17 Mayıs 2021 Pazartesi

KÖY ENSTİTÜLERİ - “Karanlıklardan Aydınlığa” Çıkış Modeli

KÖY ENSTİTÜLERİ (1940-1954) - “Karanlıklardan Aydınlığa” Çıkış Modeli / Prof.Dr.Kamil Okyay SINDIR 
 
Atatürk’ün eğitim alanındaki devrimlerinin doruk noktası sayılabilecek olan ve Cumhuriyet aydınlanmasının eğitim alanındaki en özgün ve en çok ses getiren uygulaması olan “Köy Enstitüleri” 17 Nisan 1940’ta kabul edilerek yaşama geçirilmiştir. 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu’nun birinci maddesine göre “Köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere, ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde Maarif Vekilliğince [MEB’ca] köy enstitüleri açılır.” denilerek esasen Köy Enstitülerinin görevinin sadece köy öğretmeni yetiştirmek olmadığı, öğretmenle birlikte sağlık görevlileri, teknisyenler vd. meslek elemanlarının da yetiştirileceğ i ifade edilmiştir. Kurtuluş mücadelesinden yeni çıkmış, genç ve devingen kuşağını büyük ölçüde cephelerde yitirmiş, sanayisi olmayan, açlık ve yokluklar içinde, dış borçlarını ödeyebilme temel uğraşısında olan Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün önderliğinde bir yandan çağdaşlaşma ve aydınlanma devrimlerini yaşarken diğer yandan da kalkınmasının temel sektörü olan tarımın ve uygar toplumun tüm nimetlerinden yoksun durumdaki köylünün kalkındırılmasını n yaşamsal önemde olduğunu görmüştür. 1935 nüfus sayımına göre Türkiye’nin nüfusu 16 milyon 158 bin civarındadır. 7 milyon 936 bin 770’i erkek, 8 milyon 221 bin 248’i kadındır. Nüfusun % 83.4’ü Köy ve kasabalarda yaşayanlardır. Okuma yazma oranı ancak nüfusun % 20’sidir ve bu oran kadınlarda % 10’a ulaşabilmektedir. Çiftçi ailelerinden en az % 15’i topraksızdır. Sadece bir örnek. 750 köy bir ailenin malı ve kotrolündedir. Topraklar büyük işletmelerde yoğunlaşması köylüyü köle haline sokmaktadır. Türkiye’de 6 bin 700 ilkokul, 13 bin 502 öğretmen,546 eğitmen, 264 bin 591 öğrenci vardır. Türkiye’de 31 000 köyde okul yoktur. Cumhuriyetle birlikte girişilen köye hizmet çabaları; ya köylünün beklentilerine uymadığı ya da becerilemediğ i için yarım kalmıştır. Başarı için köylünün dilinden anlayan yeni bir aydın tipine gereksinme vardır. Bu da köylünün kendi içinden çıkarılabilecektir. Kendisi de bir köylü çocuğu olan eğitimci İsmail Hakkı Tonguç bu amaçla geliştirdiği Köy Enstitüsü Sisteminin hem kuramcısı, hem de kurucusu olmuştur. Köy Enstitüleri işte böylesine olumsuz ve amansız II.Dünya savaşı yıllarında Avrupa’nın kan gölüne döndüğü, faşizm rüzgarlarının estiği bir zaman diliminde, Anadolu bozkırında demokrasinin gülleri gibi çiçek gibi açmışlardır. Köy Enstitülerinin amacı, Türk köyünü canlandırmaktı r. Köyün “canlanması” yalnızca çağdaş üretim yöntemleriyle tarımsal verimin artırılıp varsıllaştırılması değil, aynı zamanda Cumhuriyet’ten sonra bile süregelen “tebaa” anlayışının yıkılıp köylününn kendisi ve çevresi ile ilgili yurttaşlık haklarının bilinciyle donatılmasıdır. “Kulluktan çıkartılıp bireyselleşebilmesid ir”. Köy Enstitüleri bu amaca yönelik öğretmen, sağlıkçı, ebe, tarımcı, sanatkar ve benzeri işgücünü yetiştirmeyi bir araç olarak görmüştür. Proje Türk yeteneğine eğitim ve öğretimde fırsat eşitliği sağlanması için tepeden köylüye yapılacak öğüt ve öğretimin yeterli olmadığını, köyün kendi bireylerinin köylüyü düşünsel bakımdan harekete geçirerek, ona bilimde, sanatta öncülük edecek duruma gelmesiyle gerçekleşebileceğ ini, özetle yüzyıllardan beri köyü örten karanlığın, yine köyden alınan ışığın çoğalmasıyla yok edilebileceği ilkesiyle hazırlanmıştı (Özbek, A., 1997) Konumları ülkenin değişik bölgelerinde, coğrafi ve demografik kriterlere göre belirlenen Köy Enstitülerinin en çarpıcı yanı iş eğitimi felsefesine dayalı üretim içinde eğitim ve öğretim anlayışı olmuştur ve buna göre hemen her türlü ihtiyaçlarını kendileri üreterek karşılamaya başlamışlardır. Üretim kavramı sadece mal üretimi olarak değil aynı zamanda hizmet ve düşünce üretimini de kapsamıştır. Köy çocukları kendi kendilerini yönlendirebilen bir yetkinliğe ulaşabilmekte, bir çeşit kişilik eğitiminden de geçmiş olmaktaydılar. Özgür düşüncenin ancak demokratik nitelikli özyönetimli okullarda üretilebileceğ inin bilincinde olan Enstitü kuramcıları, bu okullarda yaşamı “birliktelik”, “katılım”, “yetki” ve “sorumluluk” eksenlerine oturtmuşlardır. Üretim içinde eğitimin aynı zamanda her türlü sosyal, kültürel ve sanatsal faaliyetlerle desteklendiği takdirde öğrencilerin yetkinleşmelerinin sağlanabileceğ i düşünülmekteydi. Dünyada en başarılı milli eğitim bakanlarından biri olarak bilinen Hasan Âli Yücel ve onun sağ kolu, tüm çocukların taparcasına sevdikleri “Tonguç Baba”, yeni uygulamanın eğitimi sil baştan edeceğini; düşüncede, amaçta olduğu gibi yapılaşmada da yeni olacağından tepkiler çekeceğini biliyorlardı. Eğitim yurdumuzda ilk kez ülke nüfusunun yüzde seksenine göre düzenleniyor, fırsat eşitliği ve demokratikleş me açısından büyük bir adım atılıyordu (Özbek, 2005). Tonguç Baba, köylerimizde yatan insan gücünü harekete geçirmenin yollarını açmıştır. En güzel köy geleneği olan “imece” yeni bir yaşamın yaratılmasında, yurdun kalkınmasında, sosyal etkinliklerin yürütülmesinde, yeni bir eğitim ve kalkınma aracı olmuştur. Kır çadırları içinde başlayan Köy Enstitüleri’nde ilk iş barakalarla, yemek, yatak, okuma, yıkanma ihtiyaçlarını; demircilik, doğramacılık atölyelerini sağlamaktı. Bir yandan doğrama ve demir işlerine kadar bu yapılar için çalışılır, bir yandan uygulamalı usullerle tarlada, atölyede, ahırda, kümeste aritmetik, geometri, fizik, kimya, tabiat bilgisi dersleri öğretilirdi. Tarih, coğrafya, Türkçe dersleri çevre dolaşılarak görüş ve araştırma ile verilir, bu arada küçük bataklıklar kurutulur, yabani otlar ayıklanır, yılanlar öldürülür, su getirilir, çiçek ve ağaç dikilir, yol açılır ve bu çetin işler ve tüm dersler büyük bir neşe ve heyecanla türküler söyleyerek halledilirdi. (Özbek, 2005) Öğrenciler, iş içinde, iş aracılığıyla, iş öğrenirlerdi. İş hem araç hem amaç hem de yöntemdi. Bunun bilincinde olup, kısa sürede hem binalarını bitirirler hem de yöreyi baştan başa ağaçlandırırlardı . Enstitü kurulmadan tek bir ağaç varken evler ağaçtan görünmez olurdu. Sebzelik, meyvelik, kavaklıkların yanı sıra köye elektrik bile getirilir, açılan yollar asfaltlanırdı. Gereksinimden çok üretip satarak da eğitimin parasal yükünü en aza indirirlerdi. İmece sadece bir okulun yapılmasında değil tüm okulların yapılmasında geçerliydi. Gereğinde devlete koşma yerine birbirlerine başvururlar, gerek duyulan usta öğrenciler diğer enstitülerden koşarak gelirlerdi. (Özbek, 2005) Öğrencileri ilgilendiren işler, konuşulurken, öğretmen kurullarına öğrenci temsilcileri de çağrılırdı. Tonguç’un, “çocuklar yöneticilerin değil, devletten para alan yöneticiler, çocukların emrindedir” sözünü her iki taraf da gayet iyi bilirdi. Beş yıllık eğitim süresinde, 114 hafta kültür derslerine, 58 hafta tarım dersi ve çalışmalarına, gene 58 hafta teknik dersler ve çalışmalarına; 30 hafta da dinlenceye ayrılırdı. Beş yılda 30, yılda 6 hafta dinlence enstitü yaşamına uygun olarak plânlanır, öğretmen ve öğrenciler ayrı zamanlarda dinlenceye çıkarlardı. İmece burada da görülür, gidenin yerine iş aksamasın diye diğerleri canla başla çalışırdı. Ayrıca izin erteleten de çoktu. Sevip baktıkları hayvanlardan ayrılmak istemezlerdi. (Özbek, 2005) Köy Enstitülerinde Tarım Derslerinin Amaçları (Yücel, T., 1995) · Çağdaş Tarımı İş İçinde Çalışarak, Gözleyerek, Deneyerek Öğretmek/Öğrenmek O yıllarda köy enstitülerinde haftalık tarım dersi 11 saatti. Bu ders kapsamında; tarla tarımı, bahçe tarımı, sanayi bitkileri-tarı m sanayisi, zootekni, kümes hayvancılığı, arıcılık-ipekböcekç iliği, balıkçılık ve su ürünleri konuları işlenirdi. Yetiştirilecek öğretmenlerin tarımı bilmesi ve gidecekleri köy ilkokullarında 6 saatlik tarım dersini vermak ve köy ilkokulunun tarım arazisini çağdaş tarım yöntemleriyle işlemek, örnek bir tarım işletmesi kurmak, köy halkına tarım bilgileri vermek ve üretimin artırılmasını teşvik etmek gibi görevleri de vardı. · Öğrenciyi İş İçinde Çalışarak Eğitmek Köy Enstitülerinde öğrencilerin, öğrendiklerini uygulama ile pekiştirmesi, iş becerisi kazanması, iş konularını kavraması isteniyordu. Kültür derslerinde edindiği bilgilerden üretimde yararlanmaya, bilgiyi yararlı işe dönüştürmeye, kol ve beyin gücünü birleştirerek bilinçli çalışmaya alışması bekleniyordu. Tarım dersi bunu sağlamaya yönelik alanlardan birisi olarak görülüyordu. · Kültür Derslerinde Öğrenilen Bilgileri Desteklemek Tarım derslerinin çoğu doğa içinde açık havada yapılır. Toprak, su, bitki, hayvan, araç, vb ile uğraşırken biyoloji, fizik, kimya, jeoloji, matematik gibi derslerde adı geçen pek çok madde ve olay gerçek yerinde görülür, incelenir, denenir. Böylece tarım dersleri, kültür derslerinin daha kolay kavranmasını, kültür dersleri de tarım işlerinin daha bilinçli yapılmasını sağlardı. · Öğrenciye Çağdaş Tarım Araçlarını, Verimli Bitki Çeşitlerini ve Hayvan Irklarını Tanıtmak Köy Enstitülerinde dayak kesinlikle yoktu. Okula gelen her çocuk, cep defterine ilk önce “dayak ve hakaret yasaktır” yazardı. Tonguç’un, “öğretmen öğrenciyi tokatladığı takdirde, öğrenci de tokat atabilir” dediği söylenir. Bu bizim eğitim sistemimizde görülmemiş bir şeydi. “Hocanın vurduğu yerde gül biter”, “Cevap verme, ağzını açma, sen konuşma, sen sus” yerine eğitim başlar başlamaz öğrenciye kişilik kazandırılmasına çaba gösterilmiştir. Ezilmiş insanlardan hayır gelmez, dayakla eğitilmiş kişilerin başkalarına da dayak atması doğaldır diye düşünüldüğünden, köyden gelen çocuklar kısa sürede kendi öz varlıklarını tanıyıp ona güvenmesini; kendi aklını, bilgisini, iradesini kendi işinde kullanmayı, korkmadan korkutmadan, eleştirmeyi ve eleştirilmeyi öğrenirlerdi. (Özbek, 2005) Bu arada Köy Enstitüleri ilk mezunlarını vermiştir ve öğretmenler köylerde çalışmaya başlamışlardır. Böylece anlaşmazlıklar, sürtüşmeler, öğretmenin köyün ağasıyla, muhtarıyla, kaymakamla çatışması da başlamıştır. Partide ise iç çatışma başlamıştır. Hasan Âli Yücel başbakan adayıdır. Çekemeyenlerin, dedikoduları almış yürümüştür. Enstitüler’de kız erkek bir arada okuyor, köylünün namusu gitti, yemekte gavur müziği çalıyorlar, örf ve âdetlerimize uyulmuyor, afiyet olsun yerine yarasın deniyor, çocuklarımız kötü yola düşürülüyor, gece gündüz kadın oynatılıyor, dedikoduların önde gelenleridir. (Özbek, 2005) Bu arada tarihçi yazar Nihal Atsız’ın Yücel, Tonguç ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü Müdürü Rauf İnan için meclise verdiği komünistlik raporu üzerine Rauf İnan Hasanoğlan’dan alınıp apar topar bakanlık müfettişi yapılır. Hasanoğlan tek yüksek köy enstitüsüdür. Enstitüyü bitiren ve köyde çalışan öğretmenlerden kurulca seçilenler, bakanlık sınavıyla buraya girer, üç yıllık eğitimden sonra; enstitü öğretmeni, müfettiş, bölge okullarına yönetici olurlardı. Yücel ve Tonguç’un göz bebeği olan bu eğitim yuvasında Rauf İnan çok başarılı bir yöneticiydi. Tonguç, bu olay için İnönü’ye “Paşam kelle vermeye başlarsanız, onlar sizin kellenizi de isteyecekler” demiştir hiç çekinmeden. İlk ciddi olay ve ilk ödün bu olmuştur. Ama bu arada komünist sözcüğü de telâffuz edilmiştir bir kere. Artık öğrencilerin komünist oldukları, hatta komünist beyannamelerinin enstitülerde basılıp, köylerde dağıtıldığı sık sık tekrarlanır olmuştur. Ders zilinin kilise çanına benzediği dolayısıyla Hristiyanlık propagandası yapıldığı, bazı binaların haç şeklinde, Hasanoğlan’ın ise orak çekiç şeklinde inşa edildiği söylenmektedir. Bu söylentinin çıkmasına neden “U” biçimindeki güzel sanatlar yapısıydı. (Özbek, 2005) Düpedüz karşı gelme hareketi başlamış, grubun düşünceleri İnönü’ye bile ulaşmıştı. 1946 yılında iktidarın Köy Enstitüleri’ni kapatacağının açık belirtileri görülür. Komünist yuvası(!) olan Hasanoğlan’a aralarında Kasım Gülek, Tevfik Fikret Sılay, Behçet Kemal Çağlar’ın da bulunduğu bazı milletvekilleri sık sık âdeta baskın yaparlar. Meclis Başkanı Kazım Karabekir de yanına milletvekillerini alarak enstitüleri dolaşmaktadır. Soruları her yerde aynıdır. Önce, “Ruslarla ilişkilerimizi anlatın”. Beklediği doğaldır ki “Ruslar’ı çok severiz… Ruslar bizim dostumuzdur” cevabını almak. Ama tam tersi Baltacı’dan Katerina’dan başlayarak Kars-Ardahan olaylarına kadar Türk-Rus düşmanlığı anlatılır. Arkadan, “Sizin bir Tonguç marşınız varmış; onu söyleyin.” Köy Enstitüleri’nde Tonguç marşı yoktur, kastedilen Ziraat Marşı’dır ve üstelik, bestesi Adnan Saygun’a ait olan bu marşın sözleri, Milletvekili Behçet Kemal Çağlar’a aittir. Birçok milletvekili tarafından komünist propagandası olarak kabul edilen Ziraat Marşı’nın sözleri şöyledir: Sürer, eker, biçeriz, güvenip ötesine Milletin her kazancı milletin kesesine Toplandık başçiftçinin Atatürk’ün sesine Toprakla savaş için ziraat cephesine İnsanı insan eden, ilkin bu soy, bu toprak En yeni âletlerle en içten çalışarak Türk için yine yakın dünyaya örnek olmak Kafa dinç, el nasırlı, gönül rahat, alın ak Kuracağız öz yurtta dirliği, düzenliği Yıkıyor engelleri ulus egemenliği Görsün köyler bolluğu, şenliği Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği Ve tekrar bölümleri de şöyledir: Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz Biz, yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz. 5 Kasım 1925’te Atatürk, Hukuk Fakültesini açarken şöyle demiş: “Devrimin ateşli hamleleri sönmeye başlayınca, sinmiş olanlar harekete geçerler” Gerçekten öyle oldu. Yazarak, çizerek, konuşarak yoğun bir enstitü düşmanlığı yavaş yavaş yayılıyordu. Esasında düşmanlık enstitülere değil, okuyan uyanan köylüyeydi. Eğitimciler, türlü ağızlardan ve kalemlerden gelen saldırılar karşısında pek yalnızdılar. Politikacılar tarafından meydanlarda milliyetsiz, bilgisiz ve de dinsiz ilân ediliyorlardı . Asıl acımasız davranılan konu, uygulanan karma eğitimdi. Köyde gece gündüz, yaz kış, kadın erkeğin el ele birlikte boğuşmasına sesleri çıkmayanlar iş eğitim görmelerine, birlikte aynı çatı altında çalışmalarına gelince ilkelce eleştirdiler. Ulusal oyunlar bile “kadın oynatma” diye adlandırıldı. Motorlu araç kullanmak dinsizlik örneği oluyordu. Motosiklete binan kızlar kaymakama şikayet ediliyor; CHP faşist motorlu kuvvetler yetiştiriyor diye düşünülüyordu. (Özbek, 2005) Ve 1946 seçimleri oldu. Seçimi Cumhuriyet Halk Partisi kazandı. Kazandı ama, içindeki sağ kanat kazandı. Başbakanlığı konuşulan Hasan Âli Yücel görevden alınıp yerine “Bindiğim eşeğin akıllı olmasını istemem ben” diyen Necip Fazıl Kısakürek ideolojisi hayranı Reşat Şemsettin Sirer getirildi. Bir zamanlar Tonguç’a “Her ne arzu edersen doğru bana gel” diyen, Köy Enstitüleri’nin sayısının altmışa çıkmasını isteyen İnönü de artık eskisi gibi Köy Enstitülerini görmeye gitmez olur. 29 Nisan 1947’de Köy Enstitüleri için yeni bir yönetmelik hazırlanır, buna göre öğrencilerin yönetime katılması yetki ve sorumluluk alması sona erdirilir. 20 Mayıs 1947’de klâsiklerin okunmasına kısıtlama getirilir. “Öğrencilerin düzeyine uygun kitaplar” okunacaktır artık. Yani adı değiştirilmez ama, her şeyi değiştirilir Köy Enstitüleri’nin. 2 Nisan 1949’da Tonguç da görevden alınır, Atatürk Lisesi resim öğretmenliğine atanır. Hiç bir dayanağı olmayan, kulaktan dolma varsayımlara dayalı yersiz söylentiler nedeniyle, sayıları planlandığı gibi 24’e dahi çıkamadan, istismarcıları n ve bazı çıkar çevrelerinin etkisiyle 1946 yılından itibaren özgün yapılarından saptırılmaya başlanan Köy Enstitüleri 1954 yılında çıkarılan 6234 sayılı yasa ile tümden kapatılıp yerlerine klasik “İlköğretim okulları” açılmıştır. Ne yazık ki, Türk köylüsünün uyanmasından siyasi kaygıları olanlar, yöneten değil yönetilen köylü anlayışı ile karanlıktan umar arayanlar, Köy Enstitülerinin daha kuruluşunu dahi tamamlayamadan kapatılmalarını becerebilmişlerdir. Oysa ki bu model ülkemizden çok sonra bir çok batılı demokratik ve çağdaş ülkede (Fransa, Almanya, vb) benimsenmiş ülke kalkınmasında oldukça etkili olagelmiştir. Şöyle bitiriyor sevgili Yalçın Kaya (1997) son sözünü: “Politik çıkarlar uğruna dine verilen en tipik eğitim kurbanının köy enstitüleri olduğu söylenebilir. 17 nisan 1940 ta kurulan bu seçkin eğitim kurumları, önce 1946’da budanmış ardından da 1953’de kapatılmışlardır. Ne idi enstitülerin suçu? Ulusun efendisi köylü olduklarını marşların da bile dile getirmeleri miydi? Köye dönüp köyü-köylüyü uyandıracak olmaları mıydı? Ya da yatılı,karma bir eğitim sürecinde,laikliğ i benimsemiş olmaları mıydı? Belli ki Köy Enstitülerinin suçu tüm bu özellikleri üzerlerinde toplamış olmalarıydı.Çünkü köy enstitüleri kapatılırken,ayni yapılanma modeli öykünülerek yerleri İmam-Hatip okullarıyla doldurulacaktı . Laikleşme süreci “Bize bu kadar laiklik yeter “ mantığı ile durdurulacak, dinselleşme süreci başlatılacaktı. Köy Enstitülerinin kapatılması,politikacı ların oy uğruna verdikleri en büyük ödünlerin başında gelmektedir. Üstelik devletin, dine bulaşmasının bir göstergesidir.” Ülke tarımımızın kalkınmasını ve köylümüzün aydınlanmasını samimi olarak isteyen dostlara “1000 Köye 1000 Tarım Gönüllüsü” projesi gibi günü kurtaracak olan geçici çözümler yerine “1000 Köye 1000 Köy Enstitüsü” projesini düşünmelerini salık veririz. Saygılarımla,
* * * * * * * * * * * * * 
Prof.Dr.Kamil Okyay SINDIR TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı 
Kaynakça : 1. Yücel, T., 1995. Köy Enstitülerinde Tarım Programları ve Uygulamalar 2. Özbek, A., 2005. Köy Enstitüleri. Yayınlanmamış Çalışması, 2005 3. Kaya, Y., 1997. Cumhuriyet Dönemi Eğitiminin Önemli bir Eğitim Kurumu – Köy Enstitüleri. 1997.
* * * * * * * * * 

Hiç yorum yok: