30 Nisan 2022 Cumartesi

KÖY ENSTİTÜLERİ / Özbek İNCEBAYRAKTAR

 

KÖY ENSTİTÜLERİ / Özbek İNCEBAYRAKTAR

Gökçeada (İmroz) Atatürk İlköğretmen Okulu'nun Okul Müdürü Özbek İncebayraktar'ın köy enstitüleri hakkındaki şiiri Yarının Türkiyesi 'ne olan umudumuzu da anlatır.(Selahattin Yıldırancan).

KÖY ENSTİTÜLERİ

Onlar,

Köy çocuklarıydı.

Kurumuş çalılar gibiydiler bozkırda.

Kavrulmuş ekinler gibiydiler.

Geldiler,

Yalın ayakları

Ve

Yırtık mintanlarıyla geldiler,

Gönen’e, Aksu’ya, Kepirtepe’ye.

Ezilmiş, sömürülmüş, horlanmış

Ve

Unutulmuştular bin yıldır.

Ferhat oldular,

Yardılar İdris Dağını.

Gürül gürül akıttılar suyunu,

Hasanoğlan’a.

Köroğlu oldular,

Kafa tuttular Bolu Beylerine.

Yıktılar saltanatını ağaların.

Tolstoy’u Balzac’ı okudular koyun güderken.

Mozart’ı, Bethoven’i çaldılar dağ başlarında.

Moliere’i, Sophokles’i oynadılar.

Horon teptiler Beşikdüzü’nde kol kola.

Halay çektiler Yıldızeli’nde türkülerle.

Diz vurdular Ortaklar’da efece...

Siz,

Her gece,

Mehtaba çıkarken Heybeli’de,

Onlar,

Duvar ördüler,

Çatı çattılar.

Yıldızlara bakarak yaz geceleri,

Harman yerlerinde yattılar.

Kazma salladılar yorulmadan.

Kerpiç döktüler

Kerpiç.

Sızlanmadılar hiç.

Yakıştı nasırlı ellerine,

Kitap ve çekiç.

Başladı yurt harmanında imece...

Bir gece,

Karanlık inlerinden sinsice,

Brütüsler çıktı ansızın.

Çektiler zehirli hançerlerini,

Vurdular sırtlarından haince...

Çıktı mağaralarından yarasalar,

Çıktı halk düşmanları,

Üşüştü sülükler gibi üstümüze.

Emdiler kanımızı,

Doymadılar.

Yıktılar umudunu Türkiyemin.

Aydınlık bir Türkiye gelir aklıma,

Kalkınmış bir Türkiye gelir,

Köy Enstitüleri denince.

Özbek İNCEBAYRAKTAR

* * * * * * * * * * * * * * * * *

KAYNAK: Selahattin Yıldırancan , “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GURUBU

* * * * * * * * * * * * * * * * *
Köy Enstitüleri eğitim ve öğretim ilkelerini bir yandan işe, bir yandan da memleket gerçeklerine, bu arada Anadolu'da Hititler'den beri yaşaya gelmiş verimli bir geleneğe, imeceye dayıyordu. O kadar ki, şimdi düşünüyoruz da, Köy Enstitülerine eğitim imeceleri denseymiş, belki bu kurumların özelliği halka daha iyi anlatılırmış diyoruz. İnsanların, hele yoksulların dağılmaya bereketli topraklarda bile kısırlaşmaya mahkum iş güçlerini birleştirmek, teklerin uzun zamanda, kaygılar, kuşkular içinde, asık yüz ve aç gözle yapacağını, çokluğun birbirini hızlandırıp çoşturan yüzlerce kolu, kafasıyla en kısa zamanda, güvenle türkü söyler gibi yapmak, Köy Enstitülerinin gerçekleştirmek istediği, yer yer, zaman zaman gerçekleştirdiği buydu; bozkırların kaderini değiştirebilecek duruma bununla geldiler; kuruluş yıllarının o görülmedik hızı, dirilten, yeşerten soluğu, dağ delen Ferhatlığı, yaşama ve çalışma sevinci bundan geliyordu.

Kaynak: Sabahattin Eyupoğlu / Köy Enstitüleri Üzerine – Cumhuriyet Gazetesi Kültür Kitapları, Nisan – 1999

http://girgin-huseyin.blogspot.com/2022/06/imece-sabahattin-eyuboglu.html

25 Nisan 2022 Pazartesi

Köy Enstitülü anne ve babanın çocuğu olmaktan gurur duyuyorum / Yasemin Ünüvar ZENGİN





Köy Enstitülü anne ve babanın çocuğu olmaktan gurur duyuyorum / Yasemin Ünüvar ZENGİN

Köy Enstitülü anne ve babanın çocuğu olmaktan gurur duyuyorum…Soldaki fotoğrafta ayakta sol başta,babam Mustafa Ünüvar Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünde , sağdaki fotoğrafta sağda oturan annem ,Türkan (Dincel)Ünüvar Gönen Köy Enstitüsünde …. Onlar bu yurdun aydınlık yüzleriydiler.Nur içinde yatsınlar Aydınlanma ışığı sönmeyecek…

* * * * * * * * * * * * * * *
KAYNAK: YASEMİN ÜNÜVAR ZENGİN - “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GURUBU.

20 Nisan 2022 Çarşamba

Eğitimci Kemal Ateş'le Köy Enstitülerine dair bir söyleşi / ERCAN DOLAPÇI


Eğitimci Kemal Ateş'le Köy Enstitülerine dair bir söyleşi / ERCAN DOLAPÇI

Yazar Kemal Ateş: Köy Enstitüleri şampiyon yetiştirdi

Bu başarı tesadüf değildi. Eğer bu enstitüler kapanmasaydı, spor Anadolu’da çok yaygınlaşacak ve şaha kalkacaktı. Çok daha büyük şampiyonlar yetişecekti’

ERCAN DOLAPÇI

Aydınlık yazarı edebiyatçı Kemal Ateş’in son romanı “Sessiz Şampiyon”da, İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsünde okuyan Ahmet Bilek’in okuldan olimpiyat şampiyonluğuna uzanan yaşam öyküsü anlatılıyor. Bu romanla Enstitülerin sporcu yetiştirdiğini de öğreniyoruz. Çok kişinin üzerinde durmadığı bir konu. Edebiyatçıları ve yazarları bilirdik de bunları bilmezdik. Kemal Ateş ile bu konuyu konuştuk. Enstitülere farklı bir yerden baktık.

Bir eğitimci olan Ateş’e ilk sorumuz, bugün nüfusun bir hayli azaldığı köylerde Köy Enstitülerinin tekrar kurulup kurulamayacağı şeklinde oldu.

Kemal Ateş: Haklısınız bugün köylerde nüfus bir hayli azaldı. Tabii önce köyü ıslah etmek lazım. Eski Başbakanlarımızdan Bülent Ecevit’in 1970’lerde “Köy Kent Projesi” vardı. O hayata geçseydi, onun üstüne de bir eğitim oturtulurdu. Köyler bir araya getirilir, kasaba havasına ulaştırılsaydı başka olurdu. Onun projesini hayata geçirmek, derli toplu hale getirmek gerekirdi. Böylece köylünün kentle bağını kurabilirdik. Bugün bu bağı sağlamak gerekir. Köyler öğretmensiz. Taşıma eğitim bir ihtiyaçtan doğdu ancak köyler boşaldı. Köyle irtibatı olan biriyim. 6 ay köyde 6 ay şehirde oturan insan var. Köylünün bir ayağı artık şehirde. Köyü ıslah etmek gerekir.

MODELİ ŞEHİRLERE AKTARABİLİRİZ

  • Bu modeli şehirlere nasıl taşırız?

Köy Enstitüleri modeli neydi, özünde ne vardı ona bakmak gerekir. Köy olsun ya da olmasın, Köy Enstitüleri ölse de ölmese de ne yapmak istediğine baktığımızda, eğitimde her zaman yollar ve yöntemlerin var olduğunu görürüz. Öyle bir eğitim anlayışı var ki bugün de geçerli. Şehirde de geçerli bir eğitim anlayışı var.

Bir köy enstitüsü yerleşkesi düşünelim: Enstitüde seslere bir kulak verdiğimizde duyacağınız sesler traktör sesi, kazma kürek sesi, horoz-tavuk sesi, bir yandan da akordiyon sesi, mandolin sesi, zil sesi, tiyatro replikleri duyabilirsiniz. Bunların yan yana geldiği bir eğitim ortamı olmalı. Bu modele şehirlinin de köylünün de ihtiyacı var. Tavuk hastalığını öncelikle köylü üretici bilmeli. Oralarda ne öğretiliyordu, iyi verim öğretiliyordu. Köyde insan azaldı ama tavuktan, koyundan, kuzudan vazgeçemeyiz. Bunların en iyisi nasıl elde edilir, sırf alfabeyi öğreten değil bu konularda da ışık tutan insan yetiştiriyordu enstitüler. Yaparak, görerek uygulamayı esas alan eğitim kurumuydu. Öğretmeni aynı zamanda zanaatla da donatıyordu. Köyün nüfusunun azalması Köy Enstitülerindeki felsefesinin öldüğü, yaşayamayacağı anlamına gelmez.

  • Bugün nasıl uygularız, nasıl yararlanırız?

Bugün edebiyat programı hazırlayacaksanız, enstitülerdeki edebiyat programını önünüze koymanız gerekir. Size ilham verecek şeyler var. Edebiyat programı amacını o kadar güzel belirlemişler ki, şehirliler için de örnek alarak bir program hazırlarsınız. Türkçe programları da öyle... Beden eğitimi programını incelesinler, öyle incelikler düşünülmüş ki, öyle bir öğretmen yetiştirelim denmiş ki; köyde ezik durmasın, doğa koşullarına uygun öğretmen yetiştirelim ki her yerde, zorluklarda görev yapsın, öğrenci yetiştirsin, denmiş. Öğretmenin geldiği yere neşe getirmesi istenmiş. Bunları örnek alıp bugüne uyarlarsınız.

  • Köy Enstitülerini şehirlere taşırsak, burada endüstri meslek liseleri buna uygun olur mu?

Sanat okullarında kültür zayıf. Enstitülerde edebiyat ve Türkçe dersleri çok güçlüydü. Bugün sanat okullarına Köy Enstitüleri ruhu verilerek geliştirilebilir. Programları incelesinler, eğitim kurumlarına ilham verecek çok şey var.

SPOR ŞAHA KALKARDI

  • Son romanınızda Köy Enstitüsünde yetişmiş ve olimpiyatlara kadar yükselmiş başarılı bir yaşamın öyküsü var. Bu kahramanı nasıl ortaya çıkardınız?

Ben Köy Enstitülerinde okumadım, yaşım da uygun değil zaten. Ancak oradan yetişmiş çok kıymetli isimlerle tanışma olanağı buldum. Çok kıymetli ve yetenekli insanlar yetiştirilmiş. Fakir Baykurt ve Mahmut Makal ilk tanıdığım yazar dostlarımdı. Fakir Baykurt’un yaşamını üniversitede ilk kez yüksek lisans tezi olarak ele alan insan oldum. 1978 yılında Fakir Baykurtların üniversite kürsülerinde ismi anılmazdı. Fakir Baykurt’un o dönem evine gittim geldim. Yakından tanıdım. Rastlantı değil onların yetişmeleri... Dertlerini çok güzel anlatıyorlar. Meramını anlatamayan, yazamayan bir köy enstitülüye rastlamadım.

Köy Enstitülerinin spor konusu pek araştırılmadı ve yazılmadı. Bunu “Sessiz Şampiyon” romanım ile doldurmaya çalıştım. Roman kahramanı Ahmet Bilek’in hayatını uzun yıllar araştırdım. Hatta İtalya ve Almanya’ya gittim. Onun hayatından gördüm ki, Enstitüler uzun ömürlü olsaydı Anadolu’da spor şaha kalkacaktı. Dünya çapında başka şampiyonlar da yetişecekti.

Bir kere, Enstitülerde sabah jimnastikle başlıyor. Spora çok önem veriliyor. Basketbol, voleybol sahaları var. Okullar arası karşılaşmalar yapılıyor. Yetenekli öğrenciler seçiliyor. Buralarda güreş takımları çok güçlü. Güreşi bilen birini getiriyorlar, öğrenciye güreş öğretiyorlar. Nasıl sazı öğretmek için Âşık Veysel gibi ozanları getiriyorlarsa, yakın çevreden de güreşçi getiriyorlar. Ahmet Bilek’in Kızılçullu’da ilk öğretmeni İsmail Pehlivan diye biri. Dediğim gibi buralarda güreş çok önemli. Takım olabilecek, yarışmalara katılabilecek gençler yetiştiriyorlar.

Güreşi ele alalım. Ahmet Bilek’in yetişmesi tesadüf mü diye baktım. Tesadüf değil. 1946 yılında Hasan Âli Yücel, Meclis’te yaptığı bir konuşmada, “Köy Enstitülerinde güreşe dikkat edin. Çok önemli şeyler yapılacak” diyor. 1948 yılında Enstitüler arası spor yarışması yapılıyor. Yaşar Doğular, Celal Atikler Kızılçullu’ya geliyorlar. Güreş karşılaşmalarını izliyorlar. Giderlerken ikisi de demeç veriyor. 4-5 güreşçinin adını veriyor. “Üç yıl içinde milli takımda yer alacak gençler var” diyor. Gerçekten de o yarışmada Ahmet Bilek de var. 1950’ye gelindiğinde buralardan yetişmiş 5 güreşçi ulusal takım kampına çağrılıyor. Raif Akbulut, Ahmet Bilek, Ahmet Kozak, Hidayet Atakan, Cahit Temiz mili takıma çağrılıyor. Bunlardan üçü; Ahmet Bilek, Raif Akbulut ve Ahmet Kozak defalarca Türkiye şampiyonu oluyor. Ahmet Bilek ve Raif Akbulut olimpik sporcu oluyorlar. İlk olimpik sporcu Akbulut, daha sonraki süreçte sakatlandı ve hakem olarak görev yaptı, okul müdürü oldu. Ahmet Bilek, 1960 Yaz Olimpiyatlarında altın madalya aldı. Dünya Güreş Şampiyonası'nda 1953 ve 1959'da gümüş madalya, Balkan Şampiyonası'nda 1960 yılında gümüş madalya, Akdeniz Oyunları'nda da 1955 yılında altın madalya kazandı.

Bir örnek daha vereyim: Hidayet Atakan, anlatmıştı. Hasanoğlan Köy Enstitüsünde okurken, okulun güreş takımını, Hacettepe Kulübünün Deli Veli adındaki bir yöneticisi kendi kulüpleri Hacettepe adına güreştirmiş. Yani okulun bir kulüp takımı gibi güçlü bir güreş takımı varmış. Sanırım bu Deli Veli, ülkücü çevrelerde iyi bilinen, okul müdürlükleri de yapmış, bizim bildiğimiz Deli Veli olsa gerek.   

İşte Köy Enstitülerinin bir amacı da yerel değeri alıp, önce milli, sonra da evrensel alana sürmek. Güreş de bizim ata sporumuz. Gençler çayırdan alınıyor, sonra da evrensel alanlarda yarışıyor.

OLİMPİYAT ŞAMPİYONU AHMET BİLEK

  • Ahmet Bilek ilginizi nasıl çekti?

Ben de 1960 yılı başlarında güreş yaptım. Bu vesileyle A. Bilek’i tanıdım. Onlar gibi şampiyon olma hayali güden acemilerdik biz. Onu yazmak için hayatının peşine düştüm, yaşadığı yerlerde izlerini sürdüm. Başarısında etkili olan her yere gittim. İtalya ve Almanya’ya kadar gittim. Almanya’da 9 yıl antrenör olarak çalıştı. Takım arkadaşlarıyla, ev sahibiyle, öğrencileriyle konuştum. Ölümünden 50 yıl sonra hayatını roman olarak yazdım. Yaşarken o kadar dostluğumuz yoktu. Ancak aynı salonda, aynı mindere ter döktük, bazen terlerimiz birbirine karışacak kadar yakınlaştık da. Ustamızdı. Aramızda 14 yaş fark vardı. İyi bir güreşçiydi. Serbest ve grekoromen yapan sayılı güreşçilerdendi. Hep beyefendi diye anlatırlar. Sessiz sakin bir insan… Kaza geçirdi, bunalıma girdi ve 1970 yılında Almanya’da 38 yaşında hayata veda etti. Değeri bilinmedi. Minderlerin ilk şampiyon öğretmeniydi. Dünyanın en teknik güreşçilerindendi, bir olimpiyat şampiyonluğunun yanı sıra iki kez dünya ikincisi oldu. Akdeniz Olimpiyatları şampiyonluğu da var.

Ahmet Bilek, köy enstitülerinden yetişmiş ilk ve tek olimpiyat şampiyonudur. Bu okullardan mezun olanlar bile bunu bilmiyorlardı. Konferanslarımda bana aralarından böyle bir şampiyon yetiştiğini bilmediklerini söylediler. Bu başarı tesadüf değildi. Eğer bu enstitüler kapanmasaydı, spor Anadolu’da çok yaygınlaşacak ve şaha kalkacaktı. Çok daha büyük şampiyonlar yetişecekti. Bu yönü de dile getirmek gerekir.

CİNSİYET SÜRGÜNLÜĞÜ

  • Köy Enstitülerinde müzik de önemliydi. Mandolin çalan öğrenci fotoğrafları meşhurdur. Bu alanda önemli isim yetişti mi acaba?

Şimdi müzik konusunda size hemen isimler veremeyeceğim, ayrı bir araştırma konusu bu. Ancak köy enstitülerinde müzik konusunda Prof. Ali Uçan’ın geniş oylumlu bir kitabı var. Şu kadarını söyleyeyim. Mandolin çocuk sazıdır. Köy çocukları mandolini köy enstitüleriyle tanıdı, uygar dünyaya atılan önemli bir adımdır bu çalgının köy çocuklarına ulaşması. 

  • Köy Enstitülerinin kapatılması meselesi hakkında ne dersiniz?

Enstitülerin yıpratılması CHP döneminde başladı, daha doğrusu o zamanki CHP’nin bağrındaki DP demek daha doğru olur bence. Emin Sazak ve Kinyas Kartallar zamanında… Savaş sonrası Amerika’nın güçlenmesiyle muhalefet de buradan güç aldı ve atağa geçti. Demokrat Parti CHP içinden çıktı. 1950 yılında iktidar olduğunda ilk iş Köy Enstitülerini dağıtmak oldu. 1950 ekiminde kızlar ile erkekleri ayırdılar. Büyük bir eğitim faciasıdır bu. “Cinsiyet sürgünlüğü” diyorum ben bu olaya. Bu okullardaki karma eğitime son verdiler. Örneğin “Kızılçullu’da yalnız kızlar okuyacak” dediler. Başka yerlerdeki kızları buraya topladılar. En büyük darbe bu oldu. 1954’te de tümüyle kapattılar. Bir kısmı öğretmen okulu oldu, öğretmen okullarında bir süre köy enstitüsü rüzgârı devam etti. Giderek o rüzgâr da söndü.

* * * * * * * * * * * * 

KAYNAK: ERCAN DOLAPÇI , aydınlık.com.tr, https://www.aydinlik.com.tr/haber/sessiz-sampiyon-romaninin-yazari-kemal-ates-koy-enstituleri-olimpiyat-sampiyonu-sporcu-bile-yetistirdi-311721

15 Nisan 2022 Cuma

KÖY ENSTİTÜLERİ: DEVRİMCİ EĞİTİM İMECESİNİN ADIDIR / YAŞAR ALADAĞ

KÖY ENSTİTÜLERİ:DEVRİMCİ EĞİTİM İMECESİNİN ADIDIR / YAŞAR ALADAĞ

Enstitülerin kuruluşu 17 Nisan 1940 ta kanunlaşmıştı. Mezun verecekleri yıl (1945) Toprak kanunu çıkarılıyordu. Daha önce özel görüşmelerinde Devlet Reisi İnönü , Tonguç'tan Enstitü sayısının (20) den (40) a çıkarılmasını giderek (200.000) tarımcı yetiştirilmesini istiyordu. 

Tüm köklü değişikliklerin gerçekleştirileceği bir ortam hazırlığıydı bu. İlköğretim sorunun yüzde yüz çözüme kavuşturulması on yıllık plana bağlanmıştı. Çağdaş anlamlı eğitimden geçmemiş tek Türk kalmamış olacaktı 1956 ‘da..

Çok kısa sürede (5-6 yıl),YÜZ ON YILDA yetiştirilen öğretmen sayısı aşıldı. (6000 den 26.000'e ulaştı bu sayı) , Okul sayısı da (5 bin) den, (17.000) 'e çıktı. Öğrenci 380 binden, (1,5) milyona ulaştı. (9000) eğitmen, (600) köy sağlıkçısı yetiştirildi.
Egemen güçleri çileden çıkaran hızlı gelişme dönemine girmiştik. Meclisteki toprak ağaları ayaklanmış, iktidar partisi içinde çatlama olmuştu. 

Emin Sazak Ağa «Bütün köylülerin okutulması ne demek? Tehlikeli bir gidiş bu» diyordu. Sonradan bakan olan, Tonguç'un ve yetiştirdiklerinin «bellerini kırmağa» niyetlenen biri Arifiye Köy Enstitüsündeki çalışmaları, öğrencilerin Enstitüyü yönetişlerini, çalışmaları denetleyişlerini görmüş, benzi atarak: «Bütün köylüler böyle uyanırsa , halimiz nice olur Paşam?” demişti İnönü'ye..

1946 da iktidar olanlar, çağdaşlaşmaya giden yolu kapattılar.

BU DEVRİMCİ EĞİTİM İMECESİ SÜRSEYDİ:

1956 da okuma yazma bilmeyen tek kişi kalmayacaktı. Diplomalı tüketiciler yetiştiren, gittikçe ulusun başına dert olan, yetişme çağındaki insanlarımızın kafalarını, ellerini kötürümleştiren bozuk eğitim düzeni tarihe karışacak, insan gücümüzü ülke gereksinimlerine ve kendi, yeteneklerine göre yetiştiren; sağlıklı, laik, ulusal ve çağdaş bir eğitim düzenine kavuşacaktık.
Yabancı eğitim uzmanlarına, deneme okulculuğu oyalamalarına, barış gönüllülerinin yurdumuza gelmesine, «Dört K. cılığa» «kardeş köy» oyunlarına, göstermelik “halk eğitimciliğine” gerek kalmayacak, geri bırakılmış ülkelere bizim uzmanlarımız gidecekti.(Nitekim Tayland'a gitmişti).

Demokrasinin işlemesini engelleyen güçler, etkilerini yitirecek, yurttaşlar bilinçle yönetime katılacaktı.

«Reformlar» diye sayıklanan yapısal yenileşmeyi halkımız gerçekleştirecekti. Planlı programlı, verimli çalışmalarla artan tarımsal gelirimiz tarım kesiminden meslekleşerek yeni alanlara kayan iş gücümüz, başkalarına avuç açmadan sanayileşmemizi sağlayacaktı.
Eğitim kirizmasının hazırladığı ortamda kökleşecek kooperatifçilik tıkır tıkır işleyecek, üreticinin, tüketicinin sömürülmesi sona erecek, artan ulusal gelir daha adilane bölüşülecek, dengeli kalkınma yoluna girilecekti.

Büyük «insan erozyonu» sona erecek, «beyin göçü, emek göçü» diye bir şey görmeyecektik.

Enstitülerle halkın derinlerine iniliyor, onun yüzlerce yıldan beri yarattığı değerler, güzellikler yüze çıkarılıyor, çağdaş kültürle harman ediliyordu. Makas kesmedik, iğne batmadık nakışlar, türküler, oyunlar, sazlar sözler Enstitülerle yurt yüzeyine yayıldı. 

Yaratıcılığımız ulusal kaynaklara açıldı, yazınımız bölge, zümre yazını olmaktan çıkıp ulusal boyutlara kavuştu..
Ana sorunumuz geri kalmışlıktan kurtulma, aklın, bilimin yol göstericiliğiyle çağdaşlaşmadır.

Bunun yolu da devrimci eğitim imecelerinden geçmektedir.
KAYNAK:Mehmet BAŞARAN,Tonguç Yolu;sf.14-17

* * * * * * * * * * * * * 

KAYNAK: YAŞAR ALADAĞ - “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GURUBU


14 Nisan 2022 Perşembe

KÖY ENSTİTÜLERİNDE TARİH VE COĞRAFYA DERSLERİ / Yaşar Aladağ


KÖY ENSTİTÜLERİNDE TARİH VE COĞRAFYA DERSLERİ / Yaşar Aladağ

TARİH DERSLERİ, çevreden başlayarak yakın yurt gezilerine çıkılarak, kazılara katılarak etkin biçimde yapılıyordu. Öğrencileri yakın çevredeki tarihsel eser ve olaylarla ilgilendirip onları inceletmeye özendirmek, tarih bilinci ve kavrayışı kazandırmak, Ulusal tarihimizi ve Kurtuluş Savaşımızı , insanlığın ileri atılımları, önemli savaşları, devrimleri, reform hareketlerini, bunların nedenlerini, ereklerini, koşullarını inceleterek; toplumların tarih içindeki yerini, ''kendi toplumlarının öteki toplumlar içindeki yerini kavratarak bugüne sağlıklı bakmalarına yardımcı olmak hedefleniyordu.Tarihi kişiler, tarihsel anıları olan kişiler enstitüye çağrılarak, anlattıklarından öğrencilerin yararlanması sağlanıyordu.

Tonguç bunu şöyle anlatıyor: "... Köy Enstitülerinde 1946'dan önceki yıllarda bazı ülkücü öğretmenler, tarih öğretiminde oldukça ileri adımlar atmışlardır. Öğrencilere yakın yurdun tarihsel değerlerini tanıtma, onları yurt gezilerine çıkarma, öğrencileri yazılı metinler üzerinde çalıştırma, derste harita, resim ve çeşitli araçlardan yararlanma, yazılı inceleme yapmaya hazırlama gibi yollar izlemişlerdir...”*

Tarih dersleriyle,öğrencinin kendi toplumunun ve çevresindeki ulusların devlet örgütü, ekonomisi ve teknik evrimini, tarihsel olaylarla ilgili kurumların evrimini inceleyerek öğrencilerin bu konularda bilinç kazanmasını sağlamak amaçlanıyordu. Eski uygarlıkları ve sanatları tanıtarak öğrencileri uygarlığa özendirmek gerekiyordu vb. (Program, s. 27)

Tarih dersi ve çalışmaları öğrencilere tarihsel zamanları ve günümüzü doğru kavrama alışkanlığı kazandırmak içindi. Bir tarih yatağı olan Anadolu'nun dört bir yanında kurulan enstitüler, o güne kadar hiçbir okumuşun el sürmediği, tersine yağmaladığı tarihi değerleri korumuşlar, çevrelerine bunu yaymaya çalışmışlardı.

Birinci sınıflara haftada ikişer, üçüncü dördüncü sınıflara birer saat olan COĞRAFYA DERSLERİnin amaçları:

"Öğrenciye kendi çevresinden başlayarak, insan topluluklarının içinde doğup büyüdükleri, doğayla insan arasındaki ve insanla yerküre arasındaki ilişkileri inceleyerek, insanların bulundukları çevreye esir olmadıklarını, daha iyi bir yaşam için elverişli duruma getirilebilecek güçte olduklarını kavratmak. Dünyayı yaşam kaynağı olması yönünden inceleyerek, öğrenciye bu konuda bilinç kazandırmak ve çeşitli ulusların ekonomik, sosyal, politik ve kültürel durumlarını ana hatlarıyla tanıtıp, yaşam düzeylerinin nedenlerini görmek. Ulusların birbirlerine olan gereksinimlerinin ve ortak çıkarlarının bilincine vardırmak. Coğrafya olaylarını öğrenme, tanıma ve okuma alışkanlığı kazandırmak, onlara ülkeyi her gün biraz daha bayındır, verimli, zengin, seçkin bir ülke durumuna getirme ülküsünü aşılamak. Coğrafya konularını işlerken, kendi ülkemizin sorunlarını göz Önünde tutmak, doğal zenginlikleri, tarım ve sanayi ürünlerini, ulaşım olanaklarını incelemek, ülkenin coğrafi konumunu iyi kavratmak..."** olarak belirlenmişti.

Bu amaçlara ulaşmada göz önünde tutulacak ilkeler:

*Öğrenciye gözlem alışkanlığı kazandırılması;

*yurt ve çevre gezileri yaptırarak ülkenin coğrafyasını kavramaları;

*kroki, plan, harita yapma ve kullanma alışkanlığı verilmesi;

*coğrafya dersi çerçevesinde yaratıcı çalışmalara yöneltilmesi,

*Meteorolojik gözlem ve çalışmalar yapılması, bu konudaki halk inanış ve bilgileri incelenerek dayandığı deneylerin enstitülerde kullanılması;

*coğrafya araçlarından en iyi şekilde yararlanılması;

*çeşitli araçlar, coğrafya tabloları ve haritaların bir yerde bulundurulup gösterilmesi.

*Enstitü kitaplığında öğrencilerin kolayca yararlanacağı ve coğrafya konularını içeren kitaplar, özellikle ekonomik coğrafya için özel haritalar bulundurulması.

*Her enstitüde öğrenci emeğiyle yapılacak koleksiyonların (toprak, maden, bitki ağaç vb.) enstitünün belli bir yerinde toplanması.

*Belli bir yere konulacak sabit karatahtaya, her ayın coğrafya olaylarının yazılması vb.

*Öğrencilere, yakın çevre ve yurt gezilerine çıkarılarak ülkeyi, çevreyi yakından tanımaları için gözlem, inceleme gezileri yaptırılması vb,(Program, s. 60)

Enstitüler arası yapıcı ekiplerin gidiş gelişleri, birinci amaçların yanında öğrencilerin ülke coğrafyasını öğrenmelerine başka okullarda olmadığı kadar büyük bir katkı sağlıyordu. Her yıl bir enstitüden ötekine giden yapıcı ekipleri, ayrıca bir yurt gezisine çıkarılarak coğrafyanın her alanıyla ilgili gözlem ve görüş kazanmaları sağlanıyordu. Yalnız enstitüden enstitüye değil, kumanyasını battaniyesini yüklenip öğretmenleri başlarında çevre köylere de yapılan yatılı inceleme gezileri coğrafya amacı da taşırdı.

Hasanoğlan'a giden Çifteler yapıcı ekibinden Abdullah Özkucur, orada işlerini bitirdikten sonra yaptıkları ilginç yurt gezisini anlatıyor anılarında:

Özel bir vagon ayrılmıştı onlar için. Gezi planlarında Kayseri, Sivas, Malatya, Adana, İskenderun vardı; Özkucur kimi yerleri bir yıl önceki gezide görmüştü. İlk durakları Malatya Akçadağ Köy Enstitüsü oldu; bir gece kaldılar orada. Yöreyi gezip tanıdılar.Adana'nın Bahçe ilçesinde de bir gece kalarak Düziçi köy Enstitüsüne vardılar.Dönüşte Adana'dan İskenderun'u geçtiklerinde sanki coğrafya uzmanı olmuşlardı.Hele deniz kıyısı onlar için bulunmaz bir fırsattı. Vapur, kayık, balıkçı tekneleri vb. deniz araçları, İç Anadolu çocukları için ilginçti. Belki içlerinde denizi ilk görenler vardı. Orada kimi sosyal çalışmalara katıldıktan sora Ankara katarına takılmış vagonlarına vardılar... Sarıseki, Payas, Dörtyol, Erzin, Toprakkale, Mustafabeyli, Misis, Ceyhan, Adana gibi birbirinden güzel yurt köşelerini görerek Gülek Boğazın-dan dağların arasına giriyorlar. Tüneller geçiyorlar, dereler tepeler aşıyorlar. Pozantı, Çiftehan, Ulukışla, Niğde derken, karlar altındaki Kayseri'ye ulaştıklarında, Erciyas dağı beyaz bir dev gibi karşılarında yükseliyordu.

Denizi görmeyen Orta Anadolu çocuğu, treni görmeyen Batı Akdeniz çocukları, bu yolla ülkenin coğrafyasını, sosyal ve ekonomik yaşamını tanıma olanağı buluyordu. Gittikleri kaldıkları yerlerde karşılanıp, oranın coğrafyasını inceliyor, tarihi yapıları, fabrika vb. kurumları, sosyo-ekonomik durumu yansıtan kuruluşları görüyorlardı.

KAYNAK: Pakize TÜRKOĞLU,Tonguç ve KöyEnstitüleri,s.285-288

*İ.H. Tonguç, Öğretmen Ansiklopedisi ve Pedagoji Sözlüğü,S.542

**Age,s.487

* * * * * * * * * * * * * 

KAYNAK: Yaşar Aladağ - “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GURUBU


KÖY ENSTİTÜLERİNDE MÜZİK EĞİTİMİ / Yaşar Aladağ




KÖY ENSTİTÜLERİNDE MÜZİK EĞİTİMİ / Yaşar Aladağ

"... Her enstitüde başta radyo olmak üzere gramofon, mandolin, davul zurna, kaval gibi müzik aletlerinin bulunması şarttır. Bunların alınması için hiçbir şey esirgenmemeli.., Çocukların kendi kendilerine kaldıklarında çalıp öğrenecekleri aletler çok sayıda alınmalı ve serbestce dağıtılmalıdır..."*

Atatürk, "Cumhuriyetin temeli kültüre dayanacaktır" demiş, "mü¬ziksiz devrim olmayacağı"nı söylemişti. "Ulusal müziğimizi Batı müziği düzeyine çıkarmak için dört yüz yıl beklenemeyeceği" ni vurgulayarak Ankara'da müzik öğretmeni okulu (Musiki Muallim Mektebi) ve konservatuvar kurdurmuştu.

Ancak öteki alanlarda olduğu gibi okullarda müzik eğitimi de Atatürk'ün özlemindeki işlevini yapamıyordu.Halk ezgilerinden ve kültüründen yararlanmadan, yalnızca Batı kaynaklı şarkılardı okullarda öğretilen. Her biri Schubert'in Serenad'ından düzenlenmiş Güzel Çoban ya da Mozart'ın Türk Marşı gibi parçalardı. Ama bir kültür öğesi olarak halkın kendi müziği yenileşmedikçe Batı kaynaklı öğelerle bağdaşmıyor, kaynaşmıyordu. Kendi ulusal ezgilerimizin yeni ölçülerle düzenlenmesi, eğitimde kullanılması gerekirdi. Bu yapılamadığı için dönemin okul müziği toplumda pek tutmamıştı.

Türkiye'de halk ezgilerinin sağlam öğelerinin eğitimde Batı müziğiyle birlikte kullanılmasına, ulusal müziğimizin yeni tekniklerle geliştirilip güzelleşmesine, çağcıllaşmasına, enstitülerdeki etkin müzik çalışmalarının büyük katkısı olmuştur.

Müzik dersleri ve çalışmaları da kendi iş ortamında yapılıyordu enstitülerde. Kara tahta başında nota ve müzik terimleri ezberletmek yerine, şarkının türkünün doğrudan söyletilmesine geçilip, öğrenciyi etkinleştirerek teknik terimlerin bu yöntemle öğrenilmesi sağlanıyordu. Her öğrenci çalgı kullandığından müzik terimlerinin, notaların öğrenilmesi sorun olmuyordu.

Müzik dinleme elbet bir düzey işi, duygulanım ve hoşlanım işidir. ENSTİTÜLERDE MÜZİĞİN ÖNEMLE ELE ALINMASINDAN AMAÇ, öncelikle bireyin ve topluluğun dolaysız etkinleşmesi, söyleyip çalmasıdır. Duygusal gelişme yönünden, ruh sağlığı yönünden gerekli olan böyle bir etkinleşme, özellikle o yaşlarda yalnızca dinleme yoluyla sağlanamazdı, ya da az sağlanabilirdi. Bu nedenle müzik eğitiminde doğrudan söylemek ve çalmak önde gelmeliydi. Ayrıca öğretmen adaylarının gelecekteki görevleri yönünden bunun önemi daha da yaşamsaldı. Tonguç :

"... Her enstitüde, başta radyo olmak üzere, gramofon, mandolin, ağız armoniği, akordeon, davul zurna, kaval gibî müzik aletlerinin kullanılması şarttır. Bunların alınması için hiçbir şey esirgenmemelidir. Çabuk bozulanların yeniden alınması güç olacağından üç dört adet bulundurmak yolu tutulmalıdır. Çocukların kendi kendilerine kaldıklarında da öğrenebilecekleri müzik aletleri çok sayıda alınmalı, öğrenciye serbestçe dağıtılmalıdır. Her türlü müzik çalışması kurumun her tarafında serbest olmalıdır. Nöbetçi öğrenci grupları işlerini bitirince, bir işten serbest kalan öğrenci kümeleri ya da bireyler, binaların içinde, dışında, tarla kenarında, bahçelerde, ahırlarda, yollarda, gelip gitmelerde bir müzik aleti çalmada ya da söylemede serbest bırakılmalıdır." diyor ve takip ediyordu.**

Bir yerinde demir dövülen, dikiş dikilen, bez dokunan, makine ve tezgâh sesleri gelen enstitülerde, bir yandan bunların hepsini bastıran güzel şarkı ve türkülerin büyülü sesi duyulurdu. Yeni insanın bu kültür zenginlikleriyle yoğrulması isteniyordu.

İKİNCİ AMAÇ İSE halk ezgilerinin enstitüye taşınarak, burada evrensel ritm ve tekniklerle oluşturulup geliştirilmesi, değişmiş, güzelleşmiş olarak öğretmenler aracılığıyla geri gitmesiydi. Müzik yeteneği olan öğrencilerin ve seçkin müzik öğretmenleri ve sanatçıların Yüksek Köy Enstitüsü'nün güzel sanatlar bölümünde toplanması ile bu alandaki çalışmaların akademik ortamı oluşmuştu.Halk kaynağından kopup gelen o ezgiler, toplum yaşamının sözlerini, insanların direncini, başkaldırısını, ya da sevgi ve hoşgörüsünü, eleştirisini söylüyordu müzik diliyle. Enstitülerdeki bilinç düzeyinde ve işlere severek sarılmada elbet bu kültürel etkilerin büyük payı vardı.

Ülkemizin değerli kültür ve sanat adamlarından Ruhi Su'nun görkemli özgün müziğinin, Âşık Veysel'in toprak kokan yanık türkülerinin, şan ustası Aydın Gün'ün, besteci Ahmet Adnan Saygun'un, Faik Canselen'in sanatlarının çimlendiği ortamlardan biri, gönül ve emek verdikleri enstitü çalışmalarıydı kuşkusuz.

Enstitüye çeşitli il ve ilçelerin köylerinden gelen eğitmen ve öğretmen adayları, daha tanışmadan, söyledikleri yöresel türkülerle, bozlaklarla anlıyorlar birbirlerini. İlk günlerden başlayan eğlence toplantılarında herkes bildiğini nazlanmadan söylüyor, oynuyordu; saz çalan varsa çalıyordu. Kimileri hüzünlü ağıraksak, kimileri sevinçli, dirençli kıvrak, ya da sevi öyküleri olan o türküler, Anadolu'nun çeşitli yörelerinden gelen öğrencilerin, ortak yaşam öyküleri gibiydi.

Mandolin öğrenme zorunluluğu yanında, akordeon, keman, piyano, saz, kaval, vb. çalgıları iyi çalan birçok öğrenci yetişti. Her enstitünün iyi düzenlenmiş orkestrası, korosu, kimilerinin bandosu vardı. Ulusal bayramlarda enstitüler alanlara bu etkinlikleriyle girerler, törenlere coşku katarlardı.

KAYNAK: Pakize TÜRKOĞLU,Tonguç ve Enstitüleri,s.309-314

*İ.H. Tonguç, Mektuplarla Köy Enstitüsü Yılları, s. 50.

**age,s.49

* * * * * * * * * *

KAYNAK: Yaşar Aladağ - “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GURUBU


10 Nisan 2022 Pazar

KÖY ENSTİTÜLERİNDE YURTTAŞLIK EĞİTİMİ / Yaşar Aladağ

KÖY ENSTİTÜLERİNDE YURTTAŞLIK EĞİTİMİ / Yaşar Aladağ

Öğrencileri dersliğe kapatarak kuramsal yurttaşlık bilgileri ezberletme yerine, enstitüde çeşitli amaçlarla yapılan çalışmalarda onları görevlendirip etkin duruma getirerek topluma ve kendilerine yararlı yurttaşlar olarak yetiştirmek gerekiyordu. Böylece yurttaşlık bilgilerini iş içinde iş aracılığıyla yaşam içinde kazanmaları sağlanabilirdi.

Orada yönetimin öğrencilerin yetişmesi için gösterdiği özen ve onlara tanınan özgürlük karşısında öğrenciler, çalışkanlıkları, becerileri ve aldıkları sorumluluklarla bilinçli birer birey olmanın örneğini veriyordu.

Programın amaçlarında devletin yurttaşa karşı olan görevleri ağırlıklı olarak yer alıyor."Yurttaşlık bilgilerini kazanan öğrenciye, aile, okul, köy ve kent yaşamının çeşitli alanlarında gerekli gözlem ve incelemeler yaptırılarak, yurttaşlık haklarının öğrenilmesi, öğrencilerin bu haklardan yararlanabilecek ve kendi görevlerini de yapacak bilime ulaşmaları sağlanmalıdır" deniyor (Program, s. 69)

ENSTİTÜLERDE YAŞAMA GEÇİRİLMİŞ KİMİ İLKELER ŞUNLARDI:

Öncelikle ulusal bağımsızlığın anlamına uygun bir ahlak alışkanlığı vermek için bireyler yurduna karşı olan bu görevi yapabilecek bir eğitimden geçmelidir.

Çalışmanın mutluluk kaynağı, tembelliğin yıkım olduğu, her bireyin aynı derecede saygıdeğer görülmesi ve elişi gören emekçilerin topluma hizmetinin kafa ile çalışanlar kadar büyük olduğu.

Başkalarının yaptığı işleri kişisel duygulardan sıyrılarak değerlendirmek, her olayda doğruyu, iyiyi bulmak gerektiği.

Alınan bir işi savsaklamak, eksik yapmak ya da başkasının üstüne yüklemenin çıkarcılık olduğu.

Kişisel yararını topluluğun çıkarından üstün tutanların kurdukları yönetimin ve toplumun yıkılmaya mahkûm olduğu.

Gerçeği olduğu gibi görüp, her yerde ve her zaman doğruluktan ayrılmamak, içtenlikli olmak, başkalarının da ayrılmasına olanak vermemek, doğru ve iyiyi bulduğunu çekinmeden söylemek gerektiği.

Gösteriş ve şarlatanlığın birey ve toplum için öldürücü olduğu.

Gerçeği candan sevmenin, onu her zaman aramanın ve ona gitmenin en büyük başarı ve mutluluk kaynağı olacağı

Sosyal adalet, toplumsal doğruluğun en güzel deyimidir; insanlar için azık kadar gereklidir.

Düzen ve disiplin, doğru olanı yapmak, doğru olana uymak başarının sırrıdır.

Aile toplumun çekirdeğidir. Aileye maddi ve manevi zarar getirecek her türlü hareket, topluma ve insanlığa karşı büyük suçtur.

Herkesin sağlığını koruması doğanın yüklediği bîr görevdir. Kendine bakım, beden, giyim ve eşya temizliği bunun ilk koşuludur. Bedeni güçlendirip güzelleştirecek hareketler yapmak gerekir.

Zevk veren zehirleri kullananlar, kendi yaşamlarını tehlikeye sokarlar, insanlığı ve toplumlarını soysuzlaştırırlar.

Başkalarının başarısına sevinmeye kendimizi alıştırmalıyız: Kıskançlık, ilkelliğin en aldatmaz kanıtıdır. Başarı gösterenlerden daha iyisini yapmaya çalışmak ilerleme kaynağıdır. Birbirine yardım edenler,

iyilik sevenler birlikte yükselirler.

Kendine egemen olmak her çeşit erdemin temelidir. Öfkeyi çabuk geçirmek ve etkisine kapılmamak, olgunluğun göstergesidir. Kin ve öç insanı alçaltır

Büyüklenme bir küçüklüktür. Ahlaklı insan kendini olduğundan fazla görmez.

Söyleneni dinlemek, başkalarının inançlarına saygı göstermek, yapılan yerinde eleştirileri hoş karşılamak toplumsal bir görevdir. Başkalarıyla alay etmek, dedikodu yapmak, ahlakça düşüklüktür.

Geleceği düşünmek ve önlem almak, kendini sevmeyi saymayı, bilgili ve erdemli olmayı amaçlamak mutluluk kaynağıdır.

Güzellik zevki, ahlak duygusunun yardımcısıdır.

Gösteriş ve savurganlık toplum ve birey için yıkıcıdır. Yapıcılık tutum ve artırma ile olur. Cimrilik kötü bir alışkanlıktır.

Sevecenlik ve acıma insanlığın yüksek niteliklerindendir. İnsanları birbirine bağlayıcı bir güçtür vb. (Program, s. 73)

Köy Enstitülerinde bir ahlak ve töre dersi yoktu. Yukardaki yurttaşlık ilkeleri öğrencilere ezberletilmiyordu. Ama bunlar oradaki düzende yaşanıyordu. Öğrenciler bu alışkanlıkları; eleştiri toplantıları, imeceler ve büyükler, küçükler arası ilişkilerde, günlük yaşamın çeşitli etkileri içinde sağlıklı olarak kazanıyordu. Enstitü topluluğu bu yapıda olduğu için öğrenciler böyle yetişiyordu.

* * * * * * * * * * * * * 

KAYNAK:Pakize TÜRKOĞLU,Tonguç ve Köy Enstitüleri,s.280-283 ,

Yaşar Aladağ / / “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GURUBU /

https://www.facebook.com/photo?fbid=2075017796011871&set=gm.4959138010788859



Cumhuriyet bize neler kazandırdı? / Mine Karaca


Cumhuriyet bize neler kazandırdı? / Mine Karaca

Osmanlı son döneminde, sarayda saltanat-şatafat vardı ama, halkın durumu sefaletti. Araştırınız.

29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet sonrası Türkiye’de önemli değişimler nelerdi ve yeni yönetim biçimi bize neler kazandırdı?

Değerli ve ünlü tarihçimiz Prof. Dr. İlber Ortaylı, katıldığı bir panelde Cumhuriyetin kazanımlarını anlatıyor…

Cumhuriyetin kazanımı o kadar çok şey var ki. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar, Kurtuluş Savaşı komutanları, perişan Türkiye’nin sanayi ihtiyacını, okul ve sağlık ihtiyacını gördükleri için bir sürü askerin göze alamayacağı fedakârlığı ve politika değişikliğini yaptılar: Askeri harcamaları kıstılar. Ve Türkiye kapalı köylerde yaşayan bir ülkeyken özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya ticaretine entegre olup bir birikim sağlayabildi.

Ama önemli bir soru şudur: Bu başarıyı sağlayan elemanlarımız nereden çıktı? Okullar, imparatorluktan kalmaydı; Cumhuriyet, üstüne çok iyilerini ilave etti. Mesela Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Ziraat Enstitüsü... Buralardan yeni tip bilginler, yeni entelektüeller çıktı. Onun için Cumhuriyet bir seferberliktir.

Türkiye Batı müziğini eskiden de tanıyordu; bizim kompozitör padişahlarımız bile vardı. Ama onu halka yayan, konservatuvarlar kurup müziğimizi geliştiren Cumhuriyet’tir. Biz bir müddet bunu küçümsedik. Bugün pek çok ülkede Avrupa kentlerinde Türk sopranoları ve baritonları, tenorları görüyorsunuz. Artık müzisyenlerimiz var. Orkestra kurabiliyoruz. Bunlar yoktu.

Biz savaşlarda çok kayıp verdiğimiz için okulu bitiren herkes iş buldu. 1930’ların Avrupa’sı ve Amerika’sı işsizlikten kavruluyordu. Yani dünyada öyle büyük bir işsizlik vardı. Türkiye bunu hissetmedi. Okumuş insan, işsiz kalmadı.

Cumhuriyetin Türk köylüsüne etkisi

Köylü zaten fakirdi. Ama kim ne derse desin Türk köylüsü, Cumhuriyet’ten önceki ezikliğinden, fakirliğinden kurtuldu. Bilhassa II. Dünya Savaşı’ndan sonra...

Ve en mühimi, Cumhuriyet’in getirdiği hukuk sistemidir. Bu, bize hayatı kolaylaştıran bir yaşam biçimi ve modeli sundu.

Cumhuriyet’ten evvel, Türkiye’de kadın hareketlerinde, kadının aydınlanmasında bir atılım vardı. Ancak Cumhuriyet, bu hareketleri yönlendirmeyi, kanunlaştırmayı, sistemleştirmeyi başardı. Kadının toplum hayatındaki yerini, üstelik birçok Batı toplumundan önce kadınlara seçme-seçilme hakkı vererek sağlamlaştırmış olması, Cumhuriyet’in en önemli kazanımlarından biridir.

29 Ekim 1923’ten sonra en hızlı hangi alanlarda ilerledik?

Özellikle de eğitim ve sağlık alanlarında başarılıydık. Cumhuriyet’in ilk yıllarında çok iyi bir öğretmen sınıfı türedi. Kendinden emin, kendine saygısı olan ve başkalarının saygı gösterdiği öğretmenlerdi bunlar... Anadolu’nun her vilayetindeki her lise, İstanbul’daki kadar iyiydi. İster İstanbul’da, Kabataş’ta veya Haydarpaşa’da, ister Konya’da, Erzurum’da okuyun, iyi yetişirdiniz. Teknik lisenin sınavlarını herkes kazanırdı. Ben örneğin, 9. Cumhurbaşkanımız, rahmetli Süleyman Demirel’e, “Efendim, eğer siz bugünkü aynı liselerde okusanız, Teknik Üniversite’yi, bütün zekânıza ve hafızanıza rağmen zor kazanırdınız. Ama o zaman dereceyle kazandınız” demiştim. Çünkü eğitimde bölgeler ve sınıflar arası belirgin bir eşitlik vardı. Abdülbaki Gölpınarlı gibi bir değer, Balıkesir Lisesi’nde hocaydı ve bizim büyük tarihçimiz Halil İnalcık’ı o eğitti. Yani Cumhuriyet, eğitim getirdi.

İkincisi, sağlık getirdi Cumhuriyet. Anadolu, bütün ülkeler gibi hastalıktan kırılıyordu. Sıtma, verem, başka kronik hastalıklar vardı. O milli eğitim ordusunun yanında, sağlık ordusu bunları çok önemli ölçüde halletti. 1930’larda Almanya’dan kaçan Profesör Eckhart, Sağlık Bakanı Refik Saydam’ın talimatıyla bir araştırma, bir tarama yaptı. Şaşırtıcı sonuçlar çıktı. “Beslenme ve bazı hastalıklar sandığımdan daha iyi düzeyde” dedi Eckhart. Yani Türkiye, Cumhuriyet’in daha ilk yıllarında bazı şeyleri başarmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonraki Birleşmiş Milletler programını, okuma-yazma ve sağlık taramalarını beklemeden daha evvel, eğitim ve sağlık gibi önemli konularını çözmüştür.

* * * * * * * * * * * * * *

KAYNAK: Mine Karaca / “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GURUBU / https://www.facebook.com/photo/?fbid=730377451300128&set=gm.4958043597564967

9 Nisan 2022 Cumartesi

KÖY ENSTİTÜLERİNDE MATEMATİK DERSLERİ/PAKİZE TÜRKOĞLU

 

KÖY ENSTİTÜLERİNDE MATEMATİK DERSLERİ/PAKİZE TÜRKOĞLU

Tonguç bir enstitüde dolaştığı sırada, bir odanın telli penceresinden gördükleri ile onu çileden çıktı. Burası bir derslikti. Yeni alınmış cilalı masa ve sandalyelerde uyuklayan öğrenciler, karatahta başında "kare"yi anlatan öğretmeni dinliyordu.

Oysa böyle olmayacağını daha bir iki ay önce eğitmen kursuna geldiğinde anlatmıştı. Yağmurlar bastırıncaya kadar içerde ders yapılmayacaktı. Özellikle matematik vb. dersler için iş alanlarında hazır ortam çoktu. Karatahta başında kuru kuruya ders yapmayı enstitülerine sokmayacaktı. Enstitü sistemi, böylesine edilgen ve yararsız bir ders yapmaya temelden karşı olacaktı.

Müdüre ve yanındakilere dönerek:

-Enstitünün ne demek olduğunu ne müdür, ne yardımcısı ne de maarif müdürü hiçbiriniz anlamamışsınız. Bu iş böyle yürümez. Cehennem gibi sıcak bir yerde, hem de bahçede ölçüp biçilecek, hesaplanacak birçok iş varken bile öğrenciyi bu bunaltıcı yere sokmuşsunuz, matematik öğretiyorsunuz. Öğretmenler iş içinde ders yapmayı öğreninceye kadar kitleyin bu sınıfların kapısını!

Ötekilerden ayrılıp müdürle sınıfa girdi.Öğretmen Sabit bey, metrekareyi öğretmekte olduğunu anlattı.

-Bu dersi dışarda yapsak olmaz mı Sabit Bey, bak öğrenciler uyukluyor..

-Yazı tahtası gerekli ama efendim..

-Onu da alırsınız yanınıza.

İki öğrenci omuzladı taşınabilir yazı tahtasını. Koşarak, arkada yukarda, büyük ağacın altında toplandık. Çevreye tararcasına göz gezdirdi.

-İşiniz çok Talat! dedi müdüre. Ağacın önündeki boşluğun ne olacağını sordu..

-Orası narenciye bahçesi olacak efendim, mimara böyle bilgi verildi, görüp uygun buldu..

-Tamam işte!

Sabit Beye dönerek:

-Buranın ölçümünü yapın, hem de metrekareyi öğretmiş olursunuz.

Sabit Bey biraz tedirgindi. Ama bizim uykumuz dağılmış, terimiz kurumuş, kendimize gelmiştik. Tonguç oracıkta hemen örgütledi bizi. Başkanlar, nöbetçiler, işlikten ip, kazık, keser vb. araçlar almaya gitti. Kalanlar onun çevresinde toplandık; öğretmenimiz yanımızda. Önce toprak ölçüm bilgimizi yokladı.

"Bakın burası narenciye bahçesi olacakmış, sizce kaç dönümlük yer? Bir dönüm ne kadarlık yeri kapsar, kaç metrekare eder? Narenciye fidanları kaç metre arayla dikilir?"

Yaklaşık yanıtlar verdik hepimiz.

Yakınımızda bataklık kurutma çalışması yaptırmakta olan tarım öğretmeni de geldi. Fidanların kaç metre aralıkla dikilmesi gerektiğini anlattı. Sabit Bey ve tarım öğretmeni de bizimle birlikte çalışıyordu. İşlikten gelen sicim yumaklarını verdiler öğrencilere. Tonguç cebinden şerit metresini çıkardı. Bahçe önce dönüm olarak ölçüldü. Bir dönümün köşelerine büyük taşlar konuldu. Sonra bir dönüm üstünde onar metrekareler ve birer metrekareler bulundu. Her fidanın dikileceği yere küçük taşlar konuldu. Kaç fidan dikilmesi gerektiği sayıldı. İpler gerilerek metrekareler yapıldı, köşelerine kazık çakılınca kareler iyice ortaya çıktı, sayıldı. Bu çalışmalar yapılırken işe el sürmeyen öğrenci kalmadı. Herbirimiz bir yanından tutuyorduk.

Tonguç,Tarım öğretmenine:

-Bundan sonra Sabit Beyle birlikte çalışırsınız, birbirinize çok işiniz düşecek; kurutulan bataklığın ölçümünü de yaptırırsınız..

Sabit Beye de:

-Şimdi karatahtada bunların hesabını yaptırıp, ne kadar fidan dikilecek, tarım öğretmenine bildirirsiniz.

Gerçekten de metrekareyi hiç unutmayacak biçimde öğrenmiştik. Ağacın altında hesaplarımızı, çizimlerimizi rahatça yaptık, serinleyerek.

Matematik derslerinde kazanılan işlem yapma ve çözümleme yönteminin çabuk ve doğru olarak günlük işlerde, iş yaşamının sorunlarını çözmede kullanılmasını sağlamak, amaçların başında geliyor. Matematiğin en önemli amacını bu yolla öğrencinin zihin yeteneğini geliştirmek, ona mantık disiplini altında düşünme yeteneği kazandırmak olarak görerek, öğretmenden matematik konularını yaşamın sorunlarına uygulaması isteniyordu. Enstitülerde matematik derslerinin böyle yapılması zorunlu görülüyor. Bu yolla öğrenciler, en basit işlemin bile iş içinde "işe" yaradığını göreceklerdi.

* * * * * * * * * *

Kaynak: Pakize Türkoğlu,Tonguç ve Enstitüleri,İşbank yy,2004,İstanbul,s.275

* * * * * * * * * * * * * * *

KAYNAK: TC Yaşar Aladağ / "KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GURUBU

https://www.facebook.com/groups/691168624252507/?multi_permalinks=4951183688250958%2C4953522851350375%2C4951195398249787%2C4954454927923834%2C4954705894565404&notif_id=1649413134304567&notif_t=group_highlights&ref=notif