ATATÜRK
SONRASI (1938-1950) / Metin AYDOGAN
Kemalist
politikanın ödünlerle başlayıp karşı devrimle sonuçlanan uzun
bir süreç sonunda uygulamadan kaldırılması, sanıldığı gibi
1950’lerde değil, 11 Kasım 1938’de yani Atatürk’ün ölümüyle
birlikte başlamıştır. Bu, öznel bir yargı değil, hükümet
uygulamalarının ortaya koyduğu bir olgudur. Yaşananlar,
şaşırtıcıdır ancak gerçektir. Şaşırtıcı olan, İnönü
gibi her zaman Atatürk’ün yanında yer alan, Kurtuluş Savaşı
ve devrimlerde büyük hizmeti bulunan bir “ulusal önderin”,
geri dönüş sürecinin başlamasında birincil düzeyde sorumlu
olmasıdır. Bu konu ve nedenleri, ülkemizde yeterince
tartışılmamış, böyle bir tartışma İnönü’ye saygısızlık
olarak görülmüştür. Oysa, olaylar ve sonuçları ortadadır.
Bunları inceleyip, günümüze ve geleceğe yönelik ders çıkarmak
bizim sorumluluğumuzdur. İnönü gibi, Devrim’de yer alan,
katkısı olan bir önderin, tarih açısından içine düştüğü
durumun açıklanması gerekir. Emperyalizmi kavrayamamanın yol
açtığı Batı hayranlığının nelere yol açacağını görmek
ve geleceğe yönelik kendimize çizeceğimiz yolu aydınlatmak
zorundayız. Geçmişten ders almalıyız.
Politika
Değişimi
Atatürk’ün
ölümünden bir gün sonra, 11 Kasım 1938 günü toplanan TBMM,
İsmet İnönü’yü oybirliğiyle Cumhurbaşkanı seçti. Bu oylar
İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı için Meclis’te aldığı ilk
oylar değildi. 1923 yılındaki ilk Cumhurbaşkanlığı seçiminde
de kendisine bir oy çıkmış, bu oyu Mustafa Kemal vermişti.
Türk
kamuoyunda “en uygun seçim” olarak değerlendirilen
Cumhurbaşkanı seçiminden sonra, Celal Bayar Hükümeti kural
gereği istifa etti. Ancak İnönü, hükümeti kurmakla yine Celal
Bayar’ı görevlendirdi. Kurulan yeni hükümette, Atatürk’ün
en yakın çalışma arkadaşlarından İçişleri Bakanı Şükrü
Kaya ile Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras yoktu. Cumhuriyet
devrimlerinin uygulanmasında en önde görev almış bu iki inançlı
insana, İsmet İnönü’nün isteği üzerine yeni hükümette
görev verilmemişti.
Celal
Bayar, 25 Ocak 1939’da kural gereği değil bu kez gerçekten
istifa etti. Dr.Refik Saydam hükümeti kurmakla görevlendirildi.
İnönü, hükümeti yeniledikten sonra Meclis’i de değiştirmeye
karar verdi. Mart 1939’da yapılan erken seçimlere katılacak CHP
milletvekili adaylarının tümünü kendisi seçti.
Adaylar
üzerinde yaptığı seçim, Atatürk döneminde politikalarda
değişiklik olacağının habercisiydi. Cumhuriyet devrimlerinin
gerçek boyutunu kavrayamayarak bunlara karşı çıkan, ekonomide
ulusal kalkınma yerine “liberalizmi” savunarak Atatürk’le
siyasi çatışma içine giren; Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Fethi
Okyar, Hüseyin Cahit Yalçın gibi isimler aday yapılmıştı.
Bu
uygulama daha sonra genişletilmiş, İzmir suikastı davasında
yargılanan; Rauf Orbay, Adnan Adıvar, Kazım Karabekir gibi isimler
önemli görevlere getirilmiştir. Ali Fuat Cebesoy ve Kazım
Karabekir Meclis Başkanlığı’na dek yükselmiştir.
“Yeni
Politika”
İnönü,
bu yöndeki karar ve davranışını şöyle anlatmıştır;
“İçişlerinde yeni bir politika gerekli idi. Bu politika
gerginlikleri ciddi olarak giderme veya yumuşatma yönünde
olacaktı. Eski küskünlükleri kaldırmak için, ciddi olarak
çalışmak kararındaydım... Eski küskünlük dediğim zaman,
Terakkiperver ve Serbest Fırka teşebbüslerinden kalan
huzursuzlukları murat ediyorum.”1
Bu
sözlerin taşıdığı anlam, sonraki politik uygulamalarda
somutlaşacaktır. Türk toplumu 1923-1938 arasında, olağanüstü
devrimci bir dönem yaşamıştır. Böyle bir dönemde devrim
karşıtı eğilimlerin ve bunların örgütsel tepkilerinin oluşması
kaçınılmazdır. Karşı-devrimci tepkileri, ‘iç politika
gerginlikleri’ olarak gören ve bu tepkileri; giderme ve yumuşatma
adıyla, Terakkiperver ve Serbest Fırka yöneticileri ile uzlaşmaya
varan anlayışın, devrimcilikten, bağlı olarak da
Atatürkçülük’ten uzaklaşmayla sonuçlanması kaçınılmazdı.
Nitekim 1939-1950 döneminde bu tür ‘gerginlik giderme’
uygulamaları sıkça yapılmıştır.
Atatürk
döneminde Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği, Milli Eğitim
Bakanlığı yapmış ve ilk ‘İnkilap Tarihi’ derslerini vermiş
olan Prof.Hikmet Bayur’un Atatürk’ün ölümünden sonraki
uygulamalar için görüşleri şöyledir: “... Atatürk ölür
ölmez, Atatürk aleyhine bir cereyan başlatılmıştır. Mesela
Atatürk’e bağlı olan bizleri İnkılâp derslerinden aldılar.
Kendi adamlarını koydular. O dönemde Atatürkçülüğü övmek
ortadan kalkmıştı.”(2) Gerginliği gidermek savıyla yeni
gerginlikler yaratılıyor ancak bu kez gerilen taraf Atatürk’ün
yakın çevresi ve Atatürkçü kadrolar oluyordu.
Atatürkle
“Araya Mesafe Koyma”
Atatürk’ün
yakın çevresinin yönetimden uzaklaştırılmasıyla başlayan
süreç, açıkça söylenmeyen ve yazılmayan ancak davranış
biçimleriyle ortaya koyulan dizgeli (sistemli) bir politikaya
dönüştürüldü. Bu politikanın somut sonucu, devlet
politikalarında Atatürk ve Atatürk dönemiyle “araya mesafe
koyma” eğilimiydi.
İnönü
Milli Şef'ti ve her şeyi o belirliyordu. Devlet kadrolarında
yükselmek isteyenler günün gereklerine uymak durumundaydılar.
Atatürk’ün yakın çevresi gözden düşmüştü. Onlarla
birlikte görünmek, yükselmeyi önleyen bir etkendi. İlk kadın
milletvekillerinden Fakihe Öymen, Afet İnan’ın kendisini sıkça
ziyaret etmesi nedeniyle kimi milletvekillerince uyarılmış ve
Atatürk’ün yakını olan bu kişiyle fazla görüşmemesi
önerilmişti.(3)
Din
eğitimi almış ve faşist eğilimler içindeki Şemsettin Günaltay,
İnönü Cumhurbaşkanı olduğunda, Atatürk dönemini karalayan ve
Atatürk’ü dolaylı olarak aşağılayan; “İnönü devri
başlıyor, fazilet devri başlıyor”(4) demiş ve ileride başbakan
yapılmıştı.
Pullar,
Paralar
İnönü
döneminin biçimsel gibi görünen ancak bilinçli olarak yapılmış
uygulamalarından biri de, pul ve paralardan Atatürk’ün
resimlerinin kaldırılarak yerine İnönü’nün resimlerin
bulunduğu pul ve paraların piyasaya sürülmesidir.
Kamuoyunda
derin tepki uyandıran bu uygulamanın amacına yönelik bir açıklama
yapılmamıştır. Ancak, uygulamanın siyasi bir anlayışa
dayandığı, yönetim değişimini ve bu değişimin gücünü halka
göstermeyi amaçladığı yönünde değerlendirmeler yaygındır.
Laiklikten
Ödün
1939-1950
döneminde en çekinceli ödünler, henüz tam olarak yerleşmemiş
olan laiklik konusunda verilmiştir. Dinsel inançların siyasi çıkar
için kullanılmasının 1950’den sonra başladığı yönünde
yaygın bir kanı vardır. Oysa bu tür uygulamalar Atatürk’ün
ölümünden hemen sonra başlamıştı.
Sandıkta
yarışın sözkonusu olmadığı tek parti döneminde, laiklikten
verilen ödünlerin hangi somut amaca yönelik olduğunun mantıksal
bir açıklaması bugüne dek yapılamamıştır. DP’nin
uygulamaları, kendinden önce başlatılan bir süreci, yoğunluğunu
arttırarak sürdürmesinden başka bir şey değildir.
İlk
kadın milletvekillerinden Fakihe Öymen’in konuyla ilgili olarak,
döneme ve dönemin Cumhurbaşkanı İnönü’ye eleştirileri
oldukça serttir; “... İnönü bütün hareketlerinde Atatürk’ün
üstünlüğünü silmek için elinden gelen gayreti sarf etti. Bunu
genel bir fikir olarak söyleyebilirim. Atatürk’ün yolunda
yürümüş olsaydı, her şey başka türlü olacaktı. Atatürk
öldükten sonra birçok dostumuz var ki İsmet Paşa zamanında oruç
tutmaya, namaz kılmaya başladılar. Kusurumuz, laikliği memlekete
yayamamaktır. Onun için ben şahsen, İnönü’nün Anıtkabire
defnedilmesini bile istemedim.”(5)
Prof.Hikmet
Bayur’un bu konuyla ilgili olarak aktardıkları, ödünlerin
verilmesinin 1940’lı yılların başlarına kadar gittiğini
gösteriyor. Hikmet Bayur şunları söylüyor: “Atatürk öldükten
sonra biz seçim bölgelerimize gittik. Bir müddet sonra, galiba
yeni seçimlerden sonra baktım her mahallede bir kuran kursu
açılmış. Bunlar yoktu eskiden. İnönü Cumhurbaşkanı ve Recep
Peker de İçişleri Bakanı ki, Recep Peker de bu softaların
şiddetli aleyhindeydi. Gittim Ankara’ya, Recep Peker’e dedim ki,
Ne hâl bu? Ne yapayım dedi, emir en büyük yerden geliyor. Yani
İnönü din düşmanlığı yapmadı, dincilik yapıyor. Daha sonra
İlahiyat Fakültesini açtı. Sonra İmam Hatip okulları açtı.
İmam Hatip okullarına Fıkıh dersi koydurdu. Fıkıh dersine hiç
lüzum yok. Çünkü fıkıh demek şeriattan doğma yani Kuran’dan
ve peygamberin davranışlarından çıkarılan hükümlere göre
yapılmış kanunlar demektir.”(6)
Falih
Rıfkı Atay’ın görüşleri de benzer niteliktedir. Bilindiği
gibi Atay, Atatürk’ün yakın çevresinde bulunmuş ve
Cumhuriyet’in hemen tüm dönemlerini yaşamış bir insandır.
“Atatürkçülük Nedir?” adlı kitabında şunları yazıyor:
“Atatürk öldükten sonra CHP merkezi ve Çankaya çevresini,
Atatürk’ün yaptıklarına daha o sağ iken inanmamış olanlar
sarmıştı. Kurultaylarda pek nüfuzlu kimselerden Kemalizm ve
lâisizm deyimlerinin tüzükten çıkarılması istenmişti. (1953
Kurultayında Kemalizm CHP programından çıkarılmış yerine
Atatürk Yolu diye bir kavram getirilmiştir y.n.)...”(7)
Falih
Rıfkı bir başka kitabı, Bayrak’ta konuyla ilgili olarak şunları
yazar: “Atatürk’ün CHP’ye bıraktığı gerçek miras
devrimleri idi. Bu devrimlerin iki esas temeli, laisizm ve eğitim
birliği, CHP idaresi devrinde temelinden sarsılmıştır. CHP
İmam-Hatip okullarına fıkıh dersi koymakla eğitim birliğini
yıkmıştır. O vakitten beri CHP Atatürk’ün değil İnönü’nün
partisidir.”
Siyasi
ve Ekonomik Ödünler
Gericiliğe
verilen ödünler, Kemalist devrim anlayışına uygun düşmeyen
uygulamaların bir bölümüydü. Ekonomik kalkınma, dış siyaset
ve ulusal bağımsızlık gibi temel ilkelerde verilen ödünler daha
etkili ve kalıcı olumsuz sonuçlar doğurmuştur.
1937
yılında Altı Ok anayasa maddesi yapılırken, on yıl sonra
devletçilik ve devrimcilikten vaz geçildi. Projeleri hazırlanmış
olan Demir-Çelik, Genel Makina ve Elektrolitik Bakır gibi
yatırımlar izlenceden (programdan) çıkarılıyor, sanayileşmeyle
bağdaşmayan yeni kalkınma planları yapılıyordu.
Çelişkili
Dönem
1939-1950
arasındaki 11 yıl, Kemalist atılımların durdurulduğu, geri
dönüş sürecinin başladığı, çelişkilerle dolu bir dönemdir.
Bu dönemde, hem henüz etkisini yitirmemiş olan devrim ilkeleri hem
de geri dönüş uygulamaları varlığını birlikte sürdürmüştür.
Batıyla uzlaşma ve giderek emperyalizmin etkisine girmeyle
sonuçlanan bu süreç; İngiltere ve Fransa ile yapılan Üçlü
Bağlaşma Antlaşması’yla başlamış, çeşitli aşama ve
yoğunluklardan geçerek günümüze dek sürmüştür.
İsmet
İnönü 1960’larda, Abdi İpekçi ile yaptığı bir konuşmada
şöyle söylüyordu; “Demokratik rejime karar verdiğimiz zaman,
büyük otorite ile büyük reformların hemen yapılabileceği
dönemin değiştiğini, değişmesi gerektiğini kabul etmiş
oluyorduk.”(9)
Değerlendirmedeki
dikkat çekici yan, “büyük otorite ile büyük reformların
yapılması döneminin” yalnızca değişmiş olması yönündeki
saptama değil, “değişmesi gerektiği” yönündeki kabuldür.
Burada devrimci dönemin, nesnel koşullar nedeniyle sona erdiği
söylenmiyor, devrimcilikten vazgeçildiği kabul ediliyor. Oysa
Kemalist düşünce ve eylem, sürekli devrimi kabul ediyor ve
“Hiçbir gerçek devrim, gerçeği görenlerin dışında
çoğunluğun oyuna başvurularak yapılamaz”(10 )“Devrimler
yalnızca başlar, bitişi diye bir şey yoktur” diyordu.(11)
Görüşler
arasındaki niteliksel karşıtlık, dünya görüşlerine dayanan
yapısal bir ayrım mı, yoksa zaman içinde yeni koşulların neden
olduğu düşünce değişikliği miydi? Bu sorunun yanıtını,
İsmet İnönü’nün, Mustafa Kemal’e 1919 yılında, henüz
İstanbul’dayken yazdığı mektupta aramak gerekir; “Bütün
memleketi parçalamadan ülkeyi bir Amerikan denetimine bırakmak,
yaşayabilmek için tek uygun çare gibidir”.(12)
1945
Sonrası ve ABD
1945
sonrasında artan ABD etkisi ve girişilen seçim yarışı,
Atatürkçülükten verilen ödünlerin nicelik ve kapsam olarak
önemli miktarda artmasına yol açtı. 1930 Serbest Fırka
girişimini kendine örnek alan DP ve CHP, bu konuda birbirleri ile
yarışır duruma geldi. Yönetimdeki parti olarak CHP’nin
eylemleri, somuta yönelik olduğu için daha etkin ve kalıcı oldu.
DP, ‘ödün verme yarışının’ bayrağını 15 Mayıs 1950’de
devraldı.
Devrimcilik
ve Laiklik ilkelerine bağlılıkları tartışma konusu olan bir
küme CHP milletvekili 1946 ve 1950 seçimlerinde, DP’nin en güçlü
yanının; “halkın dini hislerini okşamak” ve “milli ahlaka
uygun hareket etmek” olduğunu ileri sürerek, bu silahların artık
kendileri tarafından kullanılacağını açıkladılar.
Bu
anlayış en üstten en alta dek hemen tüm CHP örgütlerini sardı.
Devlet okullarında din dersleri okutulması için yasa çıkaran CHP
hükümeti, ödün sınırını, Ticani Tarikatı'yla işbirliği
yapmaya dek götürdü.
Verilen
ödünler zaman zaman Celal Bayar’ı bile rahatsız ediyordu.
Seçimler öncesinde iki parti başkanı bir araya gelerek parti
çalışmalarında din sömürücülüğü yapılmaması konusunda
anlaşmıştı. Ancak, bu anlaşma hiçbir zaman yaşama geçmemişti.
Örneğin, Celal Bayar Bursa’da yaptığı bir seçim konuşmasında,
ağırlığı laikliği savunan görüşlere vermiş ve bu yüzden
Sebilürreşad adlı şeriatçı bir dergi tarafından dinsizlikle
suçlanmıştı. CHP bu dergiden binlerce satın alarak, tüm
Türkiye’ye dağıtmıştı. Celal Bayar konuyu İnönü’ye
ilettiğinde aldığı yanıt; “Ne yapalım bizim arkadaşlar senin
bir zaafından istifade etmişler” olmuştur.(13)
Batıyla
Bütünleşme
Atatürk’ün
ölümünden yalnızca altı ay sonra Türkiye 12 Mayıs 1939’da
İngiltere, 23 Haziran’da da Fransa ile iki ayrı deklarasyona imza
attı. Sovyetler Birliği’nde büyük rahatsızlık yaratan bu
deklarasyonlar, 19 Ekim 1939 tarihinde İngiltere, Fransa ve Türkiye
arasındaki Üçlü İttifak Anlaşması durumuna getirildi.
Anlaşmanın yapıldığı günlerde Almanya, İngiltere ve Fransa
ile savaş halindeydi ve bu anlaşma, Hitler’in Türkiye’yi işgal
planı içine almasına neden olmuştu.
Antlaşmadan
sonra, Sovyetler Birliği ile ilişkiler bozulmuş, Almanya’nın
tepkisi çekilmiş ve hemen hiçbir şey kazanılmamıştı. Ancak
çok önemli bir şey yitirilmişti. On beş yıl boyunca uygulanan,
sınır komşuları dahil dünyanın tüm ülkelerine güven veren,
bağımsız ve bağlantısız Kemalist dış politikadan vazgeçilmiş
ve yeniden “Batıya bağlanma” sürecine girilmişti; Atatürk’ün
ölümüne dek yaptığı uyarılar ve bıraktığı vasiyet yerine
getirilmemişti.
Üçlü
ittifak anlaşmasıyla yapılan iş, açık ve anlaşılır biçimde;
tam bağımsızlıkta ödünsüzlük, kendi gücüne dayanma ve
Batı'yla eşit ilişkiler temeline dayanan Atatürkçü dış
politikadan uzaklaşmaydı. Oysa bunlar Türk Devrimi’nin özünü
oluşturuyordu.
Batıya
bağlanma eğilimi, İnönü için hata değil, bilinçli bir
seçimdi. Bu gerçek, daha sonraki uygulama ve açıklamalarla açık
olarak ortaya çıkacaktı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
Sovyetler Birliği ile sorun yaşandığı günlerde Amerikalı bir
gazeteciye şunları söylemişti: “Eğer Rusya gelip de aradaki
anlaşmazlıklara olumlu biçimde çözme teklifinde bulunsa bile ben
Türk siyasetinin Amerikan siyasetiyle el ele gitmesi
taraftarıydım.”(14)
İsmet
İnönü, Türkiye’nin yalnızca siyasette değil ekonomide de
“Amerika’yla el ele gitmesi taraftarıydı”. Bu
“taraftarlığını”, Cumhurbaşkanı seçildikten 4,5 ay sonra
göstermişti.
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti yabancı bir ülkeye imtiyaz tanıyan ilk
anlaşmayı 1 Nisan 1939 günü yaptı. 5 Mayıs 1939 günü
yürürlüğe giren bu anlaşmaya göre, Türkiye ABD’ye “Gerek
ithalat ve ihracatta ve gerekse diğer tüm konularda en ziyade
müsaadeye mazhar ülke statüsü” tanıdı. Ayrıca, ABD sanayi
malları için yüzde 12 ile yüzde 88 arasında değişen oranlarda
gümrük indirimleri sağlandı. (15) ABD’ye , ticaret başta olmak
üzere “tüm konularda” imtiyazlar tanıyan 1 Nisan 1939
anlaşması imzalandığında, Atatürk’ün bu tür anlaşmaları
imzalayan Bekir Sami’yi görevden alışından 18 yıl, ölümünden
ise yalnızca 140 gün geçmişti.
1
Nisan 1939 Ticari İmtiyaz Anlaşması, 12 Mayıs–23 Haziran 1939
Deklarasyonları ve 19 Ekim 1939 “Üçlü İttifak Anlaşması”,
yaşamını bu tür anlaşmalara karşı savaşıma adamış olan
Mustafa Kemal’in ölümünden sonraki bir yıl içinde yapılmıştı.
Bu bir yıl içersinde Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayan ve
20 yıl önce Türkiye’yi işgal eden Batılılara, ekonomik siyasi
ödünler veriliyor ve bu ödünlere dayalı anlaşmalar yapılıyordu.
İsmet
İnönü “Üçlü İttifak Anlaşmasının” yapıldığı
günlerde kendisiyle görüşen Daily Telegraf gazetesi bildirmenine
(muhabirine) şunları söyleyecektir: “İngiliz milletine Türk
milletinin muhabbetli selamlarını bildirmenizi rica ederim. Türkiye
Cumhuriyeti ile ittifakı İngiliz milletinin samimiyetle
karşıladığını görmek bizi çok sevindirmiştir. Bu ittifakı
ilham eden siyasete samimi yardımından dolayı bilhassa İngiliz
matbuatına müteşekkirim. İttifaka karşı samimi olduğu kadar da
üstlendiği yükümlülükleri yerine getirme azminde olan Türk
milletinde, İngiliz milleti sadık bir müttefik bulacaktır.”(16)
İsmet
İnönü, İngilizler için yaptığı açıklamanın bir benzerini
beş yıl sonra Amerikalılar için yapacaktır. ABD ile yapılan
“yardım” anlaşması nedeniyle yaptığı radyo konuşmasında
şunları söyleyecektir: “Büyük Amerika Cumhuriyeti’nin
ülkemiz ve ulusumuz hakkında beslemekte olduğu yakın dostluk
duygularının yeni bir örneğini teşkil eden bu sevinçli olayı
(yardım anlaşmasını) her Türk candan alkışlamalıdır.”(17)
Amerikan
donanmasının Missouri Zırhlısı, 5 Nisan 1946 günü İstanbul’a
geldiğinde büyük törenlerle karşılanmıştı. O günlerde
TBMM’de inanılmaz konuşmalar yapılıyordu. Başbakan Şükrü
Saraçoğlu, Türkiye’nin ABD’ye olan 4,5 milyon dolarlık
borcunu ödemesi üzerine yaptığı konuşmada şunları söylüyordu:
“Hepimiz inanıyoruz ki Amerika Birleşik Devletleri’ne bu parayı
vermekle borcumuzun yalnız maddi kısmını ödüyoruz. ABD’ye bir
de manevi borcumuz var ki onu da özgürlük, eşitlik, bağımsızlık
ve insanlık davalarında Amerika’nın bulunduğu saflarda bulunmak
suretiyle ödeyeceğiz.”(18)
Aynı
günlerde CHP Bursa milletvekili M. Baha Pars, TBMM’de şunları
söylüyordu: “Bugün bu büyük milletin, Amerika’nın,
insanlığa yaptığı yardımı hatırlayıp teşekkür ederken,
peygamber gibi temiz ve kusursuz Roosevelt’i ve onun halefi olan
kıymetli devlet ve millet adamı Truman’ı hürmetle
selamlarım.”(19)
DİPNOTLAR
1
“İkinci Adam” Şevket Süreyya Aydemir, Remzi Yay., 2.Cilt,
sf.45
2
“Tarihe Tanıklık Edenler” Arı İnan Çağdaş Yay., sf.364
3
a.g.e. sf.364
4
a.g.e. sf.365
5
“Tarihe Tanıklık Edenler” Arı İnan, Çağdaş Yay., 1957,
sf.373
6
a.g.e. sf.336
7
“Atatürkçülük Nedir ?” Falih Rıfkı Atay Bates Yay.,
sf.44-45
8
“Bayrak” Falih Rıfkı Atay Bates Yay., sf.121
9
“Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, sf.696
10
“Atatürk Antolojisi” Yusuf Çotuksöken, İnkilap ve Aka Yay.,
sf.36
11
“Atatürk İlkeleri ve Türk Devrimi” Hacı Angı, Angı Yay.,
sf.93
12
“Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, sf 1696
13
“Politikada 45 Yıl” Y.Kadri Karaosmanoğlu, İletişim Yay.,
sf.192-195
14
“Çok Partili Hayata Geçiş” Prof. Taner Timur, İletişim
Yayınları.
15
Ulus Gaz.10.05.1939, ak. Hikmet Bila “CHP 1919–1999” Doğan
Kit.2.Baskı, sf.89
16
“İkinci Adam” Ş.Süreyya Aydemir, Remzi Kit., 4.Baskı 1979,
2.Cilt, sf.125–126
17
“Bitmeyen Oyun” Metin Aydoğan, Umay Yay., 37. Baskı 2005,
sf.206
18
“CHP 1919 – 1999” Hikmet Bila, Doğan Kitapçılık, sf.118
19
a.g.e. sf.118
Metin
Aydoğan Kuramsal Aktarım
*
* * * * * * *
Paylaşım:
Cengiz Öksüz, “ IŞIĞIMIZ KÖY ENSTİTÜLERİ “ Facebook
Gurubu
* * * * * * * *