29 Haziran 2022 Çarşamba

KÖY ENSTİTÜLERİNİ KIYANLAR, ÖLDÜRÜCÜ DARBEYİ VURANLAR / Alim Başaran

 

KÖY ENSTİTÜLERİNİ KIYANLAR, ÖLDÜRÜCÜ DARBEYİ VURANLAR / Alim Başaran

Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerin giderek çoğalmasıyla huzuru kaçanların başında toprak ağaları geliyordu. Eskişehirli bir toprak ağası olan Emin Sazak, bu okullara neden karşı olduğunu tarihe geçen şu veciz(!) sözüyle dile getirmişti: 

“Ben bineceğim eşeğin, benden akıllı olmasını istemem.”

Köy Enstitülerine asıl öldürücü darbeyi vuranın, Vanlı toprak ağası Kinyas Kartal olduğunu bizzat kendisinden öğreniyoruz. Şöyle ki, bir dönem Kastamonu milletvekili olan Sabri Tığlı, daha milletvekili olmadan 1958 yılında Milli Gençlik Teşkilatı delegesi olarak Hindistan'da yapılan bir toplantıya giderken, uçakta Van'ın ünlü toprak ağası Kinyas Kartal'la tanışır. Samimi bir ortamda ona:

─ Köy enstitüleri komünist yetiştirdiği için mi kapatıldı, diye sorar. Kinyas Ağa bu soruya:

─ Hayır, beni babam Moskova'da okuttu. Moskova Harp Akademisini bitirdim. Rus ordusunda subaylık yaptım. Bir Rus generalinin balerin kızıyla evlendim. Komünizmin ne olduğunu gayet iyi biliyorum. Köy enstitüleri komünist yuvası değildi, diye yanıt verir. Tığlı'nın:

─ Peki, karma eğitim (kız-erkek karışık eğitim) yapılmasından dolayı mı kapatıldı, şeklindeki sorusunu da:

─ Hayır, bütün dünyada okullar karma eğitim yapıyor. Kız erkek beraber okuyor, diye yanıtlar. Bu yanıtlar üzerine Sabri Tığlı:

─ Peki, ya neden kapatıldı, diye sorunca da, Kinyas Kartal:

─ Ben kapattırdım köy enstitülerini, der. Beklemediği bu yanıt üzerine Sabri Tığlı:

─ Nasıl yani, diye sorar. Kinyas Kartal:

─ Bak delikanlı, köy enstitüleri kesinlikle komünist bir uygulama değildi. Köy Enstitüleri, bizim devlet ve yönetim üzerindeki gücümüzü kaldırmaya yönelik, uzun vadeli ve çok akıllı bir uygulamaydı.

Benim Van yöresinde 258 köyüm var. Bu köylerde yaşayanlar devletten çok bana bağlıdırlar. Bana taparlar. Ben ne dersem onu yaparlar. Ne işi varsa bana sorar, evlenecek, boşanacak, askere gide cek, mahkemesi nesi varsa gelir bana danışırdı. Köylülerin devlet kapısındaki işlerini benim adamlarım yapardı. Mektuplarına kadar benim adamlarım yazardı. Ama köy enstitüleri açıldıktan sonra beş köyüme enstitü mezunu öğretmenler geldi. Onlar gelince köylüler, benim gücümden başka güçler de olduğunu öğrendiler ve bana bağlılıktan, benim sözlerimi dinlemekten uzaklaşır oldular.

Yaşadığımız sürece bize bağlı halk üzerinde söz hakkımızın ve etkinliğimizin yok edilmeye kalkışılmasını içimize sindiremedik. Ben düşündüm. 258 köyümün hepsine köy enstitüsü mezunu öğretmen gelirse benim ağalığın ne olur, sıfıra düşer. Böyleyse, benim harekete geçmem gerekir dedim ve doğudaki tüm ağalara telefon ettim. Onları topladım. Bir de batıdan buldum. Eskişehir'den Emin Sazak. Sonra 1950 seçimlerinin olacağı zaman Menderes'le pazarlığa gittik. Ona, "Köy enstitülerini kapatırsan şu gördüğün doğudaki tüm toprak ağalarının ve batıdan Emin Sazak'ın oyları sana. Kapatmazsan oy yok." dedik. Menderes, 1950'de iktidara gelir gelmez köy enstitülerinin temelini sarsmaya başladı. 1954'te de temelli kapattı.

Eğer bu sistem kaldırılmayıp bir on yıl daha sürseydi, hiçbirimiz yoktuk. Halk bizden çok devleti tanıyacaktı, devlete bağlı olacaktı. İşte gerçek neden budur, der.

* * * * *

PAYLAŞIM: “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GURUBU.- Alim Başaran - Öğretmenim Müfettiş Geldi. Öğretmen Dünyası Yayınları. Ankara – 2017.





KÖY ENSTİTÜLERİ: GERÇEK CUMHURİYET YURTTAŞLARI YARATMAK / ALİM BAŞARAN

 

KÖY ENSTİTÜLERİ: GERÇEK CUMHURİYET YURTTAŞLARI YARATMAK / ALİM BAŞARAN

Yeni devletin temel sorunu; halkı yoksulluk ve bilgisizlikten kurtararak, gerçek cumhuriyet yurttaşları yapmaktı.

İşte bunu gerçekleştirebilmek için de zamanın yurtsever Türk eğitimcileri, 1940'lı yılların başında, Türk eğitim tarihinin en özgün, en kapsamlı, en çağdaş eğitim kurumu olan ve azgelişmiş ülkelere de örnek olarak gösterilen Köy Enstitüleri sistemini kurmuşlardı.

Köy Enstitülerinin kuruluş amacı; topluma sevgiyle bağlı, çalışkan, dürüst, becerikli, zorluklara dayanabilen, her türlü engeli yenmesini bilen, tuttuğunu koparan, yaşam koşullarını değiştirebilen, toprağa bağlı, yaşamdan tat alan öğretmenler yetiştirmekti. Bu enstitüler, kızıyla erkeğiyle, öğrencisiyle öğretmeniyle üreterek eğitip öğreten; eğitip öğreterek üreten okullardı.

Bu enstitülerde okuyan öğrenciler, önce kendileri uyandılar, sonra da köylüyü uyandırmaya başladılar.

Cesarettin Ateş adlı öğrencinin Köy Enstitüleri Dergisinde yayımlanan aşağıdaki şiiri buna en iyi örnektir.


YETER

Yüzyıllarca çektin, bitmedi derdin.

Gitmedi alnından çamurlaşan ter.

Sesin duyulmadı, göğsünü gerdin.

Yeter artık bugün çektiğin yeter!

Her sabah yol aldın türkü dilinde.

Tırpan omzunda, orak belinde

Ektin biçtin nasır kaldı elinde.

Yeter eller için ektiğin yeter!

Yazlar geldi orağını biledin.

Biçemedin, bahtım böyledir dedin.

Buğday ektin arpa ekmeği yedin.

Yeter artık arpa yediğin yeter.

On koyunun çoban oldun peşinde.

Baharın da dağda kaldın kışın da.

Boyun eğdin daha küçük yaşında.

Yeter beyim paşam dediğin yeter!"

* * * * * *

PAYLAŞIM: “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GURUBU.- Alim Başaran - Öğretmenim Müfettiş Geldi. Öğretmen Dünyası Yayınları. Ankara – 2017.





İsmail Hakkı Tonguç'a dair bir öykü / Alim Başaran

 

İsmail Hakkı Tonguç'a dair bir öykü / Alim Başaran

Öğretmen okulunda iş dersi öğretmenimiz Musa Okay’ın anlattığı bir öykü: Köy Enstitülerinin kurucusu İ. Hakkı Tonguç İlköğretim Genel Müdürü olduğu 1944 yılında iki arkadaşı ile birlikte bir gün Ilgaz ormanları içinde bir köye gider. Köyün yeni yapılmış çok güzel ilkokulunun önünde durur. Bu sırada yağmur yağmaktadır. Okulun kapısını uzun süre çaldıktan sonra açtırabilirler. Başöğretmen olduğu anlaşılan 45 yaşlarında bir kişi, okulun bugün kapalı olduğunu söyleyerek onlara isteksizce okulu gezdirmeye başlar. Yazı masasının üzerine konmuş bir tasa tavandan su damlamaktadır. Tonguç başöğ retmene sorar:

– Akıyor mu?

– Evet.

– Okulun iş günü kapalı olmasına köylüler bir şey demezler mi?

– Hepten kapatsam daha çok işlerine gelir.

– Çatının akmasına yardımcı olmuyorlar mı?

– Yok. Çankırı Milli Eğitim Müdürlüğüne üç kez yazdım. Yanıt bile vermediler.

– Peki, siz bir şey yapamaz mısınız?

Boz giysili, üstleri başları tozlu çamurlu bu üç kişinin kim olduklarını, ne aradıklarını anlamayan adam terslenir:

– Ben Başöğretmenim, dam aktarıcısı değil, der.

Bu yanıt üzerine Tonguç, top gibi dışarı fırlar, okulun çevresini döner, bahçenin bir köşesine dayanmış bir merdiven ve yapı işlerinden artakalmış birkaç sağlam kiremit görür. Diğerlerinin karışmasına zaman kalmadan, merdiveni duvara dayayıp çatıya çıkar, kırık birkaç kiremidi aşağıya atar, arkadaşlarından sağlamlarını vermelerini ister, onları yerleştirip iner.

Başöğretmen, bu garip kişilerin ne yaptıklarını pencereden seyretmektedir. İçeri girerler. Tonguç adama:

– Dam yine akarsa, bana bildir, Çankırı’ya yazma, ben gelir damı aktarırım, diyerek kartını verir. Adam kartı okuyunca bayılacak gibi olur.”

Ben de, Tonguç’un bu davranışından esinlenerek öğretmene, öğrencilerden birine evlerinden bir keser ya da çekiçle birkaç küçük çivi getirtmesini söyledim. Öğrencilerden biri bir çekiç ve birkaç çivi getirdi. Çekici ve çivileri alıp müdür vekili öğretmenle birlikte okulun bahçesine çıktık. Pencerenin önüne vardık. Öğretmene, kepengi düzgün bir biçimde tutmasını söyledim. Sonra da menteşenin düşen çivisinin yerine yeni bir çivi çaktım. Böylece kepenk düzelmiş oldu. Öğretmene de:

─ Öğretmenim, bundan sonra kepenklerin çivileri düşerse, kaymakamlığa yazı yazmana gerek yok. Bana haber ver. Ben gelip, düşen çivinin yerine yeni bir çivi çakarım, dedim.

* * * * * * *

PAYLAŞIM: “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GURUBU.- Alim Başaran - Öğretmenim Müfettiş Geldi. Öğretmen Dünyası Yayınları. Ankara – 2017.

28 Haziran 2022 Salı

Gönen Köy Enstitüsü Festivali / Devrim Alkaya

 

Gönen Köy Enstitüsü Festivali / Devrim Alkaya

Gönen Köy Enstitüsü festivali için 25-26 Haziran 2022 tarihinde Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği Denizli Temsilciliği ile birlikte Gönendeydik. Gönen'de güzel anılar biriktirdik.

Cumartesi günü tam gün süren panele katıldık. Panelistler köy enstitülerini, okulda geçirdikleri günleri anlattılar. Zaman zaman panelistler ve dinleyenler akan gözyaşlarına engel olamadılar. O günleri yaşayanların anılarını dinlemek çok güzeldi.

Pazar sabahı Serhan Asker'in Gönen Köy Enstitüsü programına katıldık. Serhan Asker ilk mezunları programına konuk etti. 95 yaşındaki koy enstitülü öğretmenlerimizin anlattıkları program konuklarını ve TV karşısındaki izleyicileri duygulandırdı.

Gönen'de Gülgönen Kırsal kalkınma kooperatifi ile karşılaştık. Kooperatifin çalışmaları hakkında bilgi aldık. Karşılıklı fikir alışverişinde bulunduk.

Gül kokan, duvarlarında gül resimleri olan güzel bir Anadolu kasabası Gönen. Köy Enstitüsünün etkisi ilçede hissediliyor, enstitü sonrası öğretmen lisesi ile kültür seviyesi çok yüksek, takım elbiseli ihtiyar delikanlıların dolaştığı, sessiz, sakin, huzurlu bir ilçemiz. Mevcut Belediye Başkanı da Öğretmen lisesi mezunu. Mezun olduğu okulu koruyup kolluyor. O açıdan da Gönen şanslı. Gönen'i mutlaka görmelisiniz.

Köy Enstitusü binalarını şu an üniversite kullanıyor. Çok sayıda iki yıllık yüksekokul programları var. Binalarda duvar resimleri, müze, eski fotoğraflar ile köy enstitüsü ruhu hala yaşatılıyor. Bu açıdan o duvar resimlerini yapan hocayı kutluyorum . Köy enstitüsü zamanından kalan atelyeler icin biraz çaba gerekiyor.

Yatılı okul mezunları için anısal bir niteliği olan geleneksel kuru fasulye yemeği pazar öğle yemeğinde katılımcılara ikram edildi. Hepimiz sıraya geçtik. Yatılı okul günleri tekrar yadedildi.

*Festivale katılan 5 kişilik ekibimizle festival sonrasi Gonen Yunus Emre turbesine Gonen göletine, Eğirdir gölüne ve Kuyucak lavanta köyüne uğradık. Kırsal kalkınma ve kooperatifçilik çalışmalarını Kuyucak'ta yerinde gözlemledik. Kuyucak lavanta köyü kooperatifi, muhtarlığı ve köy sakinleri tebriği hakediyor.

Son söz olarak kırsal kalkınma için, ülkemizin eğitim, bilgi ve üretim kalitesinin arttırılması icin köy enstitüsü ruhunun tekrar diriltilmesi ve tüm okullarda bu ruhla eğitim yapılması gerekiyor. Gönen' de gördüğüm budur.

Doç.Dr. Devrim Alkaya

İnş.Yük.Müh. & Kamu Yöneticisi & Tarımcı

* * * * *

PAYLAŞIM: DEVRİM ALKAYA - “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GURUBU

* * * * * 


MENTEŞESİNİN BİR ÇİVİSİ DÜŞEN PENCERE KEPENGİ VE KÖY ENSTİTÜLERİ / ALİM BAŞARAN

 


MENTEŞESİNİN BİR ÇİVİSİ DÜŞEN PENCERE KEPENGİ VE KÖY ENSTİTÜLERİ / ALİM BAŞARAN

1973'ün aralık ayı sonları... Grup arkadaşlarım Necmi Acar ve Ali Durakoğlu ile birlikte Ağrı'dan Patnos ve Van yönüne gidecek olan otobüse binip yol üzerinde bulunan Dikbıyık köyünde indik.

Dışarıda diz boyu kar ve insanın iliğini, kemiğini titreten bir soğuk var. Hızlı adımlarla okula yaklaşırken gözüm, müdür odasının penceresinin, yana doğru yatmış durumdaki kepengine ilişti. Ahşap kepenk, üst taraftaki menteşeyi tutan çivi koptuğu için yana yatmış tı. Dış kapıyı açarak koridorun sağ tarafında yer alan ve hem müdür hem öğretmen odası olarak kullanılan odaya girdik. Yanmakta olan tezek sobasının etrafına dizilip ısınırken dinlenme zili çaldı.

Öğretmenler de bu odaya geldiler. Dört öğretmen görev yapı yordu bu okulda... Dördü de, daha birkaç yıllık genç öğretmenlerdi. Önce grup başkanımız Necmi Bey, onların hal ve hatırlarını sordu. Sonra da ben:

Okul müdürlüğüne hanginiz bakıyor, diye sordum. İçlerinden biri:

Ben bakıyorum hocam, dedi. Bu yanıtı veren öğretmeni, elinden tutup pencerenin önüne götürdüm. Sonra da menteşesinden bir çivinin düşmesi nedeniyle yana doğru yatmış durumdaki kepengi göstererek:

Şu kepengi görüyor musun, diye sordum. Öğretmen:

Görüyorum hocam, dedi.

Peki, o kepenk niçin yan yatmış, diye sormam üzerine de:

Menteşeyi tutan çivinin başı, çürüyüp koptuğu için, yanıtını verdi. Ben, bu kez de:

Bu kepenk ne zamandan beri böyle yatık vaziyette duru yor, diye sordum. Öğretmen:

Dört beş ay oldu hocam, diye yanıt verdi.

Peki, bu beş aylık sürede bu kepengi düzeltip eski durumuna getirmek için ne yaptın, biçimindeki soruma öğretmen, hiçbir yanıt vermedi. Hemen evrak dolabına koştu. Klasörler arasından birini çekip karıştırmaya başladı. Epey karıştırdıktan sonra ayırdığı üç ayrı resmi yazıyı getirip bana göstererek:

Hocam, işte bakın, bunlar, eğik duran bu kepengin düzeltilmesi için değişik tarihlerde kaymakamlığa yazdığım üç ayrı yazının suretleri. Hâlâ gelip düzeltmedikleri gibi, yazılarıma bir yanıt da vermediler, dedi.

Beklemediğim bu yanıt karşısında güleyim mi, ağlayayım mı, bilemedim. Bu savunması üzerine grup başkanımız Necmi Acar, müdür yetkili öğretmene:

Öğretmenim, bu kadarcık bir iş için kaymakamlığa yazı yazılır mı, diye çıkıştı. Bu çıkışma üzerine öğretmenimiz yine savunmaya geçerek:

Hocam, ilköğretim müdürü Alpaslan Kurtbeyoğlu bize: “Okulunuzda onarım gerektiren bir durum olursa kaymakamlığa yazılı olarak bildirin. Kaymakamlık, isteklerinizi valiliğe bildirir, valilik de bunları onarım programına alıp ihaleye çıkarır. İhaleyi kazanan müteahhit (yüklenici) de gidip gerekli onarımı yapar.” demişti. Ben de bu nedenle durumu kaymakamlığa yazılı olarak bildirdim. Bir yanıt alamayınca da ikinci ve üçüncü yazıları yazmak zorunda kaldım, dedi. Necmi Bey de:

Senin elin keser, çekiç tutmuyor mu? Bir çekiçle bir çivi bulup pekâlâ bu menteşeye bir çivi çakar, kepengi düzeltebilirdin, diyerek eleştirmeyi sürdürdü. Öğretmen bu eleştiriye karşı da kendisini:

Hocam, ben şimdiye kadar elime bir keser ya da çekiç alıp bir yere bir çivi çakmadım. Menteşeye çivi çakmaya kalksam, keseri ya elime vururum ya da ayağıma, diye savundu.

Öğretmenin, kendisini savunmak için söylediği sözler, bana öğretmen okulunda iş dersi öğretmenimiz Musa Okay’ın anlattığı bir öyküyü anımsattı. Karşıya karşıya olduğumuz durumla öğretmenimizin anlattığı öykü birebir örtüşüyordu. Öykü şöyleydi:

Köy Enstitülerinin kurucusu İ. Hakkı Tonguç İlköğretim Genel Müdürü olduğu 1944 yılında iki arkadaşı ile birlikte bir gün Ilgaz ormanları içinde bir köye gider. Köyün yeni yapılmış çok güzel ilkokulunun önünde durur. Bu sırada yağmur yağmaktadır. Okulun kapısını uzun süre çaldıktan sonra açtırabilirler. Başöğretmen olduğu anlaşılan 45 yaşlarında bir kişi, okulun bugün kapalı olduğunu söyleyerek onlara isteksizce okulu gezdirmeye başlar. Yazı masasının üzerine konmuş bir tasa tavandan su damlamaktadır. Tonguç başöğ retmene sorar:

Akıyor mu?

Evet.

Okulun iş günü kapalı olmasına köylüler bir şey demezler mi?

Hepten kapatsam daha çok işlerine gelir.

Çatının akmasına yardımcı olmuyorlar mı?

Yok. Çankırı Milli Eğitim Müdürlüğüne üç kez yazdım. Yanıt bile vermediler.

Peki, siz bir şey yapamaz mısınız?

Boz giysili, üstleri başları tozlu çamurlu bu üç kişinin kim olduklarını, ne aradıklarını anlamayan adam terslenir:

Ben Başöğretmenim, dam aktarıcısı değil, der.

Bu yanıt üzerine Tonguç, top gibi dışarı fırlar, okulun çevresini döner, bahçenin bir köşesine dayanmış bir merdiven ve yapı işlerinden artakalmış birkaç sağlam kiremit görür. Diğerlerinin karışmasına zaman kalmadan, merdiveni duvara dayayıp çatıya çıkar, kırık birkaç kiremidi aşağıya atar, arkadaşlarından sağlamlarını vermelerini ister, onları yerleştirip iner.

Başöğretmen, bu garip kişilerin ne yaptıklarını pencereden seyretmektedir. İçeri girerler. Tonguç adama:

Dam yine akarsa, bana bildir, Çankırı’ya yazma, ben gelir damı aktarırım, diyerek kartını verir. Adam kartı okuyunca bayılacak gibi olur.”

Ben de, Tonguç’un bu davranışından esinlenerek öğretmene, öğrencilerden birine evlerinden bir keser ya da çekiçle birkaç küçük çivi getirtmesini söyledim. Öğrencilerden biri bir çekiç ve birkaç çivi getirdi. Çekici ve çivileri alıp müdür vekili öğretmenle birlikte okulun bahçesine çıktık. Pencerenin önüne vardık. Öğretmene, kepengi düzgün bir biçimde tutmasını söyledim. Sonra da menteşenin düşen çivisinin yerine yeni bir çivi çaktım. Böylece kepenk düzelmiş oldu. Öğretmene de:

Öğretmenim, bundan sonra kepenklerin çivileri düşerse, kaymakamlığa yazı yazmana gerek yok. Bana haber ver. Ben gelip, düşen çivinin yerine yeni bir çivi çakarım, dedim.

***

Şimdi, eğri oturup doğru konuşalım. Bu olayda kusurlu olan, menteşeye bir çivi çakmasını beceremeyen öğretmen mi, yoksa ona bir çivi çakma becerisi kazandırmadan bir köy okuluna gönderen devlet mi?

Siz, kırsal kesim okullarının koşullarına uygun öğretmen yetiştirmek yerine, kent okullarının koşullarına göre, bir başka deyişle “kalem efendisi” yetiştirip Dikbıyık köyü ilkokuluna gönde rirseniz öğretmen de, kepengin menteşesine bir çivi çakamaz ve o bir çivinin çakılması için Kaymakamlığa üç kez yazı yazar.

Oysa bu öğretmenin yerinde Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmen olsa bırakın menteşeye bir çivi çakmayı, gerekirse bu okulun çöken çatısını bile tek başına kaldırıp yeniden yapardı. Çün kü onlar, bunu yapabilecek bilgi ve becerilerle donatılmış olarak köylere gönderiliyorlardı, dedim.

Cumhuriyet kurulduğunda halkın % 80'i köylerde yaşıyor ve ilkel bir tarımla yaşamını sürdürmeye çalışıyordu. Tarıma elverişli toprakların birçoğu işlenemiyor, kullanılanların da bir bölümü ağaların elinde bulunuyordu. Köylülerin % 85'i okuma yazma bilmiyordu. Kişi başına yıllık gelir ortalaması 150 dolardı. Yeni devletin temel sorunu; halkı bu yoksulluk ve bilgisizlikten kurtararak, gerçek cumhuriyet yurttaşları yapmaktı.

İşte bunu gerçekleştirebilmek için de zamanın yurtsever Türk eğitimcileri, 1940'lı yılların başında, Türk eğitim tarihinin en özgün, en kapsamlı, en çağdaş eğitim kurumu olan ve azgelişmiş ülkelere de örnek olarak gösterilen Köy Enstitüleri sistemini kurmuşlardı.

Köy Enstitülerinin kuruluş amacı; topluma sevgiyle bağlı, çalışkan, dürüst, becerikli, zorluklara dayanabilen, her türlü engeli yenmesini bilen, tuttuğunu koparan, yaşam koşullarını değiştirebilen, toprağa bağlı, yaşamdan tat alan öğretmenler yetiştirmekti. Bu enstitüler, kızıyla erkeğiyle, öğrencisiyle öğretmeniyle üreterek eğitip öğreten; eğitip öğreterek üreten okullardı.

Bu enstitülerde okuyan öğrenciler, önce kendileri uyandılar, sonra da köylüyü uyandırmaya başladılar. Cesarettin Ateş adlı öğrencinin Köy Enstitüleri Dergisinde yayımlanan aşağıdaki şiiri buna en iyi örnektir.

YETER

Yüzyıllarca çektin, bitmedi derdin.

Gitmedi alnından çamurlaşan ter.

Sesin duyulmadı, göğsünü gerdin.

Yeter artık bugün çektiğin yeter!

Her sabah yol aldın türkü dilinde.

Tırpan omzunda, orak belinde

Ektin biçtin nasır kaldı elinde.

Yeter eller için ektiğin yeter!

Yazlar geldi orağını biledin.

Biçemedin, bahtım böyledir dedin.

Buğday ektin arpa ekmeği yedin.

Yeter artık arpa yediğin yeter.

On koyunun çoban oldun peşinde.

Baharın da dağda kaldın kışın da.

Boyun eğdin daha küçük yaşında.

Yeter beyim paşam dediğin yeter!"

Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerin giderek çoğalmasıyla huzuru kaçanların başında toprak ağaları geliyordu. Eskişehirli bir toprak ağası olan Emin Sazak, bu okullara neden karşı olduğunu tarihe geçen şu veciz(!) sözüyle dile getirmişti: “Ben bineceğim eşeğin, benden akıllı olmasını istemem.”

Köy Enstitülerine asıl öldürücü darbeyi vuranın, Vanlı toprak ağası Kinyas Kartal olduğunu bizzat kendisinden öğreni yoruz. Şöyle ki, bir dönem Kastamonu milletvekili olan Sabri Tığlı, daha milletvekili olmadan 1958 yılında Milli Gençlik Teşkilatı dele gesi olarak Hindistan'da yapılan bir toplantıya giderken, uçakta Van'ın ünlü toprak ağası Kinyas Kartal'la tanışır. Samimi bir ortamda ona:

Köy enstitüleri komünist yetiştirdiği için mi kapatıldı, diye sorar. Kinyas Ağa bu soruya:

Hayır, beni babam Moskova'da okuttu. Moskova Harp Akademisini bitirdim. Rus ordusunda subaylık yaptım. Bir Rus generalinin balerin kızıyla evlendim. Komünizmin ne olduğunu gayet iyi biliyorum. Köy enstitüleri komünist yuvası değildi, diye yanıt verir. Tığlı'nın:

Peki, karma eğitim (kız-erkek karışık eğitim) yapılma sından dolayı mı kapatıldı, şeklindeki sorusunu da:

Hayır, bütün dünyada okullar karma eğitim yapıyor. Kız erkek beraber okuyor, diye yanıtlar. Bu yanıtlar üzerine Sabri Tığlı:

Peki, ya neden kapatıldı, diye sorunca da, Kinyas Kartal:

Ben kapattırdım köy enstitülerini, der. Beklemediği bu yanıt üzerine Sabri Tığlı:

Nasıl yani, diye sorar. Kinyas Kartal:

Bak delikanlı, köy enstitüleri kesinlikle komünist bir uygulama değildi. Köy Enstitüleri, bizim devlet ve yönetim üzerin deki gücümüzü kaldırmaya yönelik, uzun vadeli ve çok akıllı bir uygulamaydı.

Benim Van yöresinde 258 köyüm var. Bu köylerde yaşayan lar devletten çok bana bağlıdırlar. Bana taparlar. Ben ne dersem onu yaparlar. Ne işi varsa bana sorar, evlenecek, boşanacak, askere gide cek, mahkemesi nesi varsa gelir bana danışırdı. Köylülerin devlet kapısındaki işlerini benim adamlarım yapardı. Mektuplarına kadar benim adamlarım yazardı. Ama köy enstitüleri açıldıktan sonra beş köyüme enstitü mezunu öğretmenler geldi. Onlar gelince köylüler, benim gücümden başka güçler de olduğunu öğrendiler ve bana bağlılıktan, benim sözlerimi dinlemekten uzaklaşır oldular.

Yaşadığımız sürece bize bağlı halk üzerinde söz hakkımızın ve etkinliğimizin yok edilmeye kalkışılmasını içimize sindiremedik. Ben düşündüm. 258 köyümün hepsine köy enstitüsü mezunu öğret men gelirse benim ağalığın ne olur, sıfıra düşer. Böyleyse, benim harekete geçmem gerekir dedim ve doğudaki tüm ağalara telefon ettim. Onları topladım. Bir de batıdan buldum. Eskişehir'den Emin Sazak. Sonra 1950 seçimlerinin olacağı zaman Menderes'le pazarlı ğa gittik. Ona, "Köy enstitülerini kapatırsan şu gördüğün doğudaki tüm toprak ağalarının ve batıdan Emin Sazak'ın oyları sana. Kapat mazsan oy yok." dedik. Menderes, 1950'de iktidara gelir gelmez köy enstitülerinin temelini sarsmaya başladı. 1954'te de temelli kapattı.

Eğer bu sistem kaldırılmayıp bir on yıl daha sürseydi, hiçbiri miz yoktuk. Halk bizden çok devleti tanıyacaktı, devlete bağlı olacaktı. İşte gerçek neden budur, der.

* * * * *

PAYLAŞIM: “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GURUBU.- Alim Başaran - Öğretmenim Müfettiş Geldi. Öğretmen Dünyası Yayınları. Ankara – 2017.

28 YAŞINDA BİR MÜDÜR: ÖMER UZGİL / Erdal Atıcı



28 YAŞINDA BİR MÜDÜR: ÖMER UZGİL / Erdal Atıcı

Bu sabah erken yola düştüm. Bu okul mezunu, bir çok bilimsel Makale ve kitabın yazarı Dr. Niyazi Altunya birlikte Gönen Köy Enstitüsünü gezmek istiyorum. Fakir Baykurt'un "Köy Enstitülü Delikanlı" adlı kitabında uzun uzun söz ettiği sınıfları, işlikleri, gül bahçelerini, sebze bahçelerini görmek istiyorum. Bugün enstitüye giden caddeye İsmail Hakkı Tonguç Caddesi adı verilmiş. Yol kenarına konulan bankların sırt kısmına, enstitüden mezun olmuş ünlülerin adı yazılmış: "Hidayet Karakuş", "Mustafa Gazalcı" Niyazi Hocamın soyadı yanlış yazılmış, "Niyazi Altunkaya" olmuş. "Olsun düzeltilir" deyip geçiyoruz...

Derin bir sessizliğin içine yürüyoruz. Gül bahçeleri yok... Bahçeler kurumuş, ağaçlar kıyıya köşeye saklanmış...

Binlerce yoksul köy çocuğunun yürüdüğü yollardan geçip, ilk toplanma bölgesine geliyoruz. Niyazi Altunya, Sütçüler' de sınavı kazandıktan sonra buraya sözlü sınava gelmiş. Sınava girdikten sonra sonucu buralarda bekledik, diyor. Sonra "sonuçlar açıklandı kazanamayan çocuklar feryat figan ağlayarak köylerine döndü, onu hiç unutamam" diyor. Müdür, Remzi Arifioğlu, "Bakın çocuklar, bu çocuklar yeniden yoksulluğun içine dönüyorlar, siz onların adına da okuyacaksınız" diye bitiriyor, sözlerini..

O zamanın spor salonu, konferans salonu önünde duruyoruz. Önceki gün orada geçen anılarını anlatmıştı Niyazi Abi...

Kapısinda 4A sınıfı yazan bir binanın önündeyiz...

Kuruluş döneminde o binayı çocuklar yapmış. Başlarında 28 yaşında bir müdür var adı: ÖMER UZGİL... Eğitimbaşı Ayhan Karasu... Tarımbaşı Osman Gürkan...

Cumhuriyet; Yücel- Tonguç 28 yaşında bir delikanlıya; Ömer Uzgil'e yani, köy enstitüsü kurma görevi veriyor... Balkanlarda anne ve babasını kaybetmiş Uzgil. Beşiktaş Öksüz yurdunda büyüyor ve eğitim görüyor. Sonra Gazi Terbiye Enstitüsü Resim Bölümünü bitirip öğretmen olarak atanıyor. Gazı Terbiye'de Tonguç'un öğrencisi oluyor. Tonguç tanıdıği ve inandiği ogrencisini hemen Gönen'e gönderiyor... Zıpkın gibi bir müdür. Tam 7 yıl görev yapıyor Gönen'de... Çadırlar kurarak başladıkları enstitü inşaatları bitiyor, aşam okul haline getiriyor. Kıraç topraklara fidan dikilip orman haline getiriliyor. Ovalarda gül bahçeleri yapılıyor. Sabahları gül kokusuna uyanıyor çocuklar...

Kümesler, ahırlar, depolar, yemekhaneler, spor alanları hep bu genç müdür ve çalışma arkadaşları tarafından kuruluyor...

Sonra Niyazi Altunya susuyor, dağlardan gelen ılık rüzgarlar da susuyor.

Ama dünya başka bir yöne doğru dönüyor...

1946'da Yücel Milli Egitim Bakanı olarak göreve atanmıyor, Tonguç İlköğretim Genel Müdürlüğünden alınıp, Talim Terbiye Kuruluna veriliyor... Müdürler görevden alınıyor...

Sonra köy enstitüleri ilkeleri budanıyor. İş eğitimi, gerçek iş eğitimi olmaktan çıkarılıyor. Kitaplar yakılıyor... Demokrasi eğitimi kitabı bilgilere dönüşüyor. Bir süre sürse de enstitülerin havası, sonra onlarda ortadan kaldırılıyor.

Gönen Köy Enstitüsü önündeyiz. Ömer Uzgil'in fotoğraflarına bakıyorum bir yıldıza bakar gibi... Fotoğraflarını çekiyorum bu yazıyı okuyanlarda onu görsünler diye...

Unutulmasınlar diye...

Altunya Hocamın gözleri nemli...

UZGİL, 1947'de tayini Trakyaya yapıldığı için oralara gidiyor. Daha sonra oralarda bir tren kazası sonucunda bu dünyadan ayrılıp gidiyor...

Tarihe önem veren bir ülke olsak, bu adsız kahramanları anıtlar dikerek yaşatırız...

Ama ne yazık ki, olmuyor, yapılamıyor...

Eğitim tarihimizi yaratan bu adsız kahramanları: Ömer Uzgil'i Hürrem Arman'ı, Şerif Tekben'i, Sıtkı Akkay'ı, Ömer Lütfi Dağlar'ı, Süleyman Edip Balkır'ı, Halit Ağanoğlu'nu, Şevket Gedikoğlu'nu ve daha nice müdür, yönetici ve öğretmenleri saygıyla borçluluk duygularımla anıyorum.

Biz derin düşünceler içinde enstitü binaları arasında dolaşırken, kuru fasulye, pilav günü başlamış. Dünün çocukları aynen yıllar öncesinde olduğu gibi sıraya geçmişler bağıra bağıra sohbet ediyorlar...

Niyazi Altunya Hocamla sessizce kuyruğun arkasına giriyoruz...

Erdal Atıcı / 26 Haziran 2022


* * * * *

PAYLAŞIM: Dilek Özdemir, “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GURUBU

* * * * *



27 Haziran 2022 Pazartesi

TONGUÇ MEŞALESİ / Atilla Küçükkayıkcı

 





TONGUÇ MEŞALESİ / Atilla Küçükkayıkcı

Tonguç’un çocukluğu, gençliği, nerdeyse tüm yaşamı Birinci Dünya Savaş'ından İkinci Dünya Savaşına kadar uzanan bir süreçte savaş ve devrimlerin olduğu bir dönemde geçer. İsmail Hakkı bu dönemde kendini tamamen eğitime adar.

* * * * *

İsmail Hakkı Tonguç;

15 yaşında İkinci Meşrutiyetin İlanına (23 Temmuz 1908), 24 yaşında Sovyet Sosyalist Devrimine (7-8 Kasım 1917), 25-26 yaşlarında Alman Donanma ve Sosyalistlerinin Ayaklanmasına (Kasım 1918-Şubat 1919), 27 yaşında ilk TBMM açılışına (23 Nisan 1920), 30 yaşında Türkiye Cumhuriyetinin ilanına (29 Ekim 1923) tanık olacak, 42 yaşında da İlköğretim Genel Müdürlüğü görevine getirilecektir. Tonguç 30-45 yaşları arasında (1923-1938) Cumhuriyet Devrimlerini yoğun bir biçimde yaşayacaktır.

* * * * *

Cumhuriyet devrimlerinin en yoğun olduğu bir dönemde ona verilen görevin ilk adımını Saffet Arıkan ile birlikte, askerliğini çavuş olarak yapmış olan zeki, yetişkin köylüleri, köylerindeki eğitim sorunlarının çözümü için, "Köylü Enstitüleri" diyebileceğimiz Eğitmen Kursları'nda yetiştirmeye başlayarak atacaktır. Kurs ilk olarak Eskişehir Mahmudiye'de başlatılacak(1936), başarılı bulunarak diğer bölgelere de yayılacaktır.

Hemen ertesi yıl bu kursların yanında Köy Enstitülerinin ilk örnekleri (prototip) olan dört Köy Öğretmen Okulu açılacaktır (Eskişehir Çifteler-1937/İzmir Kızılçullu-1937/Kırklareli Kepirtepe-1938/Kastamonu Göl Öğretmen Okulu-1939).

* * * * *

Tonguç, 1947'ye kadar Anadolu'nun 61 ilini, 305 ilçesini ve 9150 köyünü dolaşacak, gerçekci ve doğru kararlar verirken, atılım yaparken bu bilgi, veri, gözlem ve incelemelerinden güç alacaktır. O dönemde bu kadar çok yeri incelemek bir yana, buraları görebilen siyasetçi ve vekil sayısı bile parmakla gösterilecek kadar azdır. O siyasete davet edildiğinde ise bu öneriye gülüp geçecek, geri çevirecektir.

* * * * *

Dört yıllık (1936-1940) ön uygulamalar sonunda, Hasan Ali Yücel'in bakan olmasıyla 17 Nisan 1940 tarihinde, bize özgü, daha önce hiç bir yerde örneği olmayan Köy Enstitüleri doğacaktır.

* * * * *

Köy Enstitüleri en özgün haliyle 1940-1946 yılları arasında uygulanabilecektir. 1946-1954 yılları arasında Yücelsiz ve Tonguçsuz kalan köy enstitülerinin değer ve ilkeleri, bu 8 yıl boyunca sistemli bir erozyona uğratılacak ve 27 Ocak 1954'de kapılarına kilit vurularak, klasik öğretmen okullarına dönüştürülecektir.

* * * * *

İkinci Dünya Savaşı sonunda yanmış, yıkılmış Avrupa’da yersiz yurtsuz ve kimsesiz çocuklar için, 1946’da İsviçre'nin Trogen kentinde bizim köy enstitülerine pek benzer ilk Pestalozzi Okulu açılıp, diğer ülkelerde de buna benzer okullar açılması teşvik edilirken, aynı yılda 1946'dan itibaren yapılan asılsız iftiralarla işbirlikçi sermaye ve büyük toprak sahiplerince uygulanan bir çökertme planıyla Köy Enstitüleri gelişemeden yok edilecektir.

* * * * *

Oysa İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, Köy Enstitüleriyle ülkemizde başlayan "Eğitim Savaşı"nı 1949 yılında UNESCO “Yüzyılın Eğitim Projesi” olarak ilan edecek, Köy Enstitülerini tüm ülkelere örnek gösterecek, ülkemizde ise aynı yıl Köy Enstitülerindeki uygulamalı dersler ve değerler tırpanlanmaya başlanacak, Marşal Yardımları artarak hızlanacak, ilkokullara zorunlu din dersleri konulacak ve 10 ilde hızla imam hatip kursları açılacaktır.

* * * * *

1952' de Isvicre'de 500 bilim insanı ve saygın kuruluşun yayın kurulunu oluşturduğu, evrensel değer ve kişilere yer veren "Pedagoji Ansiklopedisi"nde ilk kez bir Türk eğitbilimciye İsmail Hakkı Tonguç'a özel bir sayfa ayrılacaktır. Yine aynı yıl Türkiye NATO’ya girecek, Atatürk zamanında Amerikalılardan alınan Kızılçullu Köy Enstitüsü binası, işbirlikçi sermaye tarafından NATO binası olarak tekrar Amerikalılara geri verilecektir. Bununla da kalmayacak Tonguç aynı yıl kendi hazırladığı “Öğretmen Ansiklopedisi ve Pedagoji Sözlüğü"nü yazar olarak adını gizleyerek bastırmak zorunda kalacaktır.

* * * * *

Tonguç Köy Enstitülerinde yapılan çalışmaların fotoğraflarını ya kendi çekerek ya da fotoğrafçılık kolundaki çalışma arkadaşlarını ve koy enstitüsü oğrencilerini bu işe yönlendirerek tek tek belgelendirmiştir. Ayrıca oğlu Engin Tonguç’tan tüm yazışmaların, yanıtların, mektupların ikinci nüshalarını ve fotoğraflari sakladığını da öğreniyoruz. Bunun ne kadar yerinde ve doğru bir davranış olduğunu, 1947'de Milli Eğitim Binası yangınında birçok belgenin yok olmasıyla ve köy enstitulerine yapılan suclamalara karşı kanıt niteliği taşımalarıyla daha iyi anlıyoruz. Onun kitapları, yazıları, gözü gibi koruduğu belgeler şimdi hala Ismail Hakkı Tonguç Vakfı Belgeliği'nde tarihe ışık tutmaya devam etmektedir.

* * * * *

19 ay öğrenim, 13 ay eğitim incelemeleri için yurtdışında bulunan, bu amaçla 5 kez yurtdışına çıkan, Bakanlık merkezine geçmeden önce kesintilerle de olsa toplam 8 yıl Eskişehir, Konya, Adana ve Ankara'da öğretmenlik, 9 yıl Bakanlık merkezinde Ders Araç Gereçleri ve Müze Müdürlüğü, Gazi Eğitim Enstitüsü ve Gazi Lisesi'nde yöneticilik, 11 yıl, 1 ay 21 gün İlköğretim Genel Müdürlüğü yapan, 4 yıl görevinden sürgün edilen (Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği, resim öğretmenliği) ve 4 yıl Bakanlık emrinde açığa alınan (1950-1954) Ismail Hakkı Tonguç, toplam 36 yıl boyunca gece gündüz demeden, sağlığını yeterince koruma olanağı bulamadan, Türk eğitimine hizmet vermiştir.

* * * * *

11 Mart 1944 cumartesi günü, birkaç gündür boğaz ağrısı ve ateşten rahatsız olan Tonguçların ikinci oğlu Yalım, yapılan difteri serumuna allerjiden can verecek, Tonguç'un birikmiş bir kuruşu bile olmadığından, Yücel ve Kansu cenaze harcamaları için gerekli olan beş yüz lirayı kendi aralarında temin edeceklerdir.

* * * * *

Türkiye Cumhuriyeti'ne ve Türk halkına borcunu fazlasıyla ödemiş olan Tonguç'a, TC ona olan borcunu ödemek, vefa göstermek bir yana, birçok devrimci aydınımıza yapıldığı gibi onu da cezalandıracaktır..

Ne Yüceli ne Tonguç'u ne de Köy Enstitülerini en düşük değerdeki bir paramızın bir yüzünde bile göremezsiniz. Onlarla ilgili devletin bastırdığı bir anı puluna bile rastlayamazsınız. Ama Amerikan Donanmasının Türkiye’ye yaptığı ilk ziyaret için basılmış pullara rastlayabilirsiniz.

* * * * *

Eğitim-Ögretim/Kültür Bakanı Saffet Arıkan ve ardından gelen Hasan Ali Yücel ile birlikte Köy Enstitülerinin teori ve pratiğinin temellerini atan İsmail Hakkı Tonguç, bu eğitimle o dönemde eğitime en çok gereksinimi olan ve en küçük yerleşim birimleri olarak çoğunluğu oluşturan köyleri hedef almıştır. Ancak uygulanan yol, yöntem ve ilkeler açısından ele alacak olursak bu eğitimle, yerleşim birimlerinin en küçüğünden (köy/mahalle) en büyüğüne (büyükşehir) kadar toplu yaşamın olduğu her yerde bir bütünlük içinde farklı gereksinimlere cevap verecek şekilde hem nitelikli eğitimciler hem de nitelikli çesitli meslek elemanları yetiştirmek mümkündür. Tonguç'un yolundan giderek bu tür bir eğitimde şu yol, yöntem ve ilkeler esas alınmalıdır:

Toplum kendi içinden canlandırılmalı,

-İş ve üretime odaklı olmalı,

-Fırsat ve olanak eşitliği sağlamalı,

-Özgürlükçü, demokratik, laik, karma, bilimsel ilkelere dayalı olmalı,

-İnsan haklarına saygılı olmalı,

-Parasız olmalı,

-Yaparak yaşayarak, kesintisiz bir eğitim olmalı,

-Öğrenciyi merkeze koymalı,

-Doğa ve çevre dostu bir eğitim olmalı,

-Çevresiyle bütünleşebilmeli,

-Emeğe saygı duymalı,

-Her zaman kamu, toplum yararını gözetmeli,

-Kaderciliğe karşı olmalı,

-Teknolojiyi iyi kullanmayı öğretmeli,

-Sanatı, sporu içselleştirebilen, yaratıcılığı geliştiren bir eğitim olmalı,

- Okumayı ve yazmayı sevdiren bir eğitim olmalı,

-Disiplinlerarası bir eğitim uygulanmalı,

-İmece, işbirliği, dayanışma ve küme çalışmasını öne çıkarmalı,

-Önceden belirlenmiş genel ilkeler doğrultusunda, yönetimi özerk olmalı, eğitimin içini yerel eğitimciler ve eğitim görenler birlikte doldurmalı,

-Yerel ekonomiyi canlandırabilmeli,

-Özgün kültürü işlemeli, evrensel değerlere açık olmalı,

-Ülkesini yakından tanıtan, farklılıkları sevdiren bir eğitim olmalı,

-Usta eğitimini önemseyen ve insanın çok yönlü yetişmesini sağlayan bir eğitim olmalı,

-Karakter eğitimine önem vermeli,

-Ve her yerleşkesinde aynı ilke ve yöntemler uygulanmalıdır…

Buna eklenebilecek başka değerler de çıkabilir.

Bu yol, yöntem ve ilkeler ışığında kurulacak okullar, Tonguç'un vurguladığı gibi birer "İş ve Yaşam Okulu" haline gelecektir. "Kafa, Kalp, Kol" işbirliği içinde "3K Eğitimi" diyebileceğimiz bir eğitimle, beş duyu aracılığıyla edinilen bilgiler bu okullarda hayata geçirilebilecektir.

Tonguç 27 Mayıs'tan sonra hazırlıkları başlayan 1961 Anayasası için ölümüne günler kala eğitim önerilerini sıralamaktan da geri kalmaz.

O tam bir eğitim devrimcisidir.

* * * * *

Tonguç’u iyi tanıyan dostlarından biri olan Süleyman Edip Balkır,

Tonguç’a Kitap” ta onu şu sözcüklerle tanımlar:

Bence Tonguç’a yakışan lakap, DEV ADAM dır….her düşüncesinde, her işinde ölçü çap daima büyüktü.

Çok defa insanın yüzüne bakmazdı. Fakat siz onun gözlerinin içine bakmağı akıl ettiğiniz zaman bunların arkasında çok şefkatli, sevmesini bilen, samimi vefalı, pırlanta gibi kalbini görebilirdiniz. Bir büyük adamda bulunması istenilen her şey onda vardı. Hoşgörürlük tarafının sınırı yoktu. Kişisel eksikliklerin derecesi ne olursa olsun düzeleceğine inanır; düzelmesi için de sonuna kadar beklemesini bilirdi. Danışmayı, araştırmayı çok severdi. Tutumunun her zaman iyiye doğruya yönelmesindeki özelliği bir bilim adamı gibi davranışında aramalıdır. Sevgisi çok engindi fakat kini de derindi. Bu millete, bu milletin çeşitli çıkarına zarar verdiği toplumca anlaşılan bilinen insanları affetmezliği ölçü tutmaz ağırlıkta idi…”

Yine aynı kitapta, İsviçre’nin tanınmış tarihçisi Alfred Rufer'in İsviçre’de yazdığı gazete köşesinde:

Bu adamın saygı uyandıran, iri yarı güçlü beden yapısını çelikten enerjisini ne geceli gündüzlü yorucu çalışmaları ne yaş ne de uğradığı saldırışlar ve suçlandırmalar yıkabilmiştir. Zekası, canlı kaldı. Mizahı kuvvetlidir, iyinin sonunda yeneceğine sarsılmaz bir inanç besler. Alçakgönüllülük başlıca vasfıdır. Benimle konuşurken kendisinin Türkiye eğitimini kurduğunu düzene soktuğunu bir tek sözle olsun belirtmedi.” sözleri yer almıştır.

* * * * *

Hasan Ali Yücel, “Türk Eğitiminin Pestalozzisi” dediği Tonguç’u şöyle tanımlar:

" Eğitim konusunda iki gruba ayrılıyordu düşünler o zaman: Bir yanda pratikte çok güçlü, ama düşün temeli zayıf Satı Bey, öbür yanda Durkheim'i tutan Gökalp, yalnız dünle kalan Gökalp. Hakkı büyük adamdı, bu ikisinin sentezi, yaşama geçirilişi köy enstitüleri oldu."

* * * * *

23 Haziran 1960’da aramızdan ayrılırken emanet edilen "Tonguç Meşalesi" o günden bugüne yanmaya devam ediyor, hiç sönmedi, sönmeyecek de…

Köy Enstitülerine emeği geçenlerin ışıkları hiç sönmesin.

Hepsine binlerce minnet ve saygıyla…

* * * * *

Tonguç, ilk yapıtının çıktığı 1927’den, son yapıtının yayınlandığı 1960 yılına kadar, bir yandan okur, bir yandan da yazar.

İşte onun 33 yılda yazdığı eserler:

1. ELİŞLERİ REHBERİ (1927 Arap harfleri ile - İLK YAPITI )

2. MUALLİM ALMANAĞI (1928)

3. MUALLİM YILLIĞI (1929)

4. MÜREBBİNİN RUHU VE MUALLİM YETİŞTİRME MESELESİ (1931, Kerschensteiner'den çeviri)

5. İLK, ORTA VE MUALLİM MEKTEPLERİNDE RESİM, ELİŞLERİ VE SANAT TERBİYESİ (1932)

6. İŞ VE MESLEK TERBİYESİ (1933)

7. KERSCHENSTEİNER (Çeviri-1933)

8. ALMANYA MAARİFİ (Ortak-1934)

9. KÖYDE EĞİTİM (1938)

10. CANLANDIRILACAK KÖY (1938,1939, 1947)

11. İLKOKUL ÖĞRETMENLERİ İÇİN YAPTIRILACAK EVLER (1944)

12. İLKÖĞRETİM KAVRAMI (1946)

13. EĞİTİM YOLU İLE CANLANDIRILACAK KÖY(1947).

14. İŞ EĞİTİMİ İLKELERİNE GÖRE HAZIRLANMIŞ ÖĞRETMEN ANSİKLOPEDİSİ (1949)

15. RESİM İŞ DERSLERİ (1951)

16. ÖĞRETMEN ANSİKLOPEDİSİ VE PEDAGOJİ SÖZLÜĞÜ (1952)

17. PESTALOZZİ ÇOCUKLAR KÖYÜ (1960 - SON YAPITI)

* * * * *

Ölümünden sonra yayınlananlar:

18) PESTALOZZİ VE DEVRİM (1962, F. GÜNDÜZALP, M. RAUF İNAN İLE BİRLİKTE ÇEVİRİ),

19. MEKTUPLARLA KÖY ENSTİTÜSÜ YILLARI(1976)

20) KİTAPLAŞMAMIŞ YAZILARI (2 Cilt KEÇEV-2000)

23 Haziran 2022

#atillak

https://atillakucukkayikci.blogspot.com/

* * * * *

PAYLAŞIM: Dilek Özdemir - “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GURUBU