Köy Enstitüleri Mucizesi /
İ. GÜRŞEN KAFKAS
17 Nisan Köy Enstitülerinin unutulmaz mucizesini hatırlatıyor. Yakılan ışıkla, insanlarımıza akla dayalı, laik bir dünya görüşü kazandırılıyordu. Sistem, köylerden gelen gencecik insanlann üretim yaşamını, imece yoluyla bireysel ve toplumsal yardımlaşmayı öğrenmelerini içeriyordu.
Cumhuriyetin ve devrimlerin gerçek amacı eğitim dünyasındaki aydınlanmaydı. Bunun yolu da köylere ve köylülere eğitim ışığını ulaştırmaktı. Köylü vatandaş, asırlarca vergi yükümlüsü, asker görevlisi olarak görüldü.
Oysa Köy Enstitüleri projesiyle, devlet ile kırsal kesim kucaklaşacaktı. Elbette Köy Enstitüleri olgusu uzun, ince bir yoldu. Bu yüzden İsmail Hakkı Tonguç, diline doladığı, usundan kovamadığı "Dik yolları denerim ben / Her zorluğu yenerim ben" dizelerini söyler dururdu.
Tonguç, köylüyü eğiterek, köye uygun, meslek sahibi, ışık saçacak bireyler yetiştirileceği için keyifliydi. Mustafa Necati zamanındaki köy öğretmeni ve eğitmen yetiştirme görevi, çok amaçlı ve tam donanımlı Köy Enstitülerine devredilmişti.
Eğitimdeki bu değişim, yeni gelişmelerin peşindeydi. Nüfusunun çoğu köylerde yaşayan halkı, uygar ve gönençli bir ulusun bireyi/toplumu olarak yaşatmak hedefleniyordu; Köleci bir zihniyetin mahkumu olmuş bir topluma birey özgürlüğü düşüncesini aşılamaktı amaç. Köylünün eğitilmesi ile birlikte, sosyal planda kalkınması, düşünce ve eylem bazında gelişimi sağlanacaktı.
Köy Enstitüleri projesi, köyden kente göçü de engelleyecekti. Büyük şehirlerin gecekondu sorunu önlenmiş olacak, kalkınmış köy bilinci oluşacak, gelişmiş yerleşim birimleriyle bugünlere gelinecekti. Öte yandan sağlık, teknik sorunlar, doğa ve çevre bilinci, etik değerler konularında da aydınlatıcı önderler yetiştiriliyordu. Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç'un geceyi gündüze katarak, yılmadan uğraşları sonunda "Köy Enstitüleri Yasası" hazırlandı.
Köylüyü eğitecek bireyler yine köyden alınmalı, bu kişiler tarım ve hayvancılık bilgilerine, köylülük bilincine sahip, yerleşim koşullarının yarattığı alışkanlıklara, çeşitli doğa şartlarına uyumlu olmalıydılar. Köy Enstitülerinin kuruluş felsefesinde, elbirliği" gönül birliği, imece açılımı ve sevgi bağı önemli bir koşuldu. Savaş alanlarında verilen zorlu mücadeleler sonrası kazanılan ulusdevlet, şimdi toprağıyla vatan olma, bireyiyle insan olma sosyolojik savaşıyla karşı karşıyaydı. Daha iyi bir yaşam için eğitilmeli, aydınlanmalı ve üretken olmalıydılar. Bu bilinci verebilecek eğitimcileri yetiştirmek ve köylere hizmete göndermek gerekliydi. Köy Enstitüleri gerçeği de buydu işte! Kendi tüketeceğini, kullanacağını kendi üreten bireyler yetiştiren, işe ve emeğe dayalı, "yaparak/yaşayarak/üreterek eğitim".
Köy öğretmenleri, doğal şartlann yarattığı sorunlan bir bir çözümlüyor, sosyal sorumlulukları, kadın haklarını ve insan olma erdemliliğini anlatıyorlardı. Kültürel eğitim, iş uygulamalarıyla görülüyor, araştırarak sonuca ulaşılıyordu. Üretici eğitim yöntemiyle her gence, kendine güvenme, inanma ve başarma kavramları kazandırılıyor, cesaret veriliyordu.
Batı Rönesans’ının klasikleri elden ele dolaşıyor, okundukça gözlerdeki perdeler aralanıyor, karanlıklar aydınlığa duruyordu. "Aynı yolda aynı emek/Gönüllerde bir tek dilek/Köylümüzü önde görmek/Köyümüzü kalkındırmak" dizeleri o günlerden bugünlere ulaşan söylemlerdir.
Köy Enstitüleri geleceğimizin umudu olacaktı, gelecek onlarla kurulacaktı. Yeni devletin şekli cumhuriyet, tacı demokrasi, ışığı ise eğitimdi. Bu eğitim olgusunda Cumhuriyetin övündüğü kaynak Köy Enstitüleriydi. Eli nasırlı, ayağı çarıklı, toprağın bağrını tırnaklarıyla kazan köylülerin çocukları, eğitilip köylere hizmete koşuyorlardı. Öğrenci merkezli eğitimle, ezbere, öğüde uzak, bilgisizlik ve yoklukla savaşabilen, gençleri yarınlara hazırlayan bir sistemdi.
Köy Enstitülü gençler açlığı umursamayan, yatağı yer, yastığı taş bilen, dayanıklı, kötü yazgıyı güzelliklere taşıyan aydınlık bireylerdi.
Bu sistemle köylü okuyacak, öğrenecekti. Tarımı fenni yöntemlerle yapacak, davarına bilimsel yöntemlerle bakacak, folklorunu sevinçle böl üşecekti. Köyden alınanlar, yine köye ışık olup, yıldız olup doğacak, karanlığı aydınlatacaktı. Köylü bilinçlenecek, Türkçesini geliştirecek, ulusal bilince erecek, ulus-devleti bir başka gözle sevecekti.
Bayrağını, özgürlük marşını, Atatürk'ünü ulusal bütünlüğün simgesi olarak yüreğinde taşıyacaktı. Çünkü Köy Enstitüleri ulus bilincini, ulus-devlet saygınlığını veriyordu. Karanlık eller, acımasız diller köylünün aydınlanmasına karşı koydu.
Siyaset/ticaret/tarikatlar ve toprak ağaları gibi işbirlikçiler, eğitim tarihimizin yüz akı olan bu okulları kapatarak karanlığa güç kazandırdı.
Seksen altı yıllık Cumhuriyetimizde, eğitim sistemi arayışımız sürüp gitmekteyken gerçekçi deneyimlerden, eğitim tarihimizin bu aydınlanmacı kazanımından yararlanmamaktadırlar. Köy Enstitülerinin yazgısı aydınlanmayla başladı, fenerin ışığı gitgide kısıldı ve kapatıldı. Yazık oldu!
* * * * * * * * *
KAYNAK:İ. GÜRŞEN KAFKAS, ( Cumhuriyet , 17 Nisan 2009 )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder