25 Nisan 2025 Cuma

Köy Enstitülerinin kuruluş nedenleri / Cengiz Çakır

 Köy Enstitülerinin kuruluş nedenleri / Cengiz Çakır

Bu yazı Köy Enstitülerinin kuruluş yıl dönümü olan 17 Nisan tarihinde hazırlanmıştır. “17 Nisan Derneği” tarafından Köy Enstitüleri kurucularına yöneltilen yazı başlığındaki soruya en kapsamlı yanıt Beşikdüzü ve Hasanoğlan Köy Enstitülerinin kurucusu Hürrem Arman tarafından verilmiştir. Sözü değerli öğretmenimize bırakalım:

Cumhuriyet ve üst yapı devrimleri, çalışan, ilkel de olsa üreten halkımızın, o tarihlerde hemen tümünü kapsayan köylümüze hiçbir uygarca yaşama, gerekli bir üretim biçimi ve tüketimden insanca yararlanma olanağı getirmemişti. Ülkemiz feodal ilişkiler içinde çok azınlıkta olan egemen güçlerin ve köşe başını tutmuş bulunan ortaklarının çıkarlarını koruyacak bir düzen içinde yönetilmekte idi. 1935 istatistiklerine göre, nüfusumuzun yüzde 82’si, sayısı altmış bine varan yerleşme yerlerinde, her yönden bir ortaçağ yaşamı içinde idi. 14 milyon köylü, kasaba, şehir ve köylerdeki eşrafa, tüccara, tefeciye, bürokratlara, ağalara, etkinliklerini sürdüren dede, şeyh gibi her türden sömürücüye bağlı olduğu halde, ilkel araçlar ve geleneksel yöntemlerle yaptığı üretimle toplumu ayakta tutan bir insan gücü potansiyeline sahipti.

KÖY ÇOCUKLARININ HALİ

Doktorun, hastabakıcının uğramadığı köylerimizde yaygınlaşan kırıcı hastalıklarda bile köylümüz evliyanın, üfürükçünün eline ve çağdışı inanış ve davranışları içinde bırakılmıştı. Köy yolları, kış aylarında her yerle bağlantıyı yok edecek nitelikte idi. Köylerin pek çoğunda en ufak bir onarımı bile sağlayacak alet ve hiçbirinde işlik, usta yoktu.

Köylü nüfusun okuryazar oranı, erkeklerde yüzde 17, kadınlarda yüzde 4,2 idi. Doğu illerinde bu oran yüzde 1’e kadar düşüyordu. Kasaba ve şehirlerde yüzde 85’e ulaştırılmış ilköğretim olanakları yanında bu oran köylerde yüzde 15 idi. Köy çocuklarının 5’te 4’ü ilkokuldan bile yoksundu.

Köy okullarından çıkan çocukların, öğrendikleri bilgiler hiçbir işe yaramıyor, gereksinme duyulmayan ve sürdürme olanağı bulunmayan okuma yazmayı bile birkaç yıl sonra unuttukları görülüyordu.

Köy koşullarına uygun bir ortamda yetiştirilmeyen öğretmenler köylerde işe yaramayan bir misafir gibi duruyorlar, fırsatlar arayarak, yaratarak kasaba ve şehirlere kaçıyorlardı.

O günlerde bugünküne oranla daha çok köylü tabanına ve üretimine dayanan bir toplumduk. Ve güya “... yedi yüz yıldan beri dünyanın dört bucağına sevk ederek kanlarını akıttığımız, emeklerini ellerinden alıp israf eylediğimiz ve buna karşılık daima tahkir ve tezlil ile mukabele ettiğimiz uşak menzilesine indirmek istediğimiz bu asil sahibin huzurunda bugün utanç ve saygı ile yerimizi” alacaktık.

SAFFET ARIKAN İLE ATILAN ADIM

Oysa Cumhuriyetin kuruluşundan on üç yıl geçtiği halde bu konuda, aşarın kaldırılmasından başka altyapıyı değiştirecek hiçbir atılım yapılmamıştı. Yukarıdaki sözlerin sahibi olan Atatürk yoğunlaşan sorunlar nedeniyle, yeni anlamda bir köy öğretiminin sağlanması için Saffet Arıkan’ı Milli Eğitim Bakanlığına getirdi. O da bu konuların geniş anlamda sahibi, gelişimi, yapısı ve yapıtlarıyla gerçek bir köycü olan ve sonraları uygulamalarıyla da bunu ispatlayan eğitimci Tonguç’u buldu.

1936 yılında, Köy Enstitülerinin başlangıcı olan ilk Eğitmen Kursu Çifteler’de açıldı. Atatürk’ün ölümünden sonra yaşama zorunluluğu, bu uygulamadan alınan olumlu sonuçlar, Tonguç’un bilinçli, Yücel gibi bir Bakanın etkin uğraşıları yeni Devlet Başkanını bu işi tutmaya, benimsetmeye yöneltti. 1940 17 Nisan’ında Köy Enstitüleri Kanunu ve sonraları Teşkilat Kanunu ve Köy Sağlık Memurları ve Ebeleri Kanunları çıkarıldı.

YÜCEL VE TONGUÇ

Köy Enstitülerinin kuruluş nedenleri ve biçimi kısaca bunlardır. Ama amaçta tek parti iktidarının görüşü ile, her yönüyle Tonguç etkisi içinde olan Enstitülerin ilke, uygulamalar ve alınan sonuçlarla belirlenmiş bulunan anlayışı temelde ayrılıklar göstermektedir. O günkü iktidar açısından Enstitülerin kuruluş nedeni ve amaç, çıkarmış bulundukları kanunlara rağmen çok dar ve sınırlıdır.

Köylüyü okuryazar hale getirmek, okul yapımını, köylere yararlı öğretmen yetiştirme işini ve istihdam konularını devlete fazla külfet yüklemeden hızla çözümlemek; girmeme kararında olduğumuz ve neler getireceği belli olmayan savaşın sonuna kadar bir ilköğretim seferberliği ile muhtemel birçok partili döneme hazırlıklı olarak girmek o günkü iktidarın kuruluş nedenleri ve amaçları idi.

Oysa Enstitüler ve Tonguç açısından bu yakın amaçların ötesinde, uygulamalarla ve Enstitülerde kurulan düzenle belirlenen, ulaşılması istenen gerçek amaç şu idi: Yürürlükte olan genel düzen içinde başka yolu olmadığı ve olmayacağı için, tabanın yukarıda değindiğimiz durumunu, oradaki güç ve potansiyeli kullanarak, gerçek ve gereksinmelerimiz doğrultusunda, yapısal bir değişikliğe yöneltmek ve bu yolla, bir örgütlenme ile toplumumuzun ileri bir uygarlık aşamasına ulaşma olanaklarını yaratarak alttan bir zorlama düzeyi sağlamaktı.”

Kaynak: Köy Enstitüleri Defteri (1), 17 Nisan Derneği, 23 Haziran 1974, s.9 -10.

* * * * * * * * * * * * * *

Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/koy-enstitulerinin-kurulus-nedenleri-522822

* * * * * * * * * * * * * *

Sayın Özgür Özel’e soruyorum / Kemal Ateş

 Sayın Özgür Özel’e soruyorum / Kemal Ateş

Hiçbir kurumla ilgili bu denli çok kitap, yazı yazılmadı.

Dünyada başka bir örneği var mıdır bilemiyorum?

Köy enstitüleriyle ilgili her yıl yeni kitaplar yayımlanıyor. Yazık ki hepsini okuyamıyoruz.

Bu yüzlerce kitaba öncülük eden ilk kitapları köy enstitülüler kendileri yazdılar.

Başta yazarlıklarını borçlu oldukları, kendilerini yetiştiren bu okulları önce Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Başaran gibi yazarlar anlattılar.

Bu okullarda yazarlık atölyeleri mi vardı diye düşünürüm bazen. Hayır, yoktu, ama doğru programlarla yapılan Türkçe dersleri vardı. En başta okuma alışkanlığı veriliyordu. Türkçe programlarını inceledim. İnanın YÖK’ün üniversiteler için bize verdiği Türkçe ders programından çok ileride. Dersin amacı, yol ve yöntemleri öylesine doğru kavranmış ki… Bilgiler metne dayanıyor, bu önemli. Tam anlama ve anlatma amaçlanıyor. Türkçe öğretmeni çeşitli bilgileri bir araya getirmesini bilen bir sanatkâr gibi görülüyor. Türkçe öğretmeninin sanatkâr gibi görüldüğü ve seçildiği okullardan yazarlar yetişmez mi?

KÖY ENSTİTÜLERİ VE SPOR

Köy enstitüleri ve spor denildiğinde ya da köy enstitülerinden yetişen ünlüler söz konusu olduğunda, hâlâ unutulan bir değerimiz var, adı Ahmet Bilek. Güreşi enstitülerde öğrenmiş bir olimpiyat şampiyonu. Ayrı kulvarlardan gelseler de Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Talip Apaydın gibi şöhretlerin hemen yanında anılmalı onun adı. Yazık ki hâlâ bu alanda yazanlara çizenlere yabancı. Çırpınıp duruyorum Ahmet Bilek’i bu topluma anlatmak için.

Görüyorsunuz, ne kadar çalışıp çabalasak da olimpiyatlarda tek bir altın madalya almak bile çok zor. Bu yüzden federasyon başkanları, hatta bakanlar değişiyor. Güreşçilerimiz 1960 Roma Olimpiyatları’ndan yedi altın madalyayla döndüler, bu hâlâ spor tarihimizde aşılamamış eşsiz bir başarıdır. Aşılacağını da sanmıyorum. O yedi altın adamdan, yedi kahramandan biri de köy enstitülü şampiyon Ahmet Bilek idi. Yazık ki minderlerin ilk şampiyon öğretmeninin kadri kendi ülkesinde bilinmedi, Almanya’ya, trajik bir hayata savruldu. Sessiz Şampiyon’da onun yaşamını bütün ayrıntılarıyla anlattım. Bu kitabımda yazamadıklarımı da Cumhuriyet Sporunun Zafer Abideleri adını verdiğim portreler kitabında tamamladım.

Bu büyük şampiyona vefasızlık hâlâ sürüyor. Ahmet Bilek Kızılçullu’da okudu, Ortaklar’dan mezun oldu. Şimdi NATO karargâhı olan Kızılçullu’nun spor salonuna benim başvurum üzerine Ahmet Bilek adı verildi, sonra da pişman olmuşlar gibi adını kaldırdılar.

Benim de okuru olduğum zaman zaman da yazılar yazdığım çok eski bir gazetede geçen gün “Köy Enstitüleri ve Spor” başlığıyla bir yazı okudum. Son satırına değin ilgiyle okuyup bitirdim, Ahmet Bilek’ten, köy enstitülerinde hangi dallarda neler yapıldığından, köy enstitülerinden yetişen sporculardan söz eden tek bir satır yok. Sessiz Şampiyon romanında Ahmet Bilek’in tesadüfen yetişmediğini anlattım öncelikle. Köy enstitülü başka olimpik sporcu olup olmadığını araştırdım. Ulusal takıma hangi sporcuları verdiklerine değin araştırıp buldum. Tek tek adlarını yazdım. Yalnız güreşte yetişen sporcuların değil, atletizm pistlerinde Türkiye şampiyonlukları için koşan Hasan Tekin, Kasım Demir gibi atletlerin izini sürdüm.

17 Nisan dolayısıyla köy enstitüleriyle ilgili gene pek çok etkinlik düzenlendi, yazılar yazıldı. Ahmet Bilek adından söz eden nerdeyse tek bir kişi, tek bir etkinlik, tek bir yazı yok. Ahmet Bilek’in memleketi Manisa’da da yapıldı bu etkinlikler, oradaki konuşmalarda da adı yok. Bu şampiyonun adı okulundaki salondan niye kaldırıldı diye soran tek bir kişi çıkmadı. Ahmet Bilek, Sayın Özgür Özel’in hemşerisi. Sayın Genel Başkan sanırım Manisa’dan böyle bir şampiyon çıktığını bilmiyor. Bilseydi herhalde onun adını yaşatmak için küçük bir çabasını görürdük.

Bu büyük şampiyona Manisalılar, Manisa Tarzanı’na gösterdikleri ilginin, vefanın binde birini göstermediler. Gene aynı topraklardan yetişen Ruhi Sarıalp’ı da bilmez Manisalılar. Hiçbir yerde adlarına rastlamazsınız. Önceki dönemlerde bazı ilgililere mektuplar da yazdım, hiçbirinden yanıt alamadım.

Şimdi Sayın Özgür Özel’e soruyorum.

Sizin memleketiniz kendi değerlerine niye bu kadar yabancı, bu denli vefasız?

Manisa Belediyesi, Kula Belediyesi CHP’nin elinde…

Memleketinizden yetişen minderlerin ilk olimpiyat şampiyonu öğretmeni için ne yaptınız?

Eşinin memleketi Eskişehir bu konuda biraz daha vefalı çıktı.

Buraya şampiyonumuzun çok anlamlı bulduğum, kızı Sevil Bilek’ten aldığım bir fotoğrafını koyuyorum. Öğretmen Ahmet Bilek Eskişehir’in bir köyünde köy çocuklarına modern güreşi öğretiyor. Köy enstitüleri bunu da başarmış, 1950’li yıllarda bir köye olimpiyat şampiyonu bir öğretmen vermiş.

Fotoğrafa iyi bakın. Önlerindeki minder uydurma olsa da, öğretmenin mutluluğu, çocukların neşesi ne kadar sahici. Bu köy enstitülü şampiyon öğretmen, yoksul bir Anadolu köyünde Ziya Gökalp’ın sözünü ettiği “tebessüm inkılabı”nı gerçekleştirmiş.

Köy enstitüleri budur işte!..

* * * * * * * * * * * * * * * *

Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/sayin-ozgur-ozele-soruyorum-522925

* * * * * * * * * * * * * * * *


11 Nisan 2025 Cuma

Köy Enstitüleri (Yücel – Tonguç Aydınlığı) / Aliyar KARACA


Köy Enstitüleri (Yücel – Tonguç Aydınlığı) / Aliyar KARACA

Köy enstitüleri, Türkiye tarihinin en etkili ve üzerinde en çok tartışılıp konuşulan eğitim projesidir. Cumhuriyet ilk kuruluş yıllarında ülkemizde okuma yazma oranı %5 (kadınlarda %04) bile değildi. Bunun yanı sıra nüfusun %80'lik bölümü köylerde yaşıyordu. Tüm yurtta 3000 kadar öğretmen mevcuttu. 40 bin köyün 35 bini okul ve öğretmensizdi. Mevcut geleneksel öğretmen okulları yılda 150 kadar öğretmen mezun ediyordu, bunlar da köylerde öğretmenlik yapmak istemiyorlardı. Köy enstitüleri,"köy koşullarını bilen, dirençli öğretmenler yetiştirmek” üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile açıldı.

Köy enstitüleri, beklenenden çok daha kısa bir sürede ülkemizin eğitim ve kültür yaşamını derinden sarstı. Bu sarsıntı öylesine güçlü ve etkili olmuştur ki köy enstitülerinin toplumsal ve siyasal yaşamda hangi sonuçları doğurabileceği egemen güçler tarafından daha ilk yıllarda fark edildi ve bu durum özellikle çiftlik ve toprak ağalarının başını çektiği gerici, tutucu, sömürücü sınıfların tepkisine yol açtı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün uyarılarını takiben Anadolu'nun özellikle de köylerin okulsuz ve öğretmensiz olduğu gerçeğinden hareket edilerek dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün himayesinde, Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç'un çabalarıyla açılan köy enstitüleri ile köylerden ilkokul mezunu zeki çocukları toplayarak bu okullarda yetiştirdikten sonra yeniden köylere gönderilmesi, böylece köy çocuklarının eğitilmesi, Cumhuriyet’in nimetlerinin köylere ulaştırılması, köyün ve köylünün yaşam tarzının değiştirilmesi ve köylülerin üretim ilişkileri içindeki rolünün daha etkili bir duruma getirilmesi amaçlanıyordu.

1940 yılından başlayarak, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında, Balıkesir’den Kars’a, Aydın’dan Van’a, Samsun’dan Adana’ya zor şartlara sahip yerlerde 21 köy enstitüsü açıldı. Enstitülerde kitaba deftere dayalı ezberci bir eğitim öğretim yerine "iş için, iş içinde eğitim” ilkesi; yaşamın içinden değişmeyi ve aynı zamanda değiştirmeyi öğreten bir eğitim modeli uygulanıyordu. Buralardan mezun olan öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de çağdaş ve bilimsel tarım tekniklerini öğreteceklerdi.

1940-1946 arasında köy enstitülerinde 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hâle getirilmiş ve üretim yapılmıştı. Aynı dönemde 750.000 yeni fidan dikilmişti. Oluşturulan bağların miktarı ise 1200 dönümdü. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmenevi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km yol yapılmıştı. Sulama kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulamalı eğitim gördüğü çiftliklere sulama suyu öğrenciler tarafından getirilmişti.

Ne yazık ki bu Türk buluşu seçkin eğitim kurumları, daha kuruluş yıllarından itibaren sistematik bir saldırı ile karşı karşıya kaldı. Köy enstitüsü uygulaması Hasan Âli Yücel'in 1946'da Millî Eğitim Bakanlığından ayrılmasıyla büyük bir darbe yedi. Hasan Âli Yücel'den sonra bakan olan Reşat Şemsettin Sirer zamanında Köy Öğretmen Okullarına dönüştürüldü. Bu okullar da Demokrat Parti döneminde 27 Ocak 1954'te kapatıldı. Kapatıldığı 1954 yılına kadar köy enstitülerinde 1398 kadın ve 15.943 erkek toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmişti. Aralarında Fakir Baykurt, Ümit Kaftancıoğlu, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Adnan Binyazar, Pakize Türkoğlu, Ali Dündar, Mehmet Uslu, Mehmet Özel, Ali Yüce, Tahsin Yücel, Dursun Akçam, Aliyar Karaca, Mevlüt Kaplan’ın da bulunduğu çok sayıda eğitimci, yazar ve ülkemizin önde gelen birçok bilim insanı bu okullarda yetişmiştir. Ayrıca 8675 eğitmen ve 1248 sağlık memuru yetişti.

Aliyar Karaca, Türkiye’ye özgü ve yabancıların eğitim araştırmalarında örnek olarak gösterdiği köy enstitülerinin bu destansı ve bir o kadar da hüzünlü öyküsünü ülkemizin köy enstitülerini yakından tanıyan kalemlerin aracılığı ile bize bir kez daha anımsatıyor. Cılavuz Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmen, eğitimci ve yayıncı olarak yetiştiği bu seçkin eğitim kurumlarına vefa borcunu ödemiş oluyor!

Köy enstitülerinin ülkemizin hem eğitim tarihiyle hem de siyasal, ekonomik, kültürel tarihiyle ilgili bir özgün proje olduğunun doğru anlaşılması amacıyla onlarca yazarın, uzmanın 290 ayrı metnine yer verilen Köy Enstitüleri (Yücel – Tonguç Aydınlığı) kitabı 4 bölümden oluşuyor:

Bölüm 1: Köy Enstitüleri Hangi İhtiyaçtan Doğdu?

Bölüm 2: Köy Enstitülerini Kimler Kurdu? Nasıl Gelişti?

Bölüm 3: Köy Enstitülerine Kimler Karşı Çıktı? Kimler Yıktı?

Bölüm 4: Tonguç’un Ölümü Üzerine Ne Dediler?

Aliyar KARACA

* * * * * * * * * * *

Kaynak: https://www.kozakaraca.com.tr/urun/koy-enstituleri-yucel-tonguc-aydinligi