12 Temmuz 2024 Cuma

Bozkırın ortasındaki aydınlanma ocağı / AYDIN KARATAŞ





Bozkırın ortasındaki aydınlanma ocağı / AYDIN KARATAŞ

Yazın sıcağında, kışın soğuğunda öğrenciler ve öğretmenler tarafından sadece bina yapılmaz; 600 dönüm üzerinde uygulama bahçeleri, tarım alanları, hayvan yetiştiriciliği de yapılır. Çevre ağaçlandırılır. Müzik ve sinema salonu, kütüphane, açıkhava tiyatrosu yapılanlar arasındadır

Tarih 10 Temmuz 1941. Günlerden perşembe. Gündüz etrafı kavuracak olan güneş yeni doğmakta. Ankara merkezine 34 kilometre uzaklıktaki Hasanoğlan Köyü yakınındaki Hamurbasan Sırtı’nda toplanan boz giysili öğrenciler ve birkaç öğretmen heyecanla beklemekte. Kazılan temelin etrafını kuşatan köylüler meraklı gözlerle olup biteni izlemektedir. İlköğretim Genel Müdür Yardımcısı Ferit Oğuz Bayır kısa bir konuşma yapar; arkasından ilk harcı koyar temele. Bu temel köy enstitülerinin on beşincisi olan Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne aittir.

1941 yılı başında İkinci Dünya Savaşı hızlanarak sürerken Trakya’nın boşaltılması gündeme gelir. Kırklareli'nin Lüleburgaz ilçesinde kurulan Kepirtepe Köy Enstitüsü’nün Ankara’ya taşınması düşünülür. 266 öğrencisi olan bu enstitünün taşınacağı yer konusu araştırılır. En uygun yer olarak Elmadağ ilçesine bağlı Hasanoğlan köyü seçilir. O günkü olanaklara göre ulaşımı kolaydır. Ankara-Kayseri tren yolu köyün yakınından geçmektedir. Su kaynakları vardır. Taş, kum, çakıl çoktur. En önemlisi köy halkı okulun kurulmasını desteklemektedir. Hemen kamulaştırma işlemlerine başlanılır.

18 Nisan 1941 tarihinden itibaren Kepirtepeliler beş kafile halinde Hasanoğlan’a ulaşır. Köyün camisi, okulu öğrencilerle dolar. Bazı köy evleri kiralanır. Öğrencilerin barınmasına bu da yetmeyince kıraç araziye çadırlar kurulur. Öncelikle mutfak, ambar, hamam, çamaşırhane yapılır. İnşaat alanına su getirilir. Yapı malzemeleri zor da olsa bulunur. İnşaatı hızlandırmak için Kayseri-Pazarören, Kars-Cılavuz, Samsun-Ladik Akpınar’dan gruplar halinde enstitü öğrencileri gelir.

İnşaatın ilk günlerinde köylüler, genellikle yaşları 12 -17 arasında olan boz giysili, cılız öğrencileri göstererek, “İnşaatı bu bebeler mi yapacak?” diye endişelerini dile getirirler. Günler geçip yapılar gün yüzüne çıkınca, köylüler, karınca gibi çalışan köy çocuklarına saygı duyar; onları severler.

Her enstitü imece grubunun ayrı inşaat sahası vardır. Değişik köy enstitülerinden gelen gruplar arasında tatlı bir rekabet başlar. Öğrenciler kendi yaşıtlarıyla işbirliği yapmayı, iş üretmeyi, paylaşmayı ve dayanışmayı öğrenirler. Kepirtepeliler yaptıkları binanın çatısına bayrağı dikerler; hep bir ağızdan şu tekerlemeyi söylerler: “Kepirtepe kelebir/Hasanoğlan kır kıraç/ İki yeşil yoksunu/ Ne su vardı, ne ağaç.” Hasanoğlan, kendisinden önce kurulan 14 köy enstitüsünün öğrencilerinin imece yapıtı olur.

Yapılması hedeflenen 125 binadan, beş yıl içinde 63’ü yapılabilir. Yazın sıcağında, kışın soğuğunda öğrenciler ve öğretmenler tarafından sadece bina yapılmaz; 600 dönüm üzerinde uygulama bahçeleri, tarım alanları, hayvan yetiştiriciliği de yapılır. Çevre ağaçlandırılır. Müzik ve sinema salonu, kütüphane, açıkhava tiyatrosu yapılanlar arasındadır. Sabahları yapılan spor ve halk oyunları gün boyu öğrencileri zinde tutar. Yerel kültürlerin paylaşılması ulusal kültürün oluşmasına katkı yapar.

Hasanoğlan bünyesinde, 1943 yılının Haziran ayında çıkan yönetmelikle Yüksek Köy Enstitüsü (3 yıl süreli), 10 Ocak 1944’te ise köy sağlık memuru yetiştirmeye yönelik Sağlık Kolu (2 yıl süreli) açılır.

Hasanoğlan Köy Enstitüsü başta Ankara olmak üzere Çankırı, Kırşehir’den öğrenci alır. İnşaat çalışmaları büyük oranda biten enstitüye 2 Ocak 1942’de ilk öğrenciler gelir. 1954 yılında diğer köy enstitüleriyle birlikte kapatılan Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde toplam 678 öğretmen, 774 sağlık memuru, 213 yüksek kısım ve 102 geçici kurs mezun olur. Yüksek Köy Enstitüsü bölümü mezunlarının ise 18’i kadın, 195’i erkektir. Yüksek Köy Enstitüsünden mezun olan eğitimci, yazarlardan bazıları şunlardır: Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Cavit Binbaşıoğlu, Ali Dündar, Abdullah Özkucur, Pakize Türkoğlu, Cemal Yıldırım.

12 YILDA 9 MÜDÜR

Hasanoğlan Köy Enstitüsü Ankara’ya en yakın enstitü olduğundan başkentin siyasi atmosfer değişiminden çabuk etkilenir; sık sık yönetici değişimi olur. Hasanoğlan’da geçici müdür olarak ilk görevlendirilen eğitimci Ali Rıza Tümer’dir. Daha sonra Mehmet Tuğrul ve Mustafa Güneri vekil müdür olarak görevlendirilir. 4 Ocak 1942’de Afyon Millî Eğitim Müdürü Mustafa Lütfi Engin, müdür olarak atanır.

10 Temmuz 1943’te ise onun yerine de daha deneyimli olan Trabzon Beşikdüzü Köy Enstitüsü Kurucu Müdürü Hürrem Arman getirilir. 8 Şubat 1945’te de müdürlüğe Çifteler Köy Enstitüsü Müdürü M. Rauf İnan atanır. İnan’ın, politik nedenlerle geri hizmete çekilmesi üzerine yerine, 19 Ağustos 1946’da Kastamonu Göl Köy Enstitüsü Müdürü Ali Doğan getirilir. Ondan sonra, 27 Aralık 1946’da Fevzi Ertem, 20 Mart 1949’da Kemal Üstün, tasfiye dönemi müdürleri olarak görev yaparlar.

KONUKLARIN İLGİ ODAĞI HASANOĞLAN

Enstitünün Başkent merkezine yakın olması nedeniyle protokol gezilerine sık sık ev sahipliği yapmasına neden olur. Hasanoğlan artık yerli ve yabancı birçok konuğun uğrak yeridir. Zamanın cumhurbaşkanı, başbakanı, bakanları, Milli Eğitimin bürokratları sık sık buraya gelir, gezer, bilgi alırlar. Köy enstitülerinin yurda ve dünyaya tanıtılması aşamasında Hasanoğlan, büyük bir rol oynar. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü 27 Kasım 1947'de Bakan Reşat Şemsettin Sirer tarafından alınan bir kararla kapatılır. Kapatma sürecinde Hasanoğlan’a gelen bazı konuk ve okutulan kitaplar üzerinden birçok soruşturma açılır.

Soruşturma konularından en ilginci ise, sonradan yapılan müzik binası çatısının orağa benzetilmesidir.
2004 yılında çıkarılan Büyükşehir Yasası ile belediyeliği iptal edilen Hasanoğlan, günümüzde Elmadağ’da bir semtin adıdır. Bu semtte Bahçelievler, Fatih, Havuzbaşı, İstasyon, Muzaffer Ekşi, Şehitlik olmak üzere altı mahalle vardır. Köy enstitüsüne ait arazi ve yapılar daha çok İstasyon ve Şehitlik Mahallesi’nin sınırları içerisindedir. 1954’ten itibaren Hasanoğlan yerleşkesinde bir süre faaliyet gösteren Öğretmen Okulu yerinde şu anda Polis Meslek Eğitim Merkezi, Hasanoğlan Anadolu İmam Hatip Lisesi, Hasanoğlan Fen Lisesi, Polis Meslek Yüksek Okulu, Hasanoğlan Sağlık Ocağı- Aile Sağlığı Merkezi bulunuyor. Günümüzde bakımsızlıktan birçok binası atıl durumda bulunan Hasanoğlan Köy Enstitüsü tarihi dokusu bozulmadan onarılarak bir eğitim müzesine dönüştürülemez mi?

KAYNAKÇA:

- Mustafa Güneri - Hasanoğlan Hatırası – T. İş Bankası Yayınları, 4. Basım, Temmuz 2018, İstanbul, 214 sayfa.
- Fay Kırby – Türkiye’de Köy Enstitüleri – Güldikeni Yayınları, 2. Basım, 2000, Ankara, 420 sayfa.
- Abdullah Özkucur – Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları, 2. Basım, Ocak 2013, Ankara, 596 sayfa.
- Köy Enstitüleri 1- 2, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları, 1. Basım, Nisan 2003, Ankara, 318 sayfa.

* * * * * * * * * * * * * * * * * 

Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/haber/bozkirin-ortasindaki-aydinlanma-ocagi-hasanoglan-koy-enstitusu-nasil-kuruldu-hasanoglan-koy-enstitusunun-hikayesi-480319

* * * * * * * * * * * * * * * * *

6 Temmuz 2024 Cumartesi

Köy Enstitüleri: Fikri hür vicdanı hür irfanı hür nesiller yetiştiren okullar / ARİF YAYLA

 


Köy Enstitüleri: Fikri hür vicdanı hür irfanı hür nesiller yetiştiren okullar / ARİF YAYLA

Her köy enstitüsüne tarla, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeler tahsis edilmişti. Derslerin yüzde 50’lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi. Uygulamalı eğitime anlamlı bir ad verilmişti: 'iş içinde eğitim'

Köy Enstitüsünde öğrencilere bir müzik aleti çalmayı öğretiyorlardı.

Atatürk eğitimin önemini şu sözlerle dile getirmiştir: “Bir millet savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak eğitim ordusuyla mümkündür.”

Beklenti, yine Atatürk’ün ifadesiyle “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesillerin yetiştirilmesidir. Bunun için de çağın gereklerine göre, aydın nesiller yetiştirecek olan aydın kafalı eğitimcilerin yetiştirilmesi gerekir.

Cumhuriyetin kuruluş döneminde öğretmen sayıları şöyleydi:

  • Kadın öğretmen sayısı, bin 81.

  • Erkek öğretmen sayısı, 9 bin 21.

  • Toplam öğretmen sayısı: 10 bin 102.

Bu öğretmenlerin öğretim/eğitim seviyelerinden örnekler:

  • Öğretmenlik eğitimi almış olanlar 378’i kadın, 2 bin 356’sı erkek olmak üzere 2 bin 734’tür.

  • Bin 357’si ilköğrenim mezunu, 711’i medreseden ayrılmış, 152’si muntazam bir tahsil görmemiş, 2 bin 107’si hiçbir öğretmenlik ehliyeti taşımayan kişilerdi.

1924 yılından önce ilkokul sonrası 4 yıl olan eğitim süresi 1924’te 5 yıla, 1932-33 öğretim yılında ise 6 yıla çıkartılmıştır (3 yıl orta ve 3 yıl lise). 1970-71 öğretim yılına kadar, ilkokul öğretmenleri lise düzeyindeki 3 yıllık ‘İlköğretmen Okulları’nda yetiştirilmiştir.

Kurtuluş Savaşı sonrasında vatandaşların sadece yüzde 3-4'ünün okuma yazma bilmesi, halkın yüzde 80'inin köylerde yaşıyor olması eğitime gecikmeksizin müdahaleyi gerektiriyordu. Bu nedenle Atatürk, acil önlem paketini yürürlüğe koydu. Buna göre askerliğini çavuş olarak yapmış erlerden hızlandırılmış eğitimle köy öğretmeni (eğitmen) yetiştirilip köylerine öğretmen olarak gönderilme projesini önerdi ve bu proje uygulandı. Diğer yandan askere alınan gençlerden okuma yazma bilmeyenlere okuma yazma öğretildi. Askerler bu okullara “Ali Okulları” adını vermişlerdi.

DEWEY RAPORU

1924 yılında ABD'li Eğitim Profesörü John Dewey, Mustafa Kemal tarafından Türkiye’ye davet edildi. Kendisinden Türkiye’de eğitimin nasıl olması sorusuna yanıt verecek bir rapor hazırlanması istendi. Dewey’in hazırladığı rapor zamanın yöneticileri tarafından incelendi. Profesör John Dewey'nin raporu, Maarif Vekaleti Mecmuası, Mart 1925, No. 1. sayısında yayınlandı. (Bu rapor, 1939'da Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel zamanında tekrar yayınlandı.)

1930’lu yıllarda Eğitim Yurtları ve Köy Eğitim Kursları gibi denemelerin iyi sonuç vermesiyle birlikte, tümüyle Türkiye’ye özgü yepyeni bir eğitim sistemine geçilmesi kararlaştırılmıştır. Bu projenin adı 'Köy Enstitüleri’dir. Projeyi, 28 Aralık 1938 tarihinde Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel bizzat sunmuştur. Atatürk, proje çalışmalarıyla titizlikle ilgilenmiş ancak yasalaşmasına erememiştir. Nihayet 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile Köy Enstitüleri resmen açılmıştır.

Bu okullar, dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün oluruyla, Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve köy enstitülerinin mimarı sayılan dönemin İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç'un çabalarıyla köylerden ilkokul mezunu zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek öğretmenlik yapmaları amaçlanmıştır.

Köy enstitüsü uygulaması dünyada da dikkat çekti ve Amerikalı eğitim filozofu John Dewey’den övgü aldı. Prof. Dawey, öngörülerinin gerçekleşmesinden mutlanmıştı. Savına göre, özellikle kırsal bölgelerde kurulan bu okullar toplumun yaşam merkezi haline dönüşecekti. Dahası Türkiye'de okulların yerel koşullara uyarlanması konusu eğitim felsefesinin özünü oluşturuyordu. Mezunların aynı anda hem okul öğretmenleri hem de toplumun eğitmeni olması bekleniyordu. 1940 yılından başlayarak, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında 21 köy enstitüsü açıldı. Seçilen yerler şehirlerden uzak ancak tren yollarına yakındı. Mezun olan öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek hem de modern ve bilimsel tarım tekniklerini öğretecekti.

Uygulamalı derslerden biri balıkçılıktı.

YÜZDE 50 ÖRGÜN YÜZDE 50 UYGULAMA

Her köy enstitüsüne tarla, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeler tahsis edilmişti. Derslerin yüzde 50’lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi. Uygulamalı eğitime anlamlı bir ad verilmişti: "İş için iş içinde eğitim."

Köy enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece bir ilkokul öğretmeni olmuyor aynı zamanda tarım, sağlık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluğu da uygulamalı olarak öğrenmiş oluyordu. Mezun olan öğretmenlere yetiştirildikleri branşa ve gönderilecekleri köye göre 150 parçaya varan alet ve edevat veriliyordu. Öğretmenler bu alet ve edevat ile köylülerin de yardımıyla köy okulunu inşa ediyor ve köylülere hem modern tarım tekniklerini hem de okuma yazmayı ve hatta okulda öğrendikleri kadarıyla bir müzik aleti çalmayı bile öğretiyorlardı. (Gerçi taşıma kolaylığı nedeniyle ‘mandolin’ zorunlu çalgı aleti kabul edilse de ‘cura’ya haksızlık edilmiştir. Çünkü cura da taşınması kolay üstelik Türk müziği tınılarına en uygun sazlardan birisidir. Bu tür tali hatalar yapılmıştır.)

Hasan Âli Yücel, Millî Eğitim Bakanlığı döneminde dünya klasiklerini Türkçeye tercüme ettirmişti. Köy enstitüleri öğrencileri her sene 25 tane klasik romanı okumakla yükümlüydü. Bu sayede zeki köy çocuklarından entelektüel aydınlar oluşuyordu.

1940-1946 arasında köy enstitülerinde 15 bin dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve üretim yapılmıştır. Aynı dönemde 750 bin yeni fidan dikildi. Oluşturulan bağların alanı 1.200 dönümü aşmıştır. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik (atölye), 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km yol yapılmış, ayrıca uygulamalı eğitimin yapıldığı çiftliklere sulama kanalları ile su getirilmiştir.

Köy enstitüsü uygulaması Hasan Âli Yücel'in 1946'da Millî Eğitim Bakanlığından ayrılmasına değin devam etmiştir.

KÖY ENSTİTÜLERİNİN KAPATILMASI

Hasan Âli Yücel'den sonra 1946 yılında köy enstitüleri kapatılmaya başlandı. ‘Sözde’ yenileşmenin mimarı Reşat Şemsettin Sirer, 1946'da İsmet İnönü tarafından Millî Eğitim Bakanlığına atanmıştır. Bakan Sirer eğitim kurumlarında büyük bir kadro (maiyet) değişikliğine gitti.

Bakan Sirer’in ilk icraatlarından ikisi, köy enstitülerine öğretmen yetiştiren Yüksek Köy Enstitüsü bölümünü 27 Kasım 1947'de, eğitmen kurslarını ise 28 Haziran 1948'de kapatmasıdır.

Bakan Reşat Şemsettin Sirer döneminde, eğitimde en büyük geri gidiş sayılan “Köy enstitülerinin üretime dayalı eğitim sisteminin kaldırılarak, yerine tüketime dayalı köy öğretmen okullarının açılması” gerçeği tarihe geçmiştir. Ayrıca Sirer'in emriyle oluşturulan yeni düzende yeni okulların, 1946 öncesi esas köy enstitüsü mezunlarıyla ilişiği kesildi ve aradaki bağ koparıldı.

Bakan Sirer en başından beri köy enstitülerinin başarılı olacağına inanmıyordu ve bir konuşmasında “Köy enstitülerinde hem öğretmen hem demirci hem marangoz çıkacak? Bu bir hayaldir!” demişti. Bakan Sirer 3 Mart 1951 tarihli Ulus Gazetesi’nde yayınlanmış bir yazısında da övünerek “...Bu Enstitüler, dört yıldan (1947'den) beri birer öğretmen okulundan başka bir şey değillerdir.” diyordu.

Reşat Şemsettin Sirer’in görüşlerini Cumhurbaşkanı İnönü ile paylaşmadan eyleme geçirmesi düşünülemez. CHP içindeki derin ayrılıklar başka bir çalışmanın konusudur. Burada sadece dönemin barındırdığı bazı sav ve bilgilere kısaca değinelim.

Öğrenciler kalacakları yerleri, derslikleri ve işlikleri kendi inşa ediyordu.

BAZI SAV VE TARTIŞMALAR

1) II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru, 1945 yılında Sovyetler Birliği lideri Stalin'in Türkiye'den Kars, Artvin ve Ardahan'ı Sovyet topraklarına katmak ve Boğazlarda askeri üs istemesi üzerine, Millî Şef (Cumhurbaşkanı) de ABD'den destek istemişti. İşte zurnanın zırt dediği yer burasıydı. Bu desteği vermeye hazır olduğunu belirten ABD, Truman Doktrini ile finansal yardıma başlamıştı ama karşılığında Türkiye'de serbest seçimlere dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilmesini ve ‘Millî Şeflik’, ‘5 yıllık kalkınma planları’ ve ‘köy enstitüleri’ gibi uygulamaların kaldırılmasını talep etti. 1946 yılında hükûmetin yaklaşan seçimleri yitirme kaygısıyla CHP içindeki bir kısım milletvekilinin başını çektiği örgütlü muhalefetin kampanyası sonunda, eğitim müfredatında ve yapılanmasında, kuruluş amaçlarından uzaklaşan değişiklikler yapıldı. İlerleyen yıllarda da daha önceleri sıkı sıkıya sahip çıkılan "iş için iş içinde eğitim" (uygulamalı eğitim) ilkesinden uzaklaşıldı. Köy enstitülerinin yerini alan köy öğretmen okulları 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti döneminde bir süre daha eğitime devam edebilmiş ise de zaten 1950 öncesi içi boşaltılmış olan bu okullar 1954 yılında tamamen kapatılmıştır. (Köy enstitülerinin kapatılmasıyla köy öğretmen okullarının kapatılması bazen aynıymış gibi algılanıyor ya da algılatmaya çalışılıyor.)

2) Cumhuriyet Halk Partisi, Köylüyü Topraklandırma Yasası çıkarmak istiyordu. Ancak partinin muhalif kanadı bu yasaya karşı çıkıyordu. Bu ve daha birçok konuda görüş ayrılıkları derinleşince bir kısım milletvekili Demokrat Parti’yi kurdu. Bu milletvekilleri içinde Atatürk Devrimlerine karşı olup tek parti yönetiminde bu düşüncelerini açığa vuramayan siyasi ve toplumsal grupların bir karşı devrim atağı başlatarak köy enstitülerinin kapatılmasını sağladığı iddia edilmiştir. Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nün eski müdürü Rauf İnan ve Hıfzı Veldet Velidedeoğlu bu iddiayı savlayanların başında gelirler.

3) 1945 yılında köy enstitüleri hakkında, komünistlerin, dinsizlerin yetiştiği fuhuş yuvaları olduğu söylenerek saldırı kampanyaları başlatılmıştır.

4) Parlamentoda bütçe görüşmelerinde Milletvekili Emin Sazak'ın “köylere giden enstitü mezunları kendilerini birer Atatürk zannediyorlar” demesi üzerine Hasan Âli Yücel, “Bu çocukların her birinin birer Atatürk olması temenni edilir” şeklinde cevap vermesi tartışmanın derinliğini göstermektedir.

Öğrencilere ve köylülere modern tarım teknikleri anlatılıyordu.

HEDEF CUMHURİYET DEVRİMLERİYDİ

Gözden uzak tutulmaması gereken en önemli konu toplumun hızla değişime uğramasının oluşturduğu hazımsızlıktı. Örnekler:

  • Bu okullarda öğrenciler bizzat yönetime katılıyorlardı. Bu ve benzeri sebepler ile enstitülere komünistlik suçlamaları yapılıyordu.

  • Kız öğrencilerin erkek öğrenciler ile karma eğitim görmesi sonu gelmez dedikodulara neden oluyordu.

  • Köylüler okul ve enstitü binası inşaatlarına yardım ile devlet tarafından mükellef kılınmıştı. Bu zorlamalar köylülere angarya geliyordu(!).

  • Öğrencilerin öğrenim görecekleri kendi okullarının inşasında çalıştırılmaları eleştirilmekte ve boğaz tokluğuna çalıştırıldıkları savlanıyordu.

  • Köylere atanan öğretmenler, muhaliflerin de kaşımasıyla yörenin toprak ağalarıyla sorunlar yaşıyorlardı. Bu geçimsizlikler köy öğretmenlerinin toprak ağalarının seçtirdiği milletvekillerine şikâyet olarak ulaşıyordu.

İsmet İnönü 1966 yılında geride bıraktığı hayatı boyunca hatırlanacak en önemli eserlerinin köy enstitüleri ve çok partili hayata geçiş olduğunu söyledi. 1941 yılındaki ifadeleri de tarihe geçmişti: "Köy enstitülerini cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi, en sevgilisi sayıyorum. Köy enstitülerinden yetişen evlatlarımızın muvaffakiyetlerini ömrüm boyunca yakından ve candan takip edeceğim.”

Olgulara bakınca Milli Şef İnönü, ülkeyi İkinci Dünya Savaşı’na bulaştırmayan, çok partili döneme geçişi sükunetle sağlayan kıvrak zekasına karşın, köy enstitüleri projesinin arkasında gerektiği gibi duramamıştır. Şunu da belirtelim; İnönü, başlangıçta (yoğun muhalefet ortaya çıkmadan önce) köy enstitülerinin arkasında durdu ve her türlü desteği verdi. Toprak reformunu da desteklediğini açıkladı. Ne yazık ki 1946 seçimlerinde CHP'ye oy kaybettireceği endişesi ile köy enstitülerinin kapatılmasına karar verebildi ancak 1946 seçimleri kotarılsa da 1950 seçimleri kaybedildi. Burada “olan aydınlanma devrimine oldu” dersek yanlış olmaz kanısındayım.

Son söz olarak şunu söyleyebilirim: Kurtuluş Savaşımız, Mustafa Kemal önderliğinde bir araya gelen kurmay sınıfının Türk Ulusunun desteğini alarak kazanılmıştır. Ancak devrim sonralarında işleyen genel kanıya göre “her devrim önce kendi çocuklarını yermiş”. Bu kural bize uyar mı onu bilemem. Savaşın ve devrimin önderi bu dünyadan göç ettiğinde, işin koltuk kavgasına dönüşmemesi ham hayaldir. Yine de olan bitene rağmen bağımsızlığımızı sağlayan komutanlarımızı saygıyla anmak değerlidir. Her yöneticiden iyi bir liderlik beklemek, hele hele Atatürk gibi bir lider beklemek doğru değildir. Olaylar bazen hiç de istemediğimiz yönde gelişebilir. Bize düşen olanları gelecek nesillere doğru aktarabilmek…

Notlar:

l Sayısal veriler Milli Eğitim Dergisinden alınmıştır: (https://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/milli_egitim_dergisi/160/dursunoglu.htm)

l Kapatıldığı 1954 yılına kadar Köy Öğretmen Okullarında bin 308 kadın ve 15 bin 943 erkek toplam 17 bin 251 köy öğretmeni yetişmişti. Fakir Baykurt, Ümit Kaftancıoğlu, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu, Hatun Birsen Başaran, Ali Dündar, Mehmet Uslu ve Dursun Akçam gibi önde gelen yazarlar ve düşünürler bu okullarda yetişmişlerdir.

l Kurtuluş Savaşı komutanlarından önemlice bir kısmının İnönü ile anlaşmazlığa düşmesinin 1946 ve sonrasını nasıl etkilediğini değerli eğitimci-yazar Dursun Akçam’dan dinleme onurunu yaşadım. Yazılmaması koşuluyla Doğan Avcıoğlu’ndan sözlü olarak dinlediklerini bana anlattığında birçok konuda koşullandırılmış bilgilerle donatılmış olduğumu anladım. Dursun Akçam’a rahmet dilerken onunla tanışmamı kendi evinde sağlayan değerli dostum hekim-yazar Alper Akçam’a müteşekkirim.

* * * * * * * * * * * * * * * *

KAYNAK: https://www.aydinlik.com.tr/haber/koy-enstituleri-fikri-hur-vicdani-hur-irfani-hur-nesiller-yetistiren-okullar-386817

* * * * * * * * * * * * * * * *


5 Temmuz 2024 Cuma

Köy Enstitüleri'nden gerçek görüntüler! 'Bir Türk Mucizesi'/ aydinlik.com.tr

 





Köy Enstitüleri'nden gerçek görüntüler! 'Bir Türk Mucizesi'/ aydinlik.com.tr

Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı zafere ulaştırmış bir ulusun ekonomik ve kültürel kalkınma yolundaki en devrimci adımlarından biridir Köy Enstitüleri... Öyle ki, Fransız yazar Georges Duhambel şöyle diyecekti: Dünyanın hiçbir yerinde böylesine yararlı ve anlamlı eğitim kurumları görmedim.

Kuşkusuz, Türk mucizesi varlığını 'arasız devrimlere' borçludur. Türk Devrimi'nin eşsiz önderi Mustafa Kemâl Atatürk ise kazanılan elde edilen askeri zaferin, ekonomik zafer ile taçlandırılmadığı takdirde uçup gideceğini öngörmüş ve yaşamın her alanında giriştiği 'arasız devrimlerle' bağımsız bir ulus modeli yaratmayı amaç edinmişti.

10. Yıl Nutku'nda büyük önder şöyle diyordu:

Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz.Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz.Yurdumuzu dünyanın en mâmur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.

16 BİN PARLAYAN GÜNEŞ YETİŞTİ

Türkiye'nin plânlı kalkınma politikasının bir ürünü olan Köy Enstitüleri, eğitimden başlayarak toplumda bir aydınlanma hareketinin öncüsü olarak yerini alıyordu. Güzel sanatlardan tarıma, hayvancılıktan disiplin ve terbiyeye kadar çağdaş dünyaya rol model bir insan tipi yetiştirmek amacı güden Köy Enstitüleri, pek çok müzisyen, şair, yazar, ressam, bilim insanı olmak üzere 16 bin 400 kadın ve erkek öğretmen yetiştirdi.

'ENSTİTÜLERİ KAPATANLARIN CEZASINI TARİH VERSİN'

Köy Enstitüleri'nin örgütçü aydını Fakir Baykurt ise, kitabında Köy Enstitüleri konusunu enine boyuna tartışarak"Enstitüler kapanmasaydı, Türkiye aydınlanır ve bugün karşı karşıya kaldığı sorunların hiçbirini yaşamazdı" diyor ve cümlesini şöyle tamamlıyor: “Enstitüleri kapatanların cezasını tarih versin!”

Baykurt, 1943-48 yılları arasında Isparta Gönen Köy Enstitüsü’nde eğitim gördü.

YAŞAR KEMAL: TÜRKİYE'NİN ÜÇ ŞEYLE ÖVÜNMESİNİ İSTERİM

Türk edebiyatının seçkin isimlerinden Yaşar Kemal ise, Köy Enstitüleri hakkında şunları söylüyor:

Ben üç şeyle övünmesini isterim Türkiye’nin. Atatürk’ün gerçekleştirdiği kendine dönüş ve bağımsızlık politikası, Hakkı Tonguç’un gerçekleştirdiği demokratik eğitim ve Nâzım Hikmet’in getirdiği insancıl, ulusal şiir.

Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç'un gayretleriyle kurulan Köy Enstitüleri, o dönem yükselen gerici-karşı devrimci hareket tarafından saldırılara maruz kalır. Dönemin iktidar kanadının da basiretsizliğiyle  Yüksek Köy Enstitüsü 27 Kasım 1947'de, eğitmen kursları 28 Haziran 1948'de kapatılır.

İsmet İnönü, yıllar sonra Köy Enstitüleri'nin kapatılması hakkında  "Kapanmasından duyduğum acıyı tarif edemem" demiştir.

KÖY ENSTİTÜLERİ KATLEDİLDİ

Yazar Mustafa Ekmekçi ise, Enstitü'nün aslında 1946 yılından başlayarak atıl hale getirildiğini ifade eder:

Gerçekte Köy Enstitüleri, onu kuran CHP’nin iktidarında yine onun elleriyle kapatıldı. Demokrat Parti’nin yaptığı sadece bunu, yasallaştırmak olur. İkinci perde, birincisine göre daha kısa sürdü. Fazla tartışma bile olmadı.

Youtube kanalında Hasanoğlan Köy Enstitüsü Akif Tanrıkulu, Köy Enstitüleri'nin görüntüleriyle geniş bir arşiv sunuyor.

İşte Türk eğitim modelinde bir güneş gibi parlayan ancak kirli siyaset ve özünde dış müdahalelerle perdelenen Köy Enstitüleri'ne ait görüntüler...

* * * * * * * * * * * * * * *

Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/haber/koy-enstitulerinden-gercek-goruntuler-bir-turk-mucizesi-413167

* * * * * * * * * * * * * * *


İşte Köy Enstitüleri'nde okutulan ders kitapları! / Samet Can Kocagür





Cumhuriyet'in ilim yuvalarıydı! İşte Köy Enstitüleri'nde okutulan ders kitapları! / Samet Can Kocagür

Köy Enstitüleri, Atatürk’ün “Efendimiz” dediği köylüyü kalkındırmak ve milli üretimin en önemli parçası haline getirmek amacıyla oluşturulan milli bir modeldi. İşte Köy Enstitüleri'nde okutulan ders kitapları!

Köy Enstitüleri modeli üreterek öğrenmek, öğrenirken gelişmeye dayalıydı. Tüketen değil, üreten nesiller amaçlandı. Çünkü o günün en önemli sorunu üretmek ve halkın günlük ihtiyaçlarını karşılamaktı. Eğitim de buna cevap verecek şekilde düzenlendi. Ezberci, kaderci, tüketime dayalı insan değil; üreten ve sorgulayan; her alanda donanımlı ve kültürlü insan tipi yaratmak amaçlanmıştı. Bu konuda da çok önemli kazanımlar elde edildi.

Milli Eğitim Bakanı Yücel, 17 Nisan 1940 günü TBMM'de Köy Enstitüleri Kanunu'nun görüşüldüğü sırada yasanın amacını şöyle tarif eder: "Biz Köy Enstitüsü'nü sadece içerisinde kuramsal eğitim yapılan bir kurum olarak almadık. İçerisinde tarım sanatları, demircilik, basit marangozluk gibi uygulamalı faaliyetler de bulunduğu için okul adıyla anmadık, enstitü diye isimlendirmeyi uygun gördük." (Yücel Söylev ve Demeçleri, s.304-305.)

Köy Enstitüsü sisteminin temel eğitim felsefesi ve ilkeleri özetle şöyleydi: Bütünsellik, çok yönlülük, uygulama bütünlüğü, karma eğitim, planlı yöneltme, kültürde yerelden evrensele, laik çağdaş eğitim, üretkenlik, yapıcı ve yaratıcı ahlâk, teknoloji kullanımı, özyönetim, millete hizmet ruhu ve köylü ile öğretmenin kader birliği.

* * * * * * * * * * * *

KAYNAK: https://www.aydinlik.com.tr/fotogaleri/cumhuriyetin-ilim-yuvalariydi-iste-koy-enstitulerinde-okutulan-ders-kitaplari-415349

* * * * * * * * * * * *

3 Temmuz 2024 Çarşamba

Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nün görüntüleri tarihe yolculuğun kapılarını açtı/ Samet Can Kocagür

 




ABD'nin arşivinden çıkmıştı! Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nün görüntüleri tarihe yolculuğun kapılarını açtı.../ Samet Can Kocagür

Eğitim tarihimizde önemli bir yere sahip olan Köy Enstitüleri, ülkenin eğitim alanındaki en büyük reformlarından birisi olmuştur. Türkiye'nin 15. köy enstitüsü olan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nün ABD Film Arşivi'nden alınan görüntüleri renklendirildi ve düzenlendi.

1940'lı yıllarda hayata geçirilen Köy Enstitüleri, kırsal kesimde yaşayan çocuklara kaliteli eğitim sağlama hedefiyle başlatılmıştır. Köy Enstitüleri, sadece okuma-yazma öğretmekle kalmayıp, öğrencilere tarım, hayvancılık gibi pratik beceriler de kazandırmayı amaçlamıştır. Bu sayede hem eğitim seviyesi yükseltilmiş, hem de köylerin kalkınmasına katkı sağlanmıştır. 1950'li yıllarda kapatılan Köy Enstitüleri, bugün hala tartışılan bir konudur.

GÖRÜNTÜLER ARŞİVDEN ÇIKTI

1941-1947 yılları arasında hizmet veren ve Türkiye'nin 15. köy enstitüsü olan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nün ABD Film Arşivi'nden alınan görüntüleri renklendirildi ve düzenlendi.

1946 yılında çekilmiş bu görüntüler, günümüz eğitim sistemi üzerine uzun uzun düşündürdü.

Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğrencileri, sabah sporu olarak güne halk oyunlarıyla başlar daha sonra arkadaşların fırında pişirdiği ekmeklerle kahvaltılarını yapar, iş üretmeye kız erkek birlikte başlardı.

Hasanoğlan Köy Enstitüsü büyük bir kütüphaneye sahipti ve Hasan Ali Yücel’in çevirisini yaptırdığı Dünya Klasikleri bu kütüphane raflarında yerlerini almıştı. Saat 7.30’dan sonra serbest okuma yapan öğrenciler bir yıl içinde 25 klasik eseri okumak, bir müzik aletini çalmak zorundaydı! Ayrıca isteyen öğrencilere mandolin, keman ve bağlama dersleri de verilirdi. Hasanoğlan Köy Enstitüsü asıl şöhretini sanat eğitimi ile yaptı. Müzik dersinde yeterli sayılmak için bir müzik aleti ile İstiklal Marşı'nı çalması gerekliydi.

Güzel Sanatlar Bölümü içinde öğrencilere resim, heykeltraşlık, müzik, tiyatro eğitimi verilirdi. Sanat derslerine Ankara Konservatuarı'nın en iyi hocaları geliyordu. Boş zamanlarda hemen hemen her köşeden çalgı sesleri, türküler , şarkılar duyulurdu. Sabah kahvaltıdan önce davul zurna eşliğinde halk oyunları oynanır, türküler, marşlar söylenirdi. Hasanoğlan Köy Enstitüsünde Enver Ziya Karal (tarih), Ruhi Su ve Aşık Veysel (müzik), Selahattin Batu (zeoteknik), Muhlis Ete (ekonomi), Selahattin Eyüboğlu (dil-edebiyet), Kazım Köylü (ziraat), Ferruh Sanır (coğrafya), Mahir Canova (tiyatro), Halil Demircioğlu (tarih), Mualla Eyüboğlu (mimar-inşaat sorumlusu), gibi eğitim elemanları da görev yaptı.

* * * * * * * * * * * * * * *

KAYNAK: https://www.aydinlik.com.tr/haber/abdnin-arsivinden-cikmisti-hasanoglan-yuksek-koy-enstitusunun-goruntuleri-tarihe-yolculugun-kapilarini-acti-452778

* * * * * * * * * * * * * * *


21 Mayıs 2024 Salı

KÖY ENSTİTÜLERİNDE GÜREŞ / ABDULLAH GÜRGÜN

 


KÖY ENSTİTÜLERİNDE GÜREŞ
( Kemal Ateş’ten iki kitap: Saklı sözlük ve Sessiz Şampiyon / ABDULLAH GÜRGÜN )

Ahmet’in tüm yaşamını anlatıyor yazar. Yetiştiği köy enstitülerini anlatıyor. Çok şey yazıldı çizildi köy enstitüleri üzerine. Sporunu, güreşçilerini ben bilmiyordum. Kapatılmasalardı ne güreşçiler yetişecekmiş. Benim de çok akrabam var Köy Enstitülü. Mehmet Demir Dayım, “Köy enstitülerinden yetişen öğretmenler okul zamanı öğrencilerin, daha sonra köylülerin öğretmeniydi” der. Kemal Ateş de köylülerin uyanmasını, toprak reformunu, feodalizmin tasfiyesini engellemek isteyen toprak ağalarının Demokrat Parti ile anlaşıp nasıl bu okulları kapattırdıklarını anlatıyor kitabında. Okulda kendi aldıkları yedi gazeteyi okurlarmış. 1940’larda yedi gazete ne demek? Komünist damgasını yemişler hemen.
Hepsinin bilekleri kadar kalemleri de kuvvetli.

Ahmet Bilek’in 6 Ağustos 1955’te Tercüman gazetesine yazdığı bir yazı anlatılıyor kitapta. “Bana kuvvet veren ay yıldız” başlığı taşıyormuş. Nasıl? Her yiğidin aklına gelir mi bu?
Güreşçilerin çalışma koşullarını anlatıyor. Çoğu geçimini sağlayamıyor. Doğru dürüst salon yok. Gereksinmeleri sağlanmıyor. Oysa ulusal sporumuz diyoruz. Atatürk’ün de en sevdiği spor.
“Akıl almaz yerlerde çalışıyordu koca Şampiyonlar. Mescit altları, sergievleri, okulların müsamere salonları, sinemalar, tiyatrolar, gazino sahneleri güreşçilerin ter döktükleri yerlerdi” diyor Ateş kitabında. “At var meydan yok” diyor, “At bulunur meydan bulunmaz, meydan bulunur at bulunmaz.”

Güreşçimiz İsmet Atlı şairmiş. Haytalanmak için şiir yazarmış. Atlı’nın memleketinde vakit geçirmek oyalanmak anlamında kullanılırmış bu sözcük.

1956 yılı Melborne olimpiyatlarına hazırlandıkları Pendik kampındaki kötü koşulları Kampname isimli şiirinde anlatmıştı. Kötü yemeklerle “yediğimiz hindi kazdı” diye alay ediyor. Buz gibi odaları “bizler altta kuşlar üstte / birkaçımız hasta” ve o kötü koşullarda kimseye yaranamadıklarını da şu dizelerle anlatıyor: 

Koşuyoruz dağlar taşlar / Terler boşanmaya başlar / Çimdiğimiz soğuk duşlar / Hiç kimseye yaramazdı.
İşte bu koşullarda ay yıldızdan kuvvet alıp şampiyon oluyor güreşçilerimiz.

Kadir kıymet bilen yok. Roma’dan yedi altın madalya ile dönüyorlar da üç beş kişi karşılıyor şampiyonları havaalanında. Havaalanından kalacakları yere Güreşçi Gazanfer Bilge’nin otobüsüyle gidiyorlar.
Taksim heykeline çiçek koyarlarken gene yalnızlar. Ankara’daki büyük başları da ziyaret ediyorlar.
İhtilal zamanı, Ankara’da Cemal Gürsel’in elini sıkıyorlar. Çiçek bile yok. Birer limonata içip gidiyorlar. Sözde ev, iş, aş sözü verilmişti...

Cemal Aga’nın uğurlama sözleri alay eder gibi: “Bol bol yiyip için, kendinize iyi bakın.” Geçinmek için kimi lokanta açıyor güreşçilerimizin, kimi otobüs işletiyor, kimi de bilek gücü olarak Almanya’ya göçüyor.
Ahmet Bilek’i köyünde bilen yok ama Almanya’da yaşadığı kasabada herkes tanıyor onu. Ne var ki, nice acı sonlar gibi onun da sonu oluyor, Almanya acı vatan.

Ülkeye ışık saçan Kızılçullu Köy Enstitüsü’nün sonu da acı. Bina daha sonra ülkenin başına bela olan NATO’ya karargâh yapılıyor. Kemal Ateş buranın spor salonuna Ahmet Bilek’in adının verilmesi için çok uğraşıyor. Ne acıdır ki, sonuç alamıyor.
* * * * * * * * * * * * * * * * *
KAYNAK: ttps://www.aydinlik.com.tr/haber/kemal-atesin-iki-kitabi-sakli-sozluk-ve-sessiz-sampiyon-neyi-anlatiyor-kemal-ates-kimdir-472628
* * * * * * * * * * * * * * * * * 

Kemal Ateş’ten iki kitap: Saklı sözlük ve Sessiz Şampiyon / ABDULLAH GÜRGÜN

 





Kemal Ateş’ten iki kitap: Saklı sözlük ve Sessiz Şampiyon / ABDULLAH GÜRGÜN

Kemal Ateş, güreşçi ve aynı zamanda bir Türkçe sevdalısı. Yirmi yıl Ankara Üniversitesi Türk Dili Bölümü’nün başkanlığını yürütmüş bir Türkçe öğretmeni. Kitaplarında Türk halkının gerçeklerini yazıyor. Ulusal edebiyatımıza tuğlalar diziyor.

Elimde iki kitap var. Biri “Sessiz Şampiyon” diğeri “Saklı Sözlük”...
Birincisi Köy Enstitülü şampiyon güreşçimiz Ahmet Bilek’in çok konuşulmayan, sessiz kalmış öyküsü; diğeri bugün de pek çoğumuzun ayırdında olmadığı ama özellikle kırsalda kullanılan gizli sözcükler

BİR KOLTUKTA İKİ KARPUZ

Hem güreşçi hem yazar.
Kamanlı Kemal Ateş... Hem Kırşehir Kaman doğumlu hem de gerçekten anne ve babası ona “Kamanlı” adını veriyorlar. Tuhaf buluyor. Soyadını daha çok seviyor, Ateş. Yazar olmaya heveslenince, “Kamanlı’dan yazar mı olurmuş” deyip adını, Yaşar Kemal, Orhan Kemal gibi mahkeme kararıyla Kemal yapıyor. Bana kalırsa, Kamanlı Kemal Ateş de pek okkalı, oturaklı durur doğrusu. Kurtdereli Mehmet Pehlivan gibi.
Güreşçi ve aynı zamanda bir Türkçe sevdalısı. Yirmi yıl Ankara Üniversitesi Türk Dili Bölümü’nün başkanlığını yürütmüş bir Türkçe öğretmeni. Doktorasını da yine bu üniversite de yapmış.

Öğretemediğimiz Türkçe, Türkçem Mahzun Ben Mahzun, Dil Hurafeleri, Kendi Diliyle Kavrulmak ve şimdi elimde tuttuğum Saklı Sözlük kitaplarının yazarı.

Yazarın ilk hevesi güreşçi olmakmış ama sonra yazarlıkta karar kılıyor. Önce gecekondu dünyasını anlatan romanlar yazıyor. Çürük Kapı, Toprak Kovgunları, Veresiye Defteri... Sonra güreşçilerimizi anlatmış. Onların öykülerini anlattığı üç kitap yazmış: Cumhuriyet Sporunun Zafer Abideleri, Neşter ve Madalya, Sessiz Şampiyon.


Aydınlıktaşım. Ben 1978 yılından bu yana Aydınlık İsveç temsilcisiyim; o da Aydınlık yazarlarından. Sessiz Şampiyon’u “Değerli Aydınlıkçı dostum Abdullah Gürgün’e sevgilerimle” yazıp imzaladı, verdi.

KÜLTÜR EMPERYALİZMİ ULUSAL KÜLTÜR

Usta bir dedektif, araştırmacı bir gazeteci gibi iğneyle kuyu kazmış. Onlarca kişiyle görüşmüş, defterler dolusu notlar almış, kasetler doldurmuş, gazete yazıları, fotoğraflar toplamış.
Sessiz Şampiyon ’un İlk bölümünün sonunda şu tümce dikkatimi çekiyor: “Şekspir sözcükler, sözcükler sözcükler diyor ya... Ben de fotoğraflar, fotoğraflar, fotoğraflar diyorum öncelikle.” Ve yazar fotoğraflara dalıp dalıp gidiyor. Hani derler ya, “bir resim bin sözcüğe bedeldir” diye. Sararmış fotoğraflara bakarak sanki bir senaryonun bölümlerini yazıyor.

Kitaplarında Türk halkının gerçeklerini yazıyor. Ulusal edebiyatımıza tuğlalar diziyor. Türkiye gerçeklerini yazıyor. Bu kitabında da öyle...

Gerçekten de Sessiz Şampiyon konu ve serüven olarak mükemmel bir film konusu. Kitabı bir film senaryosuna çevirmek kolay. Aklıma baş rolünde Tarık Akan’ın oynadığı Pehlivan filmi geliyor. O filmin senaryosunu Fehmi Yaşar yazmıştı. Bu kitabı senaryoya çevirmek Fehmi için çocuk oyuncağı... Ama o da yıllar önce film dünyamızın yozlaşması ve parasızlık nedeniyle Yeşilçam’ı bırakıp gene Beyoğlu’nda başka bir sokakta çok daha fazla para kazandıran bir kahve açmış adını da Hayal Kahvesi koymuştu. Ama onunki Erol Taş’ınki gibi değil. Daha çok rockçu popçu takımının gittiği gürültülü, sosyetik bir yerdi. Şubeleri de çoğalmıştı.

Kültür emperyalizminin boyunduruğu altına girmiş, yoz dizilerle, zırva filmlerle daha da batağa saplanmakta olan sinemamızın kurtuluşu, ivedilikle ulusal değerlerimize sahip çıkan filmlere yönelmemizle mümkün olabilir.

Kemal Ateş de güreşçilerimizin, başarılı sporcularımızın filmlerinin yapılmamasına çok üzülüyor. Konuşmalarında, yazılarında vurgulayıp duruyor belki bir duyan olur bu sessiz çığlığını diye. Kendi köyünde bile adı unutulmuş bir güreşçimize, eskilerin sözüyle “kadir şinaslık” ediyor. Ulusumuzu gururlandırmış güreşçilerimize bir borcu da ödemiş oluyor.

Kitap araştırmaları sırasında konuştuğu, Ahmet Bilek’in baldızı soruyor: Neden Ahmet Bilek üzerinde bu kadar duruyorsunuz?

Kemal Ateş’in kendisi de güreşçi. Pek çok şampiyonu tanımış. Yaşar Doğu, Tevfik Kış, Ahmet Ayık, Mustafa Dağıstanlı, Rıza Doğan, Hüseyin Akbaş tanıdığı güreşçilerden bazıları. Ahmet Ayık ile söyleşilere kitap fuarlarına gidiyor.

Antrenman yaptığı güreşçiler içinde Ahmet Bilek de var. Bilek onunla neredeyse kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor. Ama Kamanlı Kemal mutlu, çok mutlu... Güreşi bırakıyor ama Ahmet Bilek ustasını unutmuyor, “Doya doya güreşemedim onunla, doya doya yazmak istiyordum” diyor kitabında.

KÖY ENSTİTÜLERİNDE GÜREŞ

Ahmet’in tüm yaşamını anlatıyor yazar. Yetiştiği köy enstitülerini anlatıyor. Çok şey yazıldı çizildi köy enstitüleri üzerine. Sporunu, güreşçilerini ben bilmiyordum. Kapatılmasalardı ne güreşçiler yetişecekmiş. Benim de çok akrabam var Köy Enstitülü. Mehmet Demir Dayım, “Köy enstitülerinden yetişen öğretmenler okul zamanı öğrencilerin, daha sonra köylülerin öğretmeniydi” der. Kemal Ateş de köylülerin uyanmasını, toprak reformunu, feodalizmin tasfiyesini engellemek isteyen toprak ağalarının Demokrat Parti ile anlaşıp nasıl bu okulları kapattırdıklarını anlatıyor kitabında. Okulda kendi aldıkları yedi gazeteyi okurlarmış. 1940’larda yedi gazete ne demek? Komünist damgasını yemişler hemen.
Hepsinin bilekleri kadar kalemleri de kuvvetli.

Ahmet Bilek’in 6 Ağustos 1955’te Tercüman gazetesine yazdığı bir yazı anlatılıyor kitapta. “Bana kuvvet veren ay yıldız” başlığı taşıyormuş. Nasıl? Her yiğidin aklına gelir mi bu?
Güreşçilerin çalışma koşullarını anlatıyor. Çoğu geçimini sağlayamıyor. Doğru dürüst salon yok. Gereksinmeleri sağlanmıyor. Oysa ulusal sporumuz diyoruz. Atatürk’ün de en sevdiği spor.
“Akıl almaz yerlerde çalışıyordu koca Şampiyonlar. Mescit altları, sergievleri, okulların müsamere salonları, sinemalar, tiyatrolar, gazino sahneleri güreşçilerin ter döktükleri yerlerdi” diyor Ateş kitabında. “At var meydan yok” diyor, “At bulunur meydan bulunmaz, meydan bulunur at bulunmaz.”

Güreşçimiz İsmet Atlı şairmiş. Haytalanmak için şiir yazarmış. Atlı’nın memleketinde vakit geçirmek oyalanmak anlamında kullanılırmış bu sözcük.

1956 yılı Melborne olimpiyatlarına hazırlandıkları Pendik kampındaki kötü koşulları Kampname isimli şiirinde anlatmıştı. Kötü yemeklerle “yediğimiz hindi kazdı” diye alay ediyor. Buz gibi odaları “bizler altta kuşlar üstte / birkaçımız hasta” ve o kötü koşullarda kimseye yaranamadıklarını da şu dizelerle anlatıyor: Koşuyoruz dağlar taşlar / Terler boşanmaya başlar / Çimdiğimiz soğuk duşlar / Hiç kimseye yaramazdı.
İşte bu koşullarda ay yıldızdan kuvvet alıp şampiyon oluyor güreşçilerimiz.

Kadir kıymet bilen yok. Roma’dan yedi altın madalya ile dönüyorlar da üç beş kişi karşılıyor şampiyonları havaalanında. Havaalanından kalacakları yere Güreşçi Gazanfer Bilge’nin otobüsüyle gidiyorlar.
Taksim heykeline çiçek koyarlarken gene yalnızlar. Ankara’daki büyük başları da ziyaret ediyorlar.
İhtilal zamanı, Ankara’da Cemal Gürsel’in elini sıkıyorlar. Çiçek bile yok. Birer limonata içip gidiyorlar. Sözde ev, iş, aş sözü verilmişti...

Cemal Aga’nın uğurlama sözleri alay eder gibi: “Bol bol yiyip için, kendinize iyi bakın.” Geçinmek için kimi lokanta açıyor güreşçilerimizin, kimi otobüs işletiyor, kimi de bilek gücü olarak Almanya’ya göçüyor.
Ahmet Bilek’i köyünde bilen yok ama Almanya’da yaşadığı kasabada herkes tanıyor onu. Ne var ki, nice acı sonlar gibi onun da sonu oluyor, Almanya acı vatan.

Ülkeye ışık saçan Kızılçullu Köy Enstitüsü’nün sonu da acı. Bina daha sonra ülkenin başına bela olan NATO’ya karargâh yapılıyor. Kemal Ateş buranın spor salonuna Ahmet Bilek’in adının verilmesi için çok uğraşıyor. Ne acıdır ki, sonuç alamıyor.

VE SAKLI SÖZLER

Yazar Sessiz Şampiyon kitabında pek çok gün yüzüne çıkmamış sözcükle zenginleştiriyor anlatımını.
Bir de o yanına bakalım kitabın.
1948 Yaz Olimpiyatları güreş etkinlikleri 29 Temmuz-6 Ağustos tarihleri arasında Londra’da düzenlendi.

Türk güreşçileri Nasuh Akar, Gazanfer Bilge, Celal Atik, Yaşar Doğu, Mehmet Oktav ve Ahmet Kireççi olimpiyat şampiyonu; Türkiye de, altı altın, dört gümüş, bir bronz madalya alarak on bir ülke arasında birinci oldu. Gazeteler haberi baş sayfalarından günü gününe geniş bir şekilde verdiler.
Kemal Ateş, Sessiz Şampiyon kitabında güreşçilerimizin 29 Ağustos 1948 günü İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü’ne gelişlerini de anlatıyor. Türkçe öğretmeni yazarımız burada ilgimi çeken güzel bir bilgi veriyor: “Şampiyon [İngilizce ‘Champion’]” sözcüğünün Türkçesi de bulunmuştu aynı günlerde, ‘Başalanlar’ diye yazıyordu kimi Türkçe sevdalıları.”
Ne güzel yapıyormuş Türkçe sevdalıları...

İlginçtir ki, bizim dilimizde “Başa güreşmek” deyimi vardır. “En iyi sonucu almak, birinciliği almak için uğraşmak” anlamına gelir. Yağlı güreşlerimizde, boğa ve deve güreşlerimizde de” Başa güreşmek” vardır. Bu yarışmalar boylara ayrılmıştır. “Boy”, sınıf, kategori; bir bakıma “sıklet” anlamına kullanılıyor. Öyleyse neden çürük ciklet gibi “Sıklet, sıklet” diye çiğneyip duruyoruz ki!

Yağlı güreşte on dört boy var. En üst üç boy: “Büyük orta boy”, “Başaltı boy” ve “Baş boy”
Boğa güreşi üç boy: "Büyükorta", "Başaltı" ve "Baş boğa"
Deve güreşi dört boy: “Ayak”, “Orta”, “Başaltı” ve “Baş”

Bu durumda “Baş boy”da en üstün başarıyı gösteren ve birincilik madalyasını alana “Başalan” denmesi doğaldır. “Başolan” da denebilir. “Baş” ve “Başol” gibi soyadlarımız ve “Baş olan boş olmaz” atasözümüz, “Oyunda arkadaşlarına baş olan çocuk[Elebaşı]” gibi terimlerimiz de var. Demek ki, “Başolan” sözcüğü hiç de boşa atılacak bir öneri değil...

Bunca yıl “Şampiyon” dedikten sonra “Başolan”ı yerleştirebilir miyiz? Dilimiz o denli yozlaştırıldı o denli bozuldu ki gençlerimizin, çocuklarımızın konuştuğu Türkçeyi anlamakta zorlanır olduk. Yeniden dilimizin özüne dönmesine çalışma görevimiz ortada. Ateş de kitaplarıyla; son olarak da Saklı Sözlük’le kendi üstüne düşeni yapıyor.

ATEŞ’İN SÖZCÜKLERİ

Bir kitabına Toprak Kovgunları adını vermiş. Kov, kovgun, kovulmuş. TDK sözlüğünde yok. Kovgun etmek uzaklaştırmak, kovmak demek. Topraklarından kovulanlar...
Örneğin “Erek” diyor Kemal Ateş “amaç”, “hedef” yerine.

Güreşçimiz Ahmet Bilek okula geldiğinde ufak tefek, göbeği şiş cılız bir çocukmuş. Bizim Bafa’da eneze derler öyle çocuklara. Kemal Ateş’in Saklı Sözlük’ünde yok. Demek ki sözlük çok daha zenginleştirilebilecek. Ahmet okulda iyi beslenme ve sporla köşker kütüğü gibi olmuş. Ateş’in Saklı Sözlük’üne bakıyorum; kısa boylu, sağlam yapılı kişiler için söylenirmiş bu söz.
Ülkemizin değişik bölgeleri incelense kimbilir daha ne sözcükler ne deyimler, ne terimler çıkacak ortaya... Türkçe Öğretmeni Kemal Ateş bir adım atmış. Sıra yeni dilcilerimizde...

SON SÖZ

Sessiz Pehlivan beni çok hüzünlendirdi. Amerikalı Boksör Muhammet Ali’yi bilmeyenimiz yoktur da Ahmet Bilek’i kaçımız tanır? Tüm unutulmuş kahramanlarımız çıkarılmalı gün ışığına. Kuşaktan kuşağa anlatılmalı kim oldukları ve gösterdikleri hünerler.
Saklı Sözlük beni hem mutlu etti hem düşündürdü. Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca vb dillerle çorbaya çevrilen güzel Türkçemizin aslında ne denli zengin bir dil olduğunun ayırdına bir kez daha vardım.
Ben her iki kitabı da severek okudum. Umarım siz de seversiniz.

* * * * * * * * * * * * * * * * *  
KAYNAK: ttps://www.aydinlik.com.tr/haber/kemal-atesin-iki-kitabi-sakli-sozluk-ve-sessiz-sampiyon-neyi-anlatiyor-kemal-ates-kimdir-472628
* * * * * * * * * * * * * * * * * *