28 Aralık 2022 Çarşamba

KÖY ENSTİTÜLERİ’NDE HASAN ALİ YÜCEL’İN YERİ / Zeynep Kalyoncuoğlu


KÖY ENSTİTÜLERİ’NDE HASAN ALİ YÜCEL’İN YERİ / Zeynep Kalyoncuoğlu*

1940-1946 yılları arasında esas kuruluş amacıyla faaliyetini sürdüren Köy Enstitüleri, köy kalkınmasına ve Türk eğitimine yeni ve alışılmadık bir soluk getirmiştir.

Bu çalışmada, Köy Enstitülerinin genel bir değerlendirmesini yaparken, Hasan Ali Yücel’in Enstitülere bakış açısı ile buradaki yeri ve rolüne değinilecektir. Buradaki amaç, Köy Enstitülerini tek bir kişinin başarısı olarak göstermek değildir. Köy Enstitüleri, dönemin ihtiyaçlarından doğmuştur. Bu ihtiyaca cevap vermek için gereken eğitim, kültür, siyasi ve sosyal alt yapısının sağlanması görevi dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e düşmüştür. Yücel, bu görevini Enstitülerin kuruluşu ve gelişiminde İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ile birlikte çalışarak şiddetli muhalefete rağmen başarıyla yürütmüştür.

Hasan Ali Yücel, kendisinden önce köy eğitimine yönelik başlatılmış çalışmaların yeterli olmadığını görerek, Türk milletine özgü yepyeni eğitim kuruluşları ile köy eğitimi sorununu çözmek üzere 17 Nisan 1940’da “ziraat işlerine elverişli bulunan yerlerde, köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek” amacıyla, “Köy Enstitüleri” kurulması tasarısını Meclis’e getirmiştir. Tasarı, Meclis’te hararetli tartışmalara sahne olmuş, aldığı bütün eleştirilere rağmen 148 red oyuna karşılık 278 oyla kabul edilmiştir (Eronat, 1999, s. 135).

Köy Enstitülerinden önce, köyün yapısına ve özelliklerine göre öğretmen  yetiştirmek, köylere üretim araçları ve tarım yöntemleri sağlamak ve köy halkına pratik bilgiler vermek amaçlarıyla, dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan zamanında Köy Eğitmeni Projesine başlanmıştı. Bu proje ile askerliğini çavuş veya onbaşı olarak yapan yetenekli köylü gençleri, köy koşullarına uygun yerlerde 6 aylık bir kurstan geçirilerek, köylerine eğitmen olarak gönderilmişlerdi.** İsmail Hakkı Tonguç yönetiminde başlanan bu projenin başarılı olması üzerine 1937 ve 1939 yıllarında çıkarılan yasalarla köy eğitmeni yetiştirme deneyimi yaygınlaştırılmıştır. Köy Eğitmeni Projesi daha sonra kurulan Köy Enstitüleri için uygun ortamı hazırlamış ve Köy Enstitülerine geçişi bir nevi kolaylaştırmıştır.

Hasan Ali Yücel, kendisinden önce başlanan bu Köy Eğitmeni Projesiyle yetişen eğitmenlerden kırsal kesimde alınan verimin memnuniyet verici olduğunu düşünerek “köyden yetişmiş, köy kalkınmasının hayati ehemmiyetini içinden duymuş, çalışkan ve müteşebbis gençlerin köy çocuklarını ve köy halkını yetiştirmek için lazım olan bilgiler, maharetler, teknik vasıtalar ve bilhassa ideallerle” donatıldıklarını dile getirmiştir (Birinci Maarif Şurası, 1939, t.y.). Yücel’in bu düşünceleri Köy Enstitülerinin kuruluşunda bu projeden esinlendiğini göstermektedir. Aynı zamanda bu düşünceler Köy Enstitülerinde hangi hususa önem verdiğinin bir ipucu olarak görülebilir. Bu ipucu tabi ki, Köy Enstitülerinde temel amacın köy kalkınması olduğu ve bunun ancak köylünün kendi emeği ve alın teri ile mümkün olduğudur. Nitekim Köy Enstitülerinin kuruluşunda, Enstitülere alınacak öğrencilerin köyde doğup büyümüş, köy hayatının zorlu yaşama koşullarını bilen gençler arasından seçilmesi temel ilke olarak belirlenmiştir.

Köy eğitiminin amacı, halka okuma yazma öğretmek ya da sadece basit pratik bilgiler vermek değil, köy toplumunun teknik ilerleme yoluyla, ekonomik ve kültürel yönden çağdaşlaşmasını sağlamaktır. Dolayısıyla Köy Enstitülerini, salt köylüye okumayazma öğreten bir kurum olarak değil, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan köylü halkın bir diğer ifadeyle toplum tabanının çağdaşlaşmasını hedef almış bir kurum olarak değerlendirmek daha uygun olacaktır.

Yazımızın başında belirtildiği gibi, 17 Nisan 1940 yılında Meclis’e getirilen Köy Enstitüleri Kanunu Tasarısının görüşülmesi sırasında; bu okullara yalnızca köyde yetişmiş köylü çocuklarının alınması ile bu hareketin toplumda kentten uzak kalmış yeni bir sınıf yaratacağı, köylülerin parasız çalıştırılarak acımasızca istismar edileceği, kız-erkek bir arada eğitim görmelerinin ahlak anlayışına aykırı olduğu gibi konular çok eleştiri almıştır (Eronat, 1999, s. 95-135). Bu eleştiriler ileride Köy Enstitülerinin kapatılışının ardında yatan nedenler arasında yer alabilir.

Yücel, Meclis’te yapılan tartışmalar sırasında, köy-şehir ayrılığı konusunda, Köy Enstitüleri ile diğer okullar arasında eğitim ilkeleri açısından, “ayrı bir terbiye prensibi güdülemeyeceğini” ve bu prensiplerin parti programında belirtildiğini, bu nedenlerle köy-şehir ayrılığının söz konusu edilemeyeceğini vurgulamıştır. Buna karşın köy hayatı ile şehir hayatının aynı olmadığını bundan dolayı Enstitülerin köyler civarında kurulmasının öğrencileri şehirden koparma anlamına gelmediği görüşünü savunmuştur.

Köy Enstitülerinden mezun olacak öğretmenler için yakıştırılan “az görgülü, yarı münevverler” sıfatına cevap olarak; ilköğretimini tamamlayıp ayrıca beş sene eğitim gören bir insanın yarı münevver değil, münevver olduğunu belirtmiştir.

Hasan Ali Yücel, Enstitülerin değişik ülkelerde değişik şekillerde görülebileceğini ancak, Köy Enstitüleri Kanunu ve uygulamasının kopya ve uydurma olmadığını, uygulamanın ülkemizin sosyal gerçeklerine uyularak gerçekleştirildiğini ifade ederek esas amacın, köylü çocuğunu köylülük özelliklerini kaybetmeden yetiştirmek olduğunu dile getirmiştir. Şimdiye kadar şehir öğretmen okullarından köye gitmiş ve köyde verimli olmuş öğretmenler olmasına rağmen, verimli olamayıp geri dönenlerin birçoğunun geri dönmelerinin köy yaşamına adapte olabilecek yeteneğin kendilerine kazandırılamamış olmasından kaynaklandığını ortaya koymuştur. Ayrıca, tartışma konusu olan “Enstitü” ismi ile ilgili olarak, bu kuruma Köy Öğretmen Okulu denmemesinin nedeninin daha önce “Enstitü” ismiyle kurumlar olmamasından dolayı ve de içerisinde tarım, demircilik, marangozluk gibi teknik faaliyetlerin yer alması dolayısıyla okul olarak isimlendirmek yerine “Enstitü” ismini uygun bulduklarını belirtmiştir. Köy Enstitülerini, Köy Öğretmen Okullarına bağlamak istememeleri de diğer bir nedendir.

Yücel, Enstitülerin kuruluşunu sadece “bir müessese kurmak” şeklinde değerlendirerek konuyu basite indirgemenin doğru olmadığını düşünmektedir. Nitekim köy eğitiminin ilköğretim meselesinin temeli olduğunu düşündüğü için Köy Enstitüleri ile bütün ilköğretim meselesini on beş senede halletmeyi hedeflemiştir (Yücel, 1993, s. 163-166).

17 Nisan 1940’da kabul edilen Köy Enstitüleri Kanunu”nun kabul edilmesiyle, 1937-1940 yılları arasında kurulmuş olan, Eskişehir-Çifteler, İzmir-Kızılçullu, Kırklareli-Kepirtepe, Kastamonu-Gölköy Köy Öğretmen Okulları, “Köy Enstitüsü” adını aldılar.

1940 yılından itibaren sırayla, 1940’da Adana-Haruniye-Düziçi, İzmit-Adapazarı, Arifiye, Antalya-Aksu, Balıkesir-Savaştepe, Isparta-Gönen, Kars-Cılavuz, Malatya-Akçadağ, Kayseri-Pazarören, Samsun-Ladik-Akpınar, Trabzon-Beşikdüzü, 1941’de Konya-İvriz, 1942’de Sivas-Yıldızeli, Erzurum-Pulur, 1944’de Aydın-Ortaklar, Diyarbakır-Ergani-Dicle, 1948’de Van-Ernis Köy Enstitüleri olmak üzere 21 Köy Enstitüsü kurulmuştur (Türkoğlu, 1997, s. 188-189; Sakaoğlu, 1993, s. 92-93). Kurulan bu Enstitülerin, köy öğretmeni ve köye faydalı olacak meslek mensuplarını yetiştirmeyi amaçladığından şehir ve kasabaların dışında, tarıma elverişli arazisi bulunan yerlerde, yurdun her bölgesini içerecek şekilde kurulmasına özen gösterilmiştir. Öğretim süreleri en az beş yıl olan Enstitülere, tam devreli köy ilkokullarını bitirmiş sağlıklı ve yetenekli köy çocukları seçilerek alınmışlardır. Bundaki amaç, Yücel’in de belirttiği gibi,“köylü çocuğunu köylülük mahiyetini kaybetmeden yetiştirmektir.”

Yücel, Enstitüden yetişecek öğretmenlerin köye gittiklerinde, köy halkına yol gösterici olabilmeleri için kendilerine genel kültür ve mesleki bilgiler ile pratik bilgilerin de verilmesinin amaçlandığı görüşündedir. Burada pratik bilgiden kastın ziraat olduğunu vurgulamak gerekir. Çünkü o dönemde köy kalkınması denince akla ilk gelen ziraattir. Enstitülerin kurulacağı yerlere karar verilirken, bölgenin iklim ve ziraat şartları bakımından uygunluğuna önem verilmiştir. Nitekim Enstitülerin kurulacağı yerler, Ziraat Vekâleti tarafından tespit edilmiştir.

Köy Enstitülerinde devletin az bir yardımı ile öğretmen adaylarının, çok çalışarak kendi barınaklarını, dersliklerini ve diğer gereksinimleriyle, çalışma yerlerini yapmaları, onların bu işe ne kadar önem ve değer atfettiklerini ortaya koymuştur. Aynı zamanda öğretmen ve usta öğreticilerin rehberliği altında gösterilen bu çabalar Enstitü öğrencilerinin aldıkları genel kültür ile mesleki bilgiler ve uyguladıkları tarım çalışmaları köy için gerekli olan beceriyi kazanmalarını sağlamıştır (Binbaşıoğlu, 1993, s. 40).

Enstitülerin geliştirilerek belli sisteme oturtulması amacıyla 19 Haziran 1942’de Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilatlandırma Kanunu kabul edilmiştir. Hasan Ali Yücel’in Kanun tasarısının Meclis’te görüşülmesi sırasında yaptığı konuşmasında, bu Kanunun, Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilköğretim için hükümete vermiş olduğu direktifleri tam olarak gerçekleştirmek amacıyla yapılan çalışmaların sonucu olduğu ve Enstitülerin on yerdi yerde iki yıl içinde dokuz bin çocuğu okuttuğu, bu çocukların dershanelerini, yatakhane ve atölyelerini kendileri yaparak, ülkenin gelecek nesillerini yetiştirmek için eğitim görüp, meslek öğrendiklerini belirtmiştir. Yücel’in bu ifadeleri Enstitülerle varmak istedikleri hedefe doğru ilerlediklerini ortaya koymaktadır. Bu konudaki hedefleri de 10 sene içerisinde 49-50 binlik bir ilköğretim ekibi oluşturmak ve bunu ilköğretim davasını bir bütün olarak ele alıp, eksik taraflarını tamamlayarak gerçekleştirmeye çalışmalarıdır.

Yücel, bu Kanunla gerçekleştirmek istedikleri diğer amacın Köy Enstitülerinden mezun olacak öğrencilerin nasıl bir teşkilat içine girerek, nasıl çalışacaklarını belirlemek ve mezunların iş hayatına atılacakları zaman dağılmamaları ve çalışacakları meslek dalları ile ilgili bilgiden ve bilgi edinecekleri çevreden yoksun kalmamaları olduğu görüşündedir. Yücel’e göre asıl hedef, “diğer bilim alanlarında olduğu gibi bu alanda da sade adam yetiştirmek” değildir. Enstitülerde yetişenlerin yapıcı ve yaratıcı olarak ülkeye verimli olmalarını sağlamaktır. Mezunlarını ilköğretim alanında olduğu kadar köyün teknik işlerinde de aktif kılmaktır (Eronat, C.II., s. 416-423; Yücel, 1993, s. 138).

Bu Kanun ile Enstitülerin teşkilat yapısı, köy eğitmen ve öğretmenlerinin görevleri, okullara kabul ve devam, ders programları, öğrencilerin ders araç gereçleri ile okul yapımı ve onarımı gibi konular bütün ayrıntıları ile bir düzenlemeye tabi tutulmuştur. Enstitülerin ilk resmi öğretim programı ise 1943 yılında yayımlanmıştır (Maarif Vekilliği, 1943, s. 1; Binbaşıoğlu, 1993, s. 43). Bu programa göre, ilkokulu bitiren çocuklar sınavla Köy Enstitülerine alınmışlar ve karma eğitim uygulanmıştır. Beş yıl süren öğretim döneminin yarısı kültür derslerine, dörtte biri tarım dersleri ve çalışmalarına, dörtte biri de teknik derslere ayrılmıştır. Eğitim-öğretim programları enstitünün bulunduğu çevrenin ihtiyaçlarına ve koşullarına göre, klasik okullarda yer alan ezbercilik yöntemi yerine, yaparak ve yaşayarak öğrenme ilkesi benimsenmiştir. İsmail Hakkı Tonguç’un deyimiyle, “iş içinde, iş aracılığı ile iş için eğitim” ilkesine, gözlem, deney, araştırma ve tartışma yöntemlerine göre uygulanmıştır.

Fay Kirby’e göre bu kanun, “Kemalist devrimin getirdiği birçok yasalar gibi devrimci bir yasa, yani olanın yerine olması gerekenin konulduğu” bir kanundu. Gerçekten, bu Kanunla getirilmek istenen düzenlemeler Kirby’nin de dediği gibi “Türk toplumunun büyük çoğunluğuna Cumhuriyet’in ilkeleri ve idealleri ile uyumlu bir eğitimi yayma” amacındaydı (Kirby, 2000, s. 305-306). Bu düzenlemelerle o günün koşullarında Enstitülere ne kadar ciddiyetle ve profesyonelce yaklaşıldığını da görüyoruz.

Kanunun onaylanmasından sonra, 1942-1943 öğretim yılında, Köy Enstitülerine öğretmen, bölge okullarına yönetici, gezici başöğretmen, ilköğretim müfettişi ve kesim müfettişi yetiştirmek amacıyla Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde Yüksek Köy Enstitüsü açılmıştır (Binbaşıoğlu, 1993, s. 40).

Yücel’e göre, eğitim teşkilatının amacı “yetişmekte olan nesle, onu kendi milletimize ve bütün insanlığa faydalı kılacak her nevi medeniyet vasıflarını” vermektir. Bu amaç aynı zamanda “milli bir ideal”dir. Değişik öğretim derecelerinde öğretmek ve öğrenmenin “iş”e bağlı olduğunu düşünen Yücel, eğitimimizin ana meselelerinden biri olan “iş terbiyesini de bu gayenin teknik tecellisi” olarak görmektedir. Köy Enstitülerinde öğrencilerin okul binası ve sınıflarını kendilerinin yapması “iş” aracılığıyla öğrenmeyi gerçekleştirebildiklerinin kanıtıdır. Yücel’e göre, bundan dolayı bu öğrenciler “yetişmiş sayılmaktadır”(Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı, 1997, s. 115-116).

Hasan Ali Yücel, Enstitüleri “bir arı kovanı halinde tam bir aile görüşü ile kendi ihtiyaçlarına cevap vermek mihveri etrafında işleyen bir insan fabrikası”na benzetmektedir (Yücel, 1993, s. 63). Gerçekten de, okullardaki eğitim-öğretim ve toplumsal ortamın bir aile gibi samimi ve yakın olması onların başarısını artırmıştır.

Köy Enstitüleri, köy eğitimini sağlayacak kişileri yetiştiren yerler olması açısından ve köy kalkınmasını planlama-uygulama ve denetleme gibi görev ve sorumluluklarıyla köy kalkınmasının temel direği olarak değerlendirilebilir.

1946 yılına gelindiğinde, Cumhuriyet Halk Partisi’ne muhalif olarak, Demokrat Parti’nin kurulması ve çok partili hayata geçme çabaları ile ülkenin siyasi çehresi değişmiştir. Ülkenin çok partili hayata geçme sancılarının yaşandığı bu dönem aynı zamanda II. Dünya Savaşının yeni sona erdiği bir döneme denk düşmektedir. Demokrat Parti’nin seçim kampanyalarına giriştiği bu ortamda iç ve dış faktörlerin de etkisiyle Cumhuriyet Halk Partisi döneminde gerçekleştirilen atılımlar karalanmaya çalışılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi ise oy kaybetmek korkusu ile Demokrat Parti’nin Köy Enstitüleri’ne karşı yapmış olduğu eleştirileri “Köy Enstitülerinde düzenleme, iyileştirme” adı altında gidermeye çalışmıştır. Ancak kendisinden sonra iktidara gelen Demokrat Parti, politik çıkarlarına ters düştüğü için ilk önce Köy Enstitülerinde değişiklik yapmış ardından Türkiye’de gerçekleştirilmiş olan bu özgün eğitim kurumlarını kapatmıştır.

Demokrat Parti’nin etkili muhalefeti sonucu, Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanlığı, İsmail Hakkı Tonguç da İlköğretim Genel Müdürlüğü görevlerinden ayrılmışlardır. Hasan Ali Yücel’in görevden ayrılmasından sonra Köy Enstitüleri temel amacından saptırılmıştır. Köy Enstitüleri özünü oluşturan temel özellikleri aşama aşama değiştirildikten sonra, 27.1.1954’te Köy Enstitülerini kapatıp İlköğretmen Okullarıyla birleştiren kanunun kabul edilmesi ile Köy Öğretmen Okulları ile birleştirilerek, bu okulların içinde eritilmiştir.

Hasan Ali Yücel ve Köy Enstitüleri, Atatürk’ün “milletin gerçek sahibi ve efendisi” olarak gördüğü köylünün gelişmesini ve kalkınmasını çıkarlarına aykırı bulan siyasi çevreler tarafından hedef tahtası yapılmıştır. Yücel, dönemin muhalefetinin önde gelen isimlerinden Mareşal Fevzi Çakmak, DP İstanbul İl Başkanı Kenan Öner ve Nihal Atsız tarafından komünistlikle ve bakanlık yaptığı dönemde komünistleri desteklemekle suçlanmıştır.***

Bu dönemde Köy Enstitülerine yönelik suçlamalar, “Irkçı-Turancılara düşmanlık” ve Komünistlerle dostluk”, Enstitülerin Sovyet eğitim sisteminden esinlendiği, Eskişehir Mahmudiye ve Hamidiye Köy Enstitüsünün “komünist yuvası ve sistemli komünist propagandası yatağı” olduğu şeklinde değişik iddialar ortaya atılmıştır (Yücel, 1947, s. 3).

Hasan Ali Yücel, Köy Enstitüleriyle ilgili yapılan bu suçlamalara karşı Köy Enstitülerinin diğer kurumlarda olduğu gibi eleştirilecek ve düzeltilecek yönleri olabileceğini, gerçek komünistlerin bu milli kurumları komünist olarak nitelendirmek için büyük fedakârlıklara girişebileceklerini, oysa bazı kişilerin olumsuz propagandalarıyla komünistlerin ekmeğine yağ sürdüklerini belirtmiştir. Enstitülerin kendi mesuliyeti altında kurulduğunu ve kurulmasına emek ve hayat vermiş memleket evlatları arasında bulunmanın hayatının en büyük şerefi olduğunu ifade eden Yücel, esas milliyetçiliğin ve Türkçülüğün, bu memleket evlatlarına hizmet etmek olduğunu da vurgulamıştır (Yücel, 1947, s. 67-71).

Köy Enstitüleri toplum tabanında gerçekleştirdiği sosyo-ekonomik kalkınmayı, eğitimde aşıladığı “planlı üretim bilinciyle” sağlamıştır (Arman, 1969, s. XIII). Henüz başlangıç aşamasında kalan bu eğitim projesinin 1946’ya kadar köylerdeki öğretmen açığını kapatan 16.400 kadın ve erkek öğretmen ile 7300 sağlık memuru ve 8756 eğitmen yetiştirmiş olması başarısını göstermektedir (Binbaşıoğlu, 1993, s. 110-111). Ayrıca, mezunları arasından Mehmet Başaran, Talip Apaydın, Fakir Baykurt, Mahmut Makal gibi yazarlar çıkmıştır. Bu yazarlar, eserlerinde köy sorunlarını işleyerek, sosyal ve kültürel yönlerden köy toplumlarının bilinçlenmesini sağlamışlardır. Bu yazarlar sayesinde edebiyatımızda bir Köy Enstitülü yazarlar kuşağı oluşmuştur. Köy Enstitülerinden yetişenler, yazarlarla sınırlı kalmamıştır. Üniversite profesörleri, hukuk, güzel sanatlar ve çeşitli meslek kollarında çalışan ve yüksek kademelere gelen insanlar yetiştirmiştir.

Enstitüler, yeni toplumsal değerleri, ulusal kültürü yaratması, ekonomik yaşamı meslekleşme ve uzmanlaşma yolunda geliştirmesi ve böylece ülke ekonomisinin verimliliğini artırması açısından önemlidir. Toplumun en geniş kitlesine ulaşan ve etki eden bu kurumlar aynı zamanda toplumsal bir hareket özelliğini de taşımaktadır (Kirby, 2000, s. 269-270).

Bu kurum, bireylerin ve toplumun özellikle geri kalmış köylü halkın ihtiyaçlarına ve değişen hayat koşullarına yanıt verebilmiş ve eğitimde sağladığı fırsat eşitliği ilkesi ile kadın erkek, genç-yaşlı ayrımı gözetmeden bütün köylü halkın aydınlanmasını ve temelden kalkınmasını hedeflemiştir. Bu sayede de köy-şehir arasındaki nicelik ve nitelik yönünden olan dengesizlik giderilmeye çalışılmıştır.

Sonuç olarak, köy kalkınmasını amaçlayan Köy Enstitüleri kısa ömürlü olmasına rağmen Türk eğitim sistemine farklı bir bakış açısı getirmiştir. Toplum tabanını oluşturan köyün iktisadi, zirai, kültürel, sosyal ve teknik gibi pek çok alanda gelişme ve ilerlemesini sağlaması dolayısıyla hiçbir kurum Enstitüler gibi çok boyutlu olmamıştır. Enstitülerin bu başarısında, Hasan Ali Yücel’in bu kurumlar dolayısıyla uğradığı şiddetli muhalefete rağmen yılmadan usanmadan çalışmasının da payı büyük olmuştur.

Kaynakça

Arman, H. (1969). Piramidin Tabanı, Köy Enstitüleri ve Tonguç, Ankara: İş Matbaası.

Binbaşıoğlu, C. (1993). Çağdaş Eğitim ve Köy Enstitüleri: Tarihsel Bir Çerçeve, İzmir.

Birinci Maarif Şurası. (1939). 17-29 Temmuz 1939, Çalışma Programı, Konuşmalar, Lahikalar. Yücel, Hasan Ali “Açış Nutku” (t.y.)

Eronat, C. (1999). Hasan Ali Yücel’in TBMM Konuşmaları ve İlgili Görüşmeler, C.I., Ankara: TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları.

Gedikoğlu, Ş. (1971). Evreleri, Getirdikleri ve Yankılarıyla Köy Enstitüleri, Ankara: İş Matbaası. Kirby, F. (2000). Türkiye’de Köy Enstitüleri, Ankara: Güldikeni Yayınları.

Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları. (1997). Hasan Ali Yücel: Köy Enstitüleri ve Köy Eğitimi İle İlgili Yazıları-Konuşmaları, Ankara.

Maarif Vekilliği. (1943). Köy Enstitüleri Öğretim Programı, Ankara.

Orhon, O.S. (1944). Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’e açık mektup, İstanbul: Ülkü Basımevi.

Öner, K. (1947). Öner ve Yücel Davası, C.II. İstanbul: Kenan Matbaası.

Sakaoğlu, N. (1993).Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları.

Türkoğlu, P. (1997). Tonguç ve Enstitüleri, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Yücel, H.A. (1947). Davam, Ankara: Ulus Basımevi.

Yücel, H.A. (1950). Davalar ve Neticeleri, Ankara: Ulus Basımevi.

Yücel, H.A. (1993). Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçler, Ankara: Milli Eğitim Bak. Yayınları.

Özet

Bu makalede 1940-1946 yılları arasında ülkemizin birçok yerinde eğitim faaliyetini sürdürmüş olan Köy Enstitüleri ve bu projenin oluşturulması ve uygulanması aşamalarında önemli rol oynayan dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in bu projedeki rolü ve Enstitülere bakış açısı incelenmiştir. Ayrıca, köy kalkınmasını amaçlayan Köy Enstitülerinin Türk eğitim sistemindeki farklı yeri ortaya konulmaktadır. Meclis’te Köy Enstitüleri Kanunun görüşülmesi sırasında yapılan tartışma ve eleştiriler ile Yücel’in bu eleştiriler karşısında takındığı takdire değer tutum da makalede vurgulanan önemli noktalardandır.

Anahtar Kelimeler:Köy Enstitüleri, Hasan Ali Yücel, Köy Eğitimi, Köy Kalkınması

Abstract

In this article, Village Institutes that mainted education activity in many region of our country between 1940-1946’s and in this project his important role and his point of view to Institutes, the Minister of National Education Hasan Ali Yücel who has important role the creation and implementation phase of this project has explained. In addition, in the Turkish education system different role of the Village Institutes that aimed village development of has been put forwad. In Parliament discussion and critiques that made discussion during negotiating Village Institutes Act and also against of these criticism Yücel’s admirable attitude is stressed important points of this article.

Keywords:

Village Institutes, Hasan Ali Yücel, Village Education, Village Development

* * * * * * * * *

*Araştırıcı-Türkiye Bilimler Akademisi ve Ankara Üniversitesi, Tarih (Türkiye Cumhuriyeti Tarihi) Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi.

** İlk kurs Eskişehir’in Çifteler köyündeki Ziraat Bakanlığı’na bağlı Mahmudiye Devlet Üretme Çiftliğinde 1937 yılında açılmıştır. Ardından, aynı yıl İzmir-Kızılçullu’da, 1938’de Kırklareli Kepirtepe ve 1939’da Kastamonu-Gölköy’de Köy Öğretmen okulları açılmıştır (Gedikoğlu, 1971, s. 28).

*** Bu suçlamalar tarihe Hasan Ali Yücel-Kenan Öner davası olarak geçmiştir. Bu dava, Yücel’in kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle Kenan Öner’e karşı 17 Şubat 1947’de açtığı, 3 yıldan fazla süren ve 18 duruşmadan oluşan hakaret davasıdır. Dava, Yücel’in haklı bulunması ile son bulmuştur. Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz: Yücel, H.A. (1950). Davalar ve Neticeleri, Ankara: Ulus Basımevi; Yücel, H.A. (1947). Davam, Ankara: Ulus Basımevi; Öner, K. (1947). Öner ve Yücel Davası, C.II. İstanbul: Kenan Matbaası; Orhon, O.S. (1944). Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’e açık mektup, İstanbul: Ülkü Basımevi.

* * * * * * * * *

KÖY ENSTİTÜLERİ’NDE HASAN ALİ YÜCEL’İN YERİ / Zeynep Kalyoncuoğlu

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/255300

* * * * * * * * *

26 Aralık 2022 Pazartesi

Köy enstitüleri nedir? Köy enstitüleri ne zaman kuruldu, ne zaman kapandı?


Köy enstitüleri nedir? Köy enstitüleri ne zaman kuruldu, ne zaman kapandı?

Türk eğitim tarihinde oldukça önemli bir yere sahip olan köy enstitüleri araştırılıyor. Hasan Ali Yücel tarafından uygulamaya koyulan ve tamamen Türkiye'ye özgü bir eğitim programı olan köy enstitüleri merak ediliyor. Köy enstitüleri nedir? Köy enstitüleri ne zaman kuruldu, ne zaman kapandı?

Sosyal medyada sık sık gündem olan Köy Enstitüleri ile ilgili araştırmalar çoğaldı. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında kırsal bölgelerdeki eğitimi güçlendirmek amacıyla oluşturulan köy enstitüsü projesi Türk kültür tarihinde oldukça büyük bir yer kaplıyor. Peki, Köy enstitüleri nedir? Köy enstitüleri ne zaman kuruldu, ne zaman kapandı?

KÖY ENSTİTÜLERİ NEDİR?

Köy enstitüsü, Türkiye'de ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile açılan okul türü. Tamamen Türkiye'ye özgü olan bu eğitim projesini 28 Aralık 1938 tarihinde milli eğitim bakanı olan Hasan Âli Yücel bizzat yönetti.

Türkiye'de köy enstitüsü fikri ilk kez Amerikalı eğitim filozofu John Dewey tarafından savunuldu. Dewey, özellikle kırsal bölgelerdeki okulların toplum yaşam merkezi haline getirilmesi gerektiğini vurguladı. Türkiye'de okulun yerel koşullara uyarlanması sorunu eğitim felsefesinin özünü oluşturuyordu. Köy Enstitüleri, John Dewey'in iş ve eğitimi birleştirme fikrini yerine getirmek için tasarlanmıştır. Mezunların aynı anda hem okul öğretmenleri hem de toplumun eğitmeni olması bekleniyordu. Öğrenciler aslında kendi okullarını, evlerini, kışlalarını, iş yerlerini vb. inşa ettiler ve birlikte yaparak ve yaşayarak üretim ile eğitimi kaynaştırdılar.

KÖY ENSTİTÜLERİ NE ZAMAN KURULDU?

Neredeyse tüm Anadolu'nun okulsuz ve öğretmensiz olduğu gerçeği göz önüne alınarak[8], dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün himayesinde, Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç'un çabalarıyla köylerden ilkokul mezunu zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek öğretmen olarak çalışmaları düşüncesiyle kuruldular. Geleneksel öğretmen okullarında yetişmiş öğretmenler için köylerde öğretmenlik yapmak, istenerek yapılacak bir görevden çok zorunluluk olarak algılanıyordu.

Gönüllü ve özverili öğretmenlerin sayısı azdı. Oysa okuma yazma oranı Cumhuriyet ilk kurulduğu yıllarda %5 bile değildi. Bunun yanında nüfusun %80'lik bölümü köylerde yaşıyordu. Köy Enstitüleri'nin kurulması ve yaygınlaşması konusunda pedagoji uzmanı Halil Fikret Kanad'ın önemli çalışmaları vardı. Kanad, zorunluluktan değil özveriyle öğrenci yetiştirecek köye göre öğretmen fikrini savunmuştu.

1940 yılından başlayarak, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında Köy Ensititüleri açıldı. Türkiye'de seçilen şehirlerden uzak ancak tren yollarına yakın tarıma elverişli 21 bölgede köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmek üzere açılmıştı.

Öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de modern ve ilmi tarım tekniklerini öğretecekti. Öğretmenler gittiği yörelerde bilinmeyen tarım türlerini de köylülere öğretecekti. Kitaba deftere dayalı öğretim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin %50'lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi.

KÖY ENSTİTÜLERİ NE ZAMAN, NEDEN KAPATILDI?

1940-1946 arasında köy enstitülerinde 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve üretim yapılmıştı. Aynı dönemde 750.000 yeni fidan dikilmişti. Oluşturulan bağların miktarı ise 1.200 dönümdü. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol yapılmıştı. Sulama kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulamalı eğitim gördüğü çiftliklere sulama suyu öğrenciler tarafından getirilmişti.

Köy Enstitüsü uygulaması Hasan Âli Yücel'in 1946'da Milli Eğitim Bakanlığından ayrılmasına değin devam etmiştir. Hasan Âli Yücel'den sonra Milli Eğitim Bakanı Olan Reşat Şemsettin Sirer zamanında Köy Öğretmen Okullarına dönüştürülmüştür. Bu okullar da Demokrat Parti döneminde 27 Ocak 1954'te kapatılmıştır. Kapatıldığı 1954 yılına kadar Köy enstitülerinde 1.308 kadın ve 15.943 erkek toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmişti. Fakir Baykurt, Ümit Kaftancıoğlu, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu, Hatun Birsen Başaran, Ali Dündar, Mehmet Uslu ve Dursun Akçam gibi önde gelen yazarlar ve düşünürler bu okullarda yetişmişlerdir.

* * * * * * * * *

KAYNAK: https://www.haberturk.com/koy-enstituleri-nedir-koy-enstituleri-ne-zaman-kuruldu-ne-zaman-kapandi-3042992

* * * * * * * * *

24 Aralık 2022 Cumartesi

İsmail Hakkı Tonguç'un Yaşam Öyküsü / DEU – KETAM


İsmail Hakkı Tonguç'un Yaşam Öyküsü / DEU – KETAM

İsmail Hakkı Tonguç, bugünkü Bulgaristan’ın Silistre iline bağlı Totrakan ilçesinin bugünkü adı Sokol olan Tatar Atmaca köyünde 1893 yılında dünyaya gelmiştir. Baba adı Hacı Veli Oğlu İdris, anne adı ise Vesile’dir. Kendinden küçük bir kız altı erkek kardeşi vardır. Kendi köyünde dört yıllık ilkokulu ve üç yıllık rüştiyeyi bitirmiştir. Oradaki öğrenimi sırasında aynı zamanda köyün değişik işlerinde çalışmış ve tarımla uğraşmıştır.

1914 yılında öğrenimine devam etmek üzere tek başına İstanbul’a gitmiş, sıkıntı çekmiş, ardından Maarif Nazırı (Eğiti m Bakanı) Şükrü Bey tarafından parasız yatılı öğrenci olarak Kastamonu Muallim Mektebi’ne gönderilmiştir. 1916’da naklen İstanbul Muallim Mektebi’ne gelerek öğrenciliğine orada devam etmiştir. Muallim Mektebi’nde öğrenciliği, Birinci Dünya Savaşı’nın güç yaşam koşullarını dayattığı yıllara rastlamaktadır. Okulu bitirdikten sonra 1918’de Almanya’ya daha üst öğrenim için gönderilmiştir. 1918-1919 yıllarında Almanya’nın Karlsruhe kentindeki Ettlingen Öğretmen Okulu’nda sekiz aylık bir programa devam etmiştir. 1919’da Anadolu’ya dönerek, Eskişehir Muallim Mektebi’nde Resim ve Elişi ile Beden Eğitimi öğretmeni olarak göreve başlamıştır. 1921’de Yunan işgalinden hemen önce Ankara’ya atanmış, 1922’de yeniden öğrenim görmek üzere Almanya’ya gönderilmiştir.

1922 sonundan başlayarak 1924 Nisan’ına kadar Konya Muallim Mektebi’nde, aynı yılın güzüne değin ise Ankara Muallim Mektebi’nde öğretmenlik ve yöneticilik yapmıştır. Daha sonra kısa bir süre Adana Muallim Mektebi’nde öğretmenlik yaptıktan sonra, 1925’te beş aylığına mesleki eğitim kurumlarında incelemeler yapmak üzere yeniden Almanya’ya gitmiştir. 1925’te Ankara Muallim Mektebi’nde öğretmenlik yapmış, 11 Mart 1926’da Maarif Vekaleti Levazım ve Alatı Dersiye Müzesi Müdürlüğü’ne atanarak artık merkezdeki yöneticilerden biri olmuştur. 10 Temmuz 1926 ile 26 Ağustos 1926 tarihleri arasında, ilköğretim müfettişleri ve ilkokul öğretmenleri için Ankara’da açılan “İş İlkesine Dayalı Öğretim Kursu”nda, yabancı öğretim üyeleri ile birlikte çalışarak, daha sonra Köy Enstitülerinin temel ilkesi, sloganı durumuna gelecek “iş için iş içinde işle eğitim” anlayışını geliştirmiştir.

26 Ocak 1927’de ilkokul öğretmeni Nafia Kamil ile evlenmiştir. Aynı yıl, Sivas’ta ve Ankara’da ilköğretim müfettişleri için açılan kurslarda öğretmenlik yapmış ve Ankara’da uluslararası ders araç-gereçleri sergisini açmıştır.

1928’de ilk çocuğu olan Engin Tonguç, 1936’da ikinci çocuğu Yalım Tonguç dünyaya gelmiştir.

1929-1933 yıllarında, diğer görevlerinin yanı sıra, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde de etkin görevlerde bulunmuş, orada hem öğretmenlik yapmış, hem de Resim-İş Bölümü’nü kurmuştur. 1934’te Soyadı Kanunu’yla Tonguç soyadını almıştır. 1934-1935 yıllarında Gazi Eğitim Enstitüsü’nde vekil olarak müdürlük yapmıştır.

3 Ağustos 1935’te Köy Enstitülerini kurmasına yarayacak İlköğretim Genel Müdürlüğü görevine vekaleten getirildi. Dönemin Kültür Bakanı Saffet Arıkan’a, Köy Enstitülerinin temelini oluşturacak bir rapor sundu.

1936’da Kayseri, Çorum ve Yozgat illerini kapsayan bir geziyle, buralarda eğitmen kurslarının açılabilirliğini araştırdı. Temmuz 1936’da da Köy Enstitüleri’nin modeli sayılan ilk Eğitmen Kursu’nu Eskişehir iline bağlı Mahmudiye’de açtı.

Atatürk’ün desteği ile o dönem Türkiye’deki okuryazar oranı %10’dan az olduğundan, okuryazar sayısını artırmak için eğitmen kurslarında altı aylık bir eğitimle, askerliğini okuma yazma bilen çavuş olarak yapmış gençler eğitmen olarak yetiştirildi ve köylerine eğitmen olarak gönderildi.

1937’de Köy Eğitmenleri Yasası çıktıktan sonra, İzmir’de Kızılçullu’da (bugünkü Şirinyer), Eskişehir Çifteler’de ilk köy öğretmen okulları açıldı. 1938’de ilköğretim kurumlarını incelemek üzere Bulgaristan’da, Macaristan’da ve Almanya’da bulundu. 28 Aralık 1938’de Hasan Âli Yücel Milli Eğitim Bakanı olduktan sonra, vekaleten yürüttüğü İlköğretim Genel Müdürlüğü görevine asaleten atandı.

17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri Kanunu çıktıktan sonra açılmaya başlayan enstitülerle çok yakından ilgilendi. 1946’da görevden alınışına kadar, enstitüler için canla başla çalıştı. İkinci oğlu Yalım Tonguç, 1944’te öldü. İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü çalışmalarından dolayı kendisini takdir etmiştir. Seçimleri kaybetmemek için, çok desteklediği Köy Enstitüleri sevdasından vazgeçen İnönü, onu, 25 Eylül 1946’da görevinden alarak, Talim Terbiye Kurulu üyeliğine getirdi. Ardından Türkiye’nin değişik yerlerinde sürgün olarak öğretmenlik yaptı. 1954’te kendi isteğiyle emekli oldu.

1956’da Avrupa’yı gezdi ve İsviçre’deki Pestalozzi Çocuklar Köyü’nü inceledi. 1958’de hastalanan İsmail Hakkı Tonguç, 11 Haziran 1960’ta çoktan kapatılan Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne yıllar sonra ilk kez gitti. 24 Haziran 1960 tarihinde öldü.

* * * * * * * * *

Kaynak: DEU Köy Enstitüleri ve İsmail Hakkı TONGUÇ Araştırma ve Uygulama Merkezi – KETAM

* * * * * * * * *

Mustafa Necati Bey / Yrd.Doç.Dr. Fuat ÖZER

 


Mustafa Necati Bey / Yrd.Doç.Dr. Fuat ÖZER*

Mustafa Necati Bey, Horasan’dan Anadolu’ya gelip Darende’ye yerleşen Ahmet Han’ın onuncu batında torunu olup 1864 yılında İzmir’de dünyaya gelmiştir. Babası, Darendeli Halit Bey; annesi Elbistanlı Mustafa Necati Efendinin kızı Naciye Hanımdır. Dedesi Mustafa Efendi, torunu dünyaya gelmeden iki-Uç ay evvel vefat etmiş ve torununa onun adı verilmiştir.

Çocukluğu İzmir’de geçen Mustafa Necati, ilk ve orta öğrenimini İzmir’de tamamlamıştır. İzmir İdadisini bitirdikten sonra, Yükseköğrenim için İstanbul’a gitmiş ve İstanbul Hukuk Okulunu bitirdikten sonra 1914 yılında tekrar İzmir’e dönerek avukatlık ve İzmir Kız Öğretmen Okulu’nda öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Daha sonra, yakın arkadaşı Hüseyin Vâsıf (Çınar) Bey’le birlikte 1915 yılında, “Özel Şark Mektebi İdadisi” (Özel Şark Lisesi) ni kurmuşlardır, 1918 yılına kadar Mustafa Necati bu okulun müdürlüğü ve edebiyat öğretmenliği, Hüseyin Vâsıf da müdür yardımcılığı ve tarih öğretmenliği görevlerini yürütmüşlerdir.Bu arada bir süre de “Aydın-Kasaba Demiryollarında Hukuk Müşavirliği” görevini yürütmüştür.
Savaş sonrasında bir yanda İtilâf Devletlerinin işlerine son verdiği Aydın-Kasaba demiryolu işçilerinin haklarını savunmuş, 
“İzmir Demiryolları İslâm Memurini Teâvün Cemiyeti”nin kurulmasına öncülük etmiş; diğer yanda da savaştan dönen ve işsiz kalan yedek subayların sosyal ve ekonomik sıkıntılarını giderebilmek için çareler aramıştır. Mustafa Necati, işinden gücünden veya okulundan koparılarak savaşa götürülen bu gençlerimizin, savaş sonrasında yaşadıkları sıkıntılara köklü bir çare bulmak için “ihtiyat Zâbitânı Himaye Yurdu” adıyla bir derneğin kurulmasını teklif ediyor ve kısa bir süre sonra da İzmir’de “İhtiyat Zâbitânı Teâvün Cemiyeti” kuruluyor. Dolayısıyla bu örgütlenmenin de fikir babası Mustafa Necati’dir. Bu derneğin üyesi olan yedek subaylar, işgalden bir gün önce  Maşatlıkta yapılan toplantıda olduğu gibi daha sonraki dönemde, Batı  Anadolu Kuvâ-yi Millîyesi içinde de çok önemli rol oynamışlardır.
İzmir Türk Ocağının faal bir üyesi olan ve daha önce spor kolu çalışmalarını idare etmiş olmasından dolayı gençlerle iç içe yaşayan Mustafa Necati, yaklaşmakta olan işgal tehlikesine karşı tedbir almak için gayret gösteriyor; gençler, yedek subaylar ve işten çıkarılmış olan demiryolu  işçileri ile olan yakın ilişkilerini devam ettirerek bir direnişin imkânlarını araştırıyordu. Mustafa Necati ve yakın arkadaşı Hüseyin Vâsıf (Çınar) Bey bu konuda en çok çalışanların başında geliyordu. Nitekim Türk Ocağı’nda işgalden on beş yirmi gün önce yaptığı bir konuşmada :
“Tehlike yaklaştı. Rumlar harıl, hani silâhlanıyor ve bir şeyler bekliyorlar. Biz ise kalemle, muhtıra (hatırlatmak üzere yazılan ve sunulan tezkere) ve nutuklarla nümayiş (gösteriş, gösteri, görünüş) ve alâyişle (gösterişle) iş görmeye çalışıyoruz. Bu doğru değildir. Her ihtimâle karşı bütün Türklüğün silâha sarılması icap eder. Ona göre Teşkilât yapmalıyız.” diyordu.
Bu teklif orada bulunan pek çok kişiyi telaşlandırdı. Yapılan tartışmalardan, teklifinin oy birliği ile kabul edilmeyeceğini anlayan Mustafa dünyaya gelmiştir. Babası, Darendeli Halit Bey; annesi Elbistanlı Mustafa Necati Efendinin kızı Naciye Hanımdır. Dedesi Mustafa Efendi, torunu dünyaya gelmeden iki-Uç ay evvel vefat etmiş ve torununa onun adı verilmiştir.
Çocukluğu İzmir’de geçen Mustafa Necati, ilk ve orta öğrenimini İzmir’de tamamlamıştır. İzmir İdadisini bitirdikten sonra, Yükseköğrenim için İstanbul’a gitmiş ve İstanbul Hukuk Okulunu bitirdikten sonra 1914 yılında tekrar İzmir’e dönerek avukatlık ve İzmir Kız Öğretmen Okulu’nda öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Daha sonra, yakın arkadaşı Hüseyin Vâsıf (Çınar) Bey’le birlikte 1915 yılında, 
“Özel Şark Mektebi İdadisi” (Özel Şark Lisesi) ni kurmuşlardır., 1918 yılına kadar Mustafa Necati bu okulun müdürlüğü ve edebiyat öğretmenliği, Hüseyin Vâsıf da müdür yardımcılığı ve tarih öğretmenliği görevlerini yürütmüşlerdir. Bu arada bir süre de “Aydın-Kasaba Demiryollarında Hukuk Müşavirliği” görevini yürütmüştür.
Savaş sonrasında bir yanda İtilâf Devletlerinin işlerine son verdiği Aydın-Kasaba demiryolu işçilerinin haklarını savunmuş, 
“İzmir Demiryolları İslâm Memurini Teâvün Cemiyeti”nin kurulmasına öncülük etmiş; diğer yanda da savaştan dönen ve işsiz kalan yedek subayların sosyal ve ekonomik sıkıntılarını giderebilmek için çareler aramıştır. Mustafa Necati, Türk Ocağı yönetim kurulu üyeliğinden çekildi. Dolayısıyla da bundan sonraki dönemde Türk Ocağında yapılan çalışmaların içinde yer almadı. Buna rağmen bazı kaynaklarda, “izmir’in işgalinden bir gün önce ‘Redd-i İlhak Cemiyeti’ imzasıyla yayınlanan ünlü bildiri Mustafa Necati ve üç arkadaşı tarafından kaleme alınmış” ve “kendisi gibi ateşli arkadaşlarıyla birlikte “Redd-i İlhak” mitingini tertipleyerek, İzmir gençliğini galeyana getirmiştir” şeklinde yer alan bilgiler, doğru değildir.Çünkü, en yakın arkadaşı olan Hüseyin Vâsıf Bey, işgalden bir gün önce, savaş dolayısıyla yarıda kalan hukuk tahsilini tamamlamak İstanbul’a gitmiş olduğundan işgal günü İzmir’de değildir.” Mustafa Necati de, bildiriyi kaleme almak için bir araya gelen grubun içinde yer almadığı gibi o gece Maşatlıkta yapılan toplantıya da katılmamış ve arkadaşı Haydar Rüştü ile birlikte karşı tepelerden, Maşatlıkta yapılan mitingi seyretmekle yetinmiştir.
İşgal faciasını gören Mustafa Necati, Haydar Rüştü ile saklandıkları evlerinin etrafının Yunan askerleri tarafından kuşatılmış olması sebebiyle ancak beş gün sonra İzmir’den kaçabilmiş ve İstanbul’a giderek, beşik kertmesi nişanlısı olan Halide Nusret (Zorlutuna) Hanımların evine yerleşmiştir. Burada kaldığı dönemde, ağabeyi Hüsnü (Uğural) ile  Mehmet Esat ve Hüseyin Vâsıf (Çınar) kardeşler de bu eve gelmişler, Mehmet Esat ve Hüseyin Vâsıf (Çınar) kardeşler Balıkesir’e dönerek Balıkesir Kuvâ-yı Millîyesi’nde yer almışlardır. Hüseyin Vâsıf, “Hareket-i Millîye Reddi İlhak Cemiyeti”ne ve II. Balıkesir Kongresinden itibaren de toplanan Kongrelere “İzmir Türk Ocağı Delegesi” olarak katılmış, kardeşi Mehmet Esat ise,  Heyet-i Merkezîye’nin İstihbarat Bürosu Şefi olarak görev yapmıştır.
İstanbul’da kalan Mustafa Necati, Dâhiliye Nezâretinde (İçişleri Bakanlığında) görev almış, Balıkesir’e de ancak, İstanbul Hükümetinin, Mutasarrıf Hilmi Beyin yerine Karası Mutasarrıflığına tayin ettiği Fatin Bey’in yardımcısı olarak gelmiştir.
Bu dönemde İstanbul Hükümeti; Anadolu’yu “bir isyan mıntıkası ve bir âsî ve eşkıya yatağı olarak”, Anadolu’da devam etmekte olan Millî Mücadele hareketini de, “Hükümetin durumunu tehlikeye düşüren, devletin şeklini değiştirmeye çalışan bir isyan” hareketi olarak nitelendiriyordu..
İstanbul Hükümeti ve İngilizlerin en büyük korkusu, Doğu Anadolu’da Mustafa Kemal Paşanın başında bulunduğu hareket ile Batı Anadolu’da Balıkesir’de teşkilâtlanmış olan Kuvâ-yı Miliîye’nin birleşmesidir. Bunu önlemek için hemen her yolu denemişlerdir..
İstanbul Hükümeti; I. Balıkesir Kongresinin, Eylül ayı başında toplanmasını kararlaştırdığı ve Alaşehir Kongresinde (16-25 Ağustos 1919) alınan kararları görüşmek üzere toplanması plânlanan, II. Balıkesir Kongresinin (16-22 Eylül 1919) toplanmasına engel olamayınca, Kongreyi kendi fikirleri yönünde etkilemek için çalışmalarını yoğunlaştırdı. Çünkü II. Balıkesir Kongresinin gündemindeki konulardan biri ve en önemlisi, “Sivas Kongresine katılma” konusu idi.Merkezîye’ de, Hüseyin Vâsıf Bey ve Fırka Kumandanı Köprülülü Kâzım (Özalp) Bey’le birlikte çalışmaya başlamıştır. Balıkesirli olmadığı halde Balıkesir’deki hareketin içinde yer alan bu kişilere o dönemde,  Balıkesir Yârânı” denilmiştir. Mustafa Necati de böylece, “Balıkesir Yaranı” olmuştur.
Balıkesir’de, oldukça yoğun bir çalışma temposu içinde geçen bu dönem, onun, 29 Nisan 1920 Perşembe günü Saruhan (Manisa) Mebusu olarak TBMM’ne katılmak üzere Balıkesir’den ayrılmasına kadar devam etmiş ve Balıkesir’de kaldığı bu yedi ayı aşkın süre içinde Millî Mücadele Hareketine ve Balıkesir’e çok büyük hizmetlerde bulunmuştur.
Mustafa Necati, Balıkesir’de bir yandan söz ve yazıları ile Millî Mücadele Hareketini     anlatmaya çalışmış, diğer yandan da elinde silâhı ile eniştesi Yzb. Hâlit (Bayrak) Bey ve hemşehrisi Bulgurcu Mehmet Efenin yanında çeşitli cephelerde savaşlara katılmıştır.Anzavur isyanı sırasında kurulan “Balıkesir Takip Müfrezesi’nde müfreze kumandanı olarak görev almıştır.
Mustafa Necati’nin Balıkesir Hareket-i Millîyesi içindeki en büyük hizmeti, Millî Mücadele basınında seçkin bir yere sahip olan “Hareket-i Milliye’nin Mürevvici (yayın organı)” olan 
“İzmir’e Doğru” gazetesini çıkarmasıdır.
16 Kasım 1919 – 27 Haziran 1919 tarihleri arasında 74 sayı çıkmış olan İzmir’e Doğru gazetesini, Hüseyin Vâsıf ve Mehmet Esat (Çınar) kardeşlerle birlikte çıkarmışlardır. Heyet-i Merkezîye, Hareket-i Millîye’nin resmî yayın organı olarak Balıkesir’de bir gazete çıkarmaya karar verince Hareket-i Millîye’nin İstihbarat Bürosu Şefi olan Mehmet Esat (Çınar) Beye 100 lira sermaye vermiş, Mehmet Esat, Hüseyin Vâsıf ve Mustafa Necati birleşerek İzmir’e Doğru gazetesini çıkarmaya başlamışlardır. Gazetenin Sahibi Hüseyin Vâsıf (Çınar), Yazı İşleri Müdürü Mehmet Esat (Çınar), Başmuharriri (Başyazarı) da Mustafa Necati Beylerdir. Mustafa Necati, Balıkesir’den ayrıldıktan sonra da gazeteye yazı göndermeye devam etmiştir. Son gönderdiği yazı 13 Haziran 1920 tarih ve 70 numaralı gazetede yayınlanan, “Sulh Muahedesi ve Azm-i Millî” (Barış Antlaşması ve Millî Azim) başlıklı başmakalesidir.
Mustafa Necati’nin Balıkesir’deki çalışmaları, sadece Millî Mücadele hareketi içinde aldığı görevlerle sınırlı kalmamış, geleceğe dönük pek çok çalışmanın da içinde bulunmuştur. Bu çalışmalardan biri, Balıkesir “İdman Yurdu” nun kuruluşudur. 19 Aralık 1919 tarihinde Millî Karargâhta yapılan toplantıda kuruluşu gerçekleştirilen İdman Yurdu; geçlerin beden sağlıklarının gerçekleştirilmesi, atış tâlimleri yaptırılması ve hastalıklardan korunma yollarının öğretilmesi gibi çalışmaları yürütecek bir gençlik ve spor kulübüdür. İdman Yurdu kongresinde Mustafa Necati’nin yanında Hüseyin Vâsıf (Çınar) ve Eski Edremit Kaymakamı Köprülülü Hamdi Bey de görev almışlardır.
Mustafa Necati, Balıkesir’de, Mehmet Esat Beyle birlikte, 1920 yılı Ocak ayı başında, Hükümet caddesi üzerinde bir avukatlık bürosu açmasına rağmen işlerinin yoğunluğu dolayısıyla herhangi bir dâva alıp takip etmemiştir. Bu tarihlerde Balıkesir’de 11 Avukat faaliyet göstermekle birlikte, Avukatların meslek kuruluşu olan “Baro” kurulmamıştı. Balıkesir Barosu, 28 Ocak 1920 tarihinde Süleyman Sadi Beyin başkanlığında kurulur. Bu kuruluşta Mustafa Necati ikinci başkan Mehmet Esat Bey de yönetim kurulu üyesi olarak görev almıştır.
İstanbul’un işgali ve Meclis-i Mebûsan’ın İngilizler tarafından basılması, TBMM’nin açılmasına giden yolu açınca, işgal altında bulunan bölgeler hariç ülkenin her tarafında seçimlerin yapılmasına başlanmıştı.Karasi Sancağı ve Balıkesir Kuvâ-yı Millîyesi’nin denetimi altında bulunan Saruhan (Manisa) Sancağında da seçimler yapılmaya başlandı. Saruhan sancağı için mebus adayı olarak Akhisar Cephe Komutanı Mahmut Celâlettin Bey ile Mustafa Necati ve Hüseyin Vâsıf (Çınar) Beyler düşünülmüş, fakat Hüseyin Vâsıf Beyin yaşı tutmayınca sadece Mahmut Celâlettin Bey ile Mustafa Necati Bey Saruhan Mebusu seçilmişlerdir.
Mustafa Necati, TBMM’nin en faal üyelerinden biridir. Konulara olan hâkimiyeti, hitabet gücü ve ikna kabiliyeti ile Meclisin en iyi hatiplerinden biri olmuştur. I. Meclisin görev süresi olan 1920-1923 yılları arasındaki üç yıl içinde, bu üç yılın bir buçuk yılı aşkın bölümünde, İstiklâl mahkemesi üyesi ve başkanı olarak Ankara dışında bulunmasına rağmen, Meclis kürsüsünden 54 ayrı konu üzerinde 74 konuşma yapmıştır.
11 Eylül 1920 tarihinde kurulan ve TBMM’nin 17 Şubat 1921 tarihli Kararı ile çalışmaları sona eren, 1. Dönem İstiklâl Mahkemelerinden ”Sivas İstiklâl Mahkemesi” üyeliğine seçilmiş, bu mahkemelerin kapatılması üzerine de Ankara’ya dönmüştür. 1921 yılı başında asayişin bozulması ve Millî Mücadele hareketine karşı isyanların baş göstermesi üzerine II. Dönem İstiklâl Mahkemeleri kurulmuş, Mustafa Necati, çalışma alanında Çankırı, Çorum, Zonguldak, Adapazarı, Bolu ve İzmit’in bulunduğu Kastamonu İstiklâl Mahkemesi Başkanlığına seçilmiştir.
Mustafa Necati, Kastamonu İstiklâl Mahkemesi Başkanı olarak 18 Ağustos 1921 günü Kastamonu’ya gelmiş ve 1 Ağustos 1922’de İstiklâl Mahkemelerinin çalışmalarına son verilmesi üzerine de 24 Ağustos 1922 günü Kastamonu’dan ayrılmış ve TBMM’nin, kendisini, 17 Ağustos 1922 tarihinde seçtiği Amasya İstiklâl Mahkemesi Başkanlığı görevine başlamıştır.
Kastamonu’da kaldığı bir yıllık süre içinde mahkeme reisliği yanında yoğun bir çalışma temposu içinde olmuş, Kastamonu’da yayınlanan “Açıksöz” gazetesindeki yazıları yanında başta Belediye olmak üzere, Kastamonu Himâye-i Etfâl Cemiyeti'(Çocuk Esirgeme Kurumu) nin ve Kastamonu İlim Cemiyetinin kuruluşu; Hilâl-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay Derneği), Gençler Mahfeli (Gençler Derneği) ve Muallimler Cemiyeti’nin faaliyetlerine katılmış burada unutulmaz hizmetler yapmıştır. Kastamonu Belediyesi, 22 Nisan 1922 tarihinde, Kastamonu’ya yaptığı bu hizmetlerinden dolayı Mustafa Necati Bey’e “Fahri Hemşehrilik” unvanı vermiştir.
TBMM’ne II. Dönem İzmir Milletvekili olarak giren Mustafa Necati, Hüseyin Vâsıf (Çınar) Beyin de aralarında bulunduğu altı arkadaşı ile birlikte Anadolu’nun imarı için 21 Ağustos 1923 tarihinde bir komisyon oluşturarak Hükümete, “mübadele, imar ve iskân” işleri ile ilgili bir bakanlığın kurulmasını teklif etmişler, bu teklifin meclis tarafından da benimsenmesi üzerine 13 Ekim 1923 tarihinde “Mübadele, İmâr ve İskân Vekâleti” kurulmuş ve 20 Ekim 1923 tarihinde de Mustafa Necati, 165 milletvekilinden 158 tanesinin oyunu alarak ilk 
“Mübadele, İmâr ve İskân Vekili” seçilmiştir. 6 Mart 1924 tarihinde kurulan İsmet Paşa Hükümetinde “Adliye Vekili” oluncaya kadar beş ay kaldığı Mübadele, İmâr ve İskân Vekilliği sırasında, bir yandan bakanlığın merkez ve taşra teşkilâtının kuruluşunu gerçekleştirirken diğer yandan da ülkemize mübadele ile gelen göçmenlerin yerleştirilmesi ve savaş sırasında yakılıp yıkılan Anadolu’nun imârı için çok önemli çalışmalar gerçekleştirmiştir.
Mustafa Necati’nin ikinci bakanlığı, 6 Mart 1924 tarihinde başladığı, Adliye Vekilliği’ (Adalet Bakanlığı) dir. Şer’î Mahkemeler O’nun Adliye Vekilliği döneminde kaldırılmıştır. Bu dönemde, kısa bir süre Doğuda Şeyh Sait isyanı dolayısıyla kurulan Diyarbakır İstiklâl Mahkemesinde savcı olarak görevlendirilmiştir. Mustafa Necati’yi asıl unutulmaz kılan ise, Maarif Vekâleti (Eğitim Bakanlığı)’nde bulunduğu 3 yıl 13 günlük dönemde gerçekleştirdiği büyük hizmetleridir.
Türk Eğitim Tarihinin İslâmî döneminde Nizâm-ül-Mülk, dünyada eğitim politikası ilkelerini ilk koyan ve eğitimi, devlet politikasında önemli bir yere yerleştirerek, kendisinden sonraki dönemlerdeki eğitim politikalarına öncülük ederken; Batılılaşma dönemi eğitim politikalarının oluşturulmasında da Mustafa Necati, âdeta aynı rolü oynamıştır.
Türk Eğitim Tarihinde 19. yüzyıl ortalarından itibaren, dînî esasta kurulmuş olan mektep ve medreselerle Batı örneğinde kurulan okullar sebebiyle ikili bir eğitim politikası, iki ayrı okul türü ve iki tip insan yetiştirme faaliyeti ortaya çıkmıştı. Bu problemi çözen bakan olma unvanı Mustafa Necati’ye aittir44. İşte Mustafa Necati’yi Millî Eğitim Bakanları içinde unutulmaz kılan Türk Millî Eğitimine yaptığı bu hizmetidir. Mustafa Necati’ye göre 
“eğitimin amacı, yeni nesli bedenen ve fikren olduğu kadar seciye ve millî heyecan yönünden de yeni hayata ve demokrasinin gereklerine hazırlamaktı. Türklük, bu şekilde içinde bulunduğu medenî milletler arasında yüksek bir yer elde edecekti.
Mustafa Necati, 20 Aralık 1925 tarihinde Maarif Vekili (Eğitim Bakanı) olduğunda, 24 Ağustos 1924 tarihinde seçilmiş olduğu “Muallimler Birliği Genel Başkanlığı” görevi de devam ediyordu. Bu durum eğitim camiasında bir canlanmanın da başlangıcı oldu. Her alanda olduğu gibi, eğitim alanında da başlamış olan inkılâplar, ancak Mustafa Necati gibi Atatürk’e gönülden bağlanmış, ulaşılmak istenilen hedefi görmüş bir icraat adamının eliyle gerçekleştirilebilirdi.
Mustafa Necati, eğitim alanında yapılması gereken işleri, gerçekleştirilebilme özellikleri açısından gruplandırarak çalışmaya başladı. Eğitim işleri hakkında gazetecilerle yaptığı görüşmede, yapılacak işleri şu şekilde sıralamıştır.
1- Merkez teşkilâtının takviyesi,
2- Terbiye-i umûmiye heyeti (genel eğitim komisyonu),
3- Lisan heyeti teşkili (dil komisyonu kurulması)
4- Mevcut müesseselerin teksifi (mevcut kuruluşların toplanması,)
5- Öğretmenlerin terfii
6- Vekâletin vilâyet terbiyesinin tevsii (bakanlığın illerdeki eğitimi yaygınlaştırması)
6- Genel eğitime etkili olup da şimdiye kadar hükümetin ciddi denetiminden uzak kalmış kurumların ciddi denetime tabi tutulması,
7- Köy okulları, köy öğretmen okulları, orta ve yüksek öğretmen okulları kurulması,
8- Mıntıka eminliği.
İlk iş olarak 
“Heyet-i İlmiye” yi toplayarak Hüseyin Vâsıf (Çınar) Bey zamanında hazırlanmış olan eğitimin genel teşkilât yapısı ile ilgili çalışma bir daha gözden geçirilerek eğitim teşkilâtının hukukî temellerini oluşturacak kanun taslağı hazırlanarak Meclise sevk edilmiştir. 22 Mart 1926 tarihinde hazırlanan bu metnin TBMM tarafından kabul edilmesiyle 789 sayılı “Maarif Teşkilâtına Dâir Kanun” çıkarılmıştır.
Bu kanunla, 
“Dil Heyeti” ve eğitim teşkilâtının kurmay birimi olan “Tâlim ve Terbiye Dairesi” gibi merkez kuruluşları ve “Maarif Eminlikleri” ile de Türk Eğitim Tarihi’nde oldukça orijinal bir uygulamayı başlatacak olan taşra kuruluşları oluşturulmuştur. Kanunla, Türkiye 13 Maarif Eminliği bölgesine ayrılmış ve her bölgeye “Maarif Emini” unvanıyla tâyin edilen görevliler vasıtasıyla, eğitim işleri valilerin kontrolünden çıkarılarak bakanlığın denetimi altına alınmıştır ki, bu Tevhîd-i Tedrisât Kanunu uygulamalarının da bir parçasıdır.
22 Nisan 1926 tarihinde çıkarılan 819 sayılı kanunla, il özel idareleri bütçelerinden ayrılacak % 10’hık paylarla bakanlıkça belirlenecek 10 bölge merkezinde birer öğretmen okulu binası yapılması kararlaştırıldı. Mustafa Necati Bey, kanunun TBMM’nde görüşülmesi sırasında yaptığı konuşmada:
“Özel İdareler, Öğretmen Okullarını on yılda kurmuşlar, başarılı olamamışlar, Özel İdarelerin bu işi başaramayacağı anlaşılınca da genel idareler bu işi yüklenmişlerdir. Yetmiş okul yerine otuz okul açılmıştır. Üstelik bu okullar için araç, gereç ve öğretmen gereklidir. Şimdi ülke yılda iki yüz öğretmen yetiştirmektedir. Bu sayı yetersizdir. On yılda otuz bin öğretmene ihtiyaç vardır. Bu yüzden Özel İdareler bütçelerinden % 10 aktarmakla bir şey kaybetmeyecektir.”
Yapılması plânlanan bu öğretmen okullarından ilki, Ankara’da bugünkü Gazi Eğitim Fakültesi binasıdır. O zamanki adıyla “Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü”, bu kanunla gerçekleştirilen ilk öğretmen okulu binasıdır. ikinci önemli öğretmen okulu binası İzmir Erkek Öğretmen Okulu’dur. Üçüncüsü de bugün, “Balıkesir Necatibey Eğitim Fakültesi” olarak hizmet gören Balıkesir Erkek Muallim Mektebi (Öğretmen Okulu) binasıdır ki, bunlar eğitim-öğretim için gerekli donanıma sahip vasıflı binalardır. 31 Temmuz 1916’da ilk defa temeli atılan fakat savaş, işgal ve daha sonra da ödenek yokluğu gibi sebeplerle inşaatı yarım kalan bu öğretmen okulu binasının inşasının tamamlanması için bu kanunun çıkmasından sonra hemen harekete geçilmiş, 6 Ekim 1928 tarihinde yeniden temeli atılarak 1931 yılı sonunda inşaat tamamlanmış ve 30 Nisan 1932 tarihinde de “Balıkesir Necati Bey Muallim Mektebi” adıyla resmen eğitim-öğretime açılmıştır.
Her sene ihtiyaç duyulan 3000 öğretmenin yetiştirilmesini amaçlayan bu öğretmen okulu yapım projesiyle ülkenin öğretmen açığının kapatılması için 10 yıla ihtiyaç vardı. Acilen ihtiyaç duyulan öğretmenleri yetiştirmek için de, 20 Mayıs 1926 tarihinde 842 sayılı 
“İlk Mektep Kanun” çıkarılmıştır. Bu kanunla, açılacak bazı kurs ve imtihanlarla öğretmen ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştır.
Nitelikli öğretmen yetiştirme konusunda bu dönemde atılan adımların en önemlilerinden biri de 26 Mayıs 1927 tarihinde çıkarılan 1052 sayılı 
“Meslek Mektepleri Hakkında Kanun” dur. Meslek eğitimini düzenleyen bu kanuna bağlı olarak çıkarılan 17 Temmuz 1927 tarih ve 5450 sayılı kararname ile uzman öğretmen yetiştirmek üzere Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi plânlanmıştır.51 Ayrıca öğretmen okullarında ve açılacak öğretmenlik kurslarında görevlendirmek üzere en az iki sene fiilen öğretmenlik yapmış olan öğretmen okulu mezunu, resim ve elişi öğretmenleri, yetiştirilmek üzere İsveç ve Danimarka gibi Avrupa ülkelerine gönderilmişlerdir.
Mustafa Necati’nin bakanlığından önce Türk eğitim sistemini incelemiş olan John Dewey’nin, “
köy öğretmen okulları kurulması” yönündeki tavsiyesi de dikkate alınarak bu dönemde yeni bir öğretmen ve öğretmen okulu modeli geliştirilmeye çalışılmıştır. Köye göre öğretmen yetiştirmek için “Köy Muallim Mektepleri” modeli düşünülmüş ve bunu hayata geçirmek için de, 1927 yılında Denizli Erkek Muallim Mektebi, “Köy Muallim Mektebi’ne çevrilmiş, Kayseri’de “Zincidere Köy Muallim Mektebi” açılmıştır.
1926 yılında, Avrupa (Fransa, Almanya, Rusya, İtalya, Yunanistan ve Bulgaristan gibi) ülkelerinde uygulanmakta olan ilköğretim programları incelenerek ülkemiz için yeni bir “ilkokul programı” hazırlanmıştır. Bu programla, derslerin adları yanında müfredatları da belirlenmiş, dünyada yeni uygulanmaya başlanan “toplu öğretim” Türkiye’de de diğer Avrupa ülkeleri ile hemen, hemen aynı zamanda uygulanmaya başlamıştır. Mustafa Necati’nin bakanlığı döneminde ayrıca, Türkiye’deki bütün yabancı okullar (1926) sıkı bir denetim altına alındı. 822 sayılı kanunla, ortaöğretimde öğrenim parasızlaştırıldı. 823 sayılı kanunla, bütün okul kitaplarının bakanlıkça bastırılması kararlaştırıldı. 1927 yılında, meslek ve sanat okullarının program, araç-gereç ve öğretmenlerinin yetiştirilmesi ve istihdamı görevi Maarif Vekâletine verildi.
Türkiye Muallimler Birliği Genel Başkanı da olan Maarif Vekili Mustafa Necati’nin 789 sayılı Maarif Teşkilâtına Dair Kanuna koydurmuş olduğu, 
“Maarif hizmetinde asıl olan öğretmenliktir.” hükmü eğitimi, içinde bulunduğu karmaşadan kurtarırken öğretmeni, eğitim hizmetlerinde çok önemli bir konuma yükseltmiş, öğretmenlik meslek olarak itibarlı hâle getirilmiştir. Ayrıca öğretmenlerin tâyin, terfi ve maaş gibi özlük haklan düzenlenmiştir.
Mustafa Necati’nin bakanlığı döneminde eğitim alanında gerçekleştirilen en önemli çalışma, 
“Harf İnkılâbı”dır. Ülkemizde neredeyse üç çeyrek yüzyıldır tartışılmakta ve üzerinde bazı değişikliklerin yapıldığı “eski yazı”nın tamamıyla değiştirilmesi konusu 1925 yılında ciddî olarak yeniden ele alınmış, Maarif Teşkilâtına Dair Kanunla kurulan “Dil Heyeti”, bir yazı komisyonu gibi çalışmaya başlamış ve 1928 yılı ortasında Lâtin harflerinden oluşturulan “Yeni Türk Alfabesi”nin kabulü yönündeki çalışmalar, Atatürk’ün desteği ile 1928 yılı Ağustosunda uygulamaya konulmuştur.55 1 Kasım 1928 tarihinde çıkarılan ve 3 Kasım 1828 tarihinde Resmî Gazetede yayınlanan kanunla bu büyük değişiklik gerçekleştirilmiştir.
Mustafa Necati’nin bizzat kaleme aldığı, “Millet Mektepleri Teşkilâtı Talimatnamesi”, 11 Kasım 1928 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından onaylanmış ve 24 Kasım 1928 tarih ve 1048 sayılı Resmî Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Mustafa Necati’nin, başında bulunduğu Maarif Vekâleti kurduğu 
“Millet Mektepleri” bir anda bütün Türkiye’yi bir okul hâline getirmiştir. Bu teşkilâtın kurulmasında ve burada okutulacak ders kitaplarının hazırlanmasında Mustafa Necati’nin büyük emeği vardır. Bu okulların 1 Ocak 1929 günü açılması plânlanmıştı.Okulların ve kitapların bu tarihte hazır olmasını sağlamak için gece gündüz hiç durmadan çalışmıştır. Bu konu o çok heyecanlandırmaktadır. Hatta o yıl öğretmenlere yazdığı mektupta yeni harflerin öğretilmesi konusunu ele almış, “Muallim Arkadaş,” diye başladığı mektubunda:
“Bilhassa bu sene yeni Türk Harflerini tamim gibi şerefli bir vazifen daha vardır. Bütün memleket evlatlarını bir an evvel yeni harflerle okutarak Türkiye’de okuma yazma bilmeyen bir fert bırakmayacak kadar geniş bir azimle çalışmak mecburiyetindesin. Bunun için yeni Türk Harflerini çabuk öğren ve hemen herkese öğretmeye başla… Bu hedefe varmak için kürsü, mektep lazım değildir. Her yerde, her gördüğün, kadın, erkek, fakir, zengin, çiftçi, tüccar, köylü ve şehirli tefrik etmeyerek derhal öğreteceksin. Milletimize yeni bir teali sahası yaratacak olan bu büyük zaferi kısa bir zamanda kazanacağına mutmain olarak vazifelerinde muvaffakiyet diler ve işe mübaşeret haberini intizar eylerim aziz meslektaşım.” Diyerek öğretmenleri gayrete getirmeye çalışmıştır.
Mustafa Necati, yeni harflerin öğretilmesi ve bunu gerçekleştirecek olan Millet Mekteplerine çok önem vermekte ve hatta bu okulların 1 numaralı öğrencisi olarak okulun açılması için çalışırken kaderin garip bir cilvesi olarak, Millet Mekteplerinin açılacağı 1 Ocak 1929 Salı günü öğle vakti Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
“Türkiye’de okuma yazma bilmeyen bir fert bırakmayacak kadar geniş bir azimle çalışmak”tan bahseden Mustafa Necati, bunun gerçekleştiğini görmeye “ömrünün yetmeyeceğini sanki de hisseden bir sezişle ve fakat dâvanın gerçekleşeceğine inanan bir insan ruhunun bahtiyarlığı içinde ölümünden altı ay önce Millet Meclisi huzurunda konuşurken sözlerini şöyle bitiriyordu:
“Bir gün, herhangi bir Maarif Vekili mecburî tahsil çağında bulunan çocuklarımızın hepsini okutmakta olduğunu ve her köyde mektep ve muallim bulunduğunu söylemek bahtiyarlığına kavuşursa o zaman Cumhuriyet, ilk tahsilde çizmiş olduğu hedefine varmış olacaktır. Bu bahtiyar halefimi şimdiden ben gözlerimin karşısında onu görüyorum. Onun meserretli ve mesut hâlini müşahede ediyorum.”diyordu.
Daha 35 yaşında, hayatının baharında iken, fakat çok uzun bir ömre bile kolay kolay sığdırılamayacak kadar çok hizmeti gerçekleştirerek hayata veda eden bu icraat adamının genç yaşta ölümü, başta Atatürk olmak üzere hemen herkesi derinden sarsmıştır. 2 Ocak 1929 Çarşamba günü Başbakan İsmet (İnönü) Paşa, mezarı başında:
“Necati’nin, hiçbir kirli benek taşımayan varlığını, birazdan toprağa vereceğiz. Onun hâtıraları artık mefkûreci, milliyetçi, cumhuriyetçilerin hafızasında kutsî duygularla yaşayacaktır. İnsanlara manevî ve mefkûrevî varlık dışındaki şeylerin boşluğunu hatırlatan bu muazzam anda, geleceğe dair düşündüklerimizi bir daha söylemeyi hayat vazifemize sadâkat, mefkure arkadaşımıza hürmet sayarım. (….)
“İnkılâpçıların ölürken kalanlardan ve yeni yetişenlerden bir tek dileği vardır: 
Cansız bileklerinde sallanan vazife bayrağının kavranıp daha yüksekte dalgalandırılmasıdır.

KAYNAKLAR:
Adalı, Orhan, (1985), Mustafa Necati, Yeni Asır Gazetesi, 06 Ocak 1985
Aksin, Sina, (1983), İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, İstanbul: Cem Yayınevi
Akyüz, Yalıya, (2004), Türk Eğitim Tarihi M.ö. 1000-M.S. 2004, 9. Baskı, Ankara: Pegem Yayıncılık
Arı, Kemal, (1991), Cumhuriyet Döneminin İlk Yıllarında Türkiye’de Mübadele, İmâr, İskân İşleri, Mtıstafa Necati Sempozyumu 9-11 Mayıs 1991 Kastamonu, Ankara: Ayyıldız Matbaası (s.44-57)
Arıkan, Zeki, (1991), Mütârekede Mustafa Necati’nin İzmir’deki Çalışmaları Mustafa Necati Sempozyumu 9-11 Mayıs 1991 Kastamonu, Ankara: Ayyıldız  Matbaası, (s.27-35)
Çapa, Mesut, (1991), Cumhuriyetin İlk Mübadele, İmâr ve İskân Vekili Mustafa Necati Bey, Mustafa Necati Sempozyumu 9-11 Mayıs 1991 Kastamonu, Ankara: Ayyıldız Matbaası, (s.58-70)
Çarıklı, Hacim Muhittin, (1967), Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri ve Hacim Muhittin Çarıklılnın Kuvayı Milliye Hatıraları, Yay.Haz. (Prof. Dr. Şerafettin Turan), Ankara: Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları,
Doğan, İsmail, (1991), Eğitimde İcraat Geleneği ve Mustafa Necati (1864- 1929) Örneği, Mustafa Necati Sempozyumu 9-11 Mayıs 1991 Kastamonu, Ankara: Ayyıldız Matbaası, (s. 108-119)
Ergün, Mustafa, (1991), Mustafa Necati’nin Türk Eğitim Tarihindeki Yeri, Mustafa Necati Sempozyumu 9-11 Mayıs 1991 Kastamonu, Ankara: Ayyıldız Matbaası, (s. 101-107)
Eski, Mustafa, (1990), Mustafa Necati Beyin Kastamonu’daki Çalışmaları, Ankara: Ayyıldız Matbaası Güleç, Fazlı, (1947), Rahmetli Necati, Kaynak Dergisi, Balıkesir Halkevi dergisi, Ocak 1947 Sayı: 168,
inan, M. Rauf, (1980), Mustafa Necati: Kişiliği, Ulusal Eğitime Bakışı, Konuşma ve Anıları, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Mustafa Necati’nin Mezarında, Başvekil İsmet Paşanın İrat Buyurdukları Nutuk, Kaynak Dergisi, Ocak 1947, Sayı 168, s. 8
İzmir’e Doğru Gazetesi, 8 Şubat 1920, numara 27; 18 Şubat 1336/1920, No.: 31
Karan, Hayrettin, (1951-1953) Ege’de İstiklâl (İhtilâl) Meşalesi- İstiklâl Harbinde
Atılan İlk Kurşun, Türk Dili gazetesi, 06.06.1951-13.01.1953 Kaynak Dergisi, Ocak 1947, Sayı 168
Necati öğretmen Okulu 1953-1954 Yıllığı, (1954), Balıkesir:
Okudurlar, Şahap, (2004), Yaşayan Çınar, Meslekî Çalışına ve Yaşantılarından İzler, Anılar, Derlemeler, İzmir: Etki Matbaacılık
Öksüzoğlu, Füsun, (2003), Cumhuriyet’in İlanından Sonra Yurtdışında Öğretmen Yetiştirme Çalışmaları, Toplumsal Tarih Dergisi, S. 109, Ocak 2003, s. 28-29
öymen, Hıfzırrahman Reşit, (1947), Mustafa Necati’yi Anarken, Kaynak Dergisi, Ocak 1947 Sayı 168, 7-9
Özer, Fuat, (!991), Millî MUcadele’de Balıkesir ve Mustafa Necati, Mustafa Necati Sempozyumu 9-11 Mayıs 1991 Kastamonu, Ankara: Ayyıldız Matbaası, s.208-217  (1998),
Millî MUcadele’de Balıkesir, (Yayımlanmamış Doktora Tezi) İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü
Safran, Mustafa, Mustafa Necati Beyin Meclis Konuşmalarından Seçmeler, Mustafa Necati Sempozyumu 9-11 Mayıs 1991 Kastamonu, Ankara: Ayyıldız Matbaası, s.30-84
Türk Dili Gazetesi, 07 Ekim 1928, Numara 732, s.2,
Uğuıal, Hüseyin Ragıp, Mustafa Necati’nin Ecdadı ve Kimliği, Mustafa Necati Sempozyumu 9-11 Mayıs 1991 Kastamonu, Ankara: Ayyıldız Matbaası, s. 184.

* * * * * * * * *

Kaynak: DEU Köy Enstitüleri ve İsmail Hakkı TONGUÇ Araştırma ve Uygulama Merkezi – KETAM

Yrd.Doç.Dr. Fuat ÖZER*
“Necatibey Eğitim Fakültesi”nin temeli onun zamanında atılmıştır.”
* Balıkesir Üniversitesi Necatibey Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü Sınıf öğretmenliği Anabilim Dalı Başkanı
(Kısaltılarak alınmıştır)

* * * * * * * * *

Hasan Ali Yücel / DEU – KETAM

 


Hasan Ali Yücel / DEU – KETAM

17 Aralık 1897’de İstanbul’da doğdu. Eğitim hayatı sırasıyla Mekteb-i Osmani, Vefa İdadisi, Cağaloğlu Darülmuallimin-i Aliye (Yüksek Öğretmen Okulu) okullarında geçer. 19 Aralık 1922 yılında öğretmenliğe başladı.

Bir grup meslektaşıyla Muallimler Birliği ve Türk Ocağını kurdu. 1924 yılında Kuleli Askeri Lisesine tayin edilen Yücel, burada edebiyat öğretmenliği yaptı. Ve hemen arkasından da İstanbul Erkek lisesi’ne felsefe öğretmeni olarak atandı. 1926’dan itibaren İstanbul Erkek Lisesi’nde felsefe ve içtimaiyat (Sosyoloji) öğretmenliği ile Galatasaray Lisesi malumat-ı vataniye öğretmenliği yaptı. 1927’de sona eren öğretmenlik yıllarında, “Felsefe Elifbası”, “Süri ve Tatbikî Mantık”, Hıfzı Tevfik ve Hamamizade İhsan ile birlikte yazdığı “Türk Edebiyatı Numuneleri” adlı eserlerini yayınladı.

1927 başında, Hasan-Âli, Reşat Şemsettin (Sirer) ile birlikte “Mıntıka Müfettişleri” unvanıyla İstanbul Maarif Emirliğine verildi. Hasan-Âli, 1929 sonunda İkinci Sınıf Maarif Müfettiş Umumiliğine yükseldi ve Maarif Emirlikleri kaldırılınca Maarif Vekaleti Teftiş Kurulu Üyesi oldu. 1930’da Maarif Vekili Cemal Hüsnü (Toray), kendisini araştırma ve inceleme göreviyle Paris’e gönderdi. 1930’un sonunda, geniş bir inceleme ve araştırma dosyasıyla Türkiye’ye döndü.

1936’da bu incelemesini “Fransa’da Kültür İşleri” adıyla yayındı. 1931 yılında bazı inceleme ve denetleme yapmak için Atatürk ile birlikte 3 ay sürecek bir yurt gezisine çıktılar. Söz konusuu denetleme gezisinden bir yıl sonra, dil devrimim doğru temeller üzerinde geliştirmek düşüncesiyle, 12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu. Hasan-Âli, Cemiyet’in Etimoloji Kolu Başkanlığına getirildi. 1932 yılında, Hasan-Âli, batıdaki benzerleri örnek alınarak kurulan, öğretim üyeleri yurtdışında okumuş kişilerden oluşan Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’ne müdür olarak atandı.

Hasan-Âli, 1933 yılı sonunda Maarif Vekaleti Orta Tedrisat Umum Müdürlüğü’ne atandı. Bu dönemde, üniversiteye geçişteki önemi nedeniyle liselerde reform düşüncesi üzerine yoğunlaştı. 1934’te Cumhuriyet Halk Partisi’ne dilekçe vererek “Milletvekili adayı olarak önerilmesi”ni sağlar; İzmir Milletvekili olarak Meclise girer. 28 Aralık 1938’de, Hasan-Âli Yücel, 41 yaşında iken, Celal Bayar kabinesinde Maarif Vekili oldu. Özellikle Cumhurbaşkanı l.İnönü’nün desteğiyle, yakın çalışma ve dost grubunun katılımıyla büyük bir reform hareketi başlatır ve gerçekleştirir. Hasan-Âli Yücel, 1945’te, 4-20 Kasım arasında Londra’da toplanan ve 43 ülkenin katıldığı UNESCO toplantısında ülkemizi temsil eder.

O’nun döneminde, Ankara Fen Fakültesi (1943), İstanbul Teknik Üniversitesi (1944.) ve Ankara Tıp Fakültesi (1945) kurulur. Dört yıl gibi bir hazırlıktan sonra, 15 Haziran 1946’da 4936 sayılı Üniversiteler Yasası çıkarılır. Hasan-Âli Yücel, 5 Ağustos 1946’da 7 yıl ve 7 ay sürdürdüğü Millî Eğitim Bakanlığı görevinden istifa etti. İstifasından sonra gazetecilik görevinen dönen Yücel, dönemin etkin gazetelerinden Ulus’ta yazılar yayınlar. 1950 yılında hem Ulus gazetesinden hem de CHP’den ayrılır.

1950-1960 arası bu son dönemde, Cumhuriyet’te “Köşemden” başlığı altında yazılar yazar, yurtdışı gezilere çıkar; Kıbrıs ve İngiltere gezilerinden sonra izlenimlerini, düşüncelerini “Kıbrıs Mektupları” ve “İngiltere Mektupları” adıyla yayınlar.

Bir süre (1956’dan itibaren) İş Bankası Yayın İşlerini yönetir, 1960’ta bunu da bırakır. Bu dönemde sağlığı iyice bozulan Yücel 26 Şubat 1961 sabahı, İstanbul’da misafir olarak kaldığı Prof.Dr. Tevfik Sağlam’ın evinde enfarktüs’ten vefat eder.

Şair Can Yücel’in babası, Japonya kıyılarında batan Ertuğrul Fırkateyninin kaptanı Ali Beyin torunudur.

* * * * * * * * *

Kaynak: DEU Köy Enstitüleri ve İsmail Hakkı TONGUÇ Araştırma ve Uygulama Merkezi – KETAM

* * * * * * * * *

Köy Enstitüleri Tarihi / DEU Köy Enstitüleri ve İsmail Hakkı TONGUÇ Araştırma ve Uygulama Merkezi - KETAM

 

Köy Enstitüleri Tarihi

Köy enstitülerinin gerek açılış koşulları, ana amacı, kapatılış koşulları ve sorunları; gerekse ana felsefesinin gelecek için eğitim vizyonu ve misyonu katkıları konusunda gerçekçi ve gerekirci düşünce yaklaşımları ile önemli noktalarının ortaya konulması yararlı ve gerekli görülmüştür.

Çünkü bir ülkenin geçmişten bugüne, geleceğe yönelik isabetli uzun dönemli politikaları ve stratejik planları ile geleceğini kazanabileceği aksi halde kaybedeceği açıktır.

Ülke olarak isabetli ve kararlı uzun dönemli politikalar ve stratejik planlar ile ülke geleceğinin kazanılması, yaratılması zorunlu görülmektedir. Türkiye Cumhuriyet’inin 1930 yıllarında toplam nüfusu 14-15 milyon, köy nüfusu 11-12 milyon dolayında idi.

Türkiye Cumhuriyeti ekonomisinin ve nüfusunun yaklaşık % 80’i köye ve tarıma dayalı yaşamaktaydı.

O yıllarda Türkiye’nin köylerin büyük bir çoğunluğunda yol, su, elektrik, sağlık ocağı, okul yoktu. Köylerin büyük bir çoğunluğuna bilimin, demokrasinin ve cumhuriyetin temel ilkeleri ve değerleri tam girmemişti; köylülerin büyük bir çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu.

Diğer yandan 1900 yıllara doğru realizme ve pragmatizme dayalı idealizm bakış açısı yönünde Amerika’da J. DEWEY’in “iş eğitimi, üretici ve faydacı eğitim, demokratik eğitim,” Avrupa’da O. DECROLY’in “hayat ile hayat içinde eğitim,” görüşleri önem kazanarak yaygınlaşmıştı, yaygınlaşmaktaydı.

Bu bağlamda cumhuriyet’in ilk yıllarında “yaşamda bir iş yapacak, üretici ve kişilikli insan, iyi bir yurttaş yetiştirme,” görüşleri önem kazanarak kuvvetlenmişti; dolayısı ile ekonomik ve kültürel kalkınmanın tarımdan, köyden başlatılması zorunlu görülmekteydi.

Atatürk’ün “Köylü milletin efendisidir,” veciz sözleri doğrultusunda 1930’lu yıllarda “köycülük, köylüyü kalkındırma projeleri” geliştirilmeye ve uygulanmaya başlandı.

Köylerde tarım, hayvancılık, yapıcılık, demircilik işlerinin, sağlıklı konut ve yaşamın geliştirilmesi; köylünün cumhuriyetin ana amacı ve ilkeleri yönünde bilinçlendirilmesi, canlandırılması gerekmekteydi.

Aynı yönde ayrıca daha etkin eğitim sistemi yaklaşımları, arayışları içinde eğitimde birlik çalışmaları sürdürülmekteydi.

Büyük Atatürk’e, dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’a göre eğitim yaşamın kendisi olmalıydı; eğitim sistemi, sistem çalışması ve ülkü birliği içinde geliştirilmeliydi, işe ve üretime dayanmalıydı.

İş eğitimi kişinin kendisini gerçekleştirmesini, toplumsal sorunların çözümünü sağlamalıydı. Dolayısı ile öğretmenler köyün belirtilen sorunlarını çözecek biçimde yetiştirilmeliydi; aynı yönde temel bilgili, ilkeli ve koşullara dayalı serbest fikirli olmalıydı; serbest fikirli cumhuriyet gençleri yetiştirmeliydi.

Köy enstitüleri fikri İkinci Meşrutiyet ile daha somut olarak ileri sürülmüştür.

J. DEWEY ve diğer eğitimcileri de köy enstitüleri fikrini desteklemekteydi. Tarihi Süreci ve İncelme Bu yönde köy okullarında okuma yazma, matematik öğretimi için eğitici eleman yetiştirmek amacı ile 11.06.1937 Tarih ve 3238 tarih sayılı “Köy Eğitmenleri Yasası” çıkarılmıştır.

Daha sonra 07.07.1939 Tarih ve 3704 sayılı “Köy Eğitmen Kursları ile Köy Öğretmen Okulları Yasası” çıkarılmıştır.

Bu yasa çerçevesinde Eskişehir, İzmir, Kırklareli, Kastamonu, Samsun illerinde köy öğretmen okulları açılmıştır.

Aynı yönde Köy öğretmeni yetiştirme çalışmaları hızlandırılmış ve 17-29 Temmuz 1939 Milli Eğitim Şurası’nda alınan karar doğrultusunda 17.04.1940 Tarih ve 3803 sayılı ile “Köy Enstitüleri Yasası” çıkarılmıştır.

Köy Enstitüleri Yasası ile daha önce açılmış ve eğitim öğretim yapmakta olan köy öğretmen okullarını da köy enstitüleri statüsü altında toplanmış; köyde üretim ve kalkınma ön plana alınmıştır.

Köy Enstitülerinin çoğu ilk üç-dört yılda kuruldu; Türkiye genelinde sayısı zamanla 21’e çıkartıldı.

Köy enstitüleri temel misyonunu iş, zanaat ve sanat deneyimli, yetenekli köy koşulları ile barışık köy öğretmenleri, teknik ve sağlık elemanları yetiştirmekti.

Köyü kalkındırma çalışmalarını büyük bir coşku içinde temel, eğitim ve kültür bilgilerine önem vererek sağlamaktı.

Köy enstitüleri öğrencileri ilk yıllarda eğitim öğretim süreci içinde önce kendi okullarını, atölyelerini, iş yerlerini bizzat kendileri yapmışlardı.

Günlük gıda temini, yiyecek, içecek, temizlik temini işlerini kendileri yaparlardı.

Aynı yönde çağdaş ve demokratik iş eğitimi, yaratıcı üretim ve verimlilik eğitimi görüşü ve yaklaşımları izlenirdi.

Eğitim öğretim, uygulama ve iş süreçlerinde çevreye görelik, doğa uygunluk, kendi kendini yönetme, kendi kendine çalışma ilkeleri ve yöntemleri izlenmişti.

Köy Enstitüleri bu doğrultuda eğitim öğretim çalışmalarını kalitelerini artırarak 14 yıl başarı ile devam ettirmiştir.

Bu dönemde 17 341 öğretmen, 8 675 eğitmen, 1 248 sağlık memuru olmak üzere toplam 27 264 eleman yetiştirmiştir.

Bu gelişim süreçlerinde diğer yandan 1950’li yıllarda ABD ve Avrupa ülkelerinde şehir nüfusu % 70’ı aşmışken Türkiye’nin nüfusu 21 milyona, şehir nüfusu ancak 5-6 milyona yaklaşmıştı.

Yine İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyadaki yeni ekonomik oluşumlara, bloklaşmalara bağlı olarak Türkiye’de de öncelikler değişmeye; kişisel özgürlük, özel girişimcilik beklentileri de gelişmeye başladı.

Türkiye’de şehirleşme, sanayileşme, özel sektör politikaları gelişmeye, bu politikaların gerektirdiği sosyal yaşam ve yatırım öncelikleri; şehirlilik, seçkinlik, kalite ve moda kültürü önem kazanmaya, milli eğitim öncelikleri değişmeye başladı.

Aynı yönde çağdaş yaşama, dini inanca ve bilime dayalı idealistlik ve seçkinlik önem kazanırken gerçekçilik, üretkenlik, verimlilik ve faydacılık biraz ihmal edilmeye başlandı.

Köy enstitülerinde de bu bağlamda temel ve teorik bilgilere, eğitim ve kültür bilgilerine önem veren bakış açıları gelişmekteydi.

Öğretmen yetiştirme bakış açılarında beliren bu yeni yaklaşımlar doğrultusunda 5-14 Şubat 1953 Tarihli Beşinci Milli Eğitim Şurası’nın köy öğretmen okulları ile köy enstitülerini birleştirme kararları doğrultusunda 04.02.1954 Tarih ve 6234 sayılı “İlk Öğretmen Okulu Yasası” çıkarıldı.

Köy enstitüleri belirli kesimlerin ileri sürdüğü biçimde gerçekten erken kapatılmıştı.

* * * * * * * * *

Köy Enstitüleri Tarihi - DEU – Ketam

Kaynak: https://ketam.deu.edu.tr/koy-enstituleri-tarihi

* * * * * * * * *