Köy
enstitüleri açıldıkları her yeri doğrudan doğruya ekonomik,
sosyal ve kültürel yönden etkiliyorlardı. Tarlada, bahçede kızlı
erkekli çalışıyorlardı. Erkek öğrenciler kireç yakıyorlar,
kum eliyorlar, taş taşıyorlar, briket döküyorlar, temel kazıp
temel atıyorlar, duvar örüp çatı yapıyorlar; birer karınca
gibi çalışıyorlardı. Yaptıkları binalar yükseliyor; ektikleri
tohumlar fışkırıyor, ağaçlar boy veriyordu. Yoktan var edip
bulundukları yeri imrenilesi bir cennete çeviriyorlardı. Kız
öğrenciler biçki-dikiş atölyelerinde öğretmenleri eşliğinde
çarşaflar, nevresimler dikip okul gereksinimlerini karşılarken,
erkek öğrencilerin güneşte çalışırken giydikleri şapkaları
da dikiyorlardı. Dokuma iplerini kendileri boyuyor, dokumahanelerde
kilimler dokuyorlar, örgüler örüyorlardı.
Dersler
görüyor, dünya klasikleri okuyorlar, kendileri yazıp oyunlar
hazırlıyorlardı. Ulusal bayramlarda köy halkını davet edip
kendi yazdıkları oyunlarını hazırladıkları sahnelerde
oynuyorlar; fener alayları düzenleyip köyün içinde meşalelerle
yürüyor, bayram sevincini köy halkına yaşatıyorlar, köylüyü
de okula katıyorlardı.
Bereketli
olsun olmasın enstitü öğrencileri okullarının bulunduğu
bölgenin toprağına hayat veriyorlardı: “Deniz kıyısına yakın
yerde olan Trabzon Beşikdüzü Köy Enstitiüsü topraksızlıktan
denize başvuruyor, deniz ürünlerinde gelişiyor, konservecilik
tesisleri kuruyordu. Adapazarı Arifiye Köy Enstitüsü, yanı
başında bulunan Sapanca Gölü’nde balıkçılık işine el
atıyor, balıkçılık yörenin en önemli endüstrisi oluyordu.
Onları gören köylüler de balıkçılığa başlıyordu.
Kırklareli Kepirtepe Köy Enstitüsü, çok büyük güçlüklerle
karşılaşıyor ancak üstesinden geliyordu. İçme suyu sağlayacak
bir artezyen kuyusu açıyor, daha sonra Trakya bölgesinin bütün
kurak yerlerinde artezyen kuyuları yükselmeye başlıyordu.
Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü yorulmak bilmez bir çalışma
ile neler başaracağını gösteren bir enstitü olmuş,
ağaçlandırma işleri ile önemli bir gelir kaynağı sağlamıştı.”
(Fay Kirby, Türkiye’de Köy Enstitüleri S: 276- 277)
Bereketli
topraklar üzerinde kurulmuş olan Adana Düziçi Köy Enstitüsü’nde
hem tahıl hem sebze ekimi yapılıyordu. İpek böcekçiliği
yapıyorlar, küçükbaş hayvan besliyorlar, bol meyve ağaçları
yetiştirirken çevrelerini de ağaçlandırıyorlardı. Demiryolu
üzerinde enstitüye en yakın yer olan Yarbaşı’na herkesin
yararlanabileceği bir tren durağı yaptırmayı da başarmışlardı.
İkinci
Dünya Savaşı yıllarıydı. Malarya (sıtma), verem ve trahom gibi
hastalıklar çok yaygındı. Bu hastalıklar karşısında
enstitülere doktor bulmak da zordu, bulunan doktorları elde tutmak
da… Köy enstitüleri yurttaki sağlık sorununa el atarak bu
soruna da çare oldular.
Köy
enstitüleri, Türkiye’yi saran görünmez bir teşkilatın önemli
bir parçası olarak gözüküyordu. Köy enstitüleri, sağlık
memuru ve köy ebeleri yetiştirilmesi için Sağlık Bakanlığı
ile ilişki kurdu. 9 Temmuz 1943 tarih ve 4459 sayılı kanun ile bu
anlaşmayı resmileştirdi. Bundan sonra köy enstitüsü
öğrencileri üçüncü yılsonunda ‘eğitim’ ve ‘sağlık’
kollarını seçeceklerdi. İkinci ihtisaslaşma alanını seçen
kızlar, doğrudan doğruya Sağlık Bakanlığı’nın yönettiği
kurslara gönderildiler. Erkekler bu eğitimi veren köy enstitüsüne
gönderildiler. Bu konuda Hasanoğlan ve Kızılçullu başlıca iki
merkezdi.‘
* * * * * * * * *
KAYNAK:aydınlık.com.tr
/ Özgürlük Meydanı
https://www.aydinlik.com.tr/haber/bugun-koy-enstituleri-nin-kurulusunun-81-yildonumu-dogru-egitimin-bereketi-241157