

BİLİYOR
MUYDUNUZ? MİSYONER ÖĞRETMEN / HİKMET FERİDUN ES
Yıllar önce
İzmir Kadınlar Hapishanesindeki mahkum kadınlara akşam
dersleri
verilmesi kararlaştırılmıştı.
Bir gün milli eğitim
müdürünün odasına zayıf, ufak-tefek bir genç kız
girdi.
-
Ben bu dersleri memnuniyetle kabul ederim, efendim, dedi.
Müdür
şaşırmıştı. Karşısındaki genç kız, okuldan yeni çıkmış,
üstelik son
derece de hassas bir insana benziyordu.
Müdür
bir kez daha hapishanedeki tipleri gözünün önüne getirdi. Olacak
şey
değildi... Lakin düşüncesini belli etmedi.
- Peki,
hoca hanım, dedi. Bu işle meşgul olacağım.
İki hafta
geçmeden, genç kız, soğuk ışıklar altında hapishane
koğuşundaki
akşam derslerine başlamıştı. İşi bittikten
sonra, ince pardösüsünün yakasını kaldırıyor,
süngülü
nöbetçilerin, zincirli kapıların arasından geçerek sokağa
çıkıyor ve hızlı
adımlarla evine koşuyordu.
Hapishane
müdürü de, milli eğitim müdürü gibi, hayretler içinde idi.
O,
kavgacı, o geçimsiz mahkumlar, genç öğretmeni hem sevmeye, hem
saymaya
başlamışlardı.
Kadınlar hapishanesinde ilk defa
böyle bir hava esiyordu.
Fakat işinde inanılmaz bir başarı
gösteren kızın, bir süre sonra acayip bir
suçla adliyeye
götürüldüğünü görüyoruz.
Hakkındaki suçlama:
Misyonerlik...
Gittikçe kabaran dosyalar, hep misyoner
öğretmenden bahsediyordu.
Neler de neler yapmamıştı
ki:
Kadınlar hapishanesi derken, Kinder Garten Teşkilatında
çalışmalar,
çocuklara iyi insan olmak etrafında birtakım
telkinler.
Bütün bunlar misyonerlik denilen şeyden başka ne
idi....?
İş o kadar dallanıp budaklandı ki, Ankara'ya kadar
intikal etmiş ve onca
mühim işi arasında Atatürk meseleyi
merak etmişti.
- Bana misyoner öğretmenin dosyasını
getiriniz, dedi.
Bütün bir gece o dosyayı inceledikten sonra,
ertesi günü öğretmen Sıdıka
Avar'ı yanına çağırttı.
Genç öğretmen Atatürk'ün karşısına çıktığı vakit
bir
yaprak gibi titriyordu.
Atatürk, bu ufak-tefek kıza
hayretle baktı.
- Misyoner öğretmen sensin, öyle mi?"
diye sordu.
Avar şaşırmıştı. Yavaşça,
- Efendim, ben
öğretmen Avar, diye fısıldadı.
Atatürk, o zaman genç
öğretmene doğru parmağını uzatarak yüksek sesle
şunları
söyledi:
- Hayır. Sen misyoner Avar'sın. Bana, senin gibi
misyonerler lazım.
Ondan sonra da Atatürk fikirlerini
açıkladı:
"Bir toplum, daha ziyade aile yoluyla, bilhassa
kadın yoluyla
kazanılabilirdi. Genç öğretmen Doğu'ya
gidecekti.
Oradaki genç kızları, hatta bunların arasında hiç
Türkçe bilmeyenleri bile
toplayacaktı....Onları, bu toplumun
potasında yetiştirecekti; sonra bu çocuklar
birer ışık
huzmesi altında köylere gönderecekti."
Sözlerinin
sonunda:
- Git, memleketin içine gir, dağ köylerine uzan; orada
bizden ışık bekleyen yarının annelerini göreceksin, dedi.
Genç
öğretmen, içi içine sığmaz bir halde Atatürk'ün yanından
çıktı.
İşte yıllar ve yıllardır Avar, doğu illerinden
birinde Kız Enstitüsü Müdürlüğünde bu inanılmaz işle
meşguldür. Şimdi; Elazığ, Tunceli, Bingöl çevrelerindeki halk,
bu ufacık-tefecik kadından bir azize gibi bahseder.
Onun
hakkında iki yüze yakın mani, masal ve çocukların dilinde
sayısız Avar şarkıları vardır.
O, yol vermez, geçit tanımaz
dağlara at sırtında tırmanır, dağ köylerinden, çoğu esmer
köy kızlarını toplar, onları kendi ceketine sarıp okuluna
götürür.
Avar, Doğu'da gerçekten inanılmaz bir isimdir. Dağ
tepesindeki köylere bu masal kadının, öğrenci toplamak için
gittiği zaman köylüler:
- Kızımı da götür, Avar...! diye
atın üzengisine yapışıyorlar.
Şehre, Avar'ın okuluna gelen
kızı, bir kere de üç-dört yıl sonra görünüz.
Ben, bir
insan yaratma mucizesini orada gözlerimle gördüm
Hikmet Feridun
Es
Hayat Dergisi 1957
Sıdıka Avar; gazeteci Banu Avar'ın
annesidir.