31 Ocak 2022 Pazartesi

Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim - “Sonuç” / Firdevs GÜMÜŞOĞLU

İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU

* * * * * * * * * * 

Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim /

SONUÇ”

Görüldüğü Köy Enstitüleri sisteminin mimarlarından İsmail Hakkı Tonguç’un eğitim anlayışı, klasik eğitime karşı yaratıcı, üretici, köyü ve köylüyü kalkındırmanın araçlarını içeren bir niteliğe sahiptir. 1930’lu yılların ikinci yarısında, ülkenin okulsuz 40 bin köyü vardır ve 35 bine yakın öğretmen ihtiyacı bulunmaktadır. Köylüler binlerce yıl aynı üretim ve yaşam biçimine sahiptir. Ayrıca, genç nüfusunu on yıllar boyu süren savaşlarda yitirmiş bir ülke söz konusudur. Köylerde kadınlar, yaşlılar, hastalar ve çocuklar ağırlıklı nüfusu oluştururlar. Öte yandan

köylerin kasaba ve kentlerle bağlantısı yoktur ya da oldukça sınırlıdır. Yine köylerdeki salgın hastalıklar, başta gelen sorunlar arasındadır. Köylüyü yüzyıllar boyu ekonomik ve ideolojik hegemonyası altına almış olan yerel güçler (ağa, eşraf, aşiret reisleri, şeyhler vb) bir başka temel sorunu oluşturmaktadır. Yine yüzyıllar boyunca köylünün devlete olan güveni kalmamıştır. Devlet tarafından köylünün kapısı, yüzyıllar boyunca asker almak ve vergi tahsil etmek için çalınmıştır. Ülke geneline bakıldığında eğitim düzeyi oldukça düşük, nitelikli insan sayısı son derece sınırlıdır. İşte bu koşullarda ülkenin sağlıkçıya, öğretmene, zanaatkâra, üretimini kadere bırakmayan, rasyonel bir biçimde yapan köylüye gereksinimi bulunur. Timur’un Çavdar’dan aktardığı gibi, 1919’da ulaşım Anadolu’da develerle yapılmaktadır ve Anadolu’da 100 tane taşıt bulunmaktadır. Ülkenin en basit ihtiyaçlarının bile yurtdışından getirildiği koşullar söz konusudur.

Köylünün buğdayı pazara ulaşamadan çürürken, İstanbul’a yurtdışından buğday ithal edilmektedir. Ancak mevcut eğitim yöntemiyle nitelikli insan ihtiyacının giderilmesi söz konusu bile değildir. Bunun için yüzyıl beklemek gerekir. Tonguç’un sistematik hale getirmek istediği eğitim uygulaması, özetlemeye çalıştığımız bu ihtiyaçtan kaynaklanmaktır. O yüzden Tonguç, mevcut eğitimle yol alınamayacağına, tümüyle farklı bir anlayışla hareket etmek gerektiği konusuna odaklanır. Tonguç, köyü içerden canlandırmayı amaçlar. Bunun klasik eğitim sistemiyle başarılmayacağını düşünür, üretici, yaratıcı ve özgürleştirici eğitim ilkelerini yaşama geçirir. Onun eserleri, eğitim bilimi ve eğitim sosyolojisi açısından zengin veriler sunar. Tonguç’un eserlerinin yanı sıra mektupları da, okuyucuya geniş ufuklar açar.


Tonguç’un yazdığı mektuplarda, durağan bir yaşama sahip 1930’ların, 40’ların köyünü canlandırma, köyün çocuklarını köyün gereksinimleri doğrultusunda yetiştirme temel sorundur.

Onun uyguladığı eğitim yöntemi, eğitimin her aşamasındaki özneyle diyalog kuran, eleştiren, özeleştiri alışkanlığını oluşturmaya çalışan; ülke, doğa ve insan sevgisiyle yoğrulmuş bir nitelik taşır. Onun eğitim anlayışı hümanizmden beslenir, genç bireyleri topluluk değerlerine bağlı, ancak o değerlerin dönüştürücü öznesi olarak görür. Köy Eğitmen Kursları’yla başlayan ve Köy Enstitüleri’yle devam eden süreçte Tonguç’un mektupları; köylüden öğrenmeye, köylüye öğretmeye, öğrenilenlerin köyün yaşam kalitesini yükselmesine katkıda bulunmaya odaklıdır.

Eleştirel pedagoji alanında sıkılıkla vurgulandığı gibi, öğretenin öğrenci, öğrencinin de öğreten olduğu eğitim ortamları Köy Enstitüleri’nde uygulama alanı bulur. Öte yandan eğitim, bireyi toplumsal alanda güçlendiren, eleştirel aklı egemen kılan bir işleve büründürülmeye çalışılır.

Tonguç’un mektuplarında mevcut durumu değiştirmeye yönelik insanüstü bir çaba görülür.


Tonguç’un mektuplarındaki üslup; öğretici, eleştiri ve özeleştiriye dayalı, destekleyici, imeceyi ön planda tutan, özsaygıyı geliştiren, doğa ve insan sevgiyle doludur. Aynı zamanda alçakgönüllüdür ve bu yüzden de diyalogu içerir. Başlangıçta da belirtildiği gibi mektuplaşma, bürokratik yapının içinde işlevsel bir yöntem olarak bilinçli bir biçimde seçilmiştir. Böylelikle yöneten-yönetilen arasındaki uçurumu ortadan kaldırmak, sözü edilen kurumların gereksinimlerini ve taleplerini doğrudan Ankara’ya ulaştırmak hedeflenir. Bu yöntem, aynı zamanda inisiyatif alan, sorumluluğu ve başarıyı paylaşan yatay ilişkiler sistemini beraberinde getirmiştir.

Nitekim bu uygulamanın sonunda, kolektif aidiyeti olan, düşüncelerini açıklıkla söylemeyi öğrenen, katılımcı, sorunlar karşısında çözümler üretme yetisi gelişmiş, mesleğinin yanı sıra bir zanaat kolunda uzmanlaşmış, entelektüel birikimi olan 18 bine yakın öğretmen ve sağlık elemanı yetişmiştir. Bu insanlar, Türkiye’nin eğitim, bilim, sanat, edebiyat ve siyaset emekçilerini oluşturmuştur.


Tonguç’un mektupları, eğitim sisteminin içinde bulunduğu sorunları anlamak, çözümler üretmek için günümüz eğitimcilerine, bilim insanlarına ve yöneticilerine ışık tutan örneklerle doludur.

* * * * * * * * * * * * * * * 

KAYNAK: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/757811

İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU - Prof. Dr., MSGSÜ, FEF, Sosyoloji Bölümü 




30 Ocak 2022 Pazar

Mektupların Yazıldığı Yıllardaki “Atalet”! ( İ.H. Tonguç ) / Firdevs GÜMÜŞOĞLU

 İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU

..........................

Mektupların Yazıldığı Yıllardaki “Atalet”!

Yukarıda da dile getirildiği gibi Tonguç’u mektup yazmaya iten nedenlerden biri de ülkenin içinde bulunduğu koşullardır. Tonguç, “dağınık, perişan, bitkin köyü hareketlendirmek” amacında olduklarını belirtir. “İş, çok ağır bir iş! Öyle safhalar var ki, onları hallederken öyle kayalara tesadüf ediliyor ki, granitleri tuzla buz etmek lazım geliyor.” Tonguç’a göre ülkede derin bir atalet bulunmaktadır ve düşünülen “hamleyi besleyici hava yok”tur. “Askerlerden köylerde istifade meselesi anladığın tarzda okuma ve yazma için düşünülmüyor… Biz de yapmacık münevverle köye giremeyiz. Onun için köyü harekete getirebilecek, içinden eleman bulmak lazımdır.

(…) Bütün bu teşebbüsün gayesi ve mesnedi köyde istihsali çoğaltmak, teknikleştirmek, olabildiği kadar rasyonelleştirmektir. Hülasa dağınık, perişan, bitkin köylüyü hareketlendirmektir.”

Mektuplarda da görüleceği gibi, günün koşullarında Ankara’da Saffet Arıkan’ın ve Tonguç’un giriştikleri eğitim hareketinin öneminin farkında olan az sayıda kişi bulunmaktadır. Bu yüzden de Tonguç, 24 Nisan 1938’de Ankara’dan Ferit Oğuz Bayır’a yazdığı mektubunu, “Bura bildiğin gibi” diyerek, yorum yapmadan noktalar.

Tonguç’un kamuoyuyla paylaşılan ilk mektubu 22 Şubat 1935 yılına aittir ve İzmir İl Milli Eğitim Müdürü Rauf İnan’a yazılmıştır. Mektup İzmir Kızılçullu’da açılması planlanan Eğitmen Kursu ile ilgilidir. İnan’a “Resmi haber yoldadır! Durumu inceledikten sonra resmi emrin cevabını geciktirmeden veriniz ve mufassalca yazınız. (…) Mevcut binaları kadınlara tahsis edersiniz…

Vekil Beyefendi bu tecrübeye de çok ehemmiyet veriyor… Resmi ve kati şeklini almadan yaymayınız” der.

İsmail Hakkı Tonguç mektuplarında sıklıkla yinelediği gibi, köylerde iş yapacak nitelikli insan son derece azdır. Öte yandan onun uygulamak istediği eğitim ve üretim anlayışını kavrayan, bütün varlığıyla sürece dahil olan kişi sayısı da azdır. Tonguç bu sorunu giderecek çareler arar ve eğitimde mevcut durumu analiz eden, çözümler üreten bir kitap yazar. Ferit Oğuz Bayır’a 24 Mart 1938 tarihli bir mektubunda Köyde Eğitim adlı bu kitabı yazarken yaşadığı güçlükleri ve kitabı yazma gerekçesini anlatır: “İstediğim evsafta iş arkadaşım azdır. Bunu sana itiraf edebilirim.

Birçok kimseleri, yeni ve kuvvetli işler için yetiştirmeyi gaye bilerek sahneye çıkarıyorum. Fakat randıman azdır. Bu işler mutavvasıt (orta çapta anlamında) adamın sökebileceği işler değil. İşte bu sebeplerden düşündüm taşındım, hiç olmazsa kitap vasıtasıyla beş on kişi kazanırız diyerek, herkesin balolarda, gazinolarda, pastahanelerde eğlendiği saatlerde, bunlara hiç imrenmeyerek, gece yarılarına kadar oturarak bu kitabı yazdım. İstediğimde yüzde yüz muvaffak olamadım. Ama yine de orijinal bir şey meydana getirdiğimi sanıyorum.” Tonguç’un kitabını yazdığı günlerdeki Ankara, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara romanını çağrıştırır. Ülkede nüfusun çoğunluğunu yoksul köylüler oluşturmaktadır. Köylerde binlerce yıldır aynı üretim biçimi ve üretim ilişkileri süregelmektedir. Köylüler ağa, şeyh, aşiret reislerinin egemenliği altında patronaj ilişkileriyle iç içe yaşamaktadır. Diğer yandan gelişmekte olan burjuvazi ve onun özellikle Ankara’daki yaşam biçimi göze çarpar. 1930’ların sonuna doğru, devrimci atılımlar ivmesini yitirmeye başlamıştır. Buna karşın bir avuç, ancak kararlı aydın insan için köy, çözülmesi gereken “dava”dır. Tonguç, bu davanın öznelerini de yine köyden bulmaya kararlıdır. Bayır’a yazdığı yukarıdaki mektupta, “Bu memlekette iş görmek isteyenlerin çoğunun başı realist olmamalarından yenmiş. Eğitmen yetiştirme işinin azametini, ne kadar ağır bir yük olduğunu bütün ince noktalarına kadar hesaplıyorum. İcabederse bu iş için canını verecek öğretmen ve eğitmenler yetiştirmek lazım geldiğini de biliyorum.” “Yalnız para için işe sarılacaklar gibi görünenlerin jestlerine hiç kıymet vermiyorum. Fakat istediğimiz gibi insan toplu ve hazır şekilde mevcut değil. Olsa onları kandırmaya çalışırdık. Aradığımız adamları, hayatta, kurslarda yoğurmak suretiyle elde edebileceğiz. Henüz hamur yoğurma devrindeyiz.”

Osmanlı’dan itibaren eğitim kurumları ülkenin “gerçek gereksinimlerine” göre örgütlenmediği bilinmektedir. Tonguç’un deyişiyle, ya statik kalınacak, ya da harekete geçilecektir. O, ikinci seçeneği yaşama geçirmeye, güvendiği kişileri işbaşına getirerek ilerlemeye çalışır. Bir mektubunda resmi çerçevede olgunlaşmayan konuları yazışma yoluyla çözmek istediğini belirtir ve mektuplaşmanın gerekçelerini dile getirir: “Bazı mes’eleler henüz resmiyet çerçevesi içine girecek şekle gelmemiş bulunmaktadır. Bunları arkadaşça konuşmak suretile istikametlendirmek, bu mümkün olmayan hallerde ve zamanlarda da yazışma yoluiyle başarmak gerektir.” 7 Nisan 1938’de Manisa Milli Eğitim Müdürü Rauf İnan’a yazdığı mektupta “Sizin Horozköy’de açtığınız kursun, resmi tahriratlarla ifade edilemeyecek bazı safhaları var. Onları birer birer yazayım” diyerek Eğitmen Kurslarına alınacak öğrenci sayısının, resmi olarak belirlendiği gibi, yüz kişiden oluşmak zorunda olmadığını söyler. Tonguç için resmi kararlardan çok, “gerçek ihtiyaçlar” önemlidir. Mektuba göre, planda olmayan bir biçimde Manisa’dan talep gelmiştir ve bunun üzerine kurs açılmıştır. Burada Manisa’nın talebi “gerçek ihtiyaç”a karşılık gelir. Ancak yeterince bütçe yoktur ve Tonguç, Haziran’da yeni bütçe ayrılana dek İnan’ın mevcut olanaklarla idare etmesini ister. Bunu açıklarken de üslubu güven vericidir, dostluk ve dayanışmayı içerir: “Onun için Hazirana kadar himmet sizden. Ondan sonra azami gayret ve para bizden” der. Kısacası Tonguç’un mektup yazdığı her yaş ve statüdeki kişiye yönelik mektuplarında, içtenliğin ve dostluğun nesnel bir zemini bulunur.

* * * * * * * * * * * * * * * * 

KAYNAK: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/757811

İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU - Prof. Dr., MSGSÜ, FEF, Sosyoloji Bölümü


28 Ocak 2022 Cuma

Köy Enstitülerinde eleştiri-özeleştiri kültürü / Firdevs GÜMÜŞOĞLU

 İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU

..........................

Mektuplarda 

Eleştiri ve Özeleştiri Eğitimi

Köy Enstitülerinde eleştiri-özeleştiri kültürünün yaygın olarak uygulandığı bilinmektedir.

Bir haftalık yaşantının değerlendirildiği Cumartesi toplantılarına, müdürden öğretmene, usta öğreticiye, öğrenciye ve diğer çalışanlara kadar herkes katılır. Bütün katılanların eşit bir biçimde söz söylemesi, yapılan işleri değerlendirmesi, eleştirmesi ve özeleştiri yapması bir gelenek halindeydi. Böylece yerleşkedeki herkes, her işin sorumluluğunu kolayca kabul edebiliyor, olası eksiklik ve aksaklıkların neler olabileceğini biliyordu. Enstitülerde Cumartesi günleri öğleden sonra, herkesin katıldığı genel temizliğe ayrılır. O günün akşamında haftanın işleri eleştirilip, değerlendirilir, yeni haftanın planları üzerinde durulur, tartışılır. Örneğin Cılavuz Köy Enstitüsü’nde Cumartesi toplantıları; haftanın bir değerlendirmesini yapmak, başarılı olanların kutlanması, başarısız veya eksik iş ve tutumların eleştirilmesi anlamına gelirdi. Öte yandan bu yöntem sadece “iş”le sınırlı bir algı değişimini sağlama ve alışkanlık yaratmak değil, demokrasi kültürünü ortak yaşam alanında gerçekleştirmeye yönelik bir işlev de görüyordu. Köylerden gelen çocuklar ilk kez bu yerleşkede “konuşmayı” öğreniyordu. Ezilenlerin içine gömülü olduğu “sessizlik kültürü” böylelikle kırılmaya çalışılıyordu. Konya İvriz Köy Enstitüsü’ndeki öğrenciliğinin ilk günlerinde (1943 yılında) Mahmut Makal ve arkadaşları, her güzel havada olduğu gibi dışarıda ders yapmaktadırlar. Ders, Yurttaşlık Bilgisi’dir. Ders devam ederken boynunda fotoğraf makinası olan birisi yaklaşır ve öğretmene dersin konusunu sorar. Aldığı yanıtın ardından küçük Makal’a “Devletin vatandaşa karşı görevleri nelerdir?” diye sorar. Makal bu anısını şöyle anlatır: “Ayağa kalktım ama yanıtlayamadım sorusunu. Susup kaldım karşısında… Olağan durumda bir şey söyleyebilirdim. Ama karşımda koskoca Genel Müdür ve yanında bir düzine konuk…

Ben kimdim onlar kimdi… ‘Otur’ dedi. Öğretmene dönerek, bizim ve konukların duyacağı biçimde şunları söyledi: ‘Çocuğun konuşmamasını bir hata saymıyorum. Bunlar yüzyıllardan beri sustukları için elbette birdenbire konuşamazlar. Bunlara ilk öğreteceğimiz şey konuşmalarını, düşüncelerini söyleyebilmelerini sağlamak.” İşte bu anlayıştır ki öğretmen ve sağlık görevlilerinin yanı sıra, Köy Enstitüleri’nden edebiyat, sanat ve düşün dünyasına pek çok kişi kazandırılmıştır. Yine bu eğitim sistemi, yoksul köylü çocuğu olan Makal’ı yazar yapmış, 1950’den

beri eserleri Japonca’dan İbranice’ye, Almanca’dan Fransızca’ya, İngilizce’den Bulgarca’ya ve Lehçe’ye çevrilmiştir. Ayrıca Fransa ve Almanya’da üniversite ve liselerde eserleri okutulmuştur. O yıllarda geleceğin öğretmenleri, düşünmeyi eleştirmeyi ve özeleştiri yapmanın önemini kavrıyordu. Daha da önemlisi Aksu Köy Enstitüsü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunu yazar Türkoğlu’nun belirttiği gibi; “Yönetici, öğretmen ve öğrencilerin birlikte çalışarak, yetki ve sorumlulukları paylaşarak ortaklaşa yaratacakları böyle bir eğitimi yalnızca ‘katılım’ kavramıyla açıklamak olası değildir. Çünkü klasik eğitimde katılım, kimilerinin az katılımı içerir.”

Türkoğlu, Köy Enstitüleri sisteminde, “gerçek yetki ve katılımın” olduğunu söyler. Bu bağlamda Köy Enstitüleri uygulaması bize şunu göstermektedir: Günümüzde eleştirel pedagogların dile getirdiği, eğitimcilerin basit entelektüeller değil, dönüştürücü ve organik entelektüeller olduğu görüşü 1940’larda bu ülkede yaşam alanı buldu. Bu yaklaşım o yıllarda da, günümüzde de yeni bir kültür ortamının yaratılmasına karşılık geliyordu. Tonguç’un bütün eserlerinde ve tutumlarında buna büyük önem verdiği görülür.

Tonguç’un herkesin düşüncelerini özgürce ifade etmelerine yönelik tutumu mektuplarındada karşımıza çıkar. Kendisine gelen pek çok şikâyet mektuplarını temkinli, kimseyi kırmadan, insanları iş içinde eğitme ve kazanma düşüncesiyle yanıtlar. Bu bağlamda bir köy öğretmenine Eylül 1939’da şöyle yazar: “Sizi bir buçuk yıl önce bir iş için yoklamıştım, o zaman verdiğiniz cevabı pek çocukça bulmuştum. Fakat toyluğunuza bağışlamıştım. Fakat şimdi bu kadar tecrübeden sonra lüzumsuz yere sızlanmayı, jesti ve nazı doğru bulmam. Ve sevdiklerime de yakıştırmak istemem. Biz sizden idealizm bekleriz, bu da hakkımızdır.” İzmir İl Kültürü Direktörü A. Rıza Özkut’a 8 Kasım 1938’da yazdığı mektupta şöyle der: “Yaptığım işlerin hiçbirinin kendime ne de başkalarının şahıslarına bağlı işler olmasını istemem. İşin realizasyonu hesabına insanları gülleri ve dikenleri ile beraber sevmek prensibine sadık kalmayı isterim. (…) Emin’i gözü kapalıcasına ve başkalarına tercihen tutmuyoruz.” Aynı tarihte, eleştirinin konusu olan Kızılçullu Eğitmen Kursu Müdürü Emin Soysal’a da yazar. İşlerinin çokluğuna rağmen önemli gördüğü noktalarda Soysal’ın dikkatini çekmeyi faydalı bulduğunu belirtir. Tonguç, Soysal’ı önemli ölçüde hatalı bulmakla birlikte onu kırmamaya ve kazanmaya çalışır: “Şahıslar hakkında pek merhametsizce ve o insanların bulundukları şartları, yaratılıştan getirdikleri şeyleri gözetmeksizin, tamamen hissi hareket ederek hücum etmen var ki senin gibi, insanları idare etmek, yetiştirmek ve onlara kıymetler aşılamak vazifesin üzerine alan kimseye bunu yakıştırmam. Bu tarzdaki boş, gayesiz ve kendine antipatiden başka bir şey temin etmeyecek olan şeylerle zihnini yormamanı tavsiye ederim. Daha önce değindiğimiz gibi Tonguç çok sayıda şikâyet mektubu alır. Soysal da kendisi hakkında şikâyet mektuplarının Tonguç’a iletildiğini bilmektedir. Soysal, Tonguç’un bu mektuplardan hareketle kendisini eleştirdiği kanısına sahiptir. Tonguç’un yanıtı ders verici niteliktedir:

Bana birçok mektupların gelmiş olması ve benim onlara göre bazı kanaatlara varmış olmam üzerinde zihin yormana acırım. Bu sözler beni hiç tanımadığını anlatır. İşin aslı ile ilgisi bulunmayan hiç kimsenin (seninkiler de dahil) ne sözü ne yazısı benim kafamda bir saniye yer tutmaz. Beni yalnız işin kendisi ilgilendirir; tıpkı piyesin mevzuu gibi, aktörlerden biri rolünü çok muvaffakiyetli, öteki orta derecede, bir diğeri de muvaffakiyetsiz bir şekilde oynamış, bu hali ben tabii görebilecek kadar nefsimi terbiye edebildiğime kaniim.” Tonguç’un mektuplarında özeleştiri de sıklıkla karşımıza çıkar. Yine Soysal’ın kendisine yönelttiği “ölçüsüz” sözlere ve suçlamalara karşı “Fakat bunlar nihayet şahsıma isabet edebilecek oklar oldukları için onları hiç üzülmeden geçebilirim. Çünkü oku attırmamak lazımken, kendi elimle verdiğimi düşünebilecek haldeyim.”

Yukarıda belirtildiği gibi Tonguç, öğrencilere de çok sayıda mektup yazar. Bu mektuplardan biri Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’nün inşaatında çalışan Çifteler Köy Enstitüsü öğrencilerine yazılmıştır. Öğrenciler mektupta, Enstitü inşaatından sonra ödül olarak Yurt Gezisine gönderilmediklerinden şikâyetçidirler. Tonguç’un yanıtı şöyledir: “Bu güzel işin daima iyi hatıralarla, hem sizler hem de Akpınar’da çalışacak sizin gibi arkadaşlarınız tarafından anılması için yaptığınız işlerden şikâyet etmemeniz birinci şarttır. Size okulunuzda verilen hakiki ruh ve terbiye de bunu icap ettirmektedir. Bu itibarla işten ve henüz gezmeye götürülmemekten doğan şikâyetleriniz, size hiçbir zaman yakıştırmayacağımız bir kusurdur. Bunu derhal tashih etmeniz lazımdır.” Bu sözlerin ardından, enstitü disiplinine aykırı hareket etmeyen öğrencilerin, belirlenen program çerçevesinde geziye gönderileceklerini belirtir.

Köy Enstitülerinin kuruluşundan itibaren Tonguç’un uygulamalarına direnen eğitimciler bulunmaktadır. Tonguç’un mektuplarında bu eğitimciler bazen açık bir biçimde bazen de üstü örtülü olarak eleştirilir. Tonguç’un Soysal’a yazdığı mektuplarda, çalışma tarzı ve eğitim anlayışları arasındaki zıtlık bütün açıklığıyla görülür. Çok partili yaşama geçiş sürecinde, başta Yücel ve Tonguç olmak üzere, Köy Enstitüleri’ne karşı karalama kampanyası başlatılır. Nitekim 1946 seçimlerinden sonra Bakanlığa, Hasan Ali Yücel’in yerine Reşat Şemsettin Sirer getirilir. Tonguç’un eleştirdiği uygulamalar, eğitim politikalarına egemen olur. Tonguç bu konunun Enstitülere yan

sıması nedeniyle de mektup yazar:

Sizin Enstitüdeki son hadiseler hakkında hüküm vermeye yetecek kadar malumat aldım.

Bunları müşahedelerime, tecrübelerimi ekleyerek diğer Enstitülerdeki arkadaşların durumlarıyla da mukayese yaparak en önemli hususları size bildiriyorum: Hadiseleri çıkarma, tahrik etme ve körükliyerek şişirme, bu suretle yoktan meseleler yaratma hususunda bilerek veya bilmiyerek senin rolün büyük ve menfidir. Bu da şundan ileri geliyor:

a) İnsanlara kıyasıya saldırıyorsun, b) Kendine ait işleri doğru dürüst yapmadan başkalarının işlerine o işleri alt üst edecek kadar çok karışıyorsun, c) Muavinliği ilgilendiren işlerin çoğu idare ile öğretmenler ve talebe arasında ahenk tesisini istihdaf eden (amaçlayan) işler iken sen bunun farkında olmasan gerek ki, aksini yaparak ahenksizliklere sebebiyet veriyorsun. İdare işlerine yeni atılan tecrübesiz bir meslektaş olduğun için bu hususları behemehal ve hemen tashih etmelisin.

Şahıs kim olursa olsun müessese içinde o müesseseyi temsil eden bir insan sıfatı ile kimseye hakaret edemezsin. Böyle bir kusurun sıkıntıları yalnız senin üzerine sıçramakla kalmaz, müesseseyi de kirletir. Hele müesseseye senden kat kat fazla hizmet eden birini alay mevzuu yapmana, onu uluorta söylemekte eza duymayışına, başka Enstitülerin tedrisat durumları hakkında tamamen yanlış ve uydurma hükümler vermene çok üzüldüm. Bir insan böyle hareket etmekle ne kazanır? Bütün bunlara karşı içinden şöyle bir sual geçecektir. Öyle ise beni bu müesseselerde niçin tutuyorsunuz? Bunun cevabı: Biz elimizden gelen gayretle ve azami tahamülle, sizin gibi toy arkadaşların akıttıkları zehirleri yuta yuta eleman yetiştirmeye çalışıyoruz. İş son haddine gelinceye kadar bekleriz. Fakat siz söylenenleri hüsnüniyetle kabul etmezseniz, son hadiselerde olduğu gibi yanlış ve faydasız ve hatta zararlı olacak işlerde ısrara kalkarsanız o zaman da katiyen yalvarmayız ve sizi tutmak istesek bile tutamayız.

Tonguç Soysal’a yazdığı yukarıdaki mektupta özetlediği gibi; Enstitülerde insanlara iyi davranmayan, sorumluluk vermeyen, dedikodu yapan, dayanışmayı ortadan kaldıran, öğretmen ve öğrencilere hakaret eden, aşağılayan tutum ve davranışlar, hem kişiyi hem de kurumu “kirletmektedir”. Bu mektubunda da Tonguç; karşı olduğu, yanlış bulduğu davranış ve uygulamaları yapan kişilere karşı dahi, yol gösterici ve öğretici olmaya özen gösterir. Yine bir Köy Enstitüsü müdürüne yazdığı mektupta “Aramızda bu derece fikir ayrılığı vardı da bizi şimdiye kadar bundan açıkça haberdar etmediğine o kadar yanıyorum, o derece üzülüyorum ki!” diye duygularını dile getirir. Tonguç aynı kişiye yazdığı bu mektubun sonunu dostça bitirmeyi ihmal etmez: “Sana sağlık, iç huzuru ve sükûnet diler, gözlerini öperim.” Bir başka mektubunda kendisi hakkında yazılmış ithamlara ilişkin olarak şöyle der: “… Haksız, gaddarca verilmiş hükümlerin üzerinde üç gün düşündükten sonra cevapsız bırakmayı insanlık hislerine aykırı” bulduğunu belirtir.

Tonguç’un bu kişiye de “Kardeşim” diye hitap ettiği görülür.

* * * * * * * * * * * *  

KAYNAK: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/757811

İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU - Prof. Dr., MSGSÜ, FEF, Sosyoloji Bölümü 



27 Ocak 2022 Perşembe

Klasik Eğitime Karşı Yaratıcı ve Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU

İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU

..........................

Klasik Eğitime Karşı Yaratıcı ve 

Özgürleştirici Eğitim

İsmail Hakkı Tonguç, uygulamadaki eğitim sistemini; ezberci, yaşamdan kopuk, toplumun ve insanın gereksinimlerinden uzak bulur. 3 Haziran 1937’de Sadri Ertem’e yazdığı mektupta, yeni hazırlanan testlerin içeriğini eleştirir: “Bu test değil, çocuklar için adeta bir bela! Yahu bu kadar suali sen değil ilk mektep talebesine, yaşını başını almış kelli felli okuryazar denilen adamlara sorsan onları bile sıkıntı basar ve şaşırır kalırlar. (…) Bütün bu suallerin ifade ettikleri kitabi bilgi ile insanları ölçüp de hüküm vermek, insanı işe yaramayan bir malumat hokkası olarak görmekten başka ne ifade eder?” Tonguç genç kuşakların yaşamdan uzak “kitabi bilgi”yle donatılmasını ve “insanın malumat hokkası” haline getirilmesini hem mektuplarında, hem de yazdığı kitaplarda eleştirir. Tonguç’un 1937’de yazdıkları, Freire’nin 1960’lı yılların sonunda formüle ettiği “Bankacı Eğitim Sistemi” kavramsallaştırmasını çağrıştırmaktadır. Tonguç, öğrencilerin belleklerinin, anlamını ve önemini kavramadıkları bilgilerle doldurulmasını doğru bulmaz. Ona göre söz konusu eğitim, klasik eğitimdir ve terk edilmelidir! Rauf İnan’a 7 Nisan 1938’de yazdığı mektupta Eğitmen Kursları’nda yeni bir bakış açısına ihtiyaç olduğunu belirtir. Bunun çaresininde “Evvela mevcut bilgileri ve itiyatları terk. Yeniden yeni işe göre aklıselimle hareket… Yoktan var icat etmek… Köye ve köylüye göre hareket… Bunların niçin böyle olmaları lazım geldiğini kursa geleceklerle temasdan sonra anlamak mümkündür.” Burada Tonguç, eski alışkanlıkların bırakılmasını, akılcı davranılmasını ve öğretmenin köylüden öğrenmesini ister. Onun bu yaklaşımı, bilginin yaşamla bağını kurma ve köylüyü sürecin dönüştürücü aktörleri haline getirmek amacıyla açıklanabilir. Kurslara alınan gençlerin, kurs sonrasında eğitmen olarak gidecekleri köylerde, köyün “gerçek ihtiyacına” çözüm üretecek bir birikimle donatılmasını amaçlar. Bunun yolu köylüyü tanımaktan, köylünün ihtiyaçlarını köylüyle birlikte saptamaktan ve çözüm üretmekten geçmektedir. O halde bu eğitim müfredatının “ruhu” nasıl olmalıdır? İnan’a 7 Nisan 1938’de yazdığı mektupta şöyle der: “Tedrisata gelince: Onu resmi müfredat programı az çok göstermiş. Fakat ruhu program taslağında değil, kursu idare edecek olan arkadaşların ellerinde ve tarzı hareketlerindedir. Köyde ve köylüde mevcut kıymetleri, umumi ve mer’i (geçerli) kıymetler haline getirmek, bu kursların ve ondan sonra eğitmenlerin faaliyetlerinin neticesi olmalıdır.

Sana meselenin ana hatlarını yazdım. Kursların kendi kendilerini yaratmaları en mühim noktayı teşkil eder. İşi bizim klasik işler gibi mütalaa ederek merkezden imdat beklerseniz buradan belki para, kitap alabilirsiniz. Fakat ruhu vermek merkezin işi değildir… Bu işin gerçekleşmesi için resmi emirleri veriyoruz. Bunlardan azami şekilde istifade etmek size düşer.”

Tonguç, yeni bir iş için yola çıkarken, “iş”i öncelikle insanların zihinlerine ve kalplerine sokmak gerektiğini, sonra insanların fedakârlığa girişeceğini söyler. Ona göre bireysel akıl, ortak akıl haline gelerek köyün maddi ve manevi alanda canlanmasına katkıda bulunmalıdır. Tonguç için “iş”, bir idealin gerçekleşmesi demektir. İdeal ise, inanmayı, sevmeyi ve çalışmayı gerektirir.

Ancak, daha önce değinildiği gibi, onun ortaya koyduğu ideal için yola çıkacak nitelikli insan sayısı oldukça azdır. Buna rağmen mektuplarında hiçbir zaman umutsuzluğa yer yoktur: Mevcut öğretmenler arasında amaçlanan eğitime sempati duyacak kişilerle ve “samimi” ortamlar yaratarak işleri yapmayı amaçlar. Bir yandan da işleri yapan kişilerin değişmez statü içinde kalmalarını istemez. Çünkü bu durum, diğerleri üzerinde egemenlik kuran bir biçime dönüşebilir. Tonguç’un eğitim sisteminde şuna dikkat edilir: Öğretmen köyün ihtiyaçlarına göre bildiklerini eğitmene öğretecek, ancak eğitmen adayından da öğrenecektir: “Kursçulara azami şekilde yardım ediniz. Onlar sizden, siz onlardan istifade ederek orada iyi, hatta örnek bir hayat tesis ediniz.” Tonguç’un örnek hayat yaratma çabası, enstitü çevresini ağaçlandırmak ve çiçeklendirmeyi de, eşyaların niteliğini ve kullanımını da öngörür: “Herşeyi temiz ve basite irca etmek, birinci şart. Kurs eşyası ve binaları böyle bir renk göstermelidir. Ot yatak, battaniye, tahta karyola, bakır sahan ve bardak, çiçekli sofralar. Bir masadan yemek, ders, konferans, atelye vs gibi birçok işler için istifade bu kursların eşya kullanmaktaki prensiplerinin birini teşkil etmelidir.” Kuruluşunda, Enstitülerin yerleşkelerinin bulundukları bölgelerin ihtiyaçları ve coğrafi koşulları dikkate alınır. Ancak Tonguç, bu kurumların kuruluşunda da klasik yöntemlerden uzak durur. Aksi takdirde başarısız olunacağını düşünür. Bir mektubunda, Arifiye Köy Enstitüsü’nün öğrenci alma tarzını klasik eğitimle ilişkilendirerek eleştirir. O, okulu öğrenci için hazırlamaya karşıdır. Klasik eğitimde okullar hazırlanır, öğrenci hazır okula gelir, “bilgili ve sınıfın tek egemen kişisi olan” öğretmenin öğreteceklerini beller! Tonguç bu yöntemin tersine, öğrenciyi hazırlık sürecine dahil etmeyi önerir. Enstitü Müdürü Balkır’a 24 Ağustos 1940 yılında yazdığı mektupta, Balkır’ın öğrenci karyolalarını boyatmasını ve yoğun bir hazırlık içinde olmasını eleştirir: “Görünüşe göre sen bilinen mektebi hazırlayarak, sonra faaliyete geçmek istiyorsun. Bu doğru olmaz… Yağmurlar bastırıncaya kadar behemal çocuklar eğitmen tertibi , dışarıda ders görecekler. Ancak bu tedbirle klasik tedrisat nizamını kırmak mümkün olur.” Yine klasik eğitim sistemini kırmaya yönelik bir yöntem de şudur: “Yetişkin talebesi olan Enstitüler bu çocuklardan, birçok hususlarda, hatta birinci sınıflara ders verdirmek veya müzakere yaptırmak, bisiklet, motosiklet öğretmek gibi türlü faaliyetler için istifade etme yollarını arayıp bulmalıdır.

Tonguç, 40 bin köyün okulsuz ve öğretmensiz olduğu koşullarda, bu koşulları değiştirme bilgisi, becerisi ve isteği olan kuşaklar yetiştirmek amacındadır. Çünkü mevcut koşullara göre, okul ve öğretmen ihtiyacı öylesine yakıcı bir sorundur ki, olabilecek en kısa zamanda ve en yeni yöntemle sorunun üstesinden gelineceğini düşünür. O; eğitim, üretim, paylaşım ve birlikte eğlenme aracılığıyla güçlenen bireyler ve gençler yetiştirme hedefindedir. Mektuplarındaki klasik eğitim eleştirisinin temelini bu anlayış oluşturur. Ancak Tonguç’un bu düşüncesini bazı enstitü müdürleri ve öğretmenlerin kavramadıkları da mektuplara yansımaktadır. Tonguç, mektuplarında dile getirdiği gibi “işlerinin çokluğuna rağmen” bu kişilere yazmaya ve onları uyarmaya devam eder.

Bu kişilere yönelik eleştirileri ve özeleştirisi bir sonraki bölümde ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

Tonguç’un klasik eğitim sistemi eleştirisi onun öğretmenlik ve yöneticilik deneyimleriyle sınırlı değildir. Tonguç, 1935 sonlarında dönemin Milli Eğitim Bakanı’na “Köyde Eğitim” konusunda rapor sunar. 1935’den itibaren Tonguç, birlikte çalışabileceği, köy “davası”nın bilincinde olan ve çözüm üretecek kişiler bulmak amacındadır. Bunun yolunun köyü ve köylüyü, hem de mevcut eğitimcileri yakından tanımaktan geçtiğini bilmektedir. 1938’de yazdığı Köyde Eğitim adlı eseri; hem zengin bir içeriğe sahiptir, hem de aşağıda belirttiğimiz gibi aradığı nitelikli eğitimcilere ulaşma aracı olmuştur. Daha kitabın ilk sayfalarında, “Köylülere bir şey öğretebilmek için önce onlardan birçok şeyler öğrenmemiz gerekir. Onlarla gülüp onlarla birlikte ağlamayan bir insan köyün iç hayatına giremez” demektedir. Bu kitabını yazmadan önce Tonguç, dünyada ve ülkemizdeki eğitim sistemine ilişkin bilgi dağarcığını, Türkiye köylerinin mevcut durumuna ilişkin bilgilerle zenginleştirir. Tonguç, bu kitabında önce köylerin genel durumunu inceler. Tonguç’un bu eserinde, bir toplumbilimcinin metodolojisine sahip olduğu görülür ve verileri titizlikle tasnif eder: Konuyu; “Doğa ve doğa olayları bakımından köy”, “Toplumsal hayat ve olaylar bakımından köy durumu”, “Tarımsal işler ve ekonomik hayat bakımından köy durumu” ve “Hayat anlayışları bakımından köy durumunu (önemli hayat anlayışları, sevinç karşısında köylü, üzüntü ve keder karşısında köylü, bir milletin hayat anlayışı)” başlıkları altında ele alır. Ardından köydeki eğitimin niteliğini ve ana ilkelerini analiz eder. Burada “öğrenci ve öğretici olarak insan” başlığıyla, insanın toplumsal, fiziksel, psikolojik ve bilişsel özelliklerini tartışır. Son olarak da Türkiye’deki köy tiplerini inceler. Bu bölümü yazarken, kendi bilgisi ve izlenimlerinin ötesinde Afyon, Ağrı, Ankara, Çanakkale, Edirne, Erzincan, Erzurum, Kars, Gaziantep, Gümüşhane, İzmir, Kırklareli, Kocaeli, Malatya, Rize, Samsun ve Tekirdağ’dan öğretmen ve denetmenlerin, “raporlarından,

gözlemlerinden ve fikirlerinden” yararlanır.68 Tonguç söz konusu eğitimcilerden rastgele bir değerlendirme almaz. “Köy Eğitimini İnceleme Planı” başlıklı bir geniş ölçekli bir soru formu hazırlar ve gelen yanıtları kitabında değerlendirir.69 Tonguç, ülkenin dört bir yanında görev yapan 115 kişiden oluşan bu eğitimcilerin adlarını kitabında tek tek sayar. Bu kişilerden bazılarının sonraki

yıllarda Köy Eğitmen Kursları ve Köy Enstitüleri’nde öğretmen ve yönetici olduğu görülmektedir.

Engin Tonguç’un deyişiyle bu bir “Kolektif bir yapıttı” ve Tonguç’un çalışma biçimiydi. Engin Tonguç’un bu saptamasının ne denli haklı olduğu, Köy Enstitüleri sistemindeki kolektif yaşam incelendiğinde de görülmektedir.

Tonguç, ülkenin dört bir yanına dağılan bütün Köy Eğitmen Kursları ve Köy Enstitüleri’ni sık sık ziyaret eder. O, bu bakımdan da klasik eğitimcilerden farklıdır. Söz konusu kurumları Ankara’dan, makamından yönetmez. Bu yerleşkelerde en az birkaç gün kalır. Gittiği her yerde yönetici, öğretmen ve öğrencilerle birlikte zaman geçirir. Onları dinler, izler, işleyişe ilişkin düşüncelerini paylaşır. Öğrenciler; tarlada, derslikte, ahırda, işlikte, yemekhanede vb mekânlarda Tonguç’la karşılaştıklarını birlikte zaman geçirdiklerini dile getirmektedirler.71 Tonguç’un sık sık seyahat ettiği, kursları ve enstitüleri yerinde gözlediği mektuplarında da sık sık karşımıza çıkar.

Manisa Milli Eğitim Müdürü Rauf İnan’a Horozköy’de açılacak eğitmen Kursu için yazdığı mektupta şunları söyler: “Yeni bina meseleleri hakkında şimdiden hiçbir şey yapmak doğru değildir.

Ben tahminen birbuçuk ay sonra geleceğim. Vaziyeti mahallinde hep birlikte etüd edeceğiz. Ondan sonra kati kararlar vereceğiz.” “Yeni yaptırmak istediğin atelye meselelerine gelince, onları, ben oraya gelerek mahallinde halledeceğim.”73 “Birçok mektuplarına kendim Arifiye’ye giderim diyerek cevap yazamadım. Halbuki bu imkan şimdilik hemen tahakkuk ettirilecek gibi görünmüyor. Onun için sana esaslıca birkaç noktayı yazmak isterim.” Tonguç Köy Enstitüleri’nin açılışından bir yıl sonra 4 Ağustos 1941’de yazdığı bir mektupta, son iki ayda sekiz Köy Enstitüsü’nü

ziyaret ettiğini ve çalışmalarını yakından izlediğini belirtmektedir. Dönemin ulaşım ve iklim koşullarının güçlüğü göz önünde tutulursa Tonguç’un bu gezilerinin hangi fedakârlıklarla gerçekleştiği daha iyi anlaşılabilir: “Buna gecelerimden istifade etmek şartıyle vakit bulabiliyorum.

Buradaki işlerimi de bizzat halletmek veya göz kontrolü altında bulundurmak mecburiyetiyle

karşılaşıyorum…”

Tonguç’un, yüz yüze ve güvene dayalı, eğitimin her kademesindeki bireye değer veren anlayışı, klasik eğitime bir meydan okumadır. Onun bu yaklaşımı; enstitü yerleşkelerindeki müdürden öğretmene, usta öğreticiye ve öğrenciye dek yansımasını bulur. Bu eğitim ve yaşam biçimi, Köy

Enstitüsü mezunu kuşağın güçlüklerden yılmayan, yaşamları boyunca son derece üretken ve topluma katkıda bulunan bireyler haline gelmesine yol açar. Bunda Tonguç’un Eğitmen Kursu ve Köy Enstitüleri’ndeki her bireye çalışma alanlarında inisiyatif tanıyan bir idareci niteliği taşımasının etkili olduğu kanısındayım. 19 Kasım 1937’de Edirne Karağaç Eğitmen Kursu Müdürü

Bayır’a yazdığı mektupta kadroya alınacak ilköğretim müfettişleri ile öğretmenleri seçme konusunda Bayır’a “her bakımdan serbest bırakırız”, “Emri tepeden değil, aşağıdan yukarı doğru çıkarırız” der. “Emrin” tabandan, yukarıya iletilmesi Tonguç’un, katılımcı demokrasinin anlamını ne denli içselleştirdiğini bize göstermektedir. 1938’de yazıldığı tahmin edilen bir mektupta da Bayır’a “Senin mektebin yaz tatili için ne düşünüyorsunuz? Onu resmi tahriratla bildir.

Ona göre tedbirler alalım. Tatilde bütün talebeyi bırakacak mısınız? Böyle olursa ziraat işleriniz ne olacak?” sorusunu yöneltir. O yıllarda köyün ve köylü çocuklarının ihtiyaçları Ankara’dan

değil, Kars’tan, Trabzon’dan Diyarbakır’dan Antalya’dan kısaca Köy Enstitüleri’nin bulunduğu bölgelerin ihtiyaçlarından hareketle planlanırdı. Bu nedenle de Tonguç, idareci olarak seçtiği kişilere tam yetki verir. Tonguç’un patronaj ilişkilerine karşı çıkan tutumunun temelinde “idare işleri dilenilerek alınmaz, onlar verilir” biçimdeki düşüncesi bulunmaktadır. Hangi düzeyde olursa olsun bireyin konumunu bütün boyutlarıyla hak etmesi ve üretken olması, onun başta gelen ilkesidir. Öte yandan İlköğretim Genel Müdürü olarak, müdürlerden ve öğretmenlerden tavsiye almak, onlara şükran duymak Tonguç’u rahatsız etmez. Bir mektubunda, enstitü müdürüne “Diğer tavsiyene gelince, hakikaten kursları dolaşmak lazım” der. 12 Ağustos 1937’de Ferit Oğuz Bayır’a yazdığı mektupta; “Kurslardaki faaliyetlerinizden cidden medyunu şükranız. Bu cihetten arkadaşları saygı ile anmaktan başka elimizden iş gelmez.” 19 Kasım 1937’de Bayır’a yazdığı bir başka mektupta şöyle der: “Kurs hakkındaki fikirlerine çok sevindim. Bilhassa teşekkürlerle gözlerinden öperim.” Tonguç’un yazdıklarından görüleceği gibi Köy Enstitüleri’ndeki uygulama; müdürden öğretmene, öğrenciye dek patronaj ilişkilerine karşı başkaldırı eğitimidir.

* * * * * * * * * * * * * * * * * 

KAYNAK: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/757811

İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU - Prof. Dr., MSGSÜ, FEF, Sosyoloji Bölümü



25 Ocak 2022 Salı

Tonguç ve Köy Meselesi / Firdevs GÜMÜŞOĞLU

 İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU

..........................

Tonguç ve Köy Meselesi

Tonguç’un bütün eserlerinde köy sorunu önemli bir yer işgal eder. Çünkü o, köylerin içinde bulunduğu yoksulluk ve çaresizliğin bizzat tanığıdır. İlkokulu mezunu bir çocuk olarak tek başına önce Bulgaristan’dan İstanbul’a, sonra da İstanbul’dan Kastamonu’ya dek yolculuk yapar. “O; 1900’lerin başında Silistre’de yaşayan bir köylü ailesinin çocuğudur. Balkan Savaşı sırasında İstanbul’a okumaya, öğretmen olmaya gelmiş bir gençtir. Tonguç, hem Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altındaki Bulgaristan köylerindeki yoksul halkın yaşamını, hem de Anadolu’yu çok iyi bilmektedir. Öte yandan Batı’daki eğitime ve toplumsal sorunlarada yabancı değildir: 1918’de iş eğitimi almak üzere Almanya’ya gönderilir. Burada Georg M. Kerschensteiner’in ve John Dewey’nin ‘bilgi okulu’na karşı, ‘iş okulu’ tartışmalarıyla tanışır. Tonguç bu düşüncenin kendisine yabancı olmadığını fark eder. Öte yandan Almanya’da bulunduğu günlerde Berlin’de ve Münih’te sol ayaklanmalar gerçekleşmiş ve Tonguç bir öğrenci olarak, bu siyasal çalkantılara tanık olmuştur. Ancak Almanya’daki eğitimi kısa bir süre sonra kesintiye uğrar. Öğrenciliğinin henüz ilk yılındayken ülkesinin işgale uğradığı haberini alır. Almanya’daki diğer öğrencilerle birlikte 19 Mayıs 1919’da İstanbul’a döner”.


Tonguç’a göre Osmanlı İmparatorluğu’nda yöneticiler de, aydınlar da çoğunluk nüfusu oluşturan köylü ile yabancılaşmıştır. Tonguç şöyle der: “… Her şeyden evvel hakiki köyü tanıyalım. Hiç korkmadan, aldanmadan, demagogların oyunlarına kapılmadan onun bütün hususiyetlerini öğrenelim”. Onun eğitim anlayışında köy, her alanda çalışacak nitelikte kahramana muhtaçtır.

Bu kahramanlar köyün içinden yetiştirilmek zorundadır. Tonguç için bir köy “meselesi” vardır.

Ancak bu mesele bazılarının düşündükleri gibi mihaniki ‘köy kalkınması’ sorunu değil, anlamlı ve bilinçli bir şekilde köyün içten canlandırılmasıdır. Köyün insanı, öylesine canlandırılmalı ve bilinçlendirilmelidir ki onu, hiçbir kuvvet kendi çıkarına ve insafsızca istismar edemesin. Köyün

sakinlerine köle ve uşak muamelesi yapamasın. Köylüler bedava çalışan iş hayvanı haline gelmesin. Köy meselesi, köyde eğitim problemleri de içinde olmak üzere bu demektir”.


Tonguç, 1935 yılında Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ın ilköğretim alanında vazgeçilmez yardımcısıyken, bir yandan da 1938’de Köyde Eğitim ve 1939’da Canlandırılacak Köy adlı eserlerini yayınlar. Köyde Eğitim’i yazmadan önce kapsamlı bir araştırma yapar. Kitabın ikinci baskısının yapıldığı 1947’de Türkiye’nin 61 ilini, 305 ilçesini ve 9.156 köyünü incelemiştir. Aynı zamanda döneminin köy öğretmenlerinden ve müfettişlerinden aldığı raporlar sonucu Türkiye’nin eğitim sorununu analiz eder: “Buna göre, köyü ve köylüyü tanımak zorunludur. Köydeki sorunları anlamak için hastalığın teşhisi gereklidir. Ona göre Türkiye köylüsünün en önemli sorunu, egemen güçler tarafından yüzyıllar boyu sömürülmeleri, yoksulluk, eğitimsizlik ve Batıl inançlarla çevrelenmiş bir toplumsal yaşamdır. Bu durumdan en önemli çıkış yolu, köyün gerçek gereksinimlerine göre köylü çocuklarını yetiştirmektir. Bunun için de köylüyü iyi tanımak gerekmektedir. Tonguç, “köyde eğitimin nasıl olduğunu bilmedikçe, nasıl olacağını kestirmek mümkün değildir” der. Ona göre köy koşullarında büyüyen çocuk, bilinenden ve tercüme edilen kitaplarda yazılandan başka bir dünyadır.

* * * * * * * * * * * * * *  

KAYNAK: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/757811

İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU - Prof. Dr., MSGSÜ, FEF, Sosyoloji Bölümü



Köy Enstitüleri’nin Eğitim İlkeleri / Firdevs GÜMÜŞOĞLU

İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU

.........................

Köy Enstitüleri’nin Eğitim İlkeleri

Tonguç’un mektuplarının içeriği ile Köy Eğitmen Kursları ve Köy Enstitüleri’nin eğitim ilkeleri arasında doğrudan bir bağ bulunmaktadır. Her iki uygulamada görülen temel özellik, köyü canlandırmaya, bilimsel bakışı açısı ve uygulamalarla köyün içinde bulunduğu ilkel yaşam koşularını değiştirmeye odaklanmasıdır. Özellikle Köy Enstitüleri, nüfusun önemli bir kesiminin köylerde yaşadığı yıllarda fırsat ve olanak eşitliğini yaşama geçirmiştir. Buraya kabul edilen çocukların, köy çocuğu olması zorunludur. Ancak kız çocukları için bu zorunluluk esnetilmiş, kasabalardan başvuran kız çocukları geri çevrilmeyerek kızlara yönelik pozitif ayrımcılık yapılmıştır. Bu eğitim anlayışının bir başka yönü de, aşağıda ana hatlarıyla açıklayacağımız gibi hümanist nitelik taşımasıdır.

Bu kurumlardaki eğitim özgündür. Bu eğitimin içeriğinde yer alan maddi ve kültürel yaşamın üretiminin, günün sosyoekonomik gerçekliğinde bir karşılığı bulunur. Günün koşullarında ülkenin ihtiyaçları saptanarak Edirne’den Kars’a, Ankara’ya, Trabzon’a, Diyarbakır’a, Antalya’ya İzmir’e dek bütün Anadolu coğrafyasında, bölgelerin gereksinimine göre eğitim verilir. Köy Enstitüleri’nin başlangıçta bir müfredatı bile yoktur. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Yücel’in ve Tonguç’un tercih ettiği bu uygulamada müfredat, yaşamın gereksinimlerinden hareketle oluşturulur. Bu yaklaşımla ilintili olarak, kültür derslerinin yanı sıra, coğrafi koşullara ve üretim biçimine uygun olarak, örneğin Kars Cılavuz’da hayvancılık, Trabzon Beşikdüzü’nde balıkçılık, Aksu Köy Enstitüsü’nde narenciye üretimi yapılır. Bu yönüyle yaşamın gereksinimleri ile uygulama arasında paralellik bulunur. Tonguç’un eğitim anlayışında kuram, uygulamadan- yaşamdan çıkar. Benimsenen “iş içinde eğitim” ilkesine uygun olarak kuram, “iş”le sınanır ve “iş”e karşılık gelir. Bazen matematik dersinde öğrenilen geometri bilgisi binaların yapımında, fizik dersinde öğrenilen elektrik veya enerji bilgisi elektrik santrali yapımında uygulama alanı bulur. Bazen de bir binanın çatısının yapımı esnasında Pisagor ve Öklid bağıntısı öğretilir. Her türlü bilgi, öğretmenlerin ve usta eğiticilerin öncülüğünde, öğrencilerle birlikte yaşama geçirilir. Eğitimde planlı, çok yönlü, yaratıcı, üretici ve yapıcı bir yaklaşım söz konusudur. Bu anlayışın gereği olarak, her yer dersliktir! Sadece duvarlarla çevrili mekânlarda değil; bir binanın çatısında, mutfakta, ahırda, atölyelerde, tarlada, bahçede, ören yerlerinde, kısaca yaşamın olduğu her yerde ders yapılır. Yine bu eğitim sistemi, doğa ve insan sevgisini eksenine alır, bu bakımdan da hümanisttir. Öte yandan henüz Kurtuluş Savaşı’ndan çıkmış, ardından II. Dünya Savaşı’nın yaşandığı bir ülkede öğrencilerin üretici olması, eğitim ekonomisi açısından da kendine yeterli bir ekonomik uygulamanın ortaya çıkmasını sağlar. Köy Eğitmen Kursları’nın ve Köy Enstitüleri’nin kurulduğu yerleşkelerde verimsiz araziler yeşertilmiş, bataklıklar kurutulmuş ve her yer ağaçlandırılmıştır.

Yukarıda Köy Enstitüleri’ndeki eğitim felsefesini hümanizmle ilişkilendirmiştik. Bilindiği gibi Hümanizm, Rönesans’ın insanlığa armağanıdır. Gökberk’e göre Rönesans’la birlikte ilk kez ele alınan sorun, insan sorunudur. “İnsan’ arayan, “insanın” özü ile bu dünyadaki yerinin ne olduğunu araştıran çalışmalara Renaissance’ta ve sonraları da humanizm adı verilir.” Gökberk, Rönesans’la birlikte insanın, evrensel bir organizmanın renksiz bir üyesi olmaktan kurtulduğunu, onun kişiliğini arayan, benliğinin özel renklerini bütün canlılığıyla ortaya koymak isteyen birey olarak yarattığını dile getirir. Bu yüzden de Gökberk, Rönesans’ın bir individualizm çağı, individualite’lerin doğduğu bir dönem olduğunu söyler. Bu gelişme, ulus devletin ortaya çıkışı ile örtüşür. Türkiye’de ise Hümanizm, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda önemli tartışma konuları arasındadır. Yücel’in kitaplarında ve klasik eserlerin çeviri çalışmalarında da hümanizm karşımıza çıkar. Bu bağlamda (Yücel’in bakanlığı döneminde) kurulan Tercüme Bürosu, ülkemizin kültürel yaşamını zenginleştiren eserlerin yayınlanmasını sağlar. Platon’dan Konfüçyüs’e, Mevlana’ya dek Doğu ve Batı klasik eserleri dilimize kazandırılır. Yücel şöyle der: “Garp kültür ve düşüncesinin seçkin bir uzvu olmak dileğinde ve azminde bulunan Cumhuriyetçi Türkiye, medeni dünyanın eski ve yeni fikir mahsullerini kendi diline çevirmek ve bu âlemin duyuş ve düşünüşü ile benliğini kuvvetlendirmek mecburiyetindedir.” Yücel, çocukları her türlü yanlış ve batıl inanışlardan, muzır telakkilerden uzak tutan, edebi zevklerini, milli ve insani duygularını yükselten, onlarda okuma zevkini kökleştiren bir edebiyatı ihtiyaç olarak belirtir. Bu ihtiyaç doğrultusunda Köy Enstitüleri’nin bütününe söz konusu yerli ve çeviri eserler gönderilir, öğrencilerin bunları okuması sağlanır. Tonguç’un da katkısıyla insan, doğa ve hayvan sevgisi bu kurumların temelin deki harç olarak kabul edilir.

Sonuç olarak, Köy Enstitüleri hümanist değerlerin yeşerdiği, güçlendiği kurumlar haline dönüştü. Bu kurumlarda, Gökberk’in belirttiği “evrensel organizmanın renkli bir üyesi” olan insan yetiştirildi ve kolektif içinde birey olma kültürü yaratıldı. Köy Enstitüleri’nde uygulamaya konan hümanist anlayışın, Batı’dakinden en önemli farkı, kolektif aidiyet ile birey olmak arasındaki bağın koparılmaması, aksine güçlendirilmesidir. Bunun sonucunda da Köy Enstitüsü öğrencileri arasında dostluk, kardeşlik, doğa, hayvan ve insan sevgisi temel değerlerler arasına girerek yaygın olarak benimsendi. Sonraki yıllarda Köy Enstitüleri mezunları aracılığıyla, Türkiye’nin eğim ve kültür yaşamını etkiledi.

* * * * * * * * * * * * * * * * *  

KAYNAK: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/757811

İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU - Prof. Dr., MSGSÜ, FEF, Sosyoloji Bölümü



17 Ocak 2022 Pazartesi

BİR ŞİİRİN ACI ÖYKÜSÜ : “DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ” / B. SITKI ÖZER


BİR ŞİİRİN ACI ÖYKÜSÜ : “DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ” / B.SITKI ÖZER

Şefik Eren Sınıg,1925 yılında Konya Seydişehir’de dünyaya gelir. Küçük yaşta hem öksüz hem yetim kalır. Denizli’nin Çivril ilçesinde yaşayan eniştesi öğretmen Osman Gürkan küçük Şefik’e sahip çıkar..

Osman Gürkan, Isparta Gönen Köy Enstitüsü’nün Tarım Öğretmeni’dir. Küçük Şefik’in elinden tutar. Şefik de Enstitü’yü bitirir, öğretmen çıkar. Afyon’un Dinar ilçesine bağlı Sütlaç köyünde göreve başlar.

Okuldan yakın arkadaşı Mehmet Aydeniz de komşu köyde öğretmendir. Bir hafta sonu Bostancı köyünde buluşurlar, gençlerle top oynamaya başlarlar. Ne var ki futbol topu patlar. Şefik Öğretmen ve arkadaşları, topu onarmak için okula girerler. İşte ne olduysa o an olur. Okulun duvarı ansızın çöker. Şefik Öğretmen altında kalır. Güçlükle çıkarılır enkazdan, güçlükle Çivril’e taşınır. Ancak hekimler çaresizdir. Şefik Öğretmen, Sütlaç köyüne geri götürülür.

Artık ölüm döşeğindedir. Bilinçli bilinçsiz, sadece öğrencilerini sayıklamaktadır. Son nefesini vermeden son sözlerini söyler:

“Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin.”

Takvimler 1949 yılının ekim ayını göstermekte, günlerden perşembedir. 24 yaşında hayata veda eden Şefik Öğretmen, bir Cuma vakti Çivril’de toprağa verilir.

O gün cenaze törenine katılanlardan biri, şair Ceyhun Atuf Kansu’ya anlatır yaşananları. Aslında bir hekim olan ve meslek yaşamı boyunca Anadolu’nun en ücra köşelerini dolaşan Kansu, öylesine duygulanır ki bir anda dökülür kaleminden bu eşsiz mısralar…

Aradan yıllar geçer ve “Dünyanın Bütün Çiçekleri” bu kez Selda Bağcan’ın sesi ve müziğiyle işler yüreklerimize…

Şefik Öğretmen’in mezarı Çivril’de, yüksekçe bir tepede… O tepe, özellikle de ilkbaharda rengarenk çiçeklerle bezeniyor. Kır ve dağ çiçekleriyle.

Dünyanın bütün çiçekleriyle…

KAYNAK:
https://www.gundemadana.com/bir-siirin-aci-oykusu-dunyanin-butun-cicekleri-b-sitki-ozer-yazdi/
* * * * * * * * * * * * *
DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ
"Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin."
--- Köy öğretmeni Şefik Sınıg'in son sözleri.
* * * * * * * * * * * * * *

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum

Bütün çiçeklerini getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin, getirin...ve sonra öleceğim.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kir ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri
Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini
Bacımın suladığı fesleğenleri,
Koy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
Avluların pembe entarili hatmisini,
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın,
Aman Isparta güllerini de unutmayın
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, emektir benim güllerim,
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Baharda Polatlı kırlarında açan,
Güz geldi mi Kop dağına göçen,
Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen,
Muş ovasından, Ağrı eteğinden,
Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden
Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,
Eğin türkülerinin içine gömün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencileri istiyorum.
Yalnız ve çileli hayatimin çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız, ama kokusu essiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum, yasamak istiyorum,
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şey söyleyen toprakta,
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yasadım,
Yurdumun çiçeklenmesi için daima yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Simdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,

Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.
CEYHUN ATUF KANSU


Dünyanın bütün çiçekleri / Ceyhun Atuf Kansu


DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ

"Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin."

--- Köy öğretmeni Şefik Sınıg'in son sözleri.

Takvimler 1949 yılının ekim ayını göstermekte, günlerden perşembedir. 24 yaşında hayata veda eden Şefik Öğretmen, bir Cuma vakti Çivril’de toprağa verilir. O gün cenaze törenine katılanlardan biri, şair Ceyhun Atuf Kansu’ya anlatır yaşananları. Aslında bir hekim olan ve meslek yaşamı boyunca Anadolu’nun en ücra köşelerini dolaşan Kansu, öylesine duygulanır ki bir anda dökülür kaleminden bu eşsiz mısralar…

* * * * * * * * * * * * * 

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum

Bütün çiçeklerini getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin, getirin...ve sonra öleceğim.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kir ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri
Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini
Bacımın suladığı fesleğenleri,
Koy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
Avluların pembe entarili hatmisini,
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın,
Aman Isparta güllerini de unutmayın
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, emektir benim güllerim,
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Baharda Polatlı kırlarında açan,
Güz geldi mi Kop dağına göçen,
Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen,
Muş ovasından, Ağrı eteğinden,
Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden
Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,
Eğin türkülerinin içine gömün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencileri istiyorum.
Yalnız ve çileli hayatimin çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız, ama kokusu essiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum, yasamak istiyorum,
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şey söyleyen toprakta,
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yasadım,
Yurdumun çiçeklenmesi için daima yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Simdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,

Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.

CEYHUN ATUF KANSU

* * * * * * * * 

“Köy Enstitülerini halk adına aydınlar kurdu, halk adına yine aydınlar yıktı. Halk, Köy Enstitülerini istiyordu da aydınlar onun için kurdu demek gerçeğe ne kadar aykırıysa, halk istemiyordu da aydınlar onun için yıktı demek de o kadar aykırıdır. Ama kuranlarmı gerçekten halktan yanaydılar, yıkanlar mı? Bu sorunun karşılığını vermek biz enstitülülere düşmez; ama merak edenlere şöyle bir yol gösterebiliriz: Baksınlar, kuranlar mı, yıkanlar mı daha çok çıkar peşindeydiler, kuranların kişisel kazancı ne oldu, yıkanlarınki ne?” ( Sabahattin Eyuboğlu – Köy Enstitüleri Üzerine / Cumhuriyet Gazetesi Aydınlanma Kitapları).