14 Nisan 2022 Perşembe

KÖY ENSTİTÜLERİNDE MÜZİK EĞİTİMİ / Yaşar Aladağ




KÖY ENSTİTÜLERİNDE MÜZİK EĞİTİMİ / Yaşar Aladağ

"... Her enstitüde başta radyo olmak üzere gramofon, mandolin, davul zurna, kaval gibi müzik aletlerinin bulunması şarttır. Bunların alınması için hiçbir şey esirgenmemeli.., Çocukların kendi kendilerine kaldıklarında çalıp öğrenecekleri aletler çok sayıda alınmalı ve serbestce dağıtılmalıdır..."*

Atatürk, "Cumhuriyetin temeli kültüre dayanacaktır" demiş, "mü¬ziksiz devrim olmayacağı"nı söylemişti. "Ulusal müziğimizi Batı müziği düzeyine çıkarmak için dört yüz yıl beklenemeyeceği" ni vurgulayarak Ankara'da müzik öğretmeni okulu (Musiki Muallim Mektebi) ve konservatuvar kurdurmuştu.

Ancak öteki alanlarda olduğu gibi okullarda müzik eğitimi de Atatürk'ün özlemindeki işlevini yapamıyordu.Halk ezgilerinden ve kültüründen yararlanmadan, yalnızca Batı kaynaklı şarkılardı okullarda öğretilen. Her biri Schubert'in Serenad'ından düzenlenmiş Güzel Çoban ya da Mozart'ın Türk Marşı gibi parçalardı. Ama bir kültür öğesi olarak halkın kendi müziği yenileşmedikçe Batı kaynaklı öğelerle bağdaşmıyor, kaynaşmıyordu. Kendi ulusal ezgilerimizin yeni ölçülerle düzenlenmesi, eğitimde kullanılması gerekirdi. Bu yapılamadığı için dönemin okul müziği toplumda pek tutmamıştı.

Türkiye'de halk ezgilerinin sağlam öğelerinin eğitimde Batı müziğiyle birlikte kullanılmasına, ulusal müziğimizin yeni tekniklerle geliştirilip güzelleşmesine, çağcıllaşmasına, enstitülerdeki etkin müzik çalışmalarının büyük katkısı olmuştur.

Müzik dersleri ve çalışmaları da kendi iş ortamında yapılıyordu enstitülerde. Kara tahta başında nota ve müzik terimleri ezberletmek yerine, şarkının türkünün doğrudan söyletilmesine geçilip, öğrenciyi etkinleştirerek teknik terimlerin bu yöntemle öğrenilmesi sağlanıyordu. Her öğrenci çalgı kullandığından müzik terimlerinin, notaların öğrenilmesi sorun olmuyordu.

Müzik dinleme elbet bir düzey işi, duygulanım ve hoşlanım işidir. ENSTİTÜLERDE MÜZİĞİN ÖNEMLE ELE ALINMASINDAN AMAÇ, öncelikle bireyin ve topluluğun dolaysız etkinleşmesi, söyleyip çalmasıdır. Duygusal gelişme yönünden, ruh sağlığı yönünden gerekli olan böyle bir etkinleşme, özellikle o yaşlarda yalnızca dinleme yoluyla sağlanamazdı, ya da az sağlanabilirdi. Bu nedenle müzik eğitiminde doğrudan söylemek ve çalmak önde gelmeliydi. Ayrıca öğretmen adaylarının gelecekteki görevleri yönünden bunun önemi daha da yaşamsaldı. Tonguç :

"... Her enstitüde, başta radyo olmak üzere, gramofon, mandolin, ağız armoniği, akordeon, davul zurna, kaval gibî müzik aletlerinin kullanılması şarttır. Bunların alınması için hiçbir şey esirgenmemelidir. Çabuk bozulanların yeniden alınması güç olacağından üç dört adet bulundurmak yolu tutulmalıdır. Çocukların kendi kendilerine kaldıklarında da öğrenebilecekleri müzik aletleri çok sayıda alınmalı, öğrenciye serbestçe dağıtılmalıdır. Her türlü müzik çalışması kurumun her tarafında serbest olmalıdır. Nöbetçi öğrenci grupları işlerini bitirince, bir işten serbest kalan öğrenci kümeleri ya da bireyler, binaların içinde, dışında, tarla kenarında, bahçelerde, ahırlarda, yollarda, gelip gitmelerde bir müzik aleti çalmada ya da söylemede serbest bırakılmalıdır." diyor ve takip ediyordu.**

Bir yerinde demir dövülen, dikiş dikilen, bez dokunan, makine ve tezgâh sesleri gelen enstitülerde, bir yandan bunların hepsini bastıran güzel şarkı ve türkülerin büyülü sesi duyulurdu. Yeni insanın bu kültür zenginlikleriyle yoğrulması isteniyordu.

İKİNCİ AMAÇ İSE halk ezgilerinin enstitüye taşınarak, burada evrensel ritm ve tekniklerle oluşturulup geliştirilmesi, değişmiş, güzelleşmiş olarak öğretmenler aracılığıyla geri gitmesiydi. Müzik yeteneği olan öğrencilerin ve seçkin müzik öğretmenleri ve sanatçıların Yüksek Köy Enstitüsü'nün güzel sanatlar bölümünde toplanması ile bu alandaki çalışmaların akademik ortamı oluşmuştu.Halk kaynağından kopup gelen o ezgiler, toplum yaşamının sözlerini, insanların direncini, başkaldırısını, ya da sevgi ve hoşgörüsünü, eleştirisini söylüyordu müzik diliyle. Enstitülerdeki bilinç düzeyinde ve işlere severek sarılmada elbet bu kültürel etkilerin büyük payı vardı.

Ülkemizin değerli kültür ve sanat adamlarından Ruhi Su'nun görkemli özgün müziğinin, Âşık Veysel'in toprak kokan yanık türkülerinin, şan ustası Aydın Gün'ün, besteci Ahmet Adnan Saygun'un, Faik Canselen'in sanatlarının çimlendiği ortamlardan biri, gönül ve emek verdikleri enstitü çalışmalarıydı kuşkusuz.

Enstitüye çeşitli il ve ilçelerin köylerinden gelen eğitmen ve öğretmen adayları, daha tanışmadan, söyledikleri yöresel türkülerle, bozlaklarla anlıyorlar birbirlerini. İlk günlerden başlayan eğlence toplantılarında herkes bildiğini nazlanmadan söylüyor, oynuyordu; saz çalan varsa çalıyordu. Kimileri hüzünlü ağıraksak, kimileri sevinçli, dirençli kıvrak, ya da sevi öyküleri olan o türküler, Anadolu'nun çeşitli yörelerinden gelen öğrencilerin, ortak yaşam öyküleri gibiydi.

Mandolin öğrenme zorunluluğu yanında, akordeon, keman, piyano, saz, kaval, vb. çalgıları iyi çalan birçok öğrenci yetişti. Her enstitünün iyi düzenlenmiş orkestrası, korosu, kimilerinin bandosu vardı. Ulusal bayramlarda enstitüler alanlara bu etkinlikleriyle girerler, törenlere coşku katarlardı.

KAYNAK: Pakize TÜRKOĞLU,Tonguç ve Enstitüleri,s.309-314

*İ.H. Tonguç, Mektuplarla Köy Enstitüsü Yılları, s. 50.

**age,s.49

* * * * * * * * * *

KAYNAK: Yaşar Aladağ - “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” FACEBOOK GURUBU


Hiç yorum yok: