16 Mayıs 2025 Cuma

SEN O HARCI HARCAMA LÜKSÜNE SAHİP MİSİN... / Sebahat Mayda Yavuz

 SEN O HARCI HARCAMA LÜKSÜNE SAHİP MİSİN... / Sebahat Mayda Yavuz

Kaynak: "KÖY ENSTİTÜLERİ - HALKEVLERİ- II” Facebook Grubu

''Mesela burada hayvancılık gelişiyor. Yoğurt, süt elde ediliyor. Başka yerde kiremidini, tuğlasını kendi yapıyor. Kiremide para vermiyor. Yani böylelikle devlete çok büyük yük olmadan bu okullar sağlanıyor.

Bugün bunu trilyonlara yaptıramazsınız. Bir yerleşke binasını bile yaptıramazsınız, mümkün değil. Çünkü o gün o çocuklar kendileri yapıyorlardı. Beğenmedikleri yerleri söküyorlar bir daha yapıyorlardı, hiçbir şeyi boşa harcamıyorlar.

Öğrencinin biri şurada iki kürek harcı harcamamış, herkes gidiyor diye yemeğe gitmiş, müdür yakalamış onu pataklıyor, “Sen o harcı harcama lüksüne sahip misin?” diye, yani o iki kürek harcı bile kullanman gerek diye. Böyle bir disiplin var.
Büyük bir savaş var dünyada, cehalet savaşının yanında büyük bir yoksulluk var.

Devletimizin 1937’deki yıllık bütçesi 250 milyon lira..
1947’de de 1.250 milyon.. 1937’den 1947’ye kadar bu 21 tane enstitüye, hatta 20 tane enstitüye çünkü Van’daki 1948’de açıldığı için o sonra katılıyor, bu 20 enstitüye 51 milyon lira para harcanmış devlet bütçesinden, bu para da burada çalışan bütün öğretmenlerin maaşları dâhil, bütün öğrencilerin yediği, içtiği, giydiği, alımı, satımı dâhil 800’e yakın bina yapılmış.
Bu binaların yapımları dâhil 51 milyon lira para harcanmış, yani siz 1936’dan 1947’ye 11 yılı 51 milyonu 11’e böldüğünüz zaman yıllık 5 milyon liralık bir bütçeyle yapılıyor. Ama ne yapıyor. Diyelim ki kamyonuyla taşımayı okul öğrencileri yapıyor, hiç para verilmeden.

Elbise dikimini çocuklara öğretmişler, elbiselerini kendileri dikiyorlar, dışarıya para vermiyorlar. Arifiye ve Beşlikdüzü Köy Enstitüleri balık üretiyorlar, onu kendileri yiyorlar, diğer enstitülere gönderiyorlar, satıyorlar oradan aldıkları paralarla enstitüyü yapmaya çalışıyorlar.''

* * * * * * * * * * * * * *

Kaynak: https://www.facebook.com/groups/httpswww.facebook.comgroups825246187662853/?notif_id=1747303384837515&notif_t=group_name_change&ref=notif

* * * * * * * * * * * * * * *


Köy Enstitülerine dair – 2 / Sebahat Mayda Yavuz

 Köy Enstitülerine dair – 2 / Sebahat Mayda Yavuz

Kaynak: "KÖY ENSTİTÜLERİ - HALKEVLERİ- II” Facebook Gurubu


''Enstitüde öğrenciler güne halk oyunlarıyla başlarlar, daha sonra arkadaşların fırında pişirdiği ekmeklerle kahvaltılarını yaparlardı.

Enstitü büyük bir kütüphaneye sahipti ve Hasan Ali Yücel’in çevirisini yaptırdığı Dünya Klasikleri bu kütüphane raflarında yerlerini almıştı.

Saat 7.30’dan sonra serbest okuma yapan öğrenciler bir yıl içinde 25 klasik eseri okumak zorunda idi, ayrıca isteyen öğrencilere mandolin, keman ve bağlama dersleri de verilirdi. Bağlama derslerini kimi zaman Âşık Veysel verirdi.

Anadolu’dan gelen bu köy çocukları okuduklarından, dinlediklerinden, gördüklerinden çok etkilenir, etkilenmekle de kalmayıp örnek alırlardı.

Köy Enstitülerinde Türkiye’nin geleceğine damgasını vuracak aydınların tohumları atılmaya başlanmıştı.''

* * * * * * * * * * * * * * * *

Kaynak: https://www.facebook.com/photo?fbid=9224776837635671&set=pcb.2690802161107237

* * * * * * * * * * * * * * * *


 

Köy Enstitülerine dair / Sebahat Mayda Yavuz

  

Köy Enstitülerine dair / Sebahat Mayda Yavuz

Kaynak: "KÖY ENSTİTÜLERİ - HALKEVLERİ- II” Facebook Grubu

'En çok da çocukları vurur derler. Hele köy yerinde yoksulluk öyle bir haldir ki çeken bilir, çekemeyene davul sesidir, uzaktan gelir.

1940’larda bu yoksulluk evi barkı, köyü şehri, tüm ülkeyi sarar. Böyle bir çağda biri kapıyı çalar: “Çocuğunu okutalım, ona iş öğretelim, eli ekmek tutsun, köyünü gönendirsin!” der. Köylü kabul edince köy enstitüleri hayat bulur, çocukların eli ekmek tutar. Varı yoğu olmayanın eli ayağı, kolu kanadı olur köy enstitüleri. Çocuklar ki hepsi yoksul, hepsi tutsakken çaresizliğe enstitülerin ışığına sarılır. Eğitim seferberliğinin ilk emekçileridir onlar.

Bu enstitülerin “yüksek” sıfatına erişeni, Hasanoğlan Köy Enstitüsünün ilk harcı da bir temmuz günü karılır. Hasanoğlan, yazının yüzüdür. Kurak ve sıcaktır. Öğrenciler, bilmez yorulmak nedir, vururlar kazmayı susuzluktan kuruyan toprağın tam kalbine. Ona can verirler elleriyle.

1941 yılında bir ışık yükselir başkentin doğusundan, Hasan Dağı’nın eteğindeki o köyden. Hala ayaktadır o çocukların minik elleriyle diktikleri binalar ve ağaçlar...''

* * * * * * * * * * * *

Kaynak: https://www.facebook.com/groups/httpswww.facebook.comgroups825246187662853/?notif_id=1747303384837515&notif_t=group_name_change&ref=notif

* * * * * * * * * * * *

 


Osman Şahin / Sebahat Mayda Yavuz

 

Osman Şahin / Sebahat Mayda Yavuz

Kaynak: "KÖY ENSTİTÜLERİ - HALKEVLERİ- II” Facebook Grubu

1940’ta Mersin, Arslanköy’de doğdu. İlköğrenimini köyünde bitirip, Diyarbakır Dicle Köy Enstitüsü’ne girdi. Yüksek öğrenimini 1958-1961 arasında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi bölümünde tamamladı. Doğu ve Güneydoğu’da köy öğretmenliği, liselerde beden eğitimi öğretmenliği yaptı.

Son Yörük” adlı öyküsü 1992 yılında İsveç’te Enternasyonel Hümanizma Derneği’nin açtığı yarışmada ikinci oldu. Aynı yıl Selam Ateşleri kitabıyla Ömer Seyfettin Öykü Ödülü’nü, 1994’te de Sait Faik Öykü Ödülü’nü aldı. 1998’de Mahşer ve 2003’te Ölüm Oyunları ile iki kez Yunus Nadi Ödülü’ne değer görüldü.

Aralarında, Kırmızı Yel (1971), Acenta Mirza (1974), Geloş Dağı Efsanesi (2000), Sonuncu İz (2007), Darağacı Avı (2010) ve Ölümün Süt Dişleri’nin (2012) de bulunduğu pek çok yapıtı olan Osman Şahin’in öyküleri on dile çevrildi, yirmi üç tanesi sinemaya uyarlandı. Bunların arasında; Fırat’ın Cinleri (1977, Korhan Yurtsever), Kibar Feyzo (1978, Atıf Yılmaz), Derman, Firar ve Kurbağalar (1983, 1984 ve 1985, Şerif Gören), Züğürt Ağa (1985, Nesli Çölgeçen) ve Yağmurdan Sonra (2008, Faruk Turgut) gibi ünlü filmler bulunmaktadır.

Osman Şahin, 2009’da bütün verimiyle Mersin Kenti Edebiyat Ödülü’ne, Türk sinemasına katkısı nedeniyle de 2012’de SİYAD Onur Ödülü’ne ve 2016’da 23. Adana Film Festivali Onur Ödülü’ne değer görüldü. Osman Şahin İstanbul’da yaşıyor, iki kızı var.

Eserleri:

https://www.google.com/search?newwindow=1&sca_esv=9cb432d0935eb54f&sxsrf=AHTn8zqQN2pFzYRCfdLy8v8FZf728lJunQ:1741602694464&q=Osman+%C5%9Eahin+kitaplar%C4%B1&udm=2&fbs=ABzOT_AeWVZgM1ygG9loIv1sab0jyw9Ho10RcvXBneXMwdP1ji8IixBvfu4oX9TDdrBcQfKWHWrRxra3ZQAHnPijQTWsDwLgu-lAXFSmxwvKUkKbKrC5bEkTPK_RRqVGEKJ_KgBeO7swsA16-Lbrx9egMjziNiAA9umw6CjCfZ3hEjwArRMjySMiaqrSYi4Qq61TisVEntGaY-2gJO_rO7y_QQoaS_0HLz4uZKh53B25mPn7TRgntfw9KE8FmYXhPxFhLS2BjW-p&sa=X&ved=2ahUKEwji2sXPp_-LAxWeQ_EDHWr6KMkQtKgLegQIHRAB&biw=1517&bih=730&dpr=0.9

* * * * * * * * * * *

Kaynak:https://www.facebook.com/groups/httpswww.facebook.comgroups825246187662853/?notif_id=1747303384837515&notif_t=group_name_change&ref=notif

* * * * * * * * * * *


 

15 Mayıs 2025 Perşembe

Neyzen Tevfik ve Hasan Ali Yücel

Neyzen Tevfik ve Hasan Ali Yücel

Kaynak: Sebahat Mayda Yavuz, “KÖY ENSTİTÜLERİ VE HALK EVLERİ- II” Facebook Grubu

''1916 senesinde 19 yaşında genç bir delikanlı Erenköy’de yürümektedir. Talimgah denilen yerde bir kalabalık fark eder. Kalabalığa yanaştıkça bir müzisyenin enstrümanından yükselen melodiyi duyumsar. Yaklaşır. Delikanlı, enstrümandan yükselen tınıya gözlerini kapatarak huşu içinde bir süre zevkle dinleyerek eşlik eder. Gözlerini açıp da kalabalığın önüne ilerleyince o cânım melodiyi çıkaranın yere bağdaş kuran bir müzisyen olduğunu fark eder..

Müzisyen pistir, perişandır, berduştur. Genç delikanlı "evsiz" diye düşündüğü bu adamcağıza acır gözlerle bakar. Garipser de hani biraz. Öyle ya böyle berduş bir adam nasıl olur da bu kadar güzel ezgiler çıkarabilir.

Delikanlı birkaç gün sonra aynı yol üzerinden geçerken görür O müzisyeni. Her ne kadar giyim - kuşamından, küfürbaz halinden rahatsız olsa da acıdığı için o müzisyene para vermek ister. Müzisyen işte kendisine para vermeye yeltenen gence; - ''Haydi oğlum, git işine! Bak benim mataram rakı dolu. Vereceğin bu parayla git de akşama birkaç kadeh iç keyiflen. Benim paraya ihtiyacım yok.'' der.

Utanır birden genç. Müzisyen devam eder; - ''Utanma! Utandıkça rahat yaşayamazsın!'' Kıyafetlerini göstererek; - ''Görüyorsun ben kimseden utanıyor muyum?'' Başkaları benim bu halimden utansın! Delikanlı neye uğradığını şaşırır. Tokat gibidir adamcağızın lakırdıları.

Eve gider uzun uzun düşünür. Acıdığı adamın kendisine böyle bir karşılık vereceğini hiç düşünmemiştir. Aradan zaman geçer. Delikanlı bu adamcağızı İstanbul’un münferit yerlerinde kah işkembecide, kah kuytu meyhanelerde, kah Yenicami arkasında, kah Çemberlitaş’ta görür. Hatta bir arada Ali Emiri’nin Kütüphanesi’nden kitap okurken görmüştür ki şaşkınlığı katbekat artmıştır. Delikanlı, edebiyata heveslidir, bir şiir karalar o müzisyen için.

Dönemin mecmualarının birinde “Dehâyi Mensi” diğer bir deyişle; “Unutulan Deha” ismiyle bu müzisyeni kaleme alır. Sonra kulağına gider bu müzisyenin. “Kim yazdı bunu?” diye sorar soruşturur, sonunda bulur ve bu şiiri yazan gençle tanışmak ister. Buluşurlar. O an müzisyen anlar ki, vakti zamanında kendisine acıdığı için para vermek isteyen genç tam karşısındadır.

Şiiri pek beğendiğini, duygulandığını söyler. Akabinde bu delikanlı ile müzisyen arasında sıkı bir dostluk başlar. Müzisyen son döneminde inzivaya çekilir, kimseyle görüşmez. Üstü başı kirlidir ama çevresindeki insanların ruhları daha kirli. Küser hayata, insanlara. Çok değil, bir süre sonra da göçer gider bu dünyadan…

Delikanlı sevdiği bu müzisyenin öldüğünü duyunca çok üzülür. Arkadaşı Fuad Şinasi bir kağıt verir delikanlıya. - ''Nedir bu?” diye sorar delikanlı. Şinasi, - ''Müzisyenin son şiiri'' der.

Okur delikanlı, Artık yaşam için yetişir bunca kırgınlık, Dinlenmek isterim ki, kader yorgunuyum. Artık vücudu boş, gönlü boş, düşü boş, Dünyada şimdi ben de bir fazla ağırlığım. “Ölümün titrettiği elle kalemini kalbine birikmiş zehre batırıp yazdığı veda şiiri” olarak betimler bunu genç adam.

Aklına düşer işte o gün; acıdığı için para vermek istediği müzisyenin o yanıtı; - ''Utanma! Utandıkça rahat yaşayamazsın!'' Bu mısra destur olur delikanlı için. Hayatını ona göre yaşar.

Utanılacak işler yapmaz. Büyük görev üstlenir ilerleyen senelerde. Ama sonu da o müzisyen gibi olur. Ha, ne mi olur? Haksızlığa uğrar, yaptığı o büyük işlerden el çektirilir, memleket için açtığı okullar kapatılır. O da inzivaya çekilir, çünkü çevresi pistir ve malum son. O da göçer gider bu dünyadan.

Müzisyen” diye anlattığım kişi şu bizim; Neyzen TEVFİK’tir. O'na acıdığı için para vermek isteyen delikanlı ise; Köy Enstitüleri’nin açılmasını sağlayan, klasikleri dilimize çeviren, en uzun Milli Eğitim Bakanlığı yapmış, “Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi” Hasan Ali YÜCEL’dir.''

* * * * * * * * * * *

https://www.facebook.com/groups/httpswww.facebook.comgroups825246187662853/?notif_id=1747303384837515&notif_t=group_name_change&ref=notif

* * * * * * * * * * *