bize enstitülerden bir de olimpiyat şampiyonu yetiştiğinden söz etmedi.Enstitü mezunları bile Kemal Ateş’in çalışmalarından öğrendiler Ahmet Bilek’in Köy Enstitülü bir olimpiyat şampiyonu olduğunu.

Oysa Köy Enstitülerinden yetişenler deyince Mahmut Makal’ın, Fakir Baykurt’un hemen yanına koymamız gereken bir başarı öyküsü var Ahmet Bilek’in. Kemal Ateş’in sessiz Şampiyon adını verdiği H2O Yayınevince basılan romanını okuduğumuzda Ahmet Bilek’i tesadüflerin değil, müfredatına sporun da “besin” kadar önemli olduğu yazılmış olan Köy Enstitüsü düzenin yetiştirdiğini görüyoruz. Onun öyküsüne enstitülerden yetişen ve ulusal güreş takımında yer bulmuş başka güreşçilerin öyküsü de karışıyor ve şaşıyorsunuz, bu kurumlar yaşatılsaydı daha nice şampiyonlar görecektik.

Güreşi, okulu Kızılçullu Köy Enstitüsünde öğrenen Ahmet Bilek, 1960 Roma Olimpiyatlarından yedi altınla dönen güreşçiler arasındaydı, Ahmet Bilek ve arkadaşları tarihi Roma’nın taş duvarlarını “korkma sönmez” sözleriyle tam yedi kez çınlattılar.

Ülkemize döndüklerinde bu yedi şampiyon kahraman gibi karşılaşacaklarını umuyorlardı. Büyük kalabalıklar görmediler yurda döndüklerinde. Önemli ödüller almadılar. 27 Mayıs darbesiyle gelen ihtilal hükümeti vardı başta, her makamda bir subay oturuyordu, yani her makamda bir kahraman vardı. Ziyaretlerinde güreşçilerin başarılarından çok onların başarıları konuşuldu. İhtilalciler aslında kendilerinin de payı olan bu gün de aşamadığımız bu büyük spor başarısını göremediler, bunu propaganda için kullanmadılar. Kim bilir, ihtilal bu, belki de ihtilalciler arasındaki iç hesaplaşma o günlerde başlamıştı.

Kemal Ateş, Sessiz Şampiyon’un arka planında o günlerin toplumsal ve siyasal olaylarına da götürüyor bizi.

Örneğin, bazı güreşçilere düzenli aylık veren güreş sever bir gazinocular kralı tanıyorsunuz, adı bizim kuşağın iyi bildiği Gazi Avşar’dır.

​“Bilek göçü” sözünü de ilk kez Kemal Ateş’ten duydum, sanırım ilkin o kullandı. Beyin göçü, emek göçü derken Ahmet Bilek’in adından esinlenerek söylersek bir de “bilek göçü” eklendi göç tarihimize. Ahmet Bilek’in ardından Müzahir Sille, Mithat Bayrak, Kâzım Ayvaz gibi şampiyonlar daha iyi bir yaşam için Almanya’ya gittiler. Ahmet uzun kamp dönemleri nedeniyle öğrencilerim geri kalıyorlar diye çok sevdiği öğretmenliği bırakmış, düşük bir aylıkla kendine küçük bir iş bulmuştu. Dul anasına ve kardeşine bakıyordu, evlilik de gelince geçinemedi, “bilek göçü”nün öncülerinden oldu.

Yazık ki Almanya’da trajik bitti Ahmet Bilek’in yaşamı.

Kemal Ateş spor tarihimizin belki gelmiş geçmiş en beyefendi sporcusunun yaşamını araştırmak için uzun yolculuklara çıkmış, yüzlerce kişiyle görüşüp nerdeyse binlerce belge taramış. Büyük bir emek ürünü Sessiz Şampiyon... Ateş’in yurtiçinde gittiği yerlerden başka, yurtdışında Roma ve ardından Almanya gibi yerler de var.

Bu romanın on yıllık bir çalışmanın ürünü olduğunu Ateş’in açıklamalarından biliyoruz. Bu on yıla Kemal Ateş’in Ahmet Bilek gibi şampiyonlarla aynı salonda, aynı mindere ter döktüğü üç yılı da eklersek, Sessiz Şampiyon’un nasıl bir emeğin ürünü olduğunu daha iyi anlamış oluruz.

* * * * * * * * * * * * * * * *

KAYNAK: https://odatv4.com/koy-enstitulerinden-cikan-olimpiyat-sampiyonunu-tanir-misiniz-17042124.html / Hayati Asılyazıcı - Odatv.com

Sessiz Şampiyon - Olimpiyat Kürsüsünde Bir Köy Enstitülü / Kemal Ateş


Sessiz Şampiyon - Olimpiyat Kürsüsünde Bir Köy Enstitülü / Kemal Ateş

Genellikle evlere kapandığımız şu sıkıntılı günlerin en iyi ilacı kitap…

Böyle zamanlarda ben bu ilaçtan her zaman yararlandım.

Bir yandan roman yazarken, en çok da roman okudum son yıllarda.

Sonunda romanım bitti, Sessiz Şampiyon (Olimpiyat Kürsüsünde Bir Köy Enstitülü) adını verdiğim Ahmet Bilek’in romanı H2O Yayınevince basıldı, raflardaki yerini aldı. Ben de derin bir nefes aldım.

Talihsiz şampiyonumuzun romanı da şu talihsiz günlere denk geldi.

Kitap salgınla gelen olumsuz koşullarda basılsa da, değerli okurların köy enstitülerinin yetiştirdiği ilk ve tek olimpiyat şampiyonunun yaşamına ilgi göstereceklerine inanıyorum.

Okuyunca göreceksiniz, Ahmet Bilek’i bilmemek, köy enstitülerini biraz eksik bilmektir.

Köy enstitülerinden yetişen tek olimpiyat şampiyonu olan Ahmet Bilek’in, ayrı kulvarlardan gelseler de Mahmut Makal’ın, Fakir Baykurt’un hemen yanına konacak bir başarı öyküsü var. Bu büyük şampiyon da başarısını köy enstitülerine borçlu, yazık ki bu kurumlardan yetişen öğretmenler bile farkında değiller bunun. Vaktiyle onunla aynı mindere ter dökmüş olmasaydım, belki benim de gözümden kaçacaktı.

Doya doya güreşemedim Ahmet Bilek’le, hiç değilse doya doya anlatayım dedim sizlere.

Ahmet Bilek’in yaşamını araştırırken, başta eşi Ayten Hanım, sınıf arkadaşları, takım arkadaşları olmak üzere nerdeyse yüzlerce kişiyle görüştüm. Araştırmalarım için uzun yolculuklara çıktım: İzmir, Manisa, Kula, Eskişehir, İstanbul… Sonra yurtdışında devam etti bu araştırmalarım: İtalya’ya, Almanya’ya değin uzanan yolculuklarım oldu. Adlarını hep şükranla andığım dostlarımın ilgisini, yardımını gördüm.

Uzun kamp dönemlerinde öğrencileri geri kalıyor diye öğretmenliği bırakmış, bir hastanede düşük maaşlı küçük bir iş bulmuştu kendine. Ne büyük bir fedakârlık bu... Minderlerimizin bu ilk öğretmen şampiyonunun, köy enstitülü ilk şampiyonun yazık ki değerini bilemedik ülkemizde. Ona daha iyi bir iş verilmedi. “Evlendim, dul anneme, aileme bakmak zorundayım, 360 lira ile geçinemiyorum!” diye istemeden yurtdışına gittiğini belirten bir de demeç verdi gazetelere.

Yazık ki istemeden gittiği Almanya’da trajik bitti yaşamı.

Ölümünden 50 yıl sonra NATO’nun ona yaptığı bir vefasızlığın öyküsü de paralel kurgu içinde girdi romana. Hâlâ vefasızlığımız devam ediyor bu büyük şampiyona karşı…

Bir zamanlar köy enstitüleri vardı” diye söze başladığımızda, Ahmet Bilek’in öyküsünü de anımsayarak konuşursak, artık tarih olan bu kurumları daha iyi anlamış, daha iyi anlatmış oluruz.

* * * * * * * * * * * * *

KAYNAK: aydınlık com.tr / Kemal Ateş - Aydınlık Gazetesi Yazarı

https://www.aydinlik.com.tr/haber/yeni-romanim-sessiz-sampiyon-239852-1

* * * * * * * * * * * * * *

27 Nisan 2021 Salı

Üretim Devrimi ve Köy Enstitüleri / Refik Saydam – Gazeteci Yazar


Üretim Devrimi ve Köy Enstitüleri / Refik Saydam – Gazeteci Yazar

Millî Eğitim Bakanlığımıza, eğitim kamuoyumuza, köy enstitülerinde uygulanan üretim içinde, bilimsel, demokratik, yaratıcı eğitim ilkelerinin tüm eğitim kademelerimizde, okullarımızda güncellenerek uygulanması önerimizi sunarız

17 Nisan günü, Türk ve dünya eğitim tarihinde izler bırakan köy enstitülerinin kuruluşunun 81. yıldönümünü yurt çapında kutladık. Yalnız 14 yıl açık kalmış ve kapatılmasının üzerinden 67 yıl geçmiş bir okul sisteminin, bugün özellikle genç kuşaklar tarafından artan bir ilgiyle anılması, incelenmesi sevindiricidir, umutlandırıcıdır.

Cumhuriyetimiz, üretimi canlandırarak bağımsız bir ekonomi kurma, aydınlanma, toplumsal kalkınma hedefleriyle millî eğitime özel bir önem verdi. Öğretim Birliği Yasası, Harf Devrimi, Millet Mektepleri, Halkevleri, Türk Dil ve Tarih Kurumlarının açılışı, Eğitmen Kursları, ve Köy Öğretmen Okulları bu hedeflerin önemli kilometre taşlarıydı.

Yaklaşık 40 bin köyümüzün 35 bininde okulun olmadığı 1940 yılı başında Cumhuriyetimizin çok önemli bir başka atılımı da Köy Enstitüleri oldu. Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile açıldı. Yasanın 6 maddesinde bu okullarda yetiştirilecek öğretmen şöyle tanımlanmıştı:

Köy enstitülerinden mezun öğretmenler, tayin edildikleri köylerin her türlü öğretim ve eğitim işlerini görürler. Ziraat işlerinin fennî bir şekilde yapılması için bizzat meydana getirecekleri örnek tarla, bağ ve bahçe, atelye gibi tesislerle köylülere rehberlik eder ve köylülerin bunlardan istifade etmelerini temin ederler.” (6. Madde)

PROGRAMLARDA KÜLTÜR, TARIM TEKNİK DERSLERİ YAN YANA

O yıllarda “Köy enstitüleri Marşı” olarak da dillerden düşmeyen; sözleri Behçet Kemal Çağlar’a Bestesi Ahmet Adnan Saygun’a ait olan “Ziraat Marşı” şu dizelerle başlıyordu:

Sürer, eker, biçeriz, güvenip ötesine

Milletin her kazancı, milletin kesesine,

Toplandık baş çiftçinin Atatürk’ün sesine,

Toprakla savaş için ziraat cephesine.”

Köy Enstitüsü programlarında beş yıllık süre boyunca toplam 230 haftaya ulaşan eğitim, öğretim, uygulamalarının yaklaşık yarısını kültür/meslek dersleri oluşturdu. Diğer yarısını da birbirine denk olarak ziraat ve teknik dersleri ile bu derslerin çalışmaları kapsadı. Bugünkü öğretmen yetiştirme sisteminde yer alan derslere ek olarak ziraî işletmeler ekonomisi, kooperatifçilik; tarla, bahçe, sanayi bitkileri ziraati; zootekni, kümes hayvanları bilgisi, arıcılık, ipek böcekçiliği, balıkçılık ve su ürünleri bilgisinden ziraat sanatlarına; demircilik, marangozluk, yapıcılık, köy el- ev sanatlarından ev idaresi ve çocuk bakımına kadar pek çok uygulamalı ders yer aldı(1).

Okullarda iş içinde, demokratik ve bilimsel bir eğitim uygulaması gerçekleştirildi. Kültür dersleri içinde sanat ve spor derslerine, millî oyunlara özel bir yer verildi. Derslerin yanında düzenli olarak yapılan serbest okuma saatleri, eleştiri/değerlendirme toplantıları öğretmen adayının bilinçli olarak yetişmesine katkılar sundu. Köy öğretmeni olarak yetişen çocuklar ve gençler köyde aydınlanmayı, üretimi, toplumsal kalkınmayı canlandıracak bilgi ve kazanımlarla donatıldı.

Köy enstitülerinin mimarı ve enstitü öğrencilerinin “Tonguç Baba”sı, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un okul mezunlarına yazdığı bir mektupta yer alan şu uyarı ve öneriler, Cumhuriyet’in istediği öğretmen profilini ortaya koyuyordu:

Evinde, okulunda, işliğinde, ahırında, kümesinde, tarlanda, bahçende hep iş başında bulunacaksın. Günün, haftanın dinlenme zamanlarını bilecek, yalnız o saatlerde işe ara vereceksin. Tembellere, işsizlere yuva olan yerlerden kaçacaksın (...). Seni arayanlar, iş zamanında daima işinin başında bulacaklar(...). Gün gelecek senin elinle yoğrulanların hepsi tıpkı senin gibi taparcasına işe sarılacaklar. Görevi kutsal bilen bir toplum yaratmalısın.”(2).

Düziçi Köy Enstitüsü mezunlarından Öğretmen, Şair Ali Yüce, okuluna ve Tonguç Baba’sına duygularını şu dizelerle dile getirdi:

Yıl 1946

Düziçi Köy Enstitüsünde

Bu dünyaya ayak bastım ben

Ekmeğime ışık sürdü Tonguç

Eşitlik özgürlük sürdü beynime

Bin yıllık uykudan uyandım

Bir gramcık bilgi için

Tırmanmadık yokuş koymadım ben

Saç döktüm ömür tükettim

Öğrenmeye doymadım ben”(3).

AYDINLANMAYA VE ÜRETİMİN GELİŞİMİNE KATKI SUNDULAR

1940’tan 1948’e kadar Edirne’den Van’a, Kars’tan Aydın’a kadar yurdun her köşesinde toplam 21 Köy Enstitüsü açıldı. Köy Enstitülerinden 17 bin 341 öğretmen 3 bin sağlıkçı, ebe ve teknisyen; eğitmen kurslarından da 8 bin 675 eğitmen yetişti. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü de toplam 209 mezun verdi. Mezunlar arasından ülke ve dünya çapında ünlenen pek çok yazar, şair, bilim insanı, siyasetçi, toplum önderi çıktı.

Köy Enstitülü öğretmenler yetiştikleri okulda aldıkları eğitime uygun olarak ülkede bilisizliğin (cehaletin) ortadan kaldırılmasına, aydınlanmaya, modern tarımın, arıcılığın, balıkçılığın, üretimin, kooperatifçiliğin gelişimine katkı sağladılar. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası ülkeyi yönetenlerin giderek bağlandığı Atlantik sürecinde Köy Enstitüleri gözden düşürüldü. İsmail Hakkı Tonguç ve Bakan Hasan Ali Yücel görevlerinden alındı. Köy Enstitüleri ne yazık ki 1954 yılında çıkarılan 6234 sayılı kanunla (ilköğretmen okullarıyla birleştirilerek) kapatılmış oldu. Bu karar, Cumhuriyetimizin büyük eğitim atılımına darbe vurdu; gelişimi ve uyanışı kesintiye uğradı.

Bugün, kapatılmasının üzerinden yıllar geçtikten sonra konuyla ilgili araştırma yapan, öneri ve projeler geliştiren eğitimciler, aydınlar ve hatta yetkililer, Köy Enstitülerinin deneyimlerinden dersler çıkarılmasının önemine vurgu yapıyorlar. Bu kapsamda dikkate değer önerilerden biri de Birleşik Kamu İş Konfederasyonu içinde yer alan “Hepimizin Sendikası” Grubunun “Meslekî Eğitim Komisyonu”ndan geldi. Geçtiğimiz Mart Ayı içinde bu komisyon üyesi eğitimciler Zafer İncebacak, Volkan Mucuk, Alparslan Şakacı, Orçun Özmen, Turgay Kaçan, Gülsen Yeşilyurt, Mustafa Solak ve Harun Yıldız tarafından hazırlanan “Meslekî ve Teknik Eğitim Raporu”nda(4) Millî Eğitim Bakanlığı Meslekî Eğitim Merkezlerinin “bugünün köy enstitüleri olarak tasarlanması” önerildi. Raporda bu konuyla ilgili olarak “mesleğin özelliğine göre, teorik eğitimin iki, üç, dört dönem biçiminde dinamik ve değişken olarak gereksinmeye göre planlanması; İSG (iş sağlığı ve güvenliği) eğitimi yanında iş hukuku ve kooperatifçilik gibi derslerin mutlaka programlarda yer alması; her okulda köy enstitülerinin disiplini ve kültürü model alınarak sabah sporu yapılması; her öğrencinin mutlaka bir spor dalı ile ilgilenebilmesi; sanatsal beceri ve zevklerinin geliştirilmesi; Türk ve dünya klasiklerini okuyabilmesi” önerileri yer aldı. 39 sayfalık raporun bütününde, meslekî teknik eğitimin her alanıyla ilgili dikkat çecici önerilere yer verildi. Millî Eğitim Bakanlığımızın bu önerilere duyarsız kalmamasını bekliyoruz.

KÖY ENSTİTÜLERİNİN İLKELERİ TÜM OKULLARDA UYGULANSIN

Eğitimcilerimizin bu önemli raporuna küçük bir ekleme de bu satırların yazarından gelecek. 25.09.2018 tarihinde o günün Ortaöğretim Genel Müdürü Ercan Türk’ün önerisi, Bakan Yardımcısı Mustafa Safran’ın “uygun” görüşü ve Bakan Ziya Selçuk’un “olur”uyla Meslekî ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğüne devredilen Güzel Sanatlar liselerinin, Bakanlık örgütü içinde oluşturulacak “Güzel Sanatlar Eğitimi Genel Müdürlüğü”ne devredilmesinin gerekliliği ve zorunluluğu... Yirmi yılı aşkın süredir müzik eğitimcileri ve onların örgütü MÜZED tarafından dile getirilen bu öneri, bakanlar, genel müdürler, TTK başkanları, uzmanlar nezdinde ilgi uyandırmış; eski bakanlardan Metin Bostancıoğlu bu genel müdürlüğünü mutlaka açacağını söylemiştir. Ancak nedense 2018 yılında sessiz sedasız yukarıda belirtilen kapsam değişikliği yapılmıştır.

Tam bağımsızlık hedefinin ve üretim devriminin eşiğindeki ülkemiz Türkiye’de köy enstitülerinin her yıl yeniden gündem olması anlamlıdır, yerindedir. Millî Eğitim Bakanlığımıza, eğitim kamuoyumuza, köy enstitülerinde uygulanan üretim içinde, bilimsel, demokratik, yaratıcı eğitim ilkelerinin tüm eğitim kademelerimizde, okullarımızda güncellenerek uygulanması önerimizi sunarız.

Köy enstitülerine, Cumhuriyetimizin eğitim devrimine emek veren eğitimcilerimizi rahmetle, saygıyla anar, yaşayanlara sağlıklı uzun ömürler dileriz.

DİPNOTLAR:

(1) Köy Enstitüsü Programları, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfi Yayınları, Ankara, 2004

(2) İsmail Hakkı Tonguç, Mektuplarla Köy Enstitüsü Yılları (Hz. Engin Tonguç), Çağdaş Yayınları, İstanbul 1976, s.118.

(3) Ali Yüce, Atatürk Aydınlığını Karanlıkçı Dişler Kesmez, Alev Yayınları, İstanbul 2004

(4)http://hepimizinsendikasi.com/wp-content/uploads/2021/03/MESLEKI-VE-TEKNIK-EGITIM-RAPORU.pdf

* * * * * * * * * * * * * * * * * *

KAYNAK: aydınlık.com.tr

https://www.aydinlik.com.tr/haber/uretim-devrimi-ve-koy-enstituleri-241472

https://www.aydinlik.com.tr/yazarlar/refik-saydam

* * * * * * * * * * * * *

KÖY ENSTİTÜLERİNE İLİŞKİN 

KURUMSAL ADRESLER 

* * * * * * * * * *

İSMAİL  HAKKI  TONGUÇ  BELGELİĞİ  VAKFI:

http://www.tongucvakfi.org.tr/

* * * * * * * * * * 

Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı(KAVEG):

http://www.koyenstitulerivakfi.org.tr/?SyfNmb=1&pt=Anasayfa

* * * * * * * * * *

Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği(YKKED):


* * * * * * * * * * 
Dokuz Eylül Üniversitesi
© DEU - Köy Enstitüleri ve İsmail Hakkı TONGUÇ Araştırma ve Uygulama Merkezi:


* * * * * * * * * *
Süleyman Demirel Üniversitesi

Köy Enstitüleri ve Eğitim Araştırma ve Uygulama Merkezi:



* * * * * * * * * *

24 Nisan 2021 Cumartesi

Köy Enstitüleri'nin dönüştürücü gücü: Milli Demokratik Devrim için atılım kurumları - Köy edebiyatı ve TÖS'ü kuranlar / Nural Güran





Nural Güran / Edebiyat Öğretmeni

Eğitmen kurslarına gerekli yer, yapı, araç gereç eğitmen adaylarınca üretildi. Edirne Karaağaç kursunun açıldığı yer toz, ayrıkotu yığını, pire ve kir içindeydi. Öğretmenler, köylü adaylar, eğitim şefleri tozdan görülmeyecek hale girerek, pireye sıvanarak, pislikleri küreyerek temizlenen yerleri badana ile ağartarak insanın yaşayabileceği duruma soktular.

Köy Enstitüleri'nin kuruluşunun 71. yılındayız. Köy Enstitüleri; işleyişi, sonuçları ve toplumsal etkileri ile bugüne kadar unutulamadı. Enstitülerin kapatılmasından yıllar sonra görev yaptığı enstitüyü ve köylüleri ziyarete giden Rauf İnan’a, enstitü öğrencisi Azmi’nin anası şöyle diyecekti:

- Eee, Müdür Bey! Siz buralardan gittiniz, bizleri unutmadınız. Gazetelere yazdınız, bizlere mektup gönderdiniz. Bak, buralara gelir gelmez de bizleri aradınız. O enstitünün duvarlarındaki taşlarda benim ellerimin derilerinden parçalar var. Oralar bizimdi. Bizler öyle bilirdik, öyleydi de. Hamidiye’nin yoluna, camisine, kahvesine elektrik vermiştiniz; onları kaldırdılar. Oralar bizden koptu, ayrıldı. Bizi kendilerinden saymaz oldular. Köye de aramıza da duvar çekildi. Bak, sizleri buraya getiren bu Müdür Bey oraya geleli üç yıl oldu, bir kez kapımızı çalmadı. Böyle mi olacaktı?”

Türkiye Cumhuriyeti Mondros ve Sevr'den, silahlı işgalden ağır bedeller ödenerek kazanılan Kurtuluş Savaşı ile kurulabildi. Mustafa Kemal, bütün bu yaşanan olumsuzluklardan çıkardığı dersle tam bağımsızlığı yürütülen mücadelenin ana gayesi olarak ilan etti.

Ülke askeri işgalden kurtarılmıştı ama madenler, demir yolları, limanlar, haberleşme ağı yabancıların elindeydi. Bir başka deyişle ekonomik işgal sürüyordu. Dahası eğitimde de misyoner okullarının ağı tüm yurdu sarmıştı. Bu okullardan Galatasaray Lisesi Müdürü M. De Salve: “Bu okulda yetişecek Müslüman öğrenciler, Fransız eğitim ve kültürü ile yoğrulmuş olarak yabancıların yerlerini tutacak ve Fransa’nın doğudaki çıkarlarını böylece korumuş olacaktır” diyerek amaçlarını açıkça ifade etmektedir. Yine Mustafa Kemal’in Lozan’da kapatmayı başaramadığı Robert Kolej için Amerikan Board Teşkilatı Dış İlişkiler Sekreteri James Barton, “Türkiye’deki bu modern eğitim kurumları bu ülkenin insanlarının hayat, düşünce, âdet ve alışkanlıklarını yeniden biçimlendirmede önemli bir güçtür. Modern düşünceli bu adamlar aracılığıyla fabrikalarımızın ürünleri ve Batı’nın makineleri, Doğu’nun bu bölümüne artan oranlarda girebiliyor, bunun karşılığında Türkiye’nin ürünleri (hammadde) bize ulaşabiliyor. Türkiye’deki Amerikan kolejlerini kurmak ve desteklemek için Amerika’dan gönderilen paranın, bu ülke ile artan siyaset sayesinde yüklü faizi ile birlikte geri döndüğünü söylemek doğru olacaktır” diyordu.

17 Şubat 1923’te Mustafa Kemal: “Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar iktisadi zaferlerle taçlandırılmazlarsa kazanılan zaferler sürekli olmaz. Az zamanda sönerler” diyerek bu kez de ekonomik ve mali bağımsızlığın önemine vurgu yapıyordu. Ona göre Osmanlı döneminde “devlet yabancı sermayenin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştı.” Bu yabancı sermaye egemenliğinden çok daha ciddi bir sorun da “Osmanlı İmparatorluğu’nu yabancı devletlere verilen tavizlerle günü gününe yaşatmaya çalışan bir zihniyet içinde yetişmiş ve bu zihniyeti benimsemiş kimseler ile Türkiye’nin milli çıkarlarının gereği gibi korunamayacağı” gerçeği idi.

İşte genç Cumhuriyet bütün bu ahval ve şerait içinde yüzyılların ihmali ile çökmüş olan tarımsal üretimi canlandırmak, bunun için köylüyü ayağa kaldırmak zorundaydı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 3. Çalışma Yılı açış konuşmasında bu konuya değinen Mustafa Kemal, şunları söyleyecekti:

Türkiye’nin sahibi ve efendisi kimdir? Bunun cevabını derhal beraber verelim: Türkiye’nin hakiki sahibi ve efendisi hakiki üretici olan köylüdür. O halde herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstehak ve layık olan köylüdür. Dolayısıyla Türkiye büyük Millet Meclisi hükümetinin iktisadi siyaseti bu asli gayeyi elde etmeye yöneliktir.” Sözlerinin devamında ise “Hakikaten yedi asırdan beri cihanın muhtelif taraflarına sevk ederek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi asırdan beri emeklerini ellerinden alıp israf eylediğimiz ve buna karşılık daima hakaret ve aşağılama ile mukabele ettiğimiz, bunca fedakârlık ve ihsanlarına karşı nankörlük, küstahlık, cabbarlıkla uşak menzilesine indirmek istediğimiz bu asli sahibin huzurunda bugün büyük bir hicap ve ihtiramla hakiki vaziyetimizi alalım” diyerek Kemalizmin köylüye bakışını tesbit ve ilan eder. Köylüyü milletin efendisi yapmanın ekonomik ayağı toprak reformudur, eğitim ayağı ise eğitmen kurslarından başlayıp yüksek köy enstitülerine kadar uzanacak olan bir büyük projedir. Mustafa Kemal’in bütün çabalarına rağmen toprak reformu gerçekleşemeyecek ama eğitim ayağı başlatılacaktır.

İLK ADIM: EĞİTMEN ÇALIŞMASI

Geldik bir sel halinde yurdun dört bucağından

Işıdıkça kafamız bu kültür ocağından

Alacağız köyleri gerinin kucağından

Ülküsü sonsuz olan biz köy eğitmenleri

İşaret Atatürk’ten köylüye tapacağız

Köyümüzü yarının cenneti yapacağız

Bir toplantı sırasında Atatürk, Bakan Saffet Arıkan’a bütün köylere öğretmen gönderme işinin ne kadar zaman alacağını sorar. Bakan “Elimizdeki olanaklarla bu işi yüz yılda başarabiliriz. Efendim elimizde para var ama köye eleman bulmakta çok zorluk çekiyorum. Bu nedenle çaresiz ve üzgünüm” karşılığını verir. Bunu üzerine Mustafa Kemal, Bakan'a: “Üzülme Saffet, elbet bunun da bir çaresi bulunur. Cumhuriyet sonrasında askere giden, orada yüzlerce askerin içinden yeteneğiyle sıyrılıp çıkan, okuma yazma öğrenen, onbaşı hatta çavuş olan gençlerden isteyenleri kurslardan geçirip onlardan yararlanabiliriz. Bunlara eğitmen adını veririz” diye çıkış yolunu gösterir.

Bakan Arıkan, Müsteşar, Talim Terbiye Kurulu Başkanı ve Genel Müdürlerden oluşan bir toplantıda öneriyi sunar. Düşüncenin Atatürk’e ait olduğu duyumu gönülsüz de olsa kabulü sağlar. Yalnız Talim Terbiye Kurulu Başkanı İhsan Sungu olumsuz tavrını korur.

İ. Hakkı Tonguç, bu tasarının başarı şansı üzerine bir fikir edinebilmek için yanına kitap, kâğıt, kalem, tebeşir gibi malzemeler alarak bir Anadolu gezisine çıkar. Kayseri yöresinde gördükleri onu öylesine ürpertir ki izlenimlerini not etmeden geçemez: “Köyleri birer mezarlık kadar ıssızlaştıran, soyabildiği kadar soyup yoksul düşüren saraydır. Zulmünü en ıssız köye kadar kanlı bir el gibi uzatan sarayın ülkeyi ne müthiş bir yıkıntıya çevirdiğini Anadolu köylerini görmedikçe, imparatorluk yönetiminin ne demek olduğu anlaşılmaz.” Tonguç’un kafasındaki tereddütleri ise Kurtuluş Savaşı gazisi olan bir çavuş giderecektir. Kendisinden “savaş” konusunu anlatması istenen çavuş, çocukları bir ağacın altına toplar, önüne bir masa koyar ve anlatmaya başlar:

- Bana bakın siz hiç savaş lafı duydunuz mu?

Ses çıkmayınca yeniden konuşmaya başlar:

- Savaş demek gavurlarla gırtlaklaştırmak demek. Hem de nasıl… Dişe diş, başa baş… Gelir girer herif senin topraklarına. Ananı bacını keser, çocukları süngüler. Ekileni ezip geçer, tüm insanları aç bırakır.

Mintanının sağ kolunu sıyırıp dirsekten aşağısı olmayan kolunu masaya küt küt vurarak bağırır:

- Bu yarım kolu görüyor musunuz? Bu, gavurla savaşırken oldu. Köyümüzü, tarlamızı, bağımızı korumak için tüfeğin, güllenin karşısına dikildiğimiz zaman koptu.

Sözünü bir ders ile bitirir:

Odumuz ocağımız bedava kalmadı bize. Ne kanlar döktük, ne canlar verdik. Aklınızı başınıza toplayın. Yurdun bekçiliğini iyi yapın.” Tonguç’un aklı bu işin olacağına yatmıştır. Artık sıra bu büyük savaşa girişmektedir; kendi deyişiyle kazma toprağa değdikten sonra arkası gelecektir.

Eğitmen kurslarına gerekli yer, yapı, araç gereç eğitmen adaylarınca üretildi. Edirne Karaağaç kursunun açıldığı yer toz, ayrıkotu yığını, pire ve kir içindeydi. Öğretmenler, köylü adaylar, eğitim şefleri tozdan görülmeyecek hale girerek, pireye sıvanarak, pis suları ve insan pisliklerini kürüyerek, pislikleri teskere içinde taşıyarak temizlenen yerleri badana ile ağartarak insanın yaşayabileceği duruma soktular. Bakanlık raporlarında böyle anlatılıyordu çalışmalar. Ve dahası vardı: Bir gün Tonguç, eğitmen kursu öğretmeni Süleyman Edip Balkır’ı yanına alıp bir yolculuğa çıktı. Kastamonu Gölköy’e varıldığında bir eğitmen kursunu da burada açacaklarını söyledi. Yapılacak işlerin bir listesini yazıp, “Hadi sana kolay gelsin!” dedi. Aradan aylar geçti. Ve bir gün Kastamonu’dan bir paket çıkageldi. İçinde nar gibi kızarmış dört tuğla vardı sadece. Tonguç’un gözleri dolar, “Balkır’ın başardığını anlamıştır. Bu tuğlalar, Kastamonulu tuğlacıların 1000 tuğlaya 10 lira istemeleri üzerine eğitmen adaylarınca üretilmiştir, üstelik 1000 tanesi yalnızca 1 lira 30 kuruşa mal olmuştur. Bu olay ülke sorunlarının piyasacı anlayışla mı kamucu anlayışla mı daha iyi çözülebileceğini göstermek açısından da ilginç bir örnektir.

Tonguç, Köyde Eğitim adlı yapıtında eğitmen işine değinirken şöyle diyecekti: “Eğitmen yetiştirme işinin büyüklüğünü, ne kadar ağır bir yük olduğunu tüm ince ayrıntılarına kadar hesaplıyorum. Yalnız para için işe sarılacak gibi görünenlerin davranışlarına hiç değer vermiyorum. Ama istediğimiz gibi insan toplu ve hazır şekilde bir tarafta yok. Aradığımız adamları yaşamda, kurslarda yoğurmak yoluyla elde edebileceğiz.Henüz hamur yoğurma dönemindeyiz.

Eğitmen kurslarında 7 aylık bir sürede görülen derslerin dökümü şöyledir:

Okuma-yazma: 210-285

Aritmetik geometri: 175-240

Yurt-yaşama bilgisi: 210-285

Eğitim bilgisi: 85-90

Atölye dersleri: 50-60

Eğitmenlere özel bir müzik dersi yapılmıyor gibi görünse de günlük yaşamın içinde aşağıdaki marş ve türküleri söyleyebilir ve söyletebilir duruma gelmektedirler:

1. İstiklal Marşı. 2. Ziraat Marşı. 3. Çocuk Marşı. 4. Çiftçi Marşı. 5. Dumlupınar Marşı. 6. Gençlik Marşı. 7. Haticem türküsü. 8. Ekin ektim. 9. Kevenk yolu. 10. Küçük oduncular 11. Ant Marşı 12. Yenice yolları.

Eğitmen kurslarına gerekli yer, yapı, araç gereç eğitmen adaylarınca üretildi. Edirne Karaağaç kursunun açıldığı yer toz, ayrıkotu yığını, pire ve kir içindeydi.

* * * * * * * * * * * * * * * *

Öğretmenler, köylü adaylar, eğitim şefleri tozdan görülmeyecek hale girerek, pireye sıvanarak, pislikleri küreyerek temizlenen yerleri badana ile ağartarak insanın yaşayabileceği duruma soktular.

KöyGenç Türkiye Cumhuriyeti saltanatı ve hilafeti kaldırarak Osmanlı feodalizminin yalnızca merkezi otoritesine son vermiş oluyordu. Mütegallibe denilen toprak ağaları; mülkiyet gücü, köylü üzerindeki her türlü egemenliği ve kimi bölgelerde 10 bin kişilik silahlı adamları ile Anadolu’da varlığını sürdürüyordu. Kurtuluş Savaşı koşulları bir kısmının Meclis'te de yer almasını sağlamıştı. Varlıkları ile tarımsal kalkınmanın, uluslaşmanın ve çağdaşlaşmanın önünde ciddi bir engel oluşturmaktaydılar. Nitekim 1925 ayaklanması bunun acı bir deneyimi oldu. Mustafa Kemal, 11 Mart 1925’te soruna değinirken: ”Genç’te başlayıp Elaziz ve Diyarbekir merkezleri sınırlarına kadar genişleyen hadise (ayaklanma) kanunen suçlu olan bazı nüfuzlu kimselerin (ağa ve şeyhler) din maskesi altında mahiyetini gizlemeye çalışan teşebbüslerin ürünüdür” diyordu.

1925 ayaklanması, ağaların ve şeyhlerin denetimi altındaki Doğu Anadolu köylüsüne ağır bedeller ödetti. Feodalizm denen bu düzenden kurtulma yolunu 1934’te İsmail Hüsrev (Tökin) Türk Köy İktisadiyatı adlı yapıtında açıkça ifade edecekti: “Bireyleri bireylere zorla bağımlı kılan bu toplumsal düzenin ortadan kaldırılması da ancak derebeyi topraklarının köylüye bedelsiz olarak dağıtılması, derebeylerin de varlıklarının (mülkiyetten gelen güçlerinin) tamamen yok edilmesi yoluyla olabilir.” Mustafa Kemal’in isteği üzerine 1936’da Şark Raporu’nu hazırlayan Celal Bayar da aynı öneriyi yineleyip ağaların göç ettirilmesini ister. Bayar’a göre: ”Bu hareket, devlet güç ve kuvvetini göstermekle beraber, halkın zorbalıktan fiilen kurtulmasına yardım etmektedir.”

Mustafa Kemal de birçok Meclis açış konuşmasında çiftçiye toprak sağlamak konusunu ele alır. Bunun “memleketin üretimini zenginleştirebilecek başlıca çarelerden” biri olduğuna dikkat çeker. 1 Kasım 1937'de Meclis'te yapabildiği son açış konuşmasında artık soruna değinmekle yetinmez, hükümetin önüne bir program koyar: “Milli ekonominin temeli tarımdır. Fakat bu yaşamsal önemdeki işi,isabetle amacına ulaştırabilmek için ilk önce ciddi incelemelere dayalı bir tarım politikası belirlemek lazımdır. Bir defa memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın hiçbir sebep ve suretle bölünemez bir mahiyet alması. Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliği, arazinin bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus yoğunluğuna ve toprak verim derecesine göre sınırlamak gerekir.”

İlginçtir ki demokratik devrimin eğitim ayağı, daha Mustafa Necati zamanında bir biçimde başlamışsa da Köylüyü Topraklandırma Yasası 1945’e kadar Meclise getirilmemiş ya da getirilememiştir. Yasanın sonu da ayrı bir sorundur. İşte bu durum, köylünün de köy enstitülerinin kaderinde de çok etkili olmuştur.

Köylüyü milletin efendisi, toplumu ulus ve devleti de bağımsız yapmanın eğitim ayağı Köy Enstitüleri diye anılsa da aslında bir paket programdır. Bu programın ve tüm eğitimin ideolojik çerçevesi önce ilköğretim programına (1936) sonra da Anayasa’ya (1937) konacaktır Mustafa Kemal tarafından. Devletçi bir ekonominin sağladığı olanaklarla halk güçlendirilecek, bilinçler laiklikle bilimin, aydınlanmanın ışığına kavuşturulacak; antiemperyalist bir milliyetçilikle ulusun birliği korunacak ve toplum, devrimcilikle yeniliklere sürekli açık tutularak “muasır medeniyetler seviyesine” erişecektir. Mustafa Kemal’in bu doğrularının en ciddi biçimde benimsendiği kurumlardan biri de Köy Enstitüleri olmuştur. Enstitü çıkışlı öğretmenlerin önderliğinde kurulan Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) bu açıdan dikkatle incelenmelidir.

Cumhuriyet’in eğitimdeki bu büyük atılımında emeği geçmiş üç bakanı anmak gerekir: Mustafa Necati, Saffet Arıkan ve Hasan Âli Yücel. Burada Köy Enstitülerine girmeden belirtilmesi gereken ise bu büyük devrim atılımını Tonguç’u dikkate almadan anlayamayacağımızdır. Eğitmen Kursları'ndan başlayarak işin içinde olan bu nedenle de adı bu kurumlarla özdeşleşen Tonguç'tur. Yıkım evresinde de en çok Tonguç’la uğraşılması, bu kanımızı doğrulamaktadır.

Köy enstitülerinin açılmasının sağlayan 3803 sayılı yasa 17 Nisan 1940’ta 429 milletvekilinden 278’inin oyu ile kabul edildi. Daha önce iki kez açılmış olan dört köy öğretmen okulu,

YABANCILAR HAYRAN KALDI

Eğitmen kurslarında kazanılan her türlü deneyim, Köy Enstitüleri'ne ciddi bir destek sağlamıştır. Köy enstitülerinde klasik bir müfredat programı yoktu; onun yerine yapı tarım işleri, spor türleri, araç gereç kullanma, müzik aleti çalma, ulusal oyunlar, yakın çevre gezileri ve inceleme çalışmaları, özgür kitap okuma ve kitaplık oluşturma, müze kurma, eğlence ve müsamere düzenleme başlıkları ile saptanmış çalışmalar vardı.

Genel Müdür İ. Hakkı Tonguç tarafından 1.7.1940 tarihli genelge ile öğretmenlere çalışmaların amacı şöyle bildirildi: Öğrenciler zorluktan yılmayacak; korkak, kararsız, ikircikli olmayacak; planlı ve hızlı çalışmayı başaracak; Anayasa’daki altı ilkeyi engel tanımadan yaşama uygulayabilen insanlar olarak yetiştirileceklerdi.

Köy Enstitüleri'nde her yeni açılan okul için daha önce açılanlarda yetişmiş çocuklar öğretmenleri ile birlikte takımlar halinde gelir, binaları kurarlardı. Okuyacağı okulu, yurdun başka yörelerinden gelen arkadaşları ile kuran köy çocukları, böylece bölgesel, etnik ve dinsel kimliklerini aşarak “Türk ulusunun” yurttaş bireyleri olma bilincini kazanırlardı. Hafta sonlarındaki tartışma değerlendirme toplantıları çok önemliydi; yürütülen çalışmalara buralarda üretilen doğrular yön verirdi.

Enstitülü çocukların yalnız üretim ve günlük işlerle uğraşmadığı bir gerçektir: 1943’te Arifiye’ye gelen İstanbul Üniversitesi’nin yerli ve yabancı profesörlerine bir konser verilir. Prof. Z. F. Fındıkoğlu, konserden sonra okul müdürü S. Edip Balkır’a şunları aktarır: “O konserde yanımda oturan Alman ve İsviçreli profesörler, konser bitince bu çocukların gerçekten köylü çocuğu olup olmadıklarını sordular. Hayran kaldıklarını ve şaştıklarını söylediler. Onlara göre Beethoven, Berlin’de de ancak bu kadar duyarak çalınabilirdi.”

2. Dünya Savaşı yıllarında enstitülü çocuklar, uluslarına yük olmadan ürettiklerini elektirikten bağ çubuklarına kadar çevrelerindeki köylerle paylaştılar. Tonguç, çocuklara olan güvenini: “Yüzyılların yokluklarına, sıkıntılarına dayanarak yaşamlarını sürdürebilenlerin çocukları bunlar” diyerek dile getirdi.

1942’de hâla 30 bin köy okulsuzdu. Enstitüler, mezun edecekleri öğretmen adaylarının gidecekleri köylere onlar gitmeden okul yapma yolunu tutmuştu. Öğrenci ve köylü emeği, maliyeti en az %50 düşürüyordu ama yine de yetişilemiyordu. İnönü, Tonguç’tan enstitülerin sayısını 60’a çıkarmasını istiyordu ısrarla. İnönü, “Bu işleri savaştan sonra yaptırmayacaklardır; şimdi yapmadığınıza pişman olacaksınız” diye uyarıyordu. İşte bu nedenle Hasan Âli ve Tonguç, 1942’de “Köy Okullarını ve Enstitülerini Teşkilatlandırma Kanunu” tasarısını Meclis’e sevk ettiler. 4274 sayılı bu yasa görüşülürken kıyamet koptu. Hatta bir milletvekili koridorlarda Tonguç’a: “Yahu Hakkı Bey, senin hiç işin yok mu; bu kadar hergeleyi okutursanız bize kim hizmet edecek” dedi. Yasa büyük direnmelerle ve ancak 252 oyla kabul edildi. Parti tekti; ama saflar ayrılıyordu. Enstitüler, bundan sonra da bir turnusol kâğıdı görevini görecekti. Oy vermeyenlerin başında Adnan Menderes, Refik Koraltan, Celal Bayar, Behçet Uz, Fuat Köprülü ve Kazım Karabekir vardı. Emin Sazak, Cavit Oral ve Kasım Gülek de yasayı engellemek için ellerinden geleni yaptıktan sonra oy veriyorlardı.

1943’te Yüksek Köy Enstitüsü kurularak eğitimdeki devrimin son adımı atılabildi. Amaç Köy Enstitüleri'ne gerekli öğretmeni yetiştirmekti. Böylece Köy Enstitüleri'nden beslenen ve köy enstitülerini besleyen bir sistem oluşuyordu.

15 Şubat 1943’te toplanan 2. Eğitim Şurası, Köy Enstitüleri'nin “iş ve üretim içinde eğitim” anlayışının ağır saldırılara uğradığı bir zemin oldu. Özellikle profesörler, şuranın öğretmen delegelerini aşağılayarak hırpaladılar. İşi, “Yani liselerde belediye temizlik amelesi mi yetiştirelim” suçlamasına kadar vardırdılar. Oysa o yıllarda Yüksek Köy Enstitüsü'nü ülke çapında köy incelemeleri yapan bir merkez durumuna getirme çalışmaları başlamıştı. Bu okulun enstitülerle bağı dikkatle korunarak amacından uzaklaşmamasına özen gösteriliyordu. Yine 1943’te köylerdeki sağlık sorunlarının baskısı ile enstitülere sağlık kolu açılıyordu. Cumhuriyet'in bu devrimci kurumları ülke gereksinmeleri ile biçimleniyor, giderek olgunlaşıyordu.

YIKIMA DOĞRU

İnönü’nün enstitü gezilerinden birine katılan Milletvekili Reşat Şemsettin Sirer, gördüklerinden sonra Tonguç’a dönüp: “Bindiğim atın benden akıllı olmasını istemem ben. Biz yöneticilerin kapısına kazma kürekle dayanmasını mı istiyorsun bu köylülerin” dedi. Konuşmayı öğrenen İnönü: “Nerede o günler, nerede!” diyecekti ama Sirer bakan olup da enstitüleri budarken de tepkileri görülemeyecekti. Alman Büyükelçisi Von Papen’in el altından yönlendirdiği ve Mustafa Kemal’inkine hiç benzemeyen etnik bir milliyetçilik enstitülerin yıkımında etkili olmak üzere güç topluyordu

Yine 1943’te Çifteler’de solcu öğrenci avı başlatıldı. İçinde Talip Apaydın’ın da bulunduğu 11 öğrenci ihbar edilmişti. Daha sonra okul müdürü Rauf İnan da polisçe izlemeye alınacaktı. Bu olay enstitüler için sonun başlangıcı gibiydi ve kaynağında hem iç hem de dış güçler vardı. 1945’te Cumhurbaşkanı İnönü hâlâ enstitüleri savunuyor ve: “İlköğretimi olmayan ülkelerde ortaçağ yönetimi tüm şekillerde sürer. Bilmeyen, siyasi ve ekonomik güç sahiplerinin elinde ortaçağda olduğu gibi köle hayatı sürer. İlköğretim davası; insan olmak, ulus olmak davasıdır” diyordu. Diyordu ama aynı yıl ABD ile ilk ikili anlaşma imzalanıyor; hatta iş 1949’da Türk-Amerikan İkili Eğitim Anlaşması’na kadar varıyordu. Daha 1944’te Bakan Yücel’e, ”Yücel, bu çocuklar köylerde işe başlayınca bizi tutacaklar mı” diye soruyor, yetinmeyip Tonguç’la da baş başa bir gece boyu konuşuyordu. İşte 1946, bu gelişmelerin ardından DP’nin kurulması, Yücel’in istifa ettirilerek yerine Sirer’in bakan olmasını getiriyordu. İnönü artık toprak ağalarından “gücendirilmiş nüfuzlu yurttaşlar” diye söz ediyordu. Sirer bundan sonrasını çok hızlı getirecekti: 4.9.1947’de işe enstitülülerin elindeki topraklar alınarak başlandı. Aynı yıl program ve enstitüye öğrenci alma kuralları değiştirildi. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı. Hızını alamayan Sirer, Savunma Bakanlığını baskılayarak bu okulun mezunlarını “çavuş çıkarttı.” 1946 seçimleri CHP’yi sanki DP’nin yapacağını söylediklerini ondan önce ve ondan çok yapma çizgisine getirmişti. 1948’de Sirer’in yerine gelen Tahsin Banguoğlu ise 1,500 eğitmeni işten attı, din derslerinin önünü açtı. 1949 Tonguç’la hesaplaşmanın başlayabildiği yıl oldu. 1954, enstitülerin yasal sonunu getiren noktayı koydu sedece.

KÖY ENSTİTÜLERİ SONRASI

Köy enstitüleri, ulusun yaşamındaki kısa süreli varlıklarına rağmen iki önemli meyve verdi:

1-) Ocak 1950’de Mahmut Makal’ın “Bizim Köy”ü ile başlayan ve Anadolu gerçeğini içinden, eksiksiz ve doğru anlatan köy edebiyatı.

2-) Öğretmen örgütçülüğü.

Köy enstitülü öğretmenler kazandıkları toplum sorumlulukları, çalışkanlıkları, dirençli ve önder kimlikleri ile meslektaşlarını örgütlü mücadeleye çektiler. O güne değin daha çok Bakanlık katkıları ile ayakta duran Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu (TÖDMF)'nu canlandırdılar. Atatürkçülüğü tabana yayıp eğitim için Amerikalı uzman isteyen yönetimi engellediler. 1963 Büyük Öğretmen Yürüyüşü’nden sonra 1965’te Türkiye Öğretmenler Sendikası’nı (TÖS) kurdular. Enstitü çıkışlı öğretmenler kaybedilenlere ağıt düzmek yerine, meslek ve ülke sorunları ile ilgilenme yolunu seçtiler. 4-8 Eylül 1968’de ülkenin ulusalcı, yurtsever aydınlarını bir araya getirip Devrimci Eğitim Şurası (DEŞ)'nı topladılar.

15 Aralık 19682de 4 günlük bir grevi başarı ile gerçekleştiren TÖS’ün yaşamı 12 Mart darbesi ile sonlandı. Başından sonuna değin TÖS’ün başkanı olan Fakir Baykurt ve yönetim kurulu üyeleri köy enstitülü idi. Atatürk’ün tam bağımsızlık anlayışını ödünsüz savunan Fakir Baykurt’un yargılanırken kendisine bu görüş ve duruşu kazandıran köy enstitülerinden de suçlanması ilginçti. O da Tonguç gibi dik duracak, af ile dışarıya çıkmayı reddederek beraatını bekleyecekti.

KAYNAKÇA:

Atatürk’ün Bütün Eserleri.

Çetin Yetkin, Karşıdevrim

Celal Bayar, Şark Raporu

Hakkı Tonguç, Canlandırılacak Köy

Engin Tonguç, Hakkı Tonguç

Rauf İnan, Köy Enstitüleri ve Sonrası

Mustafa Ekmekçi, Cumhuriyet Gazetesi, 18.4.1984

Talip Apaydın, Enstitü Yılları

TÖS, Devrimci Eğitim Şurası

* * * * * * * * * * * * * * * * * 

KAYNAKLAR: aydınlık.com.tr – özgürlük meydanı

https://www.aydinlik.com.tr/haber/koy-enstituleri-nin-donusturucu-gucu-milli-demokratik-devrim-icin-atilim-kurumlari-241759

https://www.aydinlik.com.tr/koy-enstituleri-nin-donusturucu-gucu-2-koy-edebiyati-ve-tos-u-kuranlar-241897#1

 

Eğitim üretim içindir / NAİL TOPAL

Eğitim üretim içindir / NAİL TOPAL

Beşikdüzü’nde balıkçılık yapılırken Ortaklar’da pamuk, sebze, meyve, incir ve zeytin üretimi vardır. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık, arıcılık, tavukçuluk da enstitülerin üretim alanları içindedir.

NAİL TOPAL / YAZAR

Genç Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün önderliğinde, emperyalizme karşı, ilk Kurtuluş Savaşı'nı vermiş bir ülkedir. Kurtuluştan sonra tam bağımsızlık sağlanmaya çalışılmış, bu amaçla sosyal içerikli devrimler yapılmıştır. Cumhuriyet yönetimi, erkeklerde yüzde yedi, kadınlarda binde dört okuryazarlık devralmıştır. Eğitimin önemi kavranmış, eğitim ve okullaşma süreci kentlerde çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır. Atatürk’ün eğitimle ilgili sözlerinden esinlenerek Misak-ı Maarif adlı bir program hazırlanır. Fakat bu izlence uygulamaya tam olarak geçirilemez. Özellikle büyük bir köylü toplumu olan ülkemizin, büyükçe bir bölümünde, yarı feodal üretim ilişkilerinin egemen olduğunu bilelim. En önemli eksiklik, üretim ilişkilerinin ve eğitim sisteminin bozukluğudur.

17 Nisan 2021 Köy Enstitüleri'nin açılışının 81.yıldönümüdür. Her şeyi ile yerli ve bize özgü bir eğitim kurumu olan Köy Enstitüleri'nin tarihçesini ve kuruluş amacını bilmek, günümüz için de önemlidir. Genç Türkiye Cumhuriyeti, kurtuluştan sonra, kent merkezlerinde, okuma yazma sorununu bir ölçüde çözmüştü. Ancak halkın büyük çoğunluğu yüzde 82’si köylerde yaşıyordu. Buralara eğitim ve öğretimin götürülmesinde, büyük sıkıntılar yaşanıyordu. 1930’lu yıllarda erkeklerde yüzde 17, kadınlarda yüzde 4,2 oranında okur yazarlık söz konusuydu.

1935 yıllarında bir taraftan devletçi ekonomi uygulanmakta, bir taraftan da yarı feodal, üretim ilişkilerinin tasfiye edilmesi düşünülmektedir. Bu amaçla hem eğitimde hem de toprak dağılımında, reformlar yapılmak istenir. Önce Saffet Arıkan’ın Milli Eğitim Bakanlığı sırasında, Atatürk’ün buyruklarıyla “Eğitmen Hareketi” başlatılır. Buna göre askerde çavuş olan gençlerden, açılacak kurslarda eğitmen yetiştirilecek ve onlardan kendi köylerindeki üç sınıflı okullarda eğitici olarak yararlanılacaktı. Bu amaçla Çifteler’de eğitmen kursu açılır. Bu dönemde İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne, İsmail Hakkı Tonguç atanır. Bu kurslarda yetişen eğitmenler başarılı olur. İsmail Hakkı Tonguç, John Dewey, Pestalozzi gibi uzman eğitimcilerden de esinlenir. Köy eğitimi konusunda Avrupa’da iki ay süren incelemeler yapar.

DOĞU'NUN RÖNESANSI

Türk köylüsü, Osmanlı’dan bu yana bir ömrün yükünü, omuzlarında taşıyordu. Devletine vergi vermiş, asker vermiş, yurdu için savaşarak canını vermişti. Ama köylü hep unutulmuştu. Yazgısıyla baş başa, karanlıklarda yaşıyordu. Doğunun Rönesansı denilen Köy Enstitüleri, yarım kalmış, bir mucizeyi yarattılar. ”Köy demek memleket demektir. Ulusal gücümüzün özü orada saklıdır. Köy kalkınmadıkça ülke kalkınamaz” diyordu, Köy Enstitüleri'nin babası İsmail Hakkı Tonguç.

17 Nisan 1940’ta, 3803 sayılı Köy Enstitüleri ve hemen ardından, 4274 sayılı Köy Enstitüleri Teşkilat Kanunu çıkartılır. Bakanlığın başında Hasan Âli Yücel vardır. Önce 14 enstitü açılır, daha sonra sayıları 21’e çıkar. Bu okullarda iş içinde eğitim ilkesi uygulanır. Öğrenciler hem kuramsal, hem de uygulamalı eğitim yaparlar. Örneğin, okul binalarını öğrenciler ve öğretmenler birlikte inşa ederler. Tarım alanlarını işlerler, kendi yiyeceklerini üretirler. Artanları da çevreye satarlar ya da diğer enstitülere gönderirler. Sınıfların yatakhanelerin, yemekhanelerin temizliklerini de öğrenciler yapar. Her okulun bulunduğu yöreye göre, üretim alanı değişiklik gösterir. Örneğin Beşikdüzü’nde balıkçılık yapılırken Ortaklar’da pamuk, sebze, meyve, incir ve zeytin üretimi vardır. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık, arıcılık, tavukçuluk da enstitülerin üretim alanları içindedir.

Köy Enstitülerinin kuruluş gerekçesini, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel şöyle açıklıyor: ”Biz Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri köylere götürecek adam yetiştirmek istedik. Çünkü ümmet devrinin böyle bir adamı vardı. Bu imamdır. İmam, insan doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, vefat ettiği vakit mezarının başında telkin vererek, doğumundan ölümüne kadar manen köylünün hâkimidir. Bu manevi hâkimiyet, maddi tarafa da intikal eder. Çünkü köylü hasta olduğu vakit de sual mercii imam olur. Biz imamın yerine, devrimci düşüncenin adamını göndermek istedik. İşte Köy Enstitüleri fikri böyle doğdu.” (İmece, Ocak 2011)

Köy Enstitülerinin fikir ve eylem adamı, dönemin İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, enstitülerin eğitim felsefesini ve insanın uygarlaşmasını şöyle dile getirir: ”İnsan, sanat, demokrasi merkezli, ezbersiz öğrenmeyi, hayatın gerçek problemleri üzerinden gerçekleştirmeyi hedefleyen bir eğitim” (...) “İnsanı öteki varlıklardan ayıran, ayakta durabilmesi ve elini kullanabilmesidir. El doğanın insana verdiği, en kullanışlı araçtır. Uygarlık insan eliyle, insan beyninin birlikte yarattığı bir sonuçtur. İnsan, eliyle beynini birlikte kullanmaya başladığı gün, uygarlığı da, tarihi de başlatmış olmaktadır.” ( İmece, Ocak 2011)

DEMOKRATİK EĞİTİM

Bu okullarda, demokratik bir eğitim uygulanmaktadır. Öğrenciler okullarındaki uygulamaları, hafta başında yapılan toplantılarda rahatça eleştirebilmektedirler. Kuramsal ve uygulamalı derslerin yanı sıra her gün zorunlu okuma saatleri vardır. Tiyatro, halk oyunları ve spor en önemli etkinlikler arasındadır. Öğrencilerin hem öğretmen, hem de toplum lideri olarak yetiştirilmeleri, kendi köylerinde öğretmen olarak çalışmaları, kurulu düzen savunucularını, özellikle toprak ağalarını çok rahatsız eder. Çok partili düzene geçince, önce 1947’de okulların yapısı ve işlevi değiştirilir. Öncelikle Hasan Ali Yücel bakanlıktan alınır, yerine CHP’nin sağ kanadından Reşat Şemsettin Sirer atanır. O doğal olarak bir süre sonra Tonguç’u görevden alır. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatılır. 1947 yılında ABD ile yapılan ikili antlaşmalar, buna göre Ford Vakfı'na eğitim sistemimizin yeniden düzenleme yetkisinin verilmesinin, CHP içindeki toprak ağalarının, Köy Enstitüleri'ne direnişi, çok partili yaşama geçilirken dinsel güçlere ödünler verilmesi, İmam Hatip Enstitülerinin gündeme getirilmesi, Köy Enstitülerinin sonunu getirdi. Seçimler sırasında, Vanlı toprak Ağası ve Milletvekili Kinyas Kartal, DP Başkanı Adnan Menderes’e, Köy Enstitülerini kapatırsanız size oy veririz diyecektir. Bunları yıllar sonra anılarında anlatacaktır. 1951 yılında, DP döneminde kızlar ve erkekler ayrı okullarda toplanır. Nihayet 1954 yılında, 6234 sayılı yasayla adları ilköğretmen okulu olarak değiştirilir. Eğitim sistemi, bundan sonra kuramsal ve ezberci bir sisteme dönüşür.

Bu okulların açılışından bu yana 81 yıl geçmiştir. Enstitülerin eğitim tarihinde yer aldığı 14 yıllık kısa süre içinde 17,250 öğretmen, 8,750 eğitmen, 1,650 sağlık memuru yetiştirilmiştir. Bu insanlar, ilköğretim sorununun ve köy kalkınmasının, bilinçli öncüleri olmuşlardır. Bu kurumlar yaşatılsaydı hem eğitim, hem kalkınma sorunlarımız çözülmüş olacaktı. Günümüzde de bu kurumların özü olan eğitim üretim içindir anlayışına dayalı, eğitim kurumları açılmalı, aynı anlayışla kent enstitüleri açılmalıdır. Bize özgü, bu eğitim kurumlarının, Birleşmiş Milletler’in tavsiyesiyle günümüzde İsrail’de, Seylan’da ve Yeni Zellanda’da yaşatıldıklarını da söyleyelim. Günümüzde, sayısal yönden kentli, fakat kültürel yönden kentlileşememiş bir köylü toplumuyuz. Bu yüzden bu kurumlara daha çok eğilmeliyiz.

Bu okullar kapatılmasaydı, köylerimiz birer üretim merkezi olacak, ülkemizin sosyo-kültürel sorunları çözülecek, köyden kente göç olgusu sorun olmaktan çıkacak, ülkemiz sağlıklı, demokratik, laik, çağdaş, ileri, kalkınmış bir ülke durumunda olacaktı. Tam bağımsız, gelişmiş, borçsuz, terörsüz saygın bir duruma gelecek, Atatürkçü Düşünceyi sonuna kadar uygulayacaktık.

Köy Enstitülerinin kurulmasında büyük hizmetleri geçen Ulu Önder Atatürk’ü, Milli Eğitim Bakanlarımız Saffet Arıkan’ı, Hasan Ali Yücel’i ve Köy Enstitülerinin fikir babası, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’u saygı ve rahmetle anıyoruz. Ayrıca Köy Enstitülü öğretmenlerimizin de aramızdan ayrılmış olanlarına rahmet, yaşayanlara da sağlıklı bir ömür diliyoruz.

* * * * * * * * * * * * * * * * *

KAYNAK: aydınlık.com.tr – özgürlük meydanı

https://www.aydinlik.com.tr/haber/egitim-uretim-icindir-241604



 

Köy Enstitüleri aydın fabrikasıydı / Cemal Türkmen



Köy Enstitüleri aydın fabrikasıydı / Cemal Türkmen

Onlar dağ başlarında yaktıkları çoban ateşleriyle gecenin karanlığına fener tutan ışık emekçileriydiler. Görevleri, cahillik içerisinde bırakılmış, ezilmiş, horlanmış köylülere ulaşmaktır. Yağmurda, karda, fırtınada, ayazda dağ başlarında dimdik ayakta duran meşeler gibiydiler...

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

Cemal Türkmen

Türkiye Cumhuriyeti’nin 30’lu yıllarıdır. Cumhuriyet'in kısa geçmişinde iyi niyetli ve çalışkan millî eğitim bakanlarının yoğun çabasına karşın halkın ezici çoğunluğu halen okumaz yazma bilmez. Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Vasıf (Çınar)'ın 1924’te kararlılıkla belirttiği Türkiye Cumhuriyeti’nin bazı illerinde tek bir okul dahi olmadığı, ilköğretimin yokluğu” gerçeği, büyük ölçüde geçerliliğini korumaktadır. Ülkedeki 40 bin köyün ancak 5 bininde okul vardır.

Yaşamın her alanında peş peşe devrimler yapılmaktadır. Devrimlerin halka ulaşabilmesi amacıyla Millet Mektepleri, Halkevleri kurulmuştur. Ancak bunlar, halkı aydınlatmakta ve devrimleri halka götürmekte yeterince etkili olamamakta, yapılan ve yapılmakta olan devrimler, kent sınırlarını aşıp köye bir türlü ulaşamamaktadır. Çünkü halk; çocuğunu uyutmak için afyon koklatacak, çift sürerken ineğinin yanına kendisi koşulacak kadar çaresizdir. Bu köylü kitlesi, nüfusun % 80’ini oluşturmakta, bu % 80”in % 90’ı da okuma yazma bilmemektedir.

Devrimlerin ulusun efendisine ulaşabilmesi için, köylüye devimleri anlatacak aydınlara gereksinim duyulmaktadır. Fakat okuyamayan ve yazamayan, en alt düzeyde de olsa vatandaşlık bilgilerinden yoksun insanlara devrimleri anlatmanın zorluğu ortadadır. İşte bu nedenle ivedi olarak köylülerin en azından ilkokul düzeyinde bir okur-yazarlığa kavuşmaları için bir ilköğretim seferberliği başlatılmalıdır.

Atatürk, bir de eğitim kökenli olmayan birini, Saffet Arıkan’ı önerir Millî Eğitim Bakanlığı için. Saffet Arıkan, Atatürk’e ve devrimlere yürekten bağlı, asker kökenli bir aydındır. Sorunu kavramıştır, ancak çözümünü bulamamaktadır. Çözüm önerisi, bir toplantıda Atatürk’ten gelir: “Saffet, ilk aşamada askerliğini erbaş olarak yapmış köylülerden yararlanamaz mısın?” Arıkan, derhal, bu düşünceyi uygulayacak bir genel müdür arar kendine. Ve yakın çevresinin önerisiyle, eğitim çevrelerinin “Köylü İsmail” olarak adlandırdıkları İsmail Hakkı Tonguç’u -öğreniminin yetersizliğinden dolayı özellikle Halil Fikret Kanat’la Bakanlıktaki yükselme isteklisi bürokratların karşı çıkmalarını göğüsleyerek- İlköğretim Genel Müdürü yapar.

Tonguç, Yozgat ve Çorum’u kapsayan bir gezide köylerde çavuş ve onbaşılarla görüşür, sonuçta onların köy çocuklarına okuma yazma öğretebileceğine karar vererek eğitmen kursları için hazırlıklara başlar. Bunun için önce yurt düzeyinden seçtiği uygulamanın içindeki bazı eğitimcilerle görüşüp bir kurul oluşturur. Bu kurul, işin ayrıntılarını görüşüp ilkeleri saptar, bir yandan da eğitmenlere yardımcı olacak kılavuz kitapların hazırlanmasına başlanır.

CANLANDIRILACAK KÖY

Deneme nitelikli ilk eğitmen kursu, Ankara İlköğretim Müfettişi Emin Soysal yönetiminde Eskişehir’in Çifteler kasabasındaki harada 85 adayla açılır. Kursa ilgi duyan eğitimciler, aydınlar, yazarlar ve yöneticiler Çifteler'e giderek incelemeler yapıp izlenimlerini açıklarlar. Sonuç olumludur. Eğitmenler Ankara köylerinde görevlendirilir ve çalışmaları yakından izlenir. Denetimler sırasında pek çok eğitmenin başarı öyküsüne tanık olunur. Bunun üzerine eğitmen kurslarının sayısı artırılır.

Tonguç için eğitmen kursları, “canlandırılacak köy” için bir başlangıçtır. Köy çocuklarını sadece ilkokulun üçüncü sınıfına kadar okutabilecek şekilde yetiştirilen eğitmenlerin verdiği eğitimle, köyün canlanamayacağını bilmektedir. Köye gerçek öğretmenler göndermenin yolunu aramaktadır. Öğretmen okullarını bitirenler, köye gidiyor, göreve başlıyor ve en kısa zamanda bir kent okuluna atanmanın yolunu bir şekilde buluyorlardı. Öğretmeni köyde kalacak, köylüye hizmetten zevk alacak bir anlayışla yetiştirmek gerektiğini düşünür. Bunun için yeni bir anlayış yeni bir kadro, yeni bir okul tasarlar. Düşlediği öğretmen tipini yetiştirmek için Çifteler’de ve İzmir Kızılçullu’da iki “Köy Öğretmen Okulu” açar. Bu okullara beş yıllık köy okulunu bitirmiş köylü öğrenciler alınır. O güne değin ilkokul sonrası okuma olanağı bulamayan köy çocukları için bir fırsattır bu okullar. Çoğu ana baba ineğini, koyununu, keçisini satarak, günlerce yayan yol yürüyerek götürüp kaydını yaptırır çocuğunun. Pek çok çocuk da kendi başına, eşek sırtında, karda kışta, yayan, kamyonla, trenle uzun ve zahmetli yolculuklar sonucunda ulaşırlar okullarına. İlk günler zor geçer; yurttan yuvadan, anadan babadan ayrı kalmak pişmanlıklara neden olur. Bir kısmı dayanamaz, kaçar köyüne. Bir kısmı hastalanarak ayrılır okuldan. İlk günlerin zorluğunu atlatanlar kalıcı olurlar okullarında.

Bu arada bazı siyasal gelişmeler olur, İnönü başbakanlıktan çekilir, yeni hükûmeti Celal Bayar kurar. Atatürk’e ve İnönü’ye içten bağlı olan Saffet Arıkan değişikliği içine sindiremeyip bakanlıktan ayrılır. Yeni Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’dir. Tonguç yeni bakanı kutladıktan sonra istifasını sunar. Ancak Hasan Ali, kendisiyle çalışmak istediğini belirterek, istifayı geri çevirir.

Bir yandan eğitmen kursları, diğer yandan da köy öğretmen okulları sürdürür eğitimini. Tonguç uygulamalardan edindikleri ışığında konunun yasal boyutuyla da ilgilenir. Hazırladığı yasa tasarısında köy öğretmen okullarının adını “Köy Enstitüsü” olarak belirler. Yasa uyarınca ülkenin çeşitli yerlerinde köy enstitüleri açılacak, buralara ilkokulu bitirmiş köy çocukları alınacak, beş yıl süreyle kültür ve sanat eğitiminden geçecekler, okul bitince öncelikle kendi köylerine atanacaklar, öğretmenlikleri süresince kendilerine yasada belirlenen aylığın yanında geçinmelik arazi ile tarım ve diğer iş araçları da verilecektir. Yasa 17 Nisan 1940’ta, Hasan Ali Yücel’in eğitime egemen oluşunun ve hatiplik yeteneğinin de katkılarıyla Meclis'ten çıkar. Artık Hasan Ali Yücel’in ve Tonguç’un önünde uykusuz geçecek pek çok gece, yürünecek uzun ve yorucu pek çok yol ve yapılacak pek çok savaşım vardır.

TONGUÇ'UN 10 BİN KÖYE ZİYARETİ

Tonguç gecesini gündüzünü enstitülere ve eğitmen kurslarına ayırır. Bitmez tükenmez yolculuklarının ardı arkası gelmez. 1940’ların ulaşım koşullarında 10 bin köye gider. Yaptığı en rahat yolculuklar İnönü’nün Beyaz Treni'nde yaptığı yolculuklardır. Diğer yolculuklarında trenlerin ikinci mevki vagonlarında, kimi zaman makinistlerin yanında, bazen yürüyerek, bazen kamyon sırtında, belli bir süre sonra da ordu malı bir ciple Anadolu’yu karış karış dolaşır. Taşıttan indiği zaman bir genel müdürden çok, yorgun bir şantiye şefi görünümündedir; üstü başı toz toprak içinde, kimi zaman da eski püskü ve hatta yamalı boz bir urbayla dolaşır yurdu. (Genel müdüründen, öğrencisine değin tüm enstitülülerin üzerlerinde, kendi işliklerinde diktikleri boz urbaları, ayaklarında sağlam asker potinleri vardır.) Öyle ki bir Gölköy ziyaretinde kız öğrenciler hâline acıyarak ona hemen orada bir gece içinde bir takım yeni boz urba dikerek giydirirler. Gezilerinde güvendiği, ileride enstitü müdürü olarak görevlendireceği eğitimci arkadaşlarıyla birlikte kentlerden uzak, köylere ve demiryoluna ya da şoseye yakın, insan emeğiyle tarım yapılabilir duruma getirilebilecek genişlikte araziler arar, enstitü kurmak için. Ama koşullar yeni kurumlar açmaya hiç de uygun değildir. Ülke, yanıbaşımızda süren İkinci Dünya Savaşı nedeniyle büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Yokluk ve kıtlık yıllarıdır. Çivinin, çimentonun, camın, tenekenin karaborsada bile bulunmadığı zamanlardır. Böylesi bir ortamda sınırlı bir ödenekle enstitüler açmak, altından kalkılacak bir iş değildir. Ama Tonguç ve büyük çoğunluğu ilköğretim müfettişlerinden oluşan yönetici kadrosunun içi ülküyle doludur. Onlar sanki zoru başarmak için yaratılmışlardır. Okul kurağı olarak belirlenen yerlerin çoğunda içine girilecek tek bir bina bile yoktur. Kızılay’dan ya da yöredeki göçerlerden alınan çadırlarda barınarak başlarlar işe. Kurucu müdürlerin ve kurucu öğrencilerin yoğun ve özverili çabalarıyla bozkır üzerinde okul binaları yükselir, kıraç topraklarda ekinler boy verir. Kendi ürettikleri tuğlalarla örerler duvarlarını, kendi kesip biçtikleri keresteyle çatarlar çatılarını, kendi ürettikleri buğdayla pişirirler ekmeklerini, kendi tuttukları balığı yerler, kendi diktiklerini giyerler, bazen çatısız yatakhanelerde, karın altında ot yataklarda yatarlar. Savaş koşullarında yarı aç yarı tok olsalar da, zaman zaman yakınsalar da, kendi kurdukları yuvalarında, köyde yaşayacak, köye yararlı olacak şekilde, iş içinde, iş yaparken öğrenerek ve üreterek eğitilirler. Kendi yağlarıyla kavrulurlar, işlerini yaptıracak işçi ve memur çalıştırmazlar, bu anlamda devlete hiç yük olmazlar. Salt kendi yuvalarını kurmakla yetinmezler, nerede bir enstitü açılacaksa hemen ekipler oluşturup dayanışmaya koşarlar. Çifteler ekibi Ladik’e, Kepirtepe ekibi Hasanoğlan’a, Savaştepe ekibi Pulur’a, Akçadağ ekibi Dicle’ye gidip derslik, yatakhane, işlik, hamam yaparlar. İş bitiminde yurdu dolaşarak dönerler enstitülerine. Bununla da yetinmezler; kimsesizlerin harmanını kaldırırlar, evsiz göçmenlere ev, depremzede öğretmenlere konut, okulsuz köylere okul yaparlar.

Köy enstitülerinin kendine özgü koşulları olsa da yaşamda karşılaşılan sorunlar orada da yaşanır. İş kazalarında sakat kalanlar, ölenler olur. Her ne kadar kayıt sırasında sağlıklı olmak koşulu aransa da sıtmadan, veremden ölümlere rastlanır. Öğrenciler, öğretmenler, öğretmenlerle öğrenciler arasında gönül ilişkileri de olur enstitülerde. Bunlar doğaldır ve belirli bir sınırı aşmadığı sürece anlayışla karşılanır. Hatta çizilen sınırların dışına çıkmamak koşuluyla sürdürülen ilişkiler desteklenir ve böylelerinin düğünleri enstitülerce yapılır. İlişkide aşırıya kaçanlara izin verilmez, derhal enstitüyle ilişkileri kesilir. Sayıları az da olsa, öğrencisine duyduğu yakınlık yüzünden görevden atılan öğretmenler, birbiriyle anlayış sınırlarını aşan ilişkiler kuran kız ve erkek öğrenciler okuldan uzaklaştırılır.

AYDIN FABRİKASI

Her birinin kendine özgü bir öyküsü olan yoksul köy çocukları, kendilerine bir ana baba sıcaklığıyla yaklaşan öğretmenlerinin rehberliğinde, gelişmiş bir okuma kültürüyle ve ileri bir demokratik anlayışla yetişirler. İşi kişiselliğe dökmemek koşuluyla her enstitülü (öğretmen, öğrenci, yönetici, aşçı, işçi, memur…) müdüründen bakanına kadar herkesi, ayıplanacağını, baskı göreceğini aklına getirmeksizin özgürce eleştirir, kendisini eleştirenleri de olgunlukla karşılar. Talip Apaydın, Enver Atılgan, Yusuf Ziya Bahadınlı, Mehmet Başaran, Fakir Baykurt, Adnan Binyazar, Doğan Çağlar, Nebi Dadaloğlu, Ali Dündar, Nadir Gezer, Ümit Kaftancıoğlu, Yahya Kemal Kaya, Hasan Kıyafet, Mahmut Makal, Abbas Cılga, Emin Özdemir, Adnan Binyazar, Hasan Latif Sarıyüce, Osman Şahin, Ayşe Baysal, Saim Kaptan, Yahya Özsoy, Fikret Cantürk, Hayrettin Uysal, Niyazi Ünsal, Ali Yüce, Hasan Fehmi Güneş, Mustafa Üstündağ ve daha nice Türk aydını hep enstitülerin özgür, demokratik ve üretken havasını soluyarak yetişirler.

Tonguç’un temel sorunlarından biri, enstitülerde görev yapacak nitelikte öğretmen bulamamaktır. Enstitülerde mesleğinde başarılı ilkokul öğretmenlerinden bile yararlanma yoluna gidilmektedir. Tonguç, köy enstitüsünü bitiren başarılı öğretmenlerin alınacağı bir Yüksek Köy Enstitüsü açar Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde. Böylece hem enstitülere öğretmen, hem bakanlık kadrolarına bürokrat yetiştirecek, hem de yoksul köy çocuklarına yükseköğrenim olanağı sağlamış olacaktır. Bütün bunları Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’den ve Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’den aldığı destekle başarır Tonguç.

1953 sayılamalarına göre, Köy Enstitüleri'ni bitiren 17,345 öğretmen, 8,675 eğitmen ile 1,350 sağlık memuru yurdun dört bir tarafındaki köylere atanır. Ellerinde çoğu dünya klasiği bavul dolusu kitap, yanlarında devlet tarafından verilmiş üretim araçları ile dalarlar karanlığın içine. Onların her biri enstitü karşıtı Eskişehirli toprak ağası ve milletvekili Emin Sazak’ın tanımlamasıyla kendilerini Atatürk sanmaktadırlar; nasıl Atatürk kendini ülkesini kurtarmaya adamışsa onlar da kendilerini köylerini kurtarmaya adamış köy kahramanlarıdır. Mitolojik baş tanrı Zeus’tan aldığı ateşi insanlara götürdüğü için cezalandırılan ateş tanrısı Promethe gibi duyumsarlar kendilerini. Görevleri ortaçağ karanlığında yaşayan köylerini aydınlatacak ışığı taşımaktır köylerine. Onlar dağ başlarında yaktıkları çoban ateşleriyle gecenin karanlığına fener tutan ışık emekçileriydiler. Yağmurda, karda, fırtınada, ayazda dağ başlarında dimdik ayakta duran meşeler gibiydiler. Ülkü ve gönül birliği içinde Türkiye’nin aydınlanma çağını başlattılar. İzin verselerdi, aydınlanma ateşinin üzerine su dökmeselerdi Türkiye aydınlanma çağını yaşayacak, bilim ve kalkınma çağına geçebilecekti.

Koşulların uygun olduğunu gören İnönü temel bir soruna el atar. Gündemine, sağlığında Atatürk’ün önemle üzerinde durduğu Toprak Reformu'nu alır. Konuya ilişkin olarak Tonguç’a 200 bin tarım memuru yetiştirip yetiştiremeyeceğini sorar. Tonguç, kısa samanda bu kadar tarımcı yetiştirmenin olanaksızlığının farkındadır, üstelik konu en çok Tarım Bakanlığı'nın çalışma alanına girmektedir. Ne var ki İnönü’ye “olmaz” demeye içi bir türlü elvermez. Müdürlerini zorlar Tonguç, sığa (kapasite) artırımı için. Ancak müdürler isyan noktasına gelirler. Hasan Ali Yücel de beş senede 200 bin tarımcı yetiştiremeyeceklerini anlayınca İnönü’ye işin olanaksızlığı anlatılır. Meclis'teki büyük toprak sahibi milletvekillerinin şiddetli karşı çıkışlarına karşın İnönü ağırlığını koyarak Çiftçiyi Topraklandırma Yasası’nı geçirir Meclis'ten. Fakat bir süre sonra reformun mimarı Raşit Hatipoğlu bakanlıktan ayrılır, yerine reforma karşı olan toprak ağası Cavit Oral bakan olur. Bu bakan değişikliği, bir anlamda, devrimlerin ve köy enstitülerinin inişe geçişinin başlangıcı olur. Bir süre sonra CHP içindeki sağ kanat, Parti'ye egemen olur. 1946 seçimlerinin sonucunda İnönü kendi adayı yerine çevresindekilerin baskısıyla Recep Peker’i başbakan atar, o da kendi kadrosunu kurarak Hasan Ali Yücel’i kabine dışı bırakır. Yerine Tonguç’la barışık olmayan bakanlığın eski bürokratlarından Şemsettin Sirer geçer. Sirer, “ıslahat” adı altında enstitülere el atarak rayından saptırır. Bir süre sonra da Tonguç’u görevinden alarak Tonguç’un enstitülerdeki kadrosunu dağıtır. Diğer yandan geçirdiği soruşturma sonucu görevden alınan Kızılçullu’nun eski müdürü, Meclis'in yeni bağımsız milletvekili Mehmet Emin Soysal var gücüyle köy enstitülerine yüklenir. Ve enstitülerin kapatılmasıyla sonuçlanan süreç başlatılmış olur.

Günümüzde eğitim, halen rayına oturmuş değildir. Okumaz yazmazlık bir yana eğitim beklenen yararı sağlayamamıştır. Geçmişte köylerde yaşayan nüfus, günümüzde kentlerin varoşlarına taşınmıştır. Özelde varoşların, genelde tüm ülkenin kaliteli bir eğitimden geçmesinde ve tüketici toplumdan üretici topluma geçişte “köy enstitüleri” yararlanılması gereken çok önemli bir deneyimdir. Bunun için de köy enstitüleri olayının doğru anlaşılması gerekmektedir.

* * * * * * * * * * * * * * * * * 

KAYNAK: aydınlık.com.tr – özgürlük meydanı

https://www.aydinlik.com.tr/haber/koy-enstituleri-aydin-fabrikasiydi-241377