Her
köy enstitüsüne tarla, arı kovanları, besi hayvanları,
atölyeler tahsis edilmişti. Derslerin yüzde 50’lik bölümü
temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise
uygulamalı eğitimdi. Uygulamalı eğitime anlamlı bir ad
verilmişti: 'iş içinde eğitim'
Köy
Enstitüsünde öğrencilere bir müzik aleti çalmayı
öğretiyorlardı.
Atatürk eğitimin
önemini şu sözlerle dile getirmiştir: “Bir millet savaş
meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o
zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak eğitim ordusuyla
mümkündür.”
Beklenti,
yine Atatürk’ün ifadesiyle “fikri hür, vicdanı hür, irfanı
hür” nesillerin yetiştirilmesidir. Bunun için de çağın
gereklerine göre, aydın nesiller yetiştirecek olan aydın kafalı
eğitimcilerin yetiştirilmesi gerekir.
Cumhuriyetin
kuruluş döneminde öğretmen sayıları şöyleydi:
Kadın
öğretmen sayısı, bin 81.
Erkek
öğretmen sayısı, 9 bin 21.
Toplam
öğretmen sayısı: 10 bin 102.
Bu
öğretmenlerin öğretim/eğitim seviyelerinden örnekler:
Öğretmenlik
eğitimi almış olanlar 378’i kadın, 2 bin 356’sı erkek olmak
üzere 2 bin 734’tür.
Bin
357’si ilköğrenim mezunu, 711’i medreseden ayrılmış, 152’si
muntazam bir tahsil görmemiş, 2 bin 107’si hiçbir öğretmenlik
ehliyeti taşımayan kişilerdi.
1924
yılından önce ilkokul sonrası 4 yıl olan eğitim süresi 1924’te
5 yıla, 1932-33 öğretim yılında ise 6 yıla çıkartılmıştır
(3 yıl orta ve 3 yıl lise). 1970-71 öğretim yılına kadar,
ilkokul öğretmenleri lise düzeyindeki 3 yıllık ‘İlköğretmen
Okulları’nda yetiştirilmiştir.
Kurtuluş
Savaşı sonrasında vatandaşların sadece yüzde 3-4'ünün okuma
yazma bilmesi, halkın yüzde 80'inin köylerde yaşıyor olması
eğitime gecikmeksizin müdahaleyi gerektiriyordu. Bu nedenle
Atatürk, acil önlem paketini yürürlüğe koydu. Buna göre
askerliğini çavuş olarak yapmış erlerden hızlandırılmış
eğitimle köy öğretmeni (eğitmen) yetiştirilip köylerine
öğretmen olarak gönderilme projesini önerdi ve bu proje
uygulandı. Diğer yandan askere alınan gençlerden okuma yazma
bilmeyenlere okuma yazma öğretildi. Askerler bu okullara “Ali
Okulları” adını vermişlerdi.
DEWEY
RAPORU
1924
yılında ABD'li Eğitim Profesörü John Dewey, Mustafa Kemal
tarafından Türkiye’ye davet edildi. Kendisinden Türkiye’de
eğitimin nasıl olması sorusuna yanıt verecek bir rapor
hazırlanması istendi. Dewey’in hazırladığı rapor zamanın
yöneticileri tarafından incelendi. Profesör John Dewey'nin raporu,
Maarif Vekaleti Mecmuası, Mart 1925, No. 1. sayısında yayınlandı.
(Bu rapor, 1939'da Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel zamanında
tekrar yayınlandı.)
1930’lu
yıllarda Eğitim Yurtları ve Köy Eğitim Kursları gibi
denemelerin iyi sonuç vermesiyle birlikte, tümüyle Türkiye’ye
özgü yepyeni bir eğitim sistemine geçilmesi kararlaştırılmıştır.
Bu projenin adı 'Köy Enstitüleri’dir. Projeyi, 28 Aralık 1938
tarihinde Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel bizzat sunmuştur.
Atatürk, proje çalışmalarıyla titizlikle ilgilenmiş ancak
yasalaşmasına erememiştir. Nihayet 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803
sayılı yasa ile Köy Enstitüleri resmen açılmıştır.
Bu
okullar, dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün oluruyla,
Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve köy enstitülerinin
mimarı sayılan dönemin İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı
Tonguç'un çabalarıyla köylerden ilkokul mezunu zeki çocukların
bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek
öğretmenlik yapmaları amaçlanmıştır.
Köy
enstitüsü uygulaması dünyada da dikkat çekti ve Amerikalı
eğitim filozofu John Dewey’den övgü aldı. Prof. Dawey,
öngörülerinin gerçekleşmesinden mutlanmıştı. Savına göre,
özellikle kırsal bölgelerde kurulan bu okullar toplumun yaşam
merkezi haline dönüşecekti. Dahası Türkiye'de okulların yerel
koşullara uyarlanması konusu eğitim felsefesinin özünü
oluşturuyordu. Mezunların aynı anda hem okul öğretmenleri hem de
toplumun eğitmeni olması bekleniyordu. 1940 yılından başlayarak,
tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya
onların hemen yakınlarında 21 köy enstitüsü açıldı. Seçilen
yerler şehirlerden uzak ancak tren yollarına yakındı. Mezun olan
öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek hem de modern
ve bilimsel tarım tekniklerini öğretecekti.
Uygulamalı
derslerden biri balıkçılıktı.
YÜZDE
50 ÖRGÜN YÜZDE 50 UYGULAMA
Her
köy enstitüsüne tarla, arı kovanları, besi hayvanları,
atölyeler tahsis edilmişti. Derslerin yüzde 50’lik bölümü
temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise
uygulamalı eğitimdi. Uygulamalı eğitime anlamlı bir ad
verilmişti: "İş için iş içinde eğitim."
Köy
enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece bir ilkokul öğretmeni
olmuyor aynı zamanda tarım, sağlık, duvarcılık, demircilik,
terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluğu
da uygulamalı olarak öğrenmiş oluyordu. Mezun olan öğretmenlere
yetiştirildikleri branşa ve gönderilecekleri köye göre 150
parçaya varan alet ve edevat veriliyordu. Öğretmenler bu alet ve
edevat ile köylülerin de yardımıyla köy okulunu inşa ediyor ve
köylülere hem modern tarım tekniklerini hem de okuma yazmayı ve
hatta okulda öğrendikleri kadarıyla bir müzik aleti çalmayı
bile öğretiyorlardı. (Gerçi taşıma kolaylığı nedeniyle
‘mandolin’ zorunlu çalgı aleti kabul edilse de ‘cura’ya
haksızlık edilmiştir. Çünkü cura da taşınması kolay üstelik
Türk müziği tınılarına en uygun sazlardan birisidir. Bu tür
tali hatalar yapılmıştır.)
Hasan
Âli Yücel, Millî Eğitim Bakanlığı döneminde dünya
klasiklerini Türkçeye tercüme ettirmişti. Köy enstitüleri
öğrencileri her sene 25 tane klasik romanı okumakla yükümlüydü.
Bu sayede zeki köy çocuklarından entelektüel aydınlar
oluşuyordu.
1940-1946
arasında köy enstitülerinde 15 bin dönüm tarla tarıma elverişli
hale getirilmiş ve üretim yapılmıştır. Aynı dönemde 750 bin
yeni fidan dikildi. Oluşturulan bağların alanı 1.200 dönümü
aşmıştır. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik (atölye), 210
öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve
samanlık, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3
balıkhane, 100 km yol yapılmış, ayrıca uygulamalı eğitimin
yapıldığı çiftliklere sulama kanalları ile su getirilmiştir.
Köy
enstitüsü uygulaması Hasan Âli Yücel'in 1946'da Millî Eğitim
Bakanlığından ayrılmasına değin devam etmiştir.
KÖY
ENSTİTÜLERİNİN KAPATILMASI
Hasan
Âli Yücel'den sonra 1946 yılında köy enstitüleri kapatılmaya
başlandı. ‘Sözde’ yenileşmenin mimarı Reşat Şemsettin
Sirer, 1946'da İsmet İnönü tarafından Millî Eğitim Bakanlığına
atanmıştır. Bakan Sirer eğitim kurumlarında büyük bir kadro
(maiyet) değişikliğine gitti.
Bakan
Sirer’in ilk icraatlarından ikisi, köy enstitülerine öğretmen
yetiştiren Yüksek Köy Enstitüsü bölümünü 27 Kasım 1947'de,
eğitmen kurslarını ise 28 Haziran 1948'de kapatmasıdır.
Bakan
Reşat Şemsettin Sirer döneminde, eğitimde en büyük geri gidiş
sayılan “Köy enstitülerinin üretime dayalı eğitim sisteminin
kaldırılarak, yerine tüketime dayalı köy öğretmen okullarının
açılması” gerçeği tarihe geçmiştir. Ayrıca Sirer'in emriyle
oluşturulan yeni düzende yeni okulların, 1946 öncesi esas köy
enstitüsü mezunlarıyla ilişiği kesildi ve aradaki bağ
koparıldı.
Bakan
Sirer en başından beri köy enstitülerinin başarılı olacağına
inanmıyordu ve bir konuşmasında “Köy enstitülerinde hem
öğretmen hem demirci hem marangoz çıkacak? Bu bir hayaldir!”
demişti. Bakan Sirer 3 Mart 1951 tarihli Ulus Gazetesi’nde
yayınlanmış bir yazısında da övünerek “...Bu Enstitüler,
dört yıldan (1947'den) beri birer öğretmen okulundan başka bir
şey değillerdir.” diyordu.
Reşat
Şemsettin Sirer’in görüşlerini Cumhurbaşkanı İnönü ile
paylaşmadan eyleme geçirmesi düşünülemez. CHP içindeki derin
ayrılıklar başka bir çalışmanın konusudur. Burada sadece
dönemin barındırdığı bazı sav ve bilgilere kısaca değinelim.
Öğrenciler
kalacakları yerleri, derslikleri ve işlikleri kendi inşa ediyordu.
BAZI
SAV VE TARTIŞMALAR
1) II.
Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru, 1945 yılında Sovyetler
Birliği lideri Stalin'in Türkiye'den Kars, Artvin ve Ardahan'ı
Sovyet topraklarına katmak ve Boğazlarda askeri üs istemesi
üzerine, Millî Şef (Cumhurbaşkanı) de ABD'den destek istemişti.
İşte zurnanın zırt dediği yer burasıydı. Bu desteği vermeye
hazır olduğunu belirten ABD, Truman Doktrini ile finansal yardıma
başlamıştı ama karşılığında Türkiye'de serbest seçimlere
dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilmesini ve ‘Millî Şeflik’,
‘5 yıllık kalkınma planları’ ve ‘köy enstitüleri’ gibi
uygulamaların kaldırılmasını talep etti. 1946 yılında
hükûmetin yaklaşan seçimleri yitirme kaygısıyla CHP içindeki
bir kısım milletvekilinin başını çektiği örgütlü
muhalefetin kampanyası sonunda, eğitim müfredatında ve
yapılanmasında, kuruluş amaçlarından uzaklaşan değişiklikler
yapıldı. İlerleyen yıllarda da daha önceleri sıkı sıkıya
sahip çıkılan "iş için iş içinde eğitim"
(uygulamalı eğitim) ilkesinden uzaklaşıldı. Köy enstitülerinin
yerini alan köy öğretmen okulları 1950 yılında iktidara gelen
Demokrat Parti döneminde bir süre daha eğitime devam edebilmiş
ise de zaten 1950 öncesi içi boşaltılmış olan bu okullar 1954
yılında tamamen kapatılmıştır. (Köy enstitülerinin
kapatılmasıyla köy öğretmen okullarının kapatılması bazen
aynıymış gibi algılanıyor ya da algılatmaya çalışılıyor.)
2) Cumhuriyet
Halk Partisi, Köylüyü Topraklandırma Yasası çıkarmak
istiyordu. Ancak partinin muhalif kanadı bu yasaya karşı
çıkıyordu. Bu ve daha birçok konuda görüş ayrılıkları
derinleşince bir kısım milletvekili Demokrat Parti’yi kurdu. Bu
milletvekilleri içinde Atatürk Devrimlerine karşı olup tek parti
yönetiminde bu düşüncelerini açığa vuramayan siyasi ve
toplumsal grupların bir karşı devrim atağı başlatarak köy
enstitülerinin kapatılmasını sağladığı iddia edilmiştir.
Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nün eski müdürü Rauf İnan ve Hıfzı
Veldet Velidedeoğlu bu iddiayı savlayanların başında gelirler.
3) 1945
yılında köy enstitüleri hakkında, komünistlerin, dinsizlerin
yetiştiği fuhuş yuvaları olduğu söylenerek saldırı
kampanyaları başlatılmıştır.
4) Parlamentoda
bütçe görüşmelerinde Milletvekili Emin Sazak'ın “köylere
giden enstitü mezunları kendilerini birer Atatürk zannediyorlar”
demesi üzerine Hasan Âli Yücel, “Bu çocukların her birinin
birer Atatürk olması temenni edilir” şeklinde cevap vermesi
tartışmanın derinliğini göstermektedir.
Öğrencilere
ve köylülere modern tarım teknikleri anlatılıyordu.
HEDEF
CUMHURİYET DEVRİMLERİYDİ
Gözden
uzak tutulmaması gereken en önemli konu toplumun hızla değişime
uğramasının oluşturduğu hazımsızlıktı. Örnekler:
Bu
okullarda öğrenciler bizzat yönetime katılıyorlardı. Bu ve
benzeri sebepler ile enstitülere komünistlik suçlamaları
yapılıyordu.
Kız
öğrencilerin erkek öğrenciler ile karma eğitim görmesi sonu
gelmez dedikodulara neden oluyordu.
Köylüler
okul ve enstitü binası inşaatlarına yardım ile devlet
tarafından mükellef kılınmıştı. Bu zorlamalar köylülere
angarya geliyordu(!).
Öğrencilerin
öğrenim görecekleri kendi okullarının inşasında
çalıştırılmaları eleştirilmekte ve boğaz tokluğuna
çalıştırıldıkları savlanıyordu.
Köylere
atanan öğretmenler, muhaliflerin de kaşımasıyla yörenin toprak
ağalarıyla sorunlar yaşıyorlardı. Bu geçimsizlikler köy
öğretmenlerinin toprak ağalarının seçtirdiği
milletvekillerine şikâyet olarak ulaşıyordu.
İsmet
İnönü 1966 yılında geride bıraktığı hayatı boyunca
hatırlanacak en önemli eserlerinin köy enstitüleri ve çok
partili hayata geçiş olduğunu söyledi. 1941 yılındaki ifadeleri
de tarihe geçmişti: "Köy enstitülerini cumhuriyetin eserleri
içinde en kıymetlisi, en sevgilisi sayıyorum. Köy enstitülerinden
yetişen evlatlarımızın muvaffakiyetlerini ömrüm boyunca
yakından ve candan takip edeceğim.”
Olgulara
bakınca Milli Şef İnönü, ülkeyi İkinci Dünya Savaşı’na
bulaştırmayan, çok partili döneme geçişi sükunetle sağlayan
kıvrak zekasına karşın, köy enstitüleri projesinin arkasında
gerektiği gibi duramamıştır. Şunu da belirtelim; İnönü,
başlangıçta (yoğun muhalefet ortaya çıkmadan önce) köy
enstitülerinin arkasında durdu ve her türlü desteği verdi.
Toprak reformunu da desteklediğini açıkladı. Ne yazık ki 1946
seçimlerinde CHP'ye oy kaybettireceği endişesi ile köy
enstitülerinin kapatılmasına karar verebildi ancak 1946 seçimleri
kotarılsa da 1950 seçimleri kaybedildi. Burada “olan aydınlanma
devrimine oldu” dersek yanlış olmaz kanısındayım.
Son
söz olarak şunu söyleyebilirim: Kurtuluş Savaşımız, Mustafa
Kemal önderliğinde bir araya gelen kurmay sınıfının Türk
Ulusunun desteğini alarak kazanılmıştır. Ancak devrim
sonralarında işleyen genel kanıya göre “her devrim önce kendi
çocuklarını yermiş”. Bu kural bize uyar mı onu bilemem.
Savaşın ve devrimin önderi bu dünyadan göç ettiğinde, işin
koltuk kavgasına dönüşmemesi ham hayaldir. Yine de olan bitene
rağmen bağımsızlığımızı sağlayan komutanlarımızı
saygıyla anmak değerlidir. Her yöneticiden iyi bir liderlik
beklemek, hele hele Atatürk gibi bir lider beklemek doğru değildir.
Olaylar bazen hiç de istemediğimiz yönde gelişebilir. Bize düşen
olanları gelecek nesillere doğru aktarabilmek…
Notlar:
l Sayısal
veriler Milli Eğitim Dergisinden alınmıştır:
(https://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/milli_egitim_dergisi/160/dursunoglu.htm)
l Kapatıldığı
1954 yılına kadar Köy Öğretmen Okullarında bin 308 kadın ve 15
bin 943 erkek toplam 17 bin 251 köy öğretmeni yetişmişti. Fakir
Baykurt, Ümit Kaftancıoğlu, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet
Başaran, Pakize Türkoğlu, Hatun Birsen Başaran, Ali Dündar,
Mehmet Uslu ve Dursun Akçam gibi önde gelen yazarlar ve düşünürler
bu okullarda yetişmişlerdir.
l Kurtuluş
Savaşı komutanlarından önemlice bir kısmının İnönü ile
anlaşmazlığa düşmesinin 1946 ve sonrasını nasıl etkilediğini
değerli eğitimci-yazar Dursun Akçam’dan dinleme onurunu yaşadım.
Yazılmaması koşuluyla Doğan Avcıoğlu’ndan sözlü olarak
dinlediklerini bana anlattığında birçok konuda koşullandırılmış
bilgilerle donatılmış olduğumu anladım. Dursun Akçam’a rahmet
dilerken onunla tanışmamı kendi evinde sağlayan değerli dostum
hekim-yazar Alper Akçam’a müteşekkirim.
*
* * * * * * * * * * * * * * *
KAYNAK:
https://www.aydinlik.com.tr/haber/koy-enstituleri-fikri-hur-vicdani-hur-irfani-hur-nesiller-yetistiren-okullar-386817
*
* * * * * * * * * * * * * * *