31 Temmuz 2022 Pazar

EĞİTİMDE ADALETİ VE GELECEĞİ DÜŞÜNMEK / YENİ KUŞAK KÖY ENSTİTÜLÜLER DERNEĞİ


ULUSLARARASI SEMPOZYUM. Köy Enstitülerinin kuruluşunun 78. yıl dönümünde EĞİTİMDE ADALETİ VE GELECEĞİ DÜŞÜNMEK / 16-17-18 Nisan 2018. BALÇOVA BELEDİYESİ, YENİ KUŞAK KÖY ENSTİTÜLÜLER DERNEĞİ YAYINI.

"En önemli ve verimli vazifemiz milli eğitim işleridir. Milli eğitim işlerinde kesinlikle zafere ulaşmak lazımdır. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu şekilde olur." Mustafa Kemal ATATÜRK.

27 Temmuz 2022 Çarşamba

Çekirdekten öğretmen… Dr. Niyazi Altunya / cumhuriyet.com.tr


Çekirdekten öğretmen… / cumhuriyet.com.tr / Kültür Sanat Haberleri

İlkokuldan sonra girdiği öğretmen okulundan sonra çalışırken eğitimin toplumsal gücünü, niteliğini öğrendi. Eğitimin bilimini yaptı. Eğitim-İş Sendikası’nın kurucusu, genel başkanı Dr. Niyazi Altunya ile yeni kitabı Türkiye’de Eğitimin Son 100 Yılı’nı konuştuk.

- Yeni kitabınız Türkiye’de Eğitimin Son 100 Yılı adını taşıyor? Ayrıntılı, derinlikli bir inceleme. Son yüz yıldan öncesi yok mu?

1 Nisan 1942’de Isparta Sütçüler İlçesi Hacıahmetler köyünde doğdum. Tek ana tek babadan olan 14 çocuktan yedincisiyim. Verimsiz toprakta çiftçilik yapan, kıl keçi besleyip zor geçinen bir ailenin çocuğuyum. Köyümde ilkokulu bitirdikten sonra Isparta Gönen İlköğretmen Okulu’na (Eski Köy Enstitüsü) girdim.

Burayı 1962’de bitirince, üç kez yinelediğim kendi tercihimle Hakkâri’nin Ördekli köyüne atandım. 1963’te askere alındım ve Ördekli’den ayrıldım. 1964-1966 Isparta Sütçüler ilçesinin Sağrak köyünde öğretmenlik yaptım. 1966 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü’nün (GEE) Eğitim Bölümü’ne girdim.

Burada iki yıl öğrenim gördükten sonra Diyarbakır ve Yozgat’ta yedi buçuk yıl ilköğretim müfettişliği yaptım. Sonra Konya Rehberlik Merkezi’ne sürüldüm. Bir hafta içinde kurum değiştirip Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE)’ne uzman olarak atandım.

1978-1980 arasında GEE’de müdür başyardımcısı idim, 1980-1993 arasında ortaöğretim kurumlarında rehber öğretmenlik yaptım. 1990’da yeniden kurulan ilk memur ve öğretmen sendikası Eğitim İşkolu Kamu Görevlileri Sendikası (EĞİTİM-İŞ)’nın 1995’e kadar genel başkanlığını yaptım.

Mesleğimi sürdürürken Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nü bitirdim (1970). Ankara Üniversitesi Eğitim [Bilimleri] Fakültesi’nde Yüksek Lisans (1981), aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde doktora (1990) öğrenimi gördüm.

- Yazarlığınız nasıl çıktı ortaya?

Yazarlığım ortaöğretimde (Gönen İlköğretmen Okulu’nda) başladı. Öğretmen okullarının programının belkemiği Türkçe öğretimi idi. Dilsiz ya da bozuk Türkçe ile gelen çocukların okuduğu bu okullarda her branş öğretmeni Türkçe öğretmeni sayılırdı. Bu güzel başlangıç çok işime yaradı. Diyebilirim ki kazandığım tüm sınavları yazılı anlatımdaki becerimle başardım.

Okul yıllarında başladığım yazarlık meslek yaşamımda da sürdü. Örgütçülüğüm ve yazdığım tezler beni kitap yazmaya sürükledi. 1991-2020 arasında oylum olarak irili ufaklı 31 kitabım yayımlandı. Bunların sayfa adetleri 32-1410 arasında değişiyor.

Kitaplarımın bazıları birkaç baskı yaptı. Bu kitaplar içerik açısından genel olarak eğitim tarihi, öğretmen yetiştirme, öğretmen sorunları, öğretmen örgütlenmesi, köy enstitüleri konularından oluşuyor. “Türkiye’de Eğitim Son 100 Yılı” (2020;504 s.) yıllardır kafamda dönüp dolaşan bir konunun yarımıdır. Aslında “Son 200 Yılı” olacaktı. Eğitim – İş Sendikası bu kitabı, yapacağı “Devrimci Eğitim Şûrası”na katkı olarak istemişti. Ankara’da Yeni Türkiye Devleti’nin 100. Yılının çağrışımı ile sendikanın isteği birleşince “100 Yıl” oldu.

- Neden eğitimin son 100 yılı? Öncesi yok mu?

Türkiye’de eğitimde çağdaşlaşmanın ivme süreci 18. Yüzyıl sonları ile 19. Yüzyıl başlarında başlar. III. Selim ve II. Mahmut reformları bu ivmenin başlangıcı sayılabilir. Hele II. Mahmut’un 1824 tarihli ilköğretim zorunluluğu getiren buyruğu (fermanı) Türkiye’de kamusal eğitim için kesin bir başlangıçtır.

Niyazi Berkes’e göre II. Mahmut reformları, içerikleri dinsel olsa bile laik rejimin başlangıcı sayılır. Konumuz açısından 1820’lerle 1920 arası 100, 1920-2020 arası 100 olmak üzere iki eşit zaman dilimi söz konusudur. Ömrüm yeterse ilerde kitap bu biçimi alacak.

Kitap bu haliyle de Covid19 darbesine karşın iyi ilgi gördü. Duyduğuma göre Eğitim Fakültelerinde Türk Eğitim Tarihi dersi için kaynak gösterenler bile varmış. Oysa kitabı ders kitabı olarak tasarlamamıştım. Kapak tasarımındaki grafiğin anlamı açık: Bilimin ışığında yükseliş, dinciliğin karanlığında batışı…

- Kitabınız beş bölümden oluşuyor. Her bölüm derinlikli, belgeli anlatılıyor. Güncel Sorunlar, Geleceğe Bakış bölümleri ilgimi çekti.

Kitap kurgu bakımından bir yandan tarihsel süreci, diğer yandan da eğitim sorununun önemli boyutlarını göz önünde tuttu. Bu özelliği ile kitap bir “el kitabı” işlevi de görmektedir. İstedim ki okur, eğitim sorununu kuş bakışı görebilsin. Zaten kitaplarımdan birinin adı “Eğitim Sistemimize Kuşbakışı (1996), bir diğerinin de “Eğitimde Geleceğe Bakış”tır (2000).

Bu kurgulama süreci beni söz konusu ettiğimiz son kitaba getirdi. Zaten tüm kitaplarımda “el kitabı” olma özelliğini gözettim. Ama sağlam belge ve kanıtlara dayanmayı da asla elden bırakmadım. El kitabı yaklaşımı, benim öğretmenliğimin getirdiği bir yükümlülüğün sonucudur.

Aynı zamanda bir “akademisyenim” de. Ömrüm boyunca kulağını başının ardından ters gösteren akademisyenlere kafa tuttum. Kıvançla söyleyebilirim ki, “akademisyen” olan öğrencilerimden de bu yaklaşımımdan dolayı övgü alıyorum.

- Eğitim Birliği ilkelerinin yok edildiğini söylüyorsunuz. Nasıl oldu bu?

Eğitim Birliği konusuna değişik yazılarımda çok vurgu yaptım. Çünkü birçok iyi niyetli yazarımızın dillendirdiği gibi yasadaki bu birlik (tevhid), sadece medrese ve mahalle mekteplerinin kaldırılıp tüm öğretim kurumlarının “Maarif Vekâleti”ne bağlanmasından ibaret değildir.

Birliğin özü, eğitimde aklın ve bilimin tekelini kurmaktır. Sorun, eğitim kurumlarının işlevsel olarak değişik devlet erklerine değil, aklın ve bilimin çizgisinden sapmasıdır. Sapma “Maarif Vekâleti”nde de olabilir, oldu da.

- Siz Gazi Eğitim Enstitüsü’nün de kitabını yazdınız. Oldukça oylumlu, tam bir Cumhuriyet Eğitim Tarihi gibi…

Gazi Eğitim Enstitüsü: 1936-1980 (2006,1388 s.) benim hayatımın kitabıdır. Çünkü bu kitap 25 yılımı aldı. Neden bu kadar uzun zaman harcadım? Aşk olmayınca meşk olmazmış; benim Gazi’ye aşkım Ferhat’ın Şirin’e aşkı gibi bir aşktı.

Ben de senin gibi gözümü Gönen’de, ufkumu Gazi’de açtım. Biliyorsun Gönendaşımız Fakir Baykurt Ağabey anılarında Gazi için “Yoksul Üniversitesi” diyor. Bu gerçek bir değerlendirmedir.

Ayrıca yoksul Cumhuriyet’in başkentte açtığı üç önemli eğitim kurumundan biridir ve neredeyse Cumhuriyet’le yaşıttır. Ötekiler, 1924’te açılan Musiki Muallim Mektebi (Bu okul 1936’da Konservatuvarı yarattı), bir diğeri 1925’te açılan Ankara Hukuk Mektebi (Ankara Hukuk Fakültesi)’dir.

Cumhuriyet, Ankara’yı eğitimin de başkenti yapmak kararındaydı. Daha sonra, Ankara’da başlı başına birer ihtisas üniversitesi olan Yüksek Ziraat Enstitüsü (1933), Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (1936) açıldı. İstanbul’daki, Harbiye, Mülkiye gibi önemli eğitim kurumları Ankara bozkırına taşındı.

Devamında, İstanbul’daki yükseköğretim kurumlarının Ankara’da tümünün alternatifleri açıldı. Cumhuriyet, önemli görevler vereceği yeni uzman kuşağını kendi ikliminde, gözünün önünde yetiştirmek istiyordu.

Kısacası asıl Gazi’yi kurmaktan amaç ortaokul öğretmeni yetiştirecek bir “Orta Muallim Mektebi” açmak değildi. Aynı yıllarda Bakan Mustafa Necati, İmparatorluğun payıtahtındaki yetkin eğitimcileri de Ankara’ya taşıdı. Bunları Bakanlık merkez örgütüne, yeni kurduğu Talim ve Terbiye Kurulu’na, Gazi Eğitim Enstitüsü’ne taşıyarak çok önemli bir sacayağı oluşturdu.

Gazi’de örneğin, Prof. İ. Hakkı Baltacıoğlu, Prof. Faik Sabri Duran, Hasan-Âli, İsmail Hakkı Tonguç, Hüsnü Cırıtlı, Kemal Demiray gibi bilim, sanat kültür insanları müdürlük; Ahmet Hamdi Tanpınar, Mustafa Nihat Özön, Suut Kemal Yetkin, Nurullah Ataç, Ahmet Kutsi Tecer, Agâh Sırrı Levent, Dr. Mehmet Tuğrul gibi yazın ve kültür adamları Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yaptı.

Diğer bölümlerde de sonra da üniversitelere geçen bilim insanları görev yaptı. Yine örneğin, 1930’da Pedagoji [Eğitim] Bölümü’nde “Prof.” ya da“doktor” unvanı olan dört eleman vardı.

- Öteki üniversitelere göre Gazi Eğitim’in farkı neydi?

Gazi’de yetişenlere de bakmak gerekir. Örneğin, aynı kuşaklardan Gazi’de yetişen yazar sayısı, İstanbul Üniversitesi Türkoloji Bölümü’nden yetişenlerden daha fazladır. 1960-1980 arasında Gazi’den yetişen ressam sayısı, İstanbul’daki Güzel Sanatlar Akademisi’nde yetişenlerden fazladır.

Yeni yazı ve fotoğraf sanatını, modern jimnastiği, çok sesli müziği Anadolu’ya götüren Gazi’den yetişen öğretmenlerdir. 1970’lere kadar il milli eğitim müdürleri ile köy enstitüsü müdürlerinin tamamına yakını Gazi’de yetişmiştir. Örnekler çoğaltılabilir.

Torosların iki bin metresindeki Hacıahmetler köyünden çıkıp gelen ben de bir gün (1966-1968) kendimi Gazililer arasında buldum; ona âşık oldum ve ne pahasına olursa olsun onun kitabını yazmalıydım, yazdım.

Gazi Üniversitesi Hasan-Âli Yücel Merkezi’nin ilk yayını olarak beş bin adet basımı yapılan kitap çok ilgi gördü, çok da aranıyor. Tükenen kitabın Milli Eğitim Bakanlığı’nca bugünlerde bir de tıpkı basımı yapıldı. Yeni baskı elektronik ortamda da bulunuyor. Kitabı tanıtan pek çok yazı yazıldı. Açıkçası ummadığım bu ilgi için mutluyum.

- Köy Enstitüleri üzerine de çok eğildiniz. Bunu ben de çok değerli buluyorum. Bu konuda neler yazdınız? Bugün Köy Enstitüleri’ni kurmak olanağı var mıdır? Yoksa sorun bu okulların eğitim yöntemini bütün okullara mı yaymak mı?

Köy enstitüleri konusunda yazdığım bir broşür, bir kitap dörder baskı yaptı: “Köy Enstitüsü Sistemine Toplu Bakış” (4. basım, Cumhuriyet Kitap, 2014, 244 s.), Köy Enstitülerine Toplu Bakış” (4. Basım, EĞİTİM-İŞ Yayınları, 2018, 47 s.) adını taşıyan el kitapları çok ilgi gördü. Bu konuda yaygın bir bilgi kirliliği olduğu için, hem Türk hem yabancı okurlar için 5-600 sayfalık, yarı “akademik” nitelikte kapsamlı bir kitap daha hazırlıyorum.

Köy ensititüleri sadece Türk eğitim tarihinin şanlı sayfalarına geçmekle kalmadı, dünya eğitim tarihine de bir armağan oldu. Sistem aklın aydınlığında, Türk devrimi, ülke gerçekleri, çağdaş eğitim bilimleri arasında Türk eğitimcilerinin yarattığı özgün bir sentezdir. Kuşkusuz bilim ve teknolojideki olağanüstü değişim ve gelişimi de gözden kaçırmamak gerekir.

Konuyla ilgili her katıldığım toplantıda, söyleşide bana hep sorulan demirbaş soru “Köy enstitüleri yeniden açılabilir mi?” oluyor. Buna karşı ben de buna bir soruyla yanıt vermeye çalışıyorum: “Tonguç bugün yaşasa nasıl bir enstitü kurardı?”

Tonguç’un başarısında belki öteki unsurlardan daha etkili olan, o günlere toplumsal gereklilikti. Bu gerçeklik; 40 bin köyden 35 bininde okul olmaması, köyde ortaçağ yaşamının baskın olması, köylüyü kırıp geçiren yoksulluk, kıtlık, bulaşıcı hastalıklar, tüm bunların en çok kadınlar ve çocuklar üzerindeki ağır yıkımı vb. idi.

Köylerde bunlardan soyutlanmış bir eğitim sorunu yoktu. Köyler için yetiştirilen öğretmen ve köye yarayacak diğer meslek erbabının bu durum göz önüne alınarak yetiştirilmesi gerekirdi. Bugün söz konusu gerçeklikte zorunlu değişmeler olmuştur.

Bu değişimin yarattığı olanaklar ve sağladığı ürünler de var. Örneğin, 1930-40’lardaTonguç açısından köye nalbant, dülger yetiştirmek çok önemliydi. Bugün artık at, katır, eşek kalmadı, her şey motorize oldu. Dolayısıyla nalbanta da gerek kalmadı.

Tonguç bugün yaşasa kuracağı enstitüde bilgisayar da olacaktı. Ama onun yetiştirdikleri hiçbir zaman doğadan, topraktan uzaklaşmayacaktı.

Bugün de çağdaş eğitim derdi olanların Köy Enstitüsü deneyiminden çıkaracağı dersler var. Yine Türk devriminin değerlerine, çağdaş eğitim bilimlerine dayanarak, öğrencilerin ezberlemediği, yarışmadığı; spor yaptıkları, sanatsal etkinlikler gösterdikleri kurumlar yaratılabilir.

Yine yoksul öğrencilerin üreterek, okullarını yapamasalar da onu donatıp güzelleştirdikleri, buna karşılık sosyal güvence kazandıkları, ücret alıp beslendikleri, ücretsiz eğitim yapılır. İşte o zaman gerçek ve eksiksiz eğitim haklarına kavuşmuş olurlar.

Ayrıca, Köy enstitülerinde olduğu gibi yazın, güzel sanatlar (resim, müzik, tiyatro, halk oyunları), spor etkinlikleri her zaman, her düzeyde, her okulda uygulanabilir.

Enstitülerdeki gibi bütünüyle çağdaş bir eğitimin ikliminin çağdaş kafada bir iktidar olmadan tam uygulanması beklenmemeli. Kuşkusuz bu, biz öğretmenlerin, eğitimcilerin, yazarların o güne kadar elimizi, kolumuzu bağlayıp bekleyeceğimiz anlamına gelmez.

- Önerdiğiniz çözümlerden biri de Eğitim Üniversitesi… Çok ilginç. Nasıl bir üniversite olacak bu okul?

Eğitim Üniversitesi, 1978’de ilk kez benim dillendirdiğim bir modeldir. O yıllarda burnumun ucunu bile göremeyen bir bakanımız vardı: Necdet Uğur. Tüm işlerini bir kenara bırakıp kapalı kapılar ardında yeni bir Üniversiteler Yasası Tasarısı hazırlamaya girişti.

Yeni yasa taşlığı, değil Reşit Galip’in, Hasan Âli Yücel’in üniversite yaklaşımları, Osmanlı Darülfünunu’ndan bile gerideydi. Taslak, Gazi Eğitim Enstitüsü ve tüm diğer köklü eğitim kurumlarını darmadağın ediyordu. Hazırlayan üç genç Mülkiyeliden birini bugünlerde televizyon kanallarında gördükçe hüzünle 42 yıl öncesini anımsıyorum.

Sonuçta Bakanın Taslağını biz Gazililer daha komisyon aşamasında engelledik. Ama Bakanın Taslağı, iki-üç yıl sonra oluşan YÖK’e iyi bir esin kaynağı oldu. Bizim gibi köy çocuklarının üniversiteye açılan tek kapısı Yüksek Öğretmen Okullarını kapatan polis Bakandan başka ne beklenebilirdi ki! (Gerçi içimizden çıkan köy enstitülü bir bakan da köy enstitülerinden kalan öğretmen okullarımızı kapatıp “mektupla” öğretmen yetiştirmişti ya!...).

Bugün artık “Eğitim Üniversitesi” kahramanları hayli çoğaldı. İslam Teknoloji Üniversitesi, Asker (Milli Savunma) Üniversitesi, Polis Üniversitesi (Enstitüsü), Ticaret Üniversitesi, Müzik Üniversitesi kurabildiğimize göre, kamu görevlilerinin yarısını yetiştiren Eğitim Üniversitesi’nin zamanı gelmiş değil, çok geçmiştir. Kaldı ki, bu üniversitenin ana görevi eğitim bilimlerinin yaratılmasıdır.

Benim hayalini kurduğum (1950’lere kadar da gerçek olan) gerçek üniversite anlayışına dayanan bilimsel bilgi üreten eğitim sorunlarına çözüm arayan, her tür öğretmen ve eğitim elemanını yetiştiren bilim ve araştırma kurumu olan eğitim üniversiteleridir.

Bunlar, önce üç büyük ilde kurulabilir; bulundukları yerdeki eğitim fakültelerini içine alıp taşradaki eğitim fakültelerine de yön gösterir. Bunların öğrenci kaynağı, yoksul ve dar gelirli ailelerin yetenekli çocuklarını yetiştiren öğretmen liseleri, yatılı bölge okullarının liseleri, burslandırılmış lise ve meslek liseleri öğrencileri olabilir. Kapatılan bazı ilköğretmen okulları ve öğretmen liselerinin fiziksel alt yapıları hala kullanılabilir.

Doğal olarak benimki, gerçekleşmesi şimdilik hayal olan bir umut.

- Kitabınızın son bölümü Geleceğe Bakış? Bu bakışla ne söylüyorsunuz?

Eğitimde geleceğe bakış…Bu cümleyi çok kullandım, burada da kullanıyorum. “Nasıl bir eğitim?” sorusu çok soruldu, buna bir çok aydınımız yanıt aradı.

Eğitim sanıldığı kadar masum bir sözcük değil. Bilinirki eğitim, 1930’larda dilcilerimiz tarafından “eğmek” mastarından türetildi. Osmanlıca karşılığı olan “terbiye” de masum değildi. O da sos ve salça ile kardeştir. Kavramı anlamak için tamlamalar da üretildi.

Çağdaş (çağcıl) eğitim, bilimsel eğitim, laik eğitimi, demokratik eğitim gibi.Eğitimin masumiyeti; öncelikle aklın özgürleştirilmesine bağlıdır. Bu da bilimsel içerik ve uygulama ile olur.

Ayrıntısına girmeyeceğim ama; eğer öğretmen (profesörler dahil), yağmurun oluşumunu fizik deneyi ile göstermezlerse yağmur meleklerce yağdırılır. Günümüzde, fasulyenin dua ile büyütüldüğünü duyuyoruz!. Dahasını söylemeye gerek var mı?

Ülkemizde çağdaş eğitimin serüvenini bilmek isteyenler, 1930’larda yazdırılan ders kitaplarına, özellikle fen bilgisi, tarih, coğrafya kitaplarına bakabilirler.

Eğitimin masumiyeti, çocuğun, gencin yetişkinin aklını özgürleştirirken, onu kuramsal olarak korumaya da bağlıdır. Bilimsel öğretimi yapsanız bile, çocuk ailede, okulda, okul yolunda korunmuyorsa, yaptığımız eğitim yine masum ve meşru olmaz.

Tüm tehlikelerden “korunmamış” bir çocuk “eğitilmiş” olamaz; belki bilgilendirilmiş, beceri sahibi yapılmış olur. O zaman çocukların ve gençlerin okula korkusuz gitmesi, okulda ve dışarıda beden ve ruh sağlığının korunması, yeterli beslenmesi, yarıştırılmaması, tüm yetenekleri (bedensel, bilimsel, sanatsal) geliştirmeyi deneyebilmesi gerekir.

O zaman gelin eğitimin işlevi ile ilgili anahtar sözcükleri bir kez daha anımsayalım. Korumak, özgürleştirmek, geliştirmek…

- Şimdilerde ne yapıyor, ne yazıyorsunuz?

Torunlarımı seviyorum, okuyorum, yazıyorum. Şu lanet virüs yüzünden dostlarıma, öğrencilerime hasret düştüm. Gerçi, virüsün bir yararı da oldu: Uzun zamandır oturup yazamadığım bir kitabı bitirmek üzereyim: “Türkiye’de Beden Eğitiminin Öncü Kızları.”

Bu kızlardan yaşayanların yaş ortalaması 75 civarında. Kendileriyle sık sık haberleşiyoruz. Hepsi Atatürkçü, Cumhuriyetçi ve idealist. Bıraksanız bugün de çocuklara, gençlere spor yaptıracaklar...Yarım kitaplar da var: Anılar, kapsamlı bir Köy Enstitüleri kitabı. Sonrasını ben de bilmiyorum.

Türkiye’de Eğitimin Son 100 Yılı / Niyazi Altunya / Eğitim-İş Yayınları / 504 s. / 2020.

* * * * * * * * * *

KAYNAK: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/cekirdekten-ogretmen-1816231 

Üreten Köy Enstitüsü kurar tüketen AVM! / Mustafa Mutlu

 Üreten Köy Enstitüsü kurar tüketen AVM! / Mustafa Mutlu

Bir köylü, İsmail’in içine bıçak gibi saplanan başka bir şey söyledi:‘Sen okumuş adamsın beyim; biz senin gibi bilmeyiz ama bir şeylerin yanlış gittiğini de kendi aklımızca anlarız. Siz tarlayı uzaktan seversiniz ama biz mahsule dadanan haşeratı elimize alırız. Tarımı bitirdiler burada... 

Aylığa bağladı birileri köylüyü, oy gelsin diye... 

İki bin falan düzenli para veriyorlar ayda. Üstüne üstlük bir de yiyecek yardımı. Ne oldu? Tarlasını sattı rençper adam, parasını bankaya koydu. Fukaralık yardımı diye düzenli para cebinde. Ne ekersen ek, böyle düzenli para geçmez eline. Alan memnun, veren memnun... 

Ama tarla memnun değil. Bir de torunlarımız hesap soracak bize. Satılan tarlanın parası yetişmez hiçbirinin düğününe...

’Acıydı ama gerçekti. ‘Eli topağı yokmuş gibi üretmek yerine köylümüz, para-yiyecek yardımı alıyordu. Köleliğe giden yolda önemli bir basamak’ diye düşündü İsmail.

’Önce doyur, üretmesin, sonra da üretemez olsun.’İşin ilginci, köylünün çoğunluğu bu işten memnun...

Ölmeden az önce kısa süreliğine kendini çok iyi hissedermiş hasta... 

‘Son gürlüğü’ denirmiş buna da galiba.

Necati bir gün, ‘Üretmek isteyen Köy Enstitüsü kurar. Üretmeden tüketmek isteyen ise AVM... 

Üretmek sonsuza kadardır; tüketmek, cümle sonuna kadar. Bir de nokta koyar birileri akıbetine’ demişti.

İsmail o zaman onun dediğini anlamamış, sarhoşluktan saçmalıyor sanmıştı. Ama şimdi bu topraklarda dolaştıkça, onun bölük bulanık hatırladığı sözlerini daha bir anlamlı bulmaya başlamıştı.

***Bu alıntıyı, Üstün Dökmen’in “Menderes-Irmağın Gölgesi” adlı son romanından yaptım.

Ne kadar doğru, ne kadar anlamlı değil mi? Ekonominin de siyasetin de geldiği noktayı anlatıyor...

Kitap elime hafta ortasında geçti ve bir solukta okuyup bitirdim. Romanın konusunu anlatmayı doğru bulmuyorum. Ancak ithafı yazarsam, sanırım konuyu da tahmin edebilirsiniz:

“Bu roman, dünyanın dört bir yanında adalet aramışlara, Sokrates’ten Dreyfus’a, Namık Kemal’den Mithat Paşa’ya, Adnan Menderes’ten Deniz Gezmiş’e, Sivrihisar’ın ve Silivri’nin tutsaklarına, Hitler’in, Stalin’in mahkemelerinde hakimlerinin yüzünü görmemiş milyonlara ve bezdiriye (mobinge) uğramışsanız size... 

Yani bir ırmağın gölgesini çalmakla suçlanmış herkese ithaf edilmiştir.

***Eğer kendinizi yalnız ve dışlanmış hissediyorsanız, mutsuzsanız... 

Bu roman size iyi gelecek.

MENDERES Irmağın Gölgesi- Türü: Roman- Yazan: Üstün Dökmen- Yayınlayan: Remzi Kitabevi- Baskı tarihi: 2015, Ekim- Sayfa sayısı: 318- Etiket fiyatı: 22,5 lira

* * * * * * *
Milli refleksimiz sıfır!’
Halkın uyanmasından hoşlanmayanlar var, halkın uyanışını tehlikeli bulanlar var.Cumhuriyet bu zihniyetin kökünü kazıyamadı. Çünkü bin yıllık ihmalin, bin yıllık ilkelliğin, geri duruşun on beş yılda temizlenmesi mümkün değildi. Atatürk’ten sonra iktidarlar o hızı, o aydınlığı, o sıcaklığı sürdürselerdi bugün çok iyi bir yerde olabilirdik; olmadı. Olmadı. Onlara çok uygun geldi... 

Ülkede milli refleksi söndürürseniz, Türk milletine istediğinizi kabul ettirirsiniz. İşte; bizim milli refleksimiz sıfıra yakın.

***“Şu Çılgın Türkler”in yazarı Turgut Özakman “ölmeden az önce” gazeteci Hülya Okur’la yaptığı söyleşide söylemiş bu sözleri...

Hülya Okur, sadece Özakman’la değil, aramızdan göçüp giden Aydın Menderes, Erol Günaydın, Tekin Akmansoy, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Muhsin Yazıcıoğlu, İnal Batu, Nejat Uygur, Savaş Ay ve Toktamış Ateş’le yaptığı “son söyleşileri” bir araya getirerek onların yaşama dair son sözlerinin arşivlerde unutulup gitmesine izin vermemiş...

Kitabının adını da “Ölmeden Az Önce” koymuş...

Yukarıda isimlerini saydığım yazar, siyasetçi ve sanatçıların son söyleşilerini okumak insanda buruk bir tat bırakıyor. Hüzünlü ama keyifli bir tat...

Onları... 

Özellikle de bazılarını ne kadar özlediğinizi hissediyorsunuz! Okumanızı öneririm.

Ölmeden Az Önce- Türü: Söyleşi- Yazan: Hülya Okur- Yayınlayan: Bilgi Yayınevi- Baskı tarihi: 2015, Ekim- Sayfa sayısı: 244- Etiket fiyatı: 18 lira

* * * * * * *

Can’la yazılan şiir...
Ne zaman düşsen aklıma Düşünesim gelir.Ne zaman düşünsem seni Unutasım gelir.

***Tunç Kemal, Fransa’da yaşayan ama kalbi Türkiye’de atan önemli bir şairimiz...

Birçok şiiri, şarkı sözü oldu, dillerden düşmedi.Son kitabı bir ay kadar önce yayınlandı; “Bugün Yarındır!”Bu kitabın arka kapak yazısını ise benim yazmamı istedi. Özetle şunları yazmışım:

***“Şairlik, ince işçilik ister. Eline alacaksın sözcükleri; evirip çevireceksin... 

Hoplatıp zıplatacaksın... Çapaklarını alacaksın... 

Aklayıp paklayacaksın... 

Olmadı buruşturup atacak ve yeniden, yeniden yazacaksın...

Bu iş, şiire ‘can’ verenlerin işidir; onlar şiir ‘canbazları’dır...

Hayatı da... 

Sevmeyi de... 

Sövmeyi de... 

En iyi onlar bilir. Tabii; ölmeyi de... 

Şiir’e ‘can’larını koyarlar! Sessizce doğar, öyle yaşar ve yine sessiz-sitemsiz ölüp giderler...

Tunç Kemal, şairdir...

Elinde bir kalem, yıllardır kazıp durmaktadır dünyayı...

Bazen gülerek, ürpererek... 

Bazen kızarak, gücenerek...

Bazen de etinden et kopararak yazar şiirlerini...

Yani, iyi bir ‘canbaz’dır o...

Canını koyar ortaya ve sessiz-sitemsiz yazar durur...”

Bugün Yarındır- Türü: Şiir- Yazan: Tunç Kemal- Baskı tarihi: 2015, Eylül- Sayfa sayısı: 94

Not: Tunç Bey kitaplarını kendi olanaklarıyla bastırıyor ve sadece dostlarıyla paylaşıyor. Kendisinden izin almadım ama telefonunu sizinle paylaşacağım... 

Umarım bana kızmaz. Çünkü bu kitabın okunma hakkının “dostlarla” sınırlı kalmasına aklım da kalbim de izin vermedi. Eğer bu kitaba ulaşmak isterseniz, eminim sizi kırmayacaktır. Tel: 0532 234 78 26

* * * * * * * * * *

KAYNAK: https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/ureten-koy-enstitusu-kurar-tuketen-avm-17014


26 Temmuz 2022 Salı

DİYARBAKIR DİCLE KE KURUCU MÜDÜRÜ NAZİF EVREN'DEN NOTLAR / Atilla Küçükkayıkçı

 

DİYARBAKIR DİCLE KE KURUCU MÜDÜRÜ NAZİF EVREN'DEN NOTLAR / Atilla Küçükkayıkçı

Dicle Köy Enstitüsü’ nün kurucu müdürü Nazif Evren, Enstitü’nün kuruluşunu şu kelimelerle dile

getiriyor (Nazif Evren, Nazif Köy Enstitüleri Neydi, Ne Değildi? s.83-87, Güldikeni Yayınları, Ankara, 1998):

1944 Haziranıydı. Zülküf Dağı’nın eteğinde, bu dağdan inen suların yarık yarık ettiği toprağı, içindeki sinekli bataklık gözesi ekilip biçilemeyen ve tekin sayılmayan Hoşot Ovası’ndaydık. Elimizdeki tek malzememiz olan ve Malatya Akçadağ Köy Enstitüsü’nden

devren gelen iki öküz, iki at, hem öküzlerin hem de atların koşulabileceği bir araba ile sonu meçhul bir maceraya atılmıştık.

Elimizde, enstitünün yapım planını gösteren 223 sayılı tebliğler dergisi, bakanlığın 50.000 liralık ödeneği ve enstitünün kuruluşuna yardım için geleceği bildirilen Çifteler, Kızılçullu, Gönen, Pazarören, Cılavuz, Hasanoğlan ve Akçadağ Köy Enstitüsü’nden öğrenciler vardı. Yardıma geleceği bildirilen yedi ekipten şimdilik sadece Malatya Akçadağ Köy Enstitüsü ekibi gelmiştir. Ergani istasyonundan 600 metre kadar uzaktaki 850 dekarlık arazide Dicle Köy Enstitüsü kuruluş macerası başladı. Kazmalarımızı öncelikle içine girilip oturulabilecek ve ders yapılabilecek kapalı bir alana, bir yaşam alanına sahip olabilmek için vurduk. Tepemizde sarı saçlarıyla bize gülümseyen, akşama kadar bizi yalnız bırakmayan sıcak bir güneş vardı. Hoşot ve Gevran Ovası’ndan esen yeller, güneşin yakıcı ve kavurucu sıcağını yüzümüze çarpıyor; fırından yeni çıkmışçasına yakan bu sıcaklığı Tilhuzur Köyü’ne doğru götürüyordu. Kavrulmuş ve kararmış yüzümüzden umut, sıcağın çatlattığı dudaklarımızdan yöresel türküler ve tebessüm eksik olmuyordu. Şimdi yedi enstitüden gelen yedi ekibimiz de aramızdaydı. Gücümüze güç, cesaretimize cesaret, umutlarımıza umut katmışlardı. Yiyeceklerimizi Akçadağ’dan gelen öküz arabasıyla Ergani’den sağlıyorduk. Odun ve kömür alabilecek kadar paramız yoktu. Akçadağ Köy Enstitüsü’nün yaptığı çardağın altında yemeklerimizi etraftan topladığımız çalı çırpılarla pişiriyorduk. Eğitime olan inancın bize verdiği gücü, Çifteler’den aşçı Kadir Usta’nın hazırladığı yemeklerle daha da arttırıyorduk. Her yönden güçlü olmalıydık. Çünkü yokluktan bir varlık meydana getirmeye çabalıyorduk. Bir eğitim enstitüsü yani bir gelecek hazırlamak gibi zor bir görev üstlenmiştik. Pazarören Köy Enstitüsü ekibinin yaptığı hamam devreye girene kadar banyo ihtiyacımızı yakınımızdaki istasyonda lokomotifin suyunu veren bir kuyudan karşıladık. Kuyunun suyu sıcaktı ve her gün bir ekip yıkanıyordu. Yontma taştan kapı pencere pervazları ve derz ile süslü duvarlarıyla gün be gün yükselen enstitünün yanında ona paralel olarak çorak toprakta hızla yeşilleniyordu. Ekipteki bayan öğretmen ve öğrenciler duygusallıklarını, inceliklerini enstitünün civarına diktikleri ağaç fidanlarına ve rengarenk çiçeklere yansıtmışlardı. Fidanlara ve çiçeklere suyla beraber sevgilerini de veriyorlardı. Evet, sevgi ve ulvi bir duygu. Önünde ne durabilmiş ki çorak toprak çoraklığından inat edebilsin. Sıtma aleti ve tombul karınlı sivrisinekler bize alışık olduğumuz sivrisinek sesi gibi vız geliyordu. Ekmeksizlik, katıksızlık bizi korkutmuyordu. Çünkü biz korku ölçütümüzü ekmeksizliğe değil emeksizliğe bağlamıştık. Kumumuz, çimentomuz yoktu ancak ummanlar gibi bitmez tükenmez sevgimiz, tuğlaları birbiriyle ayrılmazcasına bağlayan yüreğimiz vardı, inancımız vardı. Kana kana içebileceğimiz bilgilerimiz, kitaplarımız, dergilerimiz vardı. Yumuşak yataklarımız, ipek elbiselerimiz yoktu, ancak herkesle paylaşabileceğimiz yıldız

yorganlarımız, ana kucağı gibi yumuşak toprak döşeklerimiz, ottan yastıklarımız vardı. Umutlarımız vardı. Okuyacak ve okutacakların yetişeceğine olan inancımız, umutlarımız vardı.”

*

"Dicle Köy Enstitüsü kurulduktan sonra, Enstitüye öğrenci olarak, çevre illerden çoğunluğunu eğitmenli okul çıkışlı öğrencilerin oluşturduğu gruplar alınmıştı. Ancak bölge iller olan Diyarbakır, Mardin, Urfa, Hakkâri, Van, Bitlis gibi illerin köylerinde 5 sınıflı ilkokul neredeyse yoktu. Bu nedenle Enstitü’ de açılan hazırlık sınıflarında bu öğrenciler, kısa bir sürede sıkı bir çalışma ile enstitü sınıflarına yerleştirilmişti. İlk dönemlerde belli noktalarda açılan eğitmen kursları daha sonra Köy Enstitüleri bünyesinde açılmaya başlanmıştı." (Nazif Evren, Nazif Köy Enstitüleri Neydi, Ne Değildi? s.28, Güldikeni Yayınları, Ankara, 1998)

*

"Köy Enstitüsü yıllarından sonra da süt, peynir, yoğurt, yumurta, tavuk ve elma gibi ürünler Dicle İlköğretmen Okulu’ndan Ergani’ ye getirilip satılırdı. Okuldaki geniş topraklarda traktörlerle buğday ekilir biçilirdi. Bu ekme­ biçme işleri 1970'li yılların başlarına kadar sürdü. İlk modern tarım araçları Ergani’de Dicle Köy Enstitüsü’nde kullanılmıştı. (Müslüm Üzülmez, Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş, s.161-164, İstanbul, 2005).

* * * * * * *

KAYNAK: Atilla Küçükkayıcı, / “KÖY ENSTİTÜLERİ BELGESELLER “ FACEBOOK GURUBU

24 Temmuz 2022 Pazar

Eğitimimizin belleği ( Niyazi Altunya' ya dair ) / Öner Yağcı


Eğitimimizin belleği ( Niyazi Altunya' ya dair ) / Öner Yağcı

Atatürk’ün “Eğitimdir ki bir ulusu ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum olarak yaşatır ya da bir ulusu köleliğe, yoksulluğa düşürür” sözünün ışığında eğitimin her çeşit sorununu ve çözüm yollarını araştırdı:

Eğitim Hakkı, Türkiye’de Laiklik ve Din Eğitimi, Eğitim Sorunumuza Kuşbakışı, Anahatlarıyla Özlük ve Meslek Sorunlarımız, Eğitimde Geleceğe Bakış, Türkiye’de Ulusal Eğitimin Kuruluş Süreci, Türkiye’de Eğitimin Son Yüzyılı…

Eğitimimizin özgün kurumlarını inceledi:

Gazi Eğitim Enstitüsü, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü, Gönen Köy Enstitüsü…

Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme Deneyimi ile öğretmen yetiştirme sorununun kökenlerine indi. Türkiye’de Beden Eğitiminin Öncü Kızları’nı yazdı (Cumhuriyet Kitapları).

EĞİTİM DEYİNCE

Kavramı, kuramı, uygulaması, kurumları, kişileri, tarihi, sorunları, çözüm yollarıyla eğitimle ilgili araştırmalar deyince, Niyazi Altunya aklıma geliyor.

O, eğitimin tarihini, sorunlarını, örgütlenmesini gözler önüne seren bir çabanın öznesidir.

Ülkemizdeki toplumsal değişim ve dönüşümlerin eğitim alanına yansımasının belleğidir.

Doğrulamadan, kaynak göstermeden yazmayan, akademik dünyanın yararlanması için veriler sunan yapıtlarıyla eğitimimizin bir anıtı olmayı hak eden aydınımızdır.

Onun yazdıkları, eğitimin sorunlarına verilen bir ömrün değerbilirlik, sağduyu, sabır ve titizlikle damıtılmasıdır.

TONGUÇ BABA

Bir sistemin adı olan Köy Enstitülerinin “çağdaş eğitimin dünyaya örnek olmuş kalesi” olduğunu öğreten Niyazi Altunya, Köy Enstitüsü Sistemine Toplu Bir Bakış, Köy Enstitüleri, Köy Enstitüsü Sisteminin Düşünsel Temelleri gibi kitaplarıyla Köy Enstitüleri konusundaki derinlikli görüşleriyle birçok belirsizliği, eksik bilgilenmeyi ortadan kaldırdı.

Bu büyük birikimden gerekli dersleri çıkarabilmek” amacıyla yazdığını söylediği büyük eğitimciyi, “Tonguç’u güçlü yapan asıl etmen onun güçlü kuramcılığıdır. O güçlü bir kuramcı olmasaydı başarılı bir kurucu ve lider olamazdı” diyerek sundu yeni kitabı Tonguç Baba’da (Cumhuriyet Kitapları).

İsmail Hakkı Tonguç ile Köy Enstitüsü Sistemi özdeşleşmiş bir kavram çiftidir. Dolayısıyla Tonguç’u anlamadan Köy Enstitüleri anlaşılamaz” cümlesiyle başladığı Tonguç Baba adlı “el kitabı”nda, özgeçmişinden eğitim kuramcılığına, iş eğitimi ilkesinden, köy sorununa, eğitim yöneticiliğinden kitap ve yazılarına, dostları ile karşıtlarına uzanarak aktardı Tonguç Baba’yı.

AYDINLANMANIN ÖĞRETMENİ

TÖB-DER’deki ağırbaşlılığı, bilinci, bilgisi, sakinliği, hoşgörüsü ile insanı etkileyen duruşunu 12 Eylül sonrası kamu çalışanlarının örgütlenmesinin önünü açmada çok önemli bir adım olan ve beş yıl genel başkanlığını yaptığı EĞİTİM-İŞ’in kuruluşunda verdiği emekle sürdürdü.

Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmesi: 1908-2008, EĞİTİM-İŞ Deneyimi, EĞİTİM SEN, Eğitimcilerin Sendikası Nasıl Olmalı Ne Yapmalı? gibi kitaplarında örgütlülük bilincini aktardı.

Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği, eğitimimizin unutulmaz adlarından Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip, Saffet Arıkan’la ilgili kitaplarıyla değerbilirliğin örneği olan Niyazi Altunya’ya “2020 Mustafa Necati Onur Ödülü”nü verdi ve onun için bir “Armağan Kitap” yayımladı:

Aydınlanmanın Öğretmeni Niyazi Altunya (Haz. Rifat Güler-Gökhan Bal).

Bu ödül ve kitap; eğitimle ilgili her konuda duyarlılık, gerçekçilik ve nesnellik deyince ilk akla gelen, Isparta-Sütçüler-Hacıahmetler köyünden çıkıp ömrünü öğretmenlik, ilköğretim müfettişliği, öğretmen örgütçülüğü ve eğitimimizin belleği olmakla geçiren aydınımız Niyazi Altunya içindi.

Kutluyor, kucaklıyorum.

* * * * * * 

KAYNAK: Cumhuriyet Gazetesi İnternet sayfası https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/oner-yagci/egitimimizin-bellegi-1884336

BÜYÜK OĞUL EFSANESİ - Tonguç'un Romanı / ÖNER YAĞCI

 

BÜYÜK OĞUL EFSANESİ - Tonguç'un Romanı / ÖNER YAĞCI

Değerli eğitimci - yazar Öner Yağcı, dünyanın dört büyük eğitimcisinden biri olan İsmail Hakkı Tonguç'u anlatan -BÜYÜK OĞUL EFSANESİ- Tonguç'un Romanı-nı 2013- 2018 yılları arasında yazarak zorlu, büyük bir görevi yerine getirmiş.
Tonguç üzerine yazılmış 600'den fazla kitabın 580'nini okuduktan sonra işe başlayan ve çok başarılı bir eser ortaya çıkaran değerli dostum Öner Yağcı'yı yürekten kutluyorum.
17 Nisan 1940'ta, Cumhuriyetin aydınlanma projesi olan Köy Enstitülerini Anadolu'nun 21 yöresinde Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'le birlikte kuran; köy çocuklarını "iş için, iş içinde, işle eğitim" ilkesiyle yetiştiren, gecesini gündüzüne katarak türlü zorlukları, engelleri aşan; uğradığı türlü haksızlık ve ihanetlere karşın eğitim davasından asla vazgeçmeyen; dünya ülkeleri için örnek bir eğitim modeli yaratan, "Elimden gelse tüm dünya okullarının programlarına insanın insanı sömürmemesi adlı bir ders koyardım" diyen Tonguç'un onurlu kavgasını yakından tanımak isteyen; başta eğitimciler olmak üzere herkes bu kitabı mutlaka okumalıdır.

Öner Yağcı kitabın girişinde şu sözlere yer vermiş:
"Ey kızlarım, ey oğullarım, bu sözümü yazın bir tarafa ve soluk aldığınız sürece aklınızdan çıkarmayın. İnsanın aklını ve elini kullanarak doğayı, kendisini ve toplumun yazgısını değiştirebileceğini bilen, bunun nasıl olacağına ömrünü veren bir devrim öğretmenidir Tonguç."

* * * * * * 

KAYNAK: Bahattin Gemici / “ Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği “ FACEBOOK GURUBU

20 Temmuz 2022 Çarşamba

Pamukpınar KE 1947 mezunu Zeki Aydın'a dair / Sercan Ünsal

Pamukpınar KE 1947 mezunu Zeki Aydın'ın kısa hikayesi. Mezuniyetinden sonra köyü Akarsu'da göreve başlayan kendi, masa ve sandalyesini, öğrencilerinin sıralarını yapan Zeki Öğretmen. Pamukpınar'ın Hasan Usta'sından öğrendiği bilgilerle kendi değirmeninin savağına yerleştirdiği dinamo ile elektrik üretip evini, camiyi ve okulu aydınlatan, hızar atölyesi kuran ... Zeki Öğretmen. İş başında işle eğitimin okulunda edindiği birikimi Akarsu'ya, Refahiye'ye, öğrencilerine ve halkına aktaran Zeki Öğretmenimin hikayesi... çok sevdiği Müdürü Şinasi Tamer'in adını yeni doğan kardeşine veren, babamın okul arkadaşı, son nefesine kadar Köy Enstitüsü bayrağını yiğitçe taşıyan Cefakar Öğretmenimiz Zeki Aydın'ın hikayesini; çalışmasını arkadaşlarımla kollektif yürüttüğümüz 'BİR EĞİTİM PINARI PAMUKPINAR' yapıtımızda genişçe sizlere sunacağız. Tüm öğrencilerinin yüreğini sızlatan bu videoyu çeken Yavuz Kardeşime, bize ulaştıran Ayburcu Aydın Tekin Kardeşime ve bizlere destek olan Pamukpınar Sevdalılarına çok teşekkürler. Sizlerin desteği ile Pamukpınar Aydınlığından ve eğitim pınarından yeşeren Zeki Öğretmenime ve vefat eden ak saçlı öğretmenlerime rahmetler dilerim. Esen kalın...

Kaynak: / Sercan Ünsal - “FACEBOOK” / Pamukpınar KE 1947 mezunu Zeki Aydın'a dair bir paylaşım

* * * * * *

Ayburcu Aydın Tekin - Sercan Ünsal abime teşekkürlerle / Kaynak: “FACEBOOK” Paylaşımı:

Pamukpınar KE 1947 mezunu Zeki Aydın'ın kısa hikayesi. Mezuniyetinden sonra köyü Akarsu'da göreve başlayan kendi, masa ve sandalyesini, öğrencilerinin sıralarını yapan Zeki Öğretmen. Pamukpınar'ın Hasan Usta'sından öğrendiği bilgilerle kendi değirmeninin savağına yerleştirdiği dinamo ile elektrik üretip evini, camiyi ve okulu aydınlatan, hızar atölyesi kuran ... Zeki Öğretmen. İş başında işle eğitimin okulunda edindiği birikimi Akarsu'ya, Refahiye'ye, öğrencilerine ve halkına aktaran Zeki Öğretmenimin hikayesi... çok sevdiği Müdürü Şinasi Tamer'in adını yeni doğan kardeşine veren, babamın okul arkadaşı, son nefesine kadar Köy Enstitüsü bayrağını yiğitçe taşıyan Cefakar Öğretmenimiz Zeki Aydın'ın hikayesini; çalışmasını arkadaşlarımla kollektif yürüttüğümüz 'BİR EĞİTİM PINARI PAMUKPINAR' yapıtımızda genişçe sizlere sunacağız. Tüm öğrencilerinin yüreğini sızlatan bu videoyu çeken Yavuz Kardeşime, bize ulaştıran Ayburcu Aydın Tekin Kardeşime ve bizlere destek olan Pamukpınar Sevdalılarına çok teşekkürler. Sizlerin desteği ile Pamukpınar Aydınlığından ve eğitim pınarından yeşeren Zeki Öğretmenime ve vefat eden ak saçlı öğretmenlerime rahmetler dilerim. Esen kalın...

Mürteza Üstündağ Öğretmene dair bir paylaşım / Sercan Ünsal

1963 yılında, Pamukpınar KE mezunu rahmetli babam Niyazi Ünsal’ın arıcılık yaptığı Zara/Şerefiye-Armutçayırı Köyü yakınlarında birlikte arılarımızı koyduğumuz günlerde tanıdığım babamın sınıf arkadaşı Mürteza Öğretmenin ailesince bugüne taşınan süreci Köy Enstitüleri/Kırsal Kalkınma-Arıcılık çalışmamda kısaca yer vermiştim.(www.kalabalikcadde.Com) Zaralıların Mürteza Öğretmeninin Tarım Öğretmenleri Ömer Yurduğül’ün (Ziraat Ömer) her derste değindiği ‘amele arının görevleri’ anlatımının bugüne yansıyan sonuçlarının ifadesidir bu görsel.. Zara’da.. Refahiye’de ..

Anadolu’nun her köşesinde Köy Enstitülü öğretmenlerimizin 1940'lı yıllarda başlattığı ‘kara kovandan fenni kovana’ geçiş sürecinin.. emeklerinin anlamlı bir sonucudur.. Çalıştıkları her yörede halka dokunan, iz bırakan enstitülülerin.. hikayesidir bu.. görsel Amil Ağabeyimizin dediği gibi .. keşke bu günleri Mürteza Üstündağ.. keşke Niyazi Ünsal.. keşke Öğretmenleri Ziraat Ömer.. keşke Efsane Müdürleri Şinasi Tamer görebilseydi.. Işıklar içinde olsunlar...

Kaynak: Sercan Ünsal - “Facebook” paylaşımı.

15 Temmuz 2022 Cuma

GAZİ İLK OKULUNDA SEVGİLİ ÖĞRETMENLERİMİZ / Mehmet Çevik

 


1960' lı yıllar: GAZİ İLK OKULUNDA SEVGİLİ ÖĞRETMENLERİMİZ

Öğretmenlerimiz çok değerli insanlardı. Müdür Ahmet Küçük, Sınıf öğretmenlerim Hatice Sezer ve Rafet Taş. Ahmet Türcan, Ömer Gültekin, Hüseyin Girgin, Lalefer Çukurlu, Neriman Özmen, Mustafa Meriç, Sadık Kocabaş, Meftune Zeybel ve Suzan Kudal. 

Bunlar hatırlayabildiklerim. 

Hepsi Atatürkçü ve Cumhuriyetçi, Vatanını, Milletini seven insanlardı. Bizi de böyle yetiştirdiler.

Ömer Gültekin çok şakacıydı. 

Tembel öğrenciler için şöyle söylerdi : ‘Akıl marangoz, fikir cicoz, gidiveee geri getir, Abdi garıyı boşamış, neynesing Deli Bekir.’ Ve devamla, ’15 tavuk yetmedi, fındıgı dıgıdık, fıstıgı dık, şu tembellik gitmedi,fındıgı dıgıdık fıstıgı dık.’ Diye bizi güldürürdü. 

Ahmet Türcan ise; çok iyi konuşur, 10 Kasımlarda ve özel günlerde o konuşma yapardı. Ara sıra bize şöyle tekerlemeler öğretirdi : ‘Kirli muusii, debinduusi, ara sıra dittiriyooriisi.’ Ya da, ‘Harp harp, harpıtallar derler bize.’ Gibi.

* * * * * * * * *

MEHMET ÇEVİK ‘Sizden biri, Hala diri, Bellidir yeri, Turist Rehberi.’



10 Temmuz 2022 Pazar

İvriz Köy Enstitüsü peşkeş mi çekiliyor / FÜSUN İKİKARDEŞ

 


İvriz Köy Enstitüsü peşkeş mi çekiliyor/FÜSUN İKİKARDEŞ

Sosyal Bilimler Lisesi, kökleri Köy Enstitülerine dayanan 79 yıllık eğitim yuvası... Okulun 3 bin dekarlık arazisi, 32 binası yıllardır rantçıların hedefinde. Son marifetleri de okulun boynuna ‘depreme dayanıklı değil’ raporu asmak oldu.

Konya’nın Ereğli ilçesinin Gaybi köyünde 1941 yılında kurulan İvriz Köy Enstitüsü, topun ağzında. Okul için, birkaç hafta içinde ‘Depreme dayanıklı değil’ raporu çıkarıldı.

1954 yılında adı değişti, ama eğitim hayatından çekilmedi. 79 yıldır binlerce çocuğu eğitiyor, üniversitelere ya da meslek hayatına yetiştiriyor. Şimdiki adı İvriz Sosyal Bilimler Lisesi. Dört köyün ortasında, öyle güzel bir yere kurulmuş, yatakhaneleri, yemekhanesi, derslikleri, atölyeleri, kütüphanesiyle 32 binası öyle akıllıca inşa edilmiş ki, bölgenin göz bebeği olmuş. Bir özelliği daha var: Arazisi 3 bin dönüm...

Belediye Başkanı Hüseyin Oprukçu, Mahalle Muhtarı Adnan Dumlu, 46 yıllık yerel gazeteci Hasan Can’ın da aralarında olduğu pek çok aydın, toplumun önde gelen isimleri bu okuldan mezun...

BAŞVURU VE RAPOR HEPSİ BİR AY İÇİNDE

İvriz Köy Enstitüsü mezunu, 46 yıllık gazeteci Hasan Can’ın iddiaları çarpıcı: Bu yıl Ocak ayı başında, Konya Valiliği’ne yapılan kısacık bir başvuruya hemen yanıt geldi. Yazıda, ‘Okul depreme dayanıklı olmayabilir, bir bakılsın’ deniyordu. Apar topar bilirkişi tayin edildi, hemen ‘doğrudur, depreme dayanıklı değil’ raporu çıktı. Ardından yemekhane ve yatakhane kapatıldı, şubat tatilinden dönen öğrenciler, okullarının budandığını gördü. Yatılı kalan 186 öğrenci için çevre ilçelerden evler kiralandı, yurtlar bulundu. Kız, erkek 186 öğrenci, kış kıyamette yollar kat edip eğitimlerine devam etmeye çalışıyor. Okulda artık yemek kazanı kaynamıyor.

İVRİZ MEZUNU MUHTAR: PEŞKEŞ ÇEKİLMİŞ

Okulun bulunduğu Gaybi Köyü Muhtarı Adnan Dumlu, Aydınlık’a konuştu ve okulun kapatılmasıyla ilgili hiçbir kurumdan bilgi alamadıklarından yakındı. Dumlu, arazinin Karapınarlı bir şirkete peşkeş çekildiğini iddia etti ve şunları söyledi: “Şu anda yemekhanesi yatakhanesi kapalı. Derslikler de 4 ay sonra okulla birlikte kapanacakmış. Amaç, köy enstitülerini tarihten silmek.”

SUÇ DUYURUSU YAPTI

Hasan Can, önemli bir bakanlık kararına da göndermede bulunuyor: “Okul, TC Kültür Bakanlığı’nca 04.01.2000 tarihinde 2863 sayılı yasayla SİT alanı olarak ilan edilmiştir. Bu karar halen geçerliğini koruyor.”

Son 10 yıldır, okulun kapatılması için başka girişimler de olmuş. Hasan Can, basın ve hukuk yoluyla mücadele ederek o girişimleri boşa çıkarmış. Son başvurunun Ereğli Milli Eğitim İlçe Müdürü tarafından yapıldığını söyleyen Can, bu kişinin ‘FETÖ ile ilişkisi olduğunu’ iddia etti.

YASA GEREĞİ KORUMA ALTINDA

Hasan Can’ın anlatımlarına ve sunduğu belgelere göre, aynı okul, 2018 yılında da bu kez ‘merkeze uzak’ gerekçesiyle kapatılmak istenmiş. Hasan Can’ın 27 Aralık 2018 tarihli iptal başvurusu, Kültür Bakanlığı tarafından, kabul edilmiş. Okulun hayatta kalmasını sağlayan karar ise, Kültür Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü’nün, Konya Valiliği’ne gönderdiği 4 Ocak 2000 tarihli yazısına dayanıyor. Kararda şu ifadeler yer alıyor:

Bilindiği gibi Köy Enstitüleri’nin Cumhuriyet dönemi çağdaş kültürel gelişmemizde çok özel ve önemli bir yeri bulunmaktadır. Toplumsal aydınlanmamıza büyük katkıda bulunan ve dünyanın birçok ülkesinde örnek eğitim kurumu olarak esin kaynağı yapılan Köy Enstitülerinin birçoğunun binaları da halen Cumhuriyet dönemi anılarını taşıyarak varlıklarını sürdürmektedir.

Yurt düzeyine yayılmış bulunan Köy Enstitüsü binaları, önemli tarihsel ve kültürel süreçlere tanıklık eden ve Cumhuriyet döneminin Atatürk ilkelerini yaşama geçirmek üzere eğitim ve çağdaş uygarlık hedeflerini simgeleyen kimlikleriyle, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 6.maddesi gereği korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarıdır.

Bu nedenle ekli listede yer alan ve Valiliğimiz sınırları içersinde bulunan Köy Enstitüsü binalarının 2863 sayılı yasa gereğince korunmalarının sağlanması ve yapılacak her türlü uygulama öncesinde Bakanlığımızdan izin alınması hususunda gereğini rica ederim.”

KÜLTÜR KOMPLEKSİNE TECAVÜZ

Ereğli Muhtarlar Derneği Yönetim Kurulu, bir önceki kapatma girişimine karşı, bölgedeki 87 muhtar adına, Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Başkanlığı’na başvurarak okullarına sahip çıkmıştı. Dilekçede yine Kültür Bakanlığı’nın söz konusu kararı hatırlatılmış ve şu satırlara yer verilmişti: “32 binadan oluşan bu okul, yatakhanesi, yemekhanesi, mutfağı, hamamı, camisi, kütüphanesi, reviri, tüm müştemilatı ile insan yaşamında gerekli olan ve tarihi nitelik taşıyan bir kültür kompleksi konumundadır. Tarihsel bir değer taşıyan bu yer, 4 Ocak 2000 tarih ve 2944 sayılı kararla Kültür Bakanlığı’nca korumaya alınmıştır. Kültür Bakanlığı’nca alınan bu karar, yeni bir başka kararla iptal edilmeden, bu kültür kompleksine tecavüz edenler suç işlemiş olurlar.” O tarihte, okulda tüm hizmetlilerin yanı sıra 300 öğrenci ile 20 öğretmen ve bir imam bulunuyordu.

* * * * * * * * *

Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/haber/ivriz-koy-enstitusu-peskes-mi-cekiliyor-201402

8 Temmuz 2022 Cuma

Köy Enstitülü annenin yarattığı sanatçı / Emine Sağlam AKFIRAT

Köy Enstitülü annenin yarattığı sanatçı / Emine Sağlam AKFIRAT

Annem Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmen olduğu için evde mandolin çalınıyordu. Müziğe karşı duyarlı olan annem çok yetenekliydi, iyi dans eder, iyi dikiş dikerdi. Dar bir çevreden çıkmış, Atatürk sevdalısı, tam bir cumhuriyet kadınıydı.’

* * * * * * * * *

Emİne Sağlam AKFIRAT

Bu hafta, TRT İzmir Radyosu’nun önde gelen Türk halk müziği ve opera sanatçılarından, pek çok derleme yapmış, koro yönetmiş Köksal Coşkun ile beraberiz. Coşkun, Köy Enstitüsü Mezunu annesinin müzik eğitimindeki etkisini, babasının güzel sesiyle söylediği türküleri, ortaokul üçüncü sınıftayken, TRT Erzurum Radyo sanatçısı Cahit Uzun’dan aldığı derslerle bu yolda nasıl ilerlediğini heyecanla anlatıyor:

Kısaca kendinizden bahseder misiniz?

1961 yılında, Erzurum’un Olur ilçesinde doğdum. Annem, İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü 1952 mezunu bir öğretmendir. Ve bizim yöremizin tek bayan öğretmenidir. Kızılçullu Köy Enstitüsü binası şu anda İzmir’de NATO binası olarak kullanılıyor. Dedem Reis ne kadar ilerici, çağdaş bir insanmış ki o yıllarda zor koşullarda İzmir'e getirip kızını Kızılçullu'ya teslim etmiş. Dedem o yörenin zengin bir ağası, hala bilinir. Kurtuluş Savaşı'nda da Kuvayı Milliye’ye çok hizmetleri dokunmuş. Babam Hüseyin Coşkun’un sağlık memuru olarak Olur ilçesine tayini çıkıyor. Annem Mediha ile orada tanışıp, evleniyorlar.
Benden önce abim Zafer olmuş ama o vefat etmiş. İkinci çocuk olarak ben doğuyorum. İlköğrenimimim iki yılını Olur’da, iki yılını babamın tayini nedeniyle Artvin Borçka’da, beşinci sınıfı da Erzurum Palandöken ilkokulunda tamamladım. Annem benim ilk öğretmenimdi. Babam yüksek okul öğrenimi için Ankara'ya gittiği dönemde annem Olur’un dağ köylerinde öğretmenlik yapıyordu. Kış mevsimi uzun ve çetin geçiyordu. Sağlık Ocağı olmadığı için, hasta olunca annem ata binip bizi ilçeye götürürdü.
O zamanlar sebze, meyve yoktu. Annem bu yiyecekleri öğrencilerine kitaptan öğretiyordu. İlçeye az sıklıkla gelebilen meyve ve sebzelerden örnek olarak birer tane getirir ve öğrencilere tanıtırdı. Çünkü gelebilen meyve ve sebze genellikle ilçe mülkü amirlerince tüketilirdi. Orta öğrenimimi Erzurum Gazi Ahmet Muhtar Paşa Ortaokulu’nda tamamladıktan sonra Erzurum Lisesi'ne girerek, oradan mezun oldum.

ANNEM, ATATÜRK SEVDALISI CUMHURİYET KADINIYDI

  • Müzik yaşamınıza hangi yaşlarda başladınız?

Annem Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmen olduğu için evde mandolin çalınıyordu. Müziğe karşı duyarlı olan annem çok yetenekliydi, iyi dans eder, iyi dikiş dikerdi. Dar bir çevreden çıkmış, Atatürk sevdalısı, tam bir cumhuriyet kadınıydı.
İlkokul yıllarında, müsamerelerde ve bazı özel günlerde bana hep türkü söyletiliyordu. Babamın da sesi güzeldi ve güzel şarkılar, türküler okurdu. Ortaokul üçüncü sınıfta Erzurum Radyosu saz sanatçısı Cahit Uzun’dan bağlama dersleri almaya başladım.
O yıllarda halk oyunlarına olan ilgim nedeniyle Erzurum Halk Oyunları Derneği ve Halk Eğitim Merkezi’nde halk oyunları kurslarına katıldım, halk müziği korolarına devam ettim.

  • Hangi yöreleri oynadınız?

Kafkas oyunları, Erzurum barları ve Gaziantep yörelerini oynuyorduk. Erzurum Lisesinde müzik kolu başkanı oldum. O yıllarda paket yayınlar vardı, televizyonda paket yayınlarda lise Halk Müziği korosu olarak yayınlara katılırdık. Yıl 1976. Okulda müzik kolu başkanıydım. Müzik kolu başkanı olmak sosyal olmak demekti. Hep aklımda müzik vardı. Beni müziğe bilinçle yönlendiren müzik öğretmenim Ferdane Hamzaoğlu, müzik eğitimi almamda bana öncülük etmiştir. Boş zamanlarında bana piyanoda şan egzersizleri yaptırırdı. O yıllarda lisemizde müzik odamız ve piyanomuz vardı. Lisede okurken 1976 yılı, Erzurum Radyosu'nda, stajyer ses sanatçısı sınavları açıldı. Bu sınavı kazanarak, meşk usulü ile türküler öğrenmeye başladık. Öğreticimiz Erzurum Radyosu sanatçısı ve koro şefi rahmetli Suat Işıklı, eline zilli tefi alıp ortamıza oturarak türküleri, bizlere notasız, kulaktan öğretirdi. Belli bir eğitimden sonra bizleri, Radyoda, Türk Halk Müziği koro yayınlarına almaya başladılar. Müzik öğretmenim Ferdane Hanım, Tokatlıydı. Bana türküler öğretiyor ama türküler Erzurum türküleri değildi. Örneğin “Tokat bir bağ içinde”, “Sabahın seherinde ötüyor kuşlar” gibi Erzurum’da hiç duymadığımız ezgileri seslendirtiyordu.

NİDA TÜFEKÇİ: GİT ÖNCE ERZURUM TÜRKÜSÜ ÖĞREN

Erzurum radyosunda açılan amatör ses sanatçılığı sınavına ilk girişimde rahmetli Nida Tüfekçi jüri üyesiydi. “Ne söyleyeceksiniz delikanlı” dedi. Bir Ege türküsü “Sabahın seherinde ötüyor kuşlar” türküsünü söyleyeceğim. “Sen nerelisin evladım?”, ben de Erzurumluyum deyince, “Git önce Erzurum türküsü öğren, bu söyleyeceğin türkü de Ege değil Tokat türküsü” dedi ve beni dışarı çıkardı. Moralim bozuldu ama şevkim kırılmadı. Bir yıl sonra bir daha sınav açıldı. Bu sefer Erzurum türküsü söyledim ve kazandım. 1977 yılında, orada stajyer kursiyer sanatçı oldum.
Sonuç itibariyle, babamın da biraz istemi doğrultusunda müzik eğitimi yerine, 1978 yılında Eskişehir İktisadi Ticari Bilimler Akademisi’ne bağlı Afyon Mali Bilimler Fakültesi'ne girdim. Orada bir yıl okuduktan sonra müzik eğitimi almak için tekrar üniversite sınavına girdim ve kazandım. Afyon’a kaydımı almak için geri döndüm. Ancak sınavı kazandığıma inanamıyordum. Acaba yanlış görmüş olabilir miyim kaygısıyla tekrar İzmir’e geri döndüm. Liste de adıma bir daha bakmak istedim ve kazandığımı ikinci kez görünce sevinçle Afyon’a geri dönerek kaydımı aldım. Bir memur çocuğu olarak yanlış yapmamam gerekiyordu. O zamanki adıyla İzmir 9 Eylül Üniversitesi sonradan Ege Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Müzikoloji bölümüne 1979 yılında öğrenci olmuştum.

  • Sınavda zorlandınız mı?

Sınavda zorlanmadım çünkü müzik öğretmenim beni çalıştırmıştı. Piyanonun sesine yabancı değildim, iki, üç ses verince onu duyuyordum. Ritim ve ezgi algılamam iyiydi.

ÜNİVERSİTEDE İLK BAĞLAMA DERSİ

  • Kazanmak için kaç ses duymak gerekiyor?

Tek ses duyacaksınız, aynı anda iki ses duyacaksınız. Hatta dört beş ses basacak siz o sesleri duyacaksınız, ezgi algılamanız ve ritimleri doğru duyuşunuz çok önemliydi. Kulak geliştikçe bunlar zaten çözülüyor. Müzikoloji bölümü olduğu için temel batı müzik eğitiminin yanı sıra Türkiye'de ilktir, bağlama dersi ve geleneksel Türk Sanat Müziği dersleri de vardı. Yani makam, usul tarihi süreci içerisinde öğretilirdi. Bugün dışarıda öğretilen makam gibi değil, belli dönemler, 15'inci yüzyılın makamlarını ele alıp müzikolojik olarak bunların sınıflandırılması ve incelenmesi, karşılaştırılması derken o bilgiler bize yoğun bir şekilde aktarıldı. Değişik türlerde eski yazı öğretildi. Osmanlıcayı bir müzik araştırmacının bilmesi gerekiyordu.

* * * * * * * * * * * * *

Kaynak: Emine Sağlam AKFIRAT

https://www.aydinlik.com.tr/haber/koy-enstitulu-annenin-yarattigi-sanatci-307639