25 Kasım 2022 Cuma

ÇOBAN / Ercüment Beşli


ÇOBAN / Ercüment Beşli

Oturdu çimene bağdaş kurdu, sırtını da yosun tutmuş bir kayaya dayadı kaya sırtını hafif üşüttü. Elindeki gürgen sopayla toprağı eşelerken dalgındı,koyunların boyunlarındaki çıngıraklar gelişigüzel tıngırdıyor ama dağ başındaki sessizliği ve yalnızlığı bozan ahenkli bir nağmeye dönüşüyordu.

Koyunlar’ın bir derdi yok ne de olsa karınları doyunca ahıra gidecekler diye düşündü sessiz çoban.Karınları doyup ahıra da varınca onlardan daha mutlu kim olabilirdi.Oysa ben öylemiyim karnım doyup evime gittiğimde koyunlarım kadar mutlu olabilirmiyim,evlenecek çoluk çocuk sahibi olacağım ,yaşım ilerledikçe bu işi daha ne kadar ve nasıl yapacağım,bu toz toprağın ,bu koyun gübresi kokusu içinde mi yaşayacağım hep diye düşünürken gürgen sopası toprağı eşelemeyi durdurdu sessiz çobanın.

Kalktı belini doğrulttu dizleri üzerinde birkaç kez yaylandı gözlerini, çatlamış ince parmaklarıyla oğuşturdu ileri daha ileri ufkun ötesine baktı durdu gürgen sopasını olanca gücüyle fırlattı koyunlarıyla dahi vedalaşmadan kararlı adımlarla hızla yürümeye başladı.

Dere -tepeyi, tozlu toprak yolları aşarak ve herbir kaygı ve düşünceyi arkada bırakarak kutlu yürüyüşünü Ladik-Akpınarda tamamladı.Yürüyüşe başladığı yerde birkaç kez ona havlayıp itiraz eden köpeği aklına geldi biraz ağlamaklı oldu .Ne anne babası ne kardeşleri ne de başka birşey vardı aklında.Ladik-Akpınar yazısını okudu okulun girişinde aynı kararlılıkla içeri daldı.O bir Köy Enstitülü idi ve hiçbirşey onu oradan alamayacaktı.

20 Kasım 2016 tarihinde öğle saatlerinde Havza’nın sokak hoparlörlerinden bir ses yankılandı.Süleyman,Ercüment,Servet,Levent ve Bülent BEŞLİ ‘nin babaları emekli öğretmen İzzet BEŞLİ…

Hepimizin bir hayat hikayesi vardır bizimki de bu.Şimdi olsaydı da onu daha çok dinleseydim,okul anılarını not etseydim,bir çocuk gibi elbiselerini koklasaydım çok özledim onları huysuzluğunu bile.

* * * * * * * * * *

KAYNAK: Ercüment Beşli, “Köy Enstitüleri Yeniden1/Köy Enstitüleri Yeniden2” Facebook Gurubu


24 Kasım 2022 Perşembe

AYDINLIK TÜRKİYE PROJESİ: KÖY ENSTİTÜLERİ / Nurettin Sökmen

 

AYDINLIK TÜRKİYE PROJESİ: KÖY ENSTİTÜLERİ / Nurettin Sökmen

Köy Enstitülerinin temeli, bundan tam 76 yıl önce, 17 Nisan 1938’de kurulan Köy Öğretmen Okulu ile atıldı. İki yıl sonra köy şartları düşünülerek Köy Enstitüsü adı verilen bu eğitim kurumlarına, köyden yetişen ve köy mekteplerinde okuyan çocuklar alındı. Kısa sürede Türkiye’nin 21 ayrı yerinde yapılan okullarla geliştirildi.

Bu okullar içinde yalnızca İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü’nün binası hazırdı. Diğerlerinin başlangıçta bir binası yoktu. Okula alınan çocuklar önceleri çadırlarda yatıp kalkıyor, açık hava dershanelerinde ders görüyor; öğretmen ve idareciler hazineden devredilen arazilere kendi okullarını ve ek binaları olan yatakhane, atölye gibi kısımları kendi ürettikleri tuğla ve kireçle inşa ediyorlardı. Köy Enstitülerinin yapılmasında, arazilerin hazineden devri dışında devletin hiçbir katkısı yoktu; enstitüler arasında bir yardımlaşma vardı. Yeni bir enstitüde inşaat yapılırken, bir diğerinden oraya yardım ekibi gönderilirdi. Kendi çapında geliri olan her bir enstitü, döner sermaye ile idare edilirdi. Sahip oldukları arazilerde yaptıkları bağ, bahçe ve meyvelikten toplanan ürünleri satar; öğrencilerin yiyecek ihtiyacını ve öğretim görevlileri ve hizmetlilerinin ödeneklerini bu gelirden karşılarlardı.

Yılın 12 ayında açık olan Köy Enstitüleri’nde kesintisiz olarak beş yıllık bir eğitim sistemi vardı. Ancak dini bayramlarda bir hafta izin verilirdi. Bir fabrikada olduğu gibi vardiya halinde eğitim öğretim, zanaat, ziraat ve iş eğitimi veriliyordu. Okulun sınıf ve şubeleri bu iş yerlerinde başlarında usta öğretici veya öğretmenleri ile günlük veya haftalık sıra ile çalışırdı. Okulun öğretim sistemi, bir köy halkının ihtiyacı olan çalışma alanlarını kapsardı. Erkekler için zanaat dalında demircilik, yapıcılık, marangozluk, motorculuk ve ziraat işlerinde ziraat aletleri, bakımı, meyvecilik, sebze yetiştirme, hayvancılık, arı yetiştirme; kızlar için de halıcılık, dikiş ve nakış vb. zanaat dalları öğretilirdi. Sağlık eğitiminde de köyün ihtiyacı göz önüne alınırdı. Kasabadan, şehirden uzak olan bir köy için tüm gereken araştırma, inceleme ve bilgiler üzerinde çalışılırdı. Enstitü kelimesinin anlamı ise araştırma ve inceleme anlamına gelmektedir.

KÖY ENSTİTÜLERİ NASIL KURULDU?

Yıl 1933. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun onuncu yıl dönümüdür. Rahmetli Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin Onuncu Yıldönümü Nutkunu verdikten sonra, zamanın Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’a Harf İnkılâbının nasıl gittiğini sorar. Milletin ve halkın yeni Lâtin harflerini öğrenip öğrenmediğine karşı alakasını öğrenmek ister.

Türklerin ilk Müslümanlığı kabul ettikleri Büyük Selçuklu Devleti’nden beri Arap harfleri ile okuyup yazdıklarından yeni yazıyı hemen benimseyememişlerdi. Öte yandan Arap harflerinin yazımı ve okunmasında da birtakım zorluklar olduğu için köy kesiminde olan milletin çoğu cahil kaldığını da biliyorlardı. Altı yüzyıllık Osmanlı Devleti zamanında ünlü âlimler yetişmiş olmasına rağmen Arap harflerinden ayrı kalmamışlardı. Halkın çoğu Kur’an-ı Kerim okumaktan öteye geçemeyen halk cahil kalmıştı. Kuran harfleri dışında Lâtin harflerini de kabullenmemişlerdi. Kurtuluş Savaşı sonrası Cumhuriyet kurulduktan sonra Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk buna da el attı. İlmin hızlandırılmasında çareyi harf devriminde buldu. 1928 yılında bir kanunla Lâtin alfabesine geçilerek ilk öğretmenliğini de kendisi üstlendi. Bu tarihten beş sene sonra yani Cumhuriyetin onuncu yıl dönümü olan 1933 yılına kadar millette bir değişiklik ve ilerleme yoktu. Millet hala Arap harfleri ile okuyup, yazıyordu. Askere giden gençlere de asker ocağında subaylar Lâtin harfleri ile okuma yazma öğreniyorlardı. İşte bu nedenle M. Kemal Atatürk, Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’dan Harf İnkılâbının hızlandırılmasını ve çare bulunmasını ister.

Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, İlköğretim Genel müdürü İsmail Hakkı Tonguç Bey’i çağırarak Atatürk’ün direktiflerini İsmail Hakkı Tonguç’a aktarıp gereğinin yapılmasını ister. İsmail Hakkı Tonguç da Eskişehir İlköğretim Şube Müdürü olan Ferid Oğuz Bayır ile birlikte ilk anda Ankara Köylerinde, halkın devrime karşı ilgisini öğrenmek üzere incelemeye çıkar. O gün akşama kadar birkaç köy inceledikten sonra, son bir köye doğru yola koyulurlar. Yolda kendilerine tahsis edilen, savaştan kalma araç arıza yapar. Saffet Arıkan şoföre aracın tamiri ile ilgilenmesini, kendilerinin yürüyerek köye doğru gideceklerini, araç onarılır onarılmaz arkalarından gelmesini söyler. Bu üç arkadaş yaya olarak köye yaklaşırken, köy kenarında 6-7 kadar çocuğun hızlı, hızlı ve bağıra, bağıra münakaşa ettiklerini görürler. Çocukların yanlarına yaklaşarak neden kavga ettiklerini sorarlar. Çocuklardan birisi yanıtlar “Amca biz kavga etmiyoruz.” der. Saffet Arıkan “Peki kavga etmiyorsunuz da neden böyle bağırarak konuşuyorsunuz?” diye sorar. Diğer bir çocuk elindeki kâğıdı göstererek: “Amca biz A-B-C öğreniyoruz” der. Saffet Arıkan “Nedir o bakayım…” deyip uzanınca, çocuk elinde 28 Lâtin harfin yazılı olduğu kâğıdı verir. Kâğıdı eline Alan Milli Eğitim Bakanı inceler şaşkınlıkla. Üç devlet adamının ilgisini daha çok çeker bu durum.

İsmail Hakkı Tonguç, çocuklara sorar “Kim öğretiyor bu A-B-C’yi size?” Çocuklar da “Köyümüze askerden yeni terhis olmuş bir çavuş emmi geldi. Her gün bizi, köy çocuklarını köy odasında topluyor, orada bize A-B-C öğretiyor.” derler. Bu söz üzerine Milli Eğitim bakanı Saffet Arıkan, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ve Şube Müdürü Ferid Oğuz Bayır sevinerek birbirlerine bakarlar ve “çözümün yolunu bulduk” der ve arabaları gelince hemen Ankara’ya dönerek Cumhurbaşkanı Atatürk’e bu edindikleri bilgileri rapor ederler.

Bu rapor incelendikten sonra, orduya bir emir çıkarılarak, orduda çavuş, onbaşı olanlara daha sıkı bir eğitime tabi tutulur. Latin harfleri ile okuyup yazmaları sağlanır. 1935 – 1936 yılından itibaren askerden terhis olan çavuş ve onbaşıları köylerine döndükten sonra, tekrar toplayıp 6 – 7 ay kadar belirli merkezlerde toplayıp okul çağına giren çocuklara öğretmenlik yapacak şekilde kursa tabi tutulurlar. Manisa Horozköy, Balıkesir Savaştepe, Eskişehir Çifteler olmak üzere üç merkezde eğitim verilmiştir. Öğretmenlik kuralları öğretilir. Ellerine de birer üç yıllık öğretim kılavuzu verilerek, tekrar köylerine gönderilirler. Bu askerler aynı zamanda birer meslek sahibi de olmuşlardır ve köylerinde çocukları öğretmeye ve eğitmeye başlarlar. Ve bunlara da eğitmen adı verilir. En çok 40 – 50 çocuk kayıt yaparak ellerindeki eğitim kılavuzuna göre öğretim yaparak hiç sınıfta bırakmadan üç öğretim yılı sonunda mezun ederlerdi. Ellerindeki öğretim rehberi, birinci yıl, ikinci yıl ve üçüncü yıl kılavuzu şeklinde düzenlenmiş rehberlerdi. Buna göre her sınıfın kılavuzu ayrı idi. Bu eğitmenlerden çok değerli nesil de yetişmiştir.

Bu eğitmenlerin yetiştirdiği veya diğer beş yıllık köy ilkokullarından mezun olan çocuklardan seçilenler ya da istekli olanlar, 1938 yılında Köy Öğretmen Okulu adı altında İzmir Kızılçullu Köyü’nde açılan okula öğrenci olarak alındı. Köye yönelik öğretmen yetiştirmeye başlanmıştı. Köyden gelen bu çocuklar, okulda yabancılık çekmesin diye okul faaliyetleri hep iş eğitimi üzerine kurulmuştu.

Zamanın Milli Eğitim Bakanı ve İsmail Hakkı Tonguç’un da teklifi üzerine 17 Nisan 1940 yılında çıkarılan bir kanunla adı KÖY ENSTİTÜSÜ’ne çevrildi. Bu Köy Enstitülerinde eğitim ve öğretim yaz ve kış kesintisiz beş yıldı. Bir lise muadili ayarından da ileriydi. Bu Köy Enstitülerinde hem eğitmen hem de her yönü ile köylerin sorununu çözecek teknisyen yetiştiriliyordu. Bu okullar kısa zamanda Türkiye çapında 21 ilde kurulmuştu. Yeni bir köy enstitüsü kurulurken, daha önce kurulan okulun öğrencileri, başlarında usta öğreticiler ve öğretmenlerin nezaretinde gelip, yeni kurulacak olan okulun derslikleri, yatakhane ve yemekhane gibi binaları da kısa zamanda inşa edilirdi.

Köy Enstitülerine de öğretmen yetiştirmek amacı ile Ankara Hasanoğlan’da Yüksek köy Enstitüsü (Üniversitesi)’de kurulmuştu. Türkiye’de kurulan bu Köy Enstitüsü sistemi, kısa zamanda ününü yurt dışına da taşırmış, dış ülkelerden de bu okulları incelemek üzere gelmişlerdi. Kurulan okulların her birini ayrı, ayrı gezip görmüşler ve kendi ülkelerinde de benzerini kurup tatbikatını yapmışlardır. Amerikalı eğitim profesörü Kate V. Wofford kendi ülkesine döndüğünde, Türkiye’deki bu okul hakkında 600 – 700 sayfalık bir rapor hazırlamıştır. Orta Amerika’da Meksika’da Köycülük adıyla uygulamaya uygulanmıştır. İkinci Dünya Savaşından sonra kurulan İsrail’de, Türkiye’den giden Yahudiler vasıtası ile bu sistem aynen uygulanıp bugünkü gelişmişliğe ulaşması sağlanmıştır.

Yurt köşesinde tarımsal değeri olmayan, burada yaşanmaz, kır ve çöl diye bilinen yerler, geniş bozkırlar Köy Enstitülerine birer yerleşim yeri olarak seçilmiş ve bağışlanmıştı. Böyle yerlere köylerden gelen öğrenciler, öğretmenler ve ustabaşları ile birlikte gece ve gündüz demeden çalışmaları sonucu devletin beş kuruş bir yardımı olmaksızın derslikler, yatakhaneler, mutfak ve yemekhaneler, atölyeler inşa edilerek birer kurum ve belde haline gelmişlerdir. Bir taraftan da bu arazilerde ürün, sebze yetiştirmek için artezyen ve kuyu kazdırılarak toprakları verimli hale getirilmiştir. Tesislerin aydınlatması için çay ve derelerden kanal açıp yüksekçe yerden akarsular akıtılarak elektrik dinamolarının çalışması sağlanmıştır. Ağaçsız alanlara meyve ağaçları dikilip yetiştirilmiştir. Step yerlerde akasya ağaçları ile yeşillendirilmiştir. Bu çalışmalar ile köylünün ve sıradan insanların neleri başarabileceği örneklenerek eğitimin ve emeğin önemi ortaya çıkmıştır.

Bu köy çocukları, geleceğin köy öğretmenleri, tarlada, kümeste, ahırda, işlikte, bina yapımında ve bina çatısında, arıcılık, motorculuk ve demircilik işlerinde, laboratuvarda, kitaplıkta, revirde, elektrik santralinde, yol yapımında, tuğla., kiremit ve kireç yapımında, bağ ve bahçe yetiştirmekte, yemekhane ve mutfak işlerinde, okulun genel temizliği ve gece ve gündüz nöbet işlerinde, edebiyat, müzik ve kültür hizmetlerinde varlığını ortaya koyarak özverisini ortaya koyarak çalışmaktaydı.

Bu kıraç yerlerde derslikten, atölyeye, ahırdan, sinemaya dek Türkiye’nin 21 Köy Enstitüsü’nde yüzlerce bina, bu köy çocuklarının ellerinden çıkmıştı. 7 – 8 km. uzaklıktan içme suyu, tarla – bahçe sulama suyu, elektrik türbinlerini çevirecek tazyikli suyollarını çapa ve kürekle açarak Enstitülerin bulunduğu yerleşkelere getirmişlerdi. Ahırlarında yetiştirdikleri cins sığırların ürünlerini, yine kendileri değerlendirip tüketiyorlardı. Köy Enstitüsüne gelen çocuklar, geride köylerinde bıraktıkları bu değerleri, okullarında görünce de hiç yabancılık çekmemişlerdi.

Köy Enstitülerinde tam bir eşitlik ve demokrasi sistemi vardı. Sınıflar ilerledikçe, okul idaresi, öğretmen ve müdür ile bir görev taksimi vardı. Her on beş günde bir son sınıflardan bir okul başkanı 4 şubeden birer namzet çıkar, bu namzet içinden bir kişi de bütün sınıf ve okul oyu ile Okul Başkanı seçilirdi. On beş gün içinde okul idaresinde ve toplantılarda sözü geçerdi. Okulu, okul müdürü, nöbetçi öğretmen, okul başkanı birlikte yönetirlerdi. Okula kayıt olup da mezun olmadık öğrenci yoktu. Her öğrenci kendi yeteneğine göre birer meslek sahibi olurdu.

Köy Enstitülerinde öğrenciler, birlikte üretiyor, birlikte tüketiyor, birlikte horon çekip, zeybek oyunu, harmandalı oynayıp, birlikte türkü söyleyip, sıkıntı ve güzellikleri birlikte yaşıyorlardı. Böylelikle ulusal duyguda birlikte güçleniyorlardı. Sabah erken kalkılır, milli oyunlar oynanıp, yarım saat sabah mütalaası yapılır, arkasından sabah kahvaltısı ve okul önünde içtima yapılır. Okul başkanlığı idaresinde iş taksimi yapılarak dersliklere, atölyelere, ziraat ve sanat yerlerine gidilirdi. Bu çalışmalar ile bulunduğu okulların civarındaki köy halkına da örnek olunurdu.

Köy Enstitüsünden mezun olup da atandığı köyde öğretmen neler yapmıyordu ki? Okulda gündüz öğrenci yetiştirdiği gibi, gecede 15 yaşından yukarı cahil kalmış, okul yüzü görmemişlere gece okulu açıp onları yetiştiriyordu. Köy odası, tuvalet, yol, su gibi umumi işlerde imece yolu ile köyün muhtarı ile bu işleri de yaptırıyordu. Köyde meyve ağacı aşıcılığı da öğretiyor, Köy Enstitüsünde aldığı her eğitimi gittiği köyde de uyguluyordu. Görev yaptığı köyün halkı, emeğin önemini, sömürünün ahlâk dışı olduğunu, herkesin kendi çapında birer ağa olduğunu her yeri geldiğinde söylüyordu. Köylüyü bu yönde aydınlatmaya çalışıyordu. Bunun içinde köy kahvesinde konuşuyor, köy odasında köylüye kitaplar okuyor, köye gazeteler, kitaplar getirtiyordu. Ayrıca edebiyata yönelip içlerinden dünya çapında tanınan yazarlar da çıkmıştır. Bunlar hep birer mefkureci muallimler idi.

Köy Enstitüsü’nden yetişenlerin bu çalışmaları yüzünden doğunun ağaları, Ege’nin çiftlik sahipleri birleşerek, memleketi yükseltecek ve milleti yetiştirecek bu değerli müesseseleri siyasi baskı ve kara bir komünist damgası ile TBMM’yi de etkileri altına alarak kapattırdılar. Oysa o tarihlerde bu Köy Enstitülerini incelemeye gelip kendileri uygulayan ülkeler bugün dünya çapında ileri durumdadırlar. Bizde kapatılan Köy Enstitüleri, Birleşmiş Milletler Örgütü tarafından, geri ülkelere model olarak önerilmiş ve bu ülkeler çok daha başarılı sonuçlar sağlamışlardır. Yıllar sonra bu ülkelere gidip de bilgi almaya çalışan yöneticilerimize, verdikleri cevap. “ Bu sistemi biz sizden aldık.” Sözünü duyunca çok şaşırmışlardır. Köy Enstitüsü’nü kuranlardan Büyük eğitimci Tonguç Baba’nın, enstitülere tuttuğu ışık içerisinde en önemli ışık “üretmeden tüketmek en büyük ayıptır” sözünde saklıdır. Kıydılar bütün dünya ülkelerinin takdir edip, bizden alarak uyguladıkları güzelim okullarına… O günün menfaat düşkünü siyasetçileri kıydılar bu devrim yuvalarına.

Köy Enstitüleri kapanmasa idi yurt çapında kısa sürede okulsuz köy ve okuma yazma bilmeyen yurttaşımız kalmayacaktı. Yatılı ve yatısız bölge okulları ile 16 – 17 yaşına kadar sürdürülen eğitim sistemi çözülmüş olurdu. Mesleki ve teknik öğretimle işsiz insan kalmayacaktı. Bugünkü ikili ve üçlü eğitim diye bir sorun olmayacaktı. Taşımacılık sisteminde dolmuşa verilen para öğretmene verilseydi, köyden kasabaya öğrenci taşınmayacaktı. Bugünkü tekniğe uygun sistemle çalışarak daha ileri seviyelere gelinirdi. İlkellikten kurtulup, çağdaş ve uygar toplumlar arasında veya önünde olacaktık. Bugün sağlık, eğitim, işsizlik, terör, çevre tahribatı gibi sorunlar olmayacaktı. Köy Enstitüleri kapatılmasa idi, Türkiye bugünkü durumun çok daha üstünde olurdu.

http://www.kolektomani.com/aydinlik-turkiye-projesi-koy.../

#İsmailHakkıTonguç #KöyEnstitüleri #HasanAliYücel #SaffetArıkan #GaziMustafaKemalATATÜRK #Gazi #MustafaKemal #MustafaKemalATATÜRK #Atatürk #SözünSözümüzdür #YolunYolumuzdur #MemleketinHalleri

* * * * * * * * * * * *

KAYNAK: Nurettin Sökmen, “ KÖY ENSTİTÜLERİ “ Facebook Gurubu

* * * * * * * * * * * *

22 Kasım 2022 Salı

10/06/1947" "Aksu Köy Enstitüsü açık hava yemek hanesinden bir görünüş / İsmail Önel

 

İsmail Önel: "10/06/1947" 

"Aksu Köy Enstitüsü açık hava yemek hanesinden bir görünüş.".....

Paylaşım için torunu Cihangir Şenol'a teşekkür ederiz.

* * * * * * * * * * *

PAYLAŞIM: İsmail Önel, “ YK Köy Enstitülüler Derneği Türkiye “ Facebook Gurubu

* * * * * * * * * * *

21 Kasım 2022 Pazartesi

ESKİŞEHİR,ÇİFTELER KÖY ENSTİTÜSÜ MÜDÜRÜ RAUF İNAN'IN, OKULA KABUL EDİLECEK ÖĞRENCİLERE YAZDIĞI MEKTUP


ESKİŞEHİR,ÇİFTELER KÖY ENSTİTÜSÜ MÜDÜRÜ RAUF İNAN'IN, OKULA KABUL EDİLECEK ÖĞRENCİLERE YAZDIĞI MEKTUP:

T.C.
ESKİŞEHİR-ÇİFTELER
KÖY ENSTİTÜSÜ ve EĞİTMEN KURSU
M Ü D Ü R L Ü Ğ Ü

Sayın ……………
Oğlum:
Enstitümüze talebe olarak seçildin. Sana müjdeler ve kutlarım. Enstitümüzde hem okumanı, tahsilini ilerletecek, hem de ileri usüllerde Ziraat öğreneceksin.
Bağcılıkta, Sebzecilikte, Arıcılıkta, Tavukçulukta, hayvan bakımında, makine ile ekim, biçim ve harman yapmasında, zahire hazırlamada çalışıp iyice yetişeceksin. Ayrıca bir de sanat elde edeceksin. Dokumacılık, dikiş makinesi kullanmayı, halı dokumacılığını, bisiklet ve motorsiklet binmeyi, mandolin çalmayı da öğrenebileceksin. Burada çok çalışma ve iyi yetişmen için her şey var. Senden yalnız çalışmak. Burada bir yıl Cumhuriyet Bayramı’na kadar çalışacak, ikinci sınıfa geçecek, ondan sonra köyüne izinli gideceksin. Bu mektubu sana hazırlanman için yazıyorum. Ne zaman hareket edeceğini sana ayrıca duyuracağız. Sen o zamana kadar hazırlan, haber gelir gelmez hareket et. Beraberinde şunları getirmen lazımdır.
Nüfus Cüzdanı (yani kafakağıdı)
Köy ilkokulundan alacağın diplomayı
Sureti ilişik taahhüt senedini.
Bu taahhüt senedini kazadaki veya vilayetteki notere yaptıracaksın. Bu hususta zorlukla karşılaşırsan maarif memuruna, vilayette olursan maarif müdürüne başvur. O senin işini yaptırır. Seninle kavuşacağımız günleri sevinerek bekliyorum. Gözlerini öper, anana, babana, komşularına selam gönderirim. Onlara söylersin. Mümkünse beraberinde iki çift çorap, iki mendil, üç fotoğraf getir.
Köy Enstitüsü Müdürü
M.Rauf İnan 

* * * * * * * * * * *

PAYLAŞIM: Mine Karaca, “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” Facebook Gurubu

* * * * * * * * * * *

ATATÜRK’ÜN CUMHURİYETİN ÖĞRETMENLERİNİ YETİŞTİRME MÜCADELESİ VE KÖY MUALLİM MEKTEPLERİ / Serdar ERKAN

 


ATATÜRK’ÜN CUMHURİYETİN ÖĞRETMENLERİNİ YETİŞTİRME MÜCADELESİ VE KÖY MUALLİM MEKTEPLERİ / Serdar ERKAN

MERSİN GÜNEY GAZETESİNDE, GEÇMİŞTE YAYINLANAN ‘YENİ MERSİN’ GAZETESİNİN 1930 LU YIILLARDAKİ BASKILARI YAYINLANIYOR…

24 Ağustos 1938 Tarihli baskısında, Atatürk’ün önerisiyle başlatılan Köy Eğitmen Kurslarının başarılı olmasıyla açılan Köy Öğretmen (Muallim) Okullarının açılışından bahsediyor. Köy Enstitülerinin ön denemesi olan bu okulların da başarılı olması sonucunda 17 Nisan 1940 da Hasan Ali YÜCEL ve İsmail Hakkı TONGUÇ tarafından hazırlanan Köy Enstitüleri yasası TBMM de kabul edilir. Böylece (21+1) Köy Enstitülerinde yaklaşık 18000 öğretmen yetiştirildi.

Türkiye’nin 68 ve 78 yurtsever altın kuşağını yetiştiren Köy Enstitüleri 27 Ocak 1954 tarihinde Demokrat Parti tarafından kapatıldı.

Eğitmen Kurslarından ve Köy Enstitülerine, hizmetlerinden Müdürlerine kadar, tüm emeği geçenlere binlerce teşekkürler..

(Güney Gazetesine geçmiş günlerle ilgili bu yazılı bellek güncellemelerinden çok yararlanıyorum ve kendi adıma bu sayfayı hazırlayanlara çok teşekkür ediyorum).

Serdar ERKAN, 19.11.2022

* * * * * * * * *

PAYLAŞIM: Serdar Erkan, “ YK Köy Enstitülüler Derneği Türkiye “ Facebook Gurubu

* * * * * * * * * 



ATATÜRK SONRASI (1938-1950) / Metin AYDOGAN

 ATATÜRK SONRASI (1938-1950) / Metin AYDOGAN

Kemalist politikanın ödünlerle başlayıp karşı devrimle sonuçlanan uzun bir süreç sonunda uygulamadan kaldırılması, sanıldığı gibi 1950’lerde değil, 11 Kasım 1938’de yani Atatürk’ün ölümüyle birlikte başlamıştır. Bu, öznel bir yargı değil, hükümet uygulamalarının ortaya koyduğu bir olgudur. Yaşananlar, şaşırtıcıdır ancak gerçektir. Şaşırtıcı olan, İnönü gibi her zaman Atatürk’ün yanında yer alan, Kurtuluş Savaşı ve devrimlerde büyük hizmeti bulunan bir “ulusal önderin”, geri dönüş sürecinin başlamasında birincil düzeyde sorumlu olmasıdır. Bu konu ve nedenleri, ülkemizde yeterince tartışılmamış, böyle bir tartışma İnönü’ye saygısızlık olarak görülmüştür. Oysa, olaylar ve sonuçları ortadadır. Bunları inceleyip, günümüze ve geleceğe yönelik ders çıkarmak bizim sorumluluğumuzdur. İnönü gibi, Devrim’de yer alan, katkısı olan bir önderin, tarih açısından içine düştüğü durumun açıklanması gerekir. Emperyalizmi kavrayamamanın yol açtığı Batı hayranlığının nelere yol açacağını görmek ve geleceğe yönelik kendimize çizeceğimiz yolu aydınlatmak zorundayız. Geçmişten ders almalıyız.

Politika Değişimi

Atatürk’ün ölümünden bir gün sonra, 11 Kasım 1938 günü toplanan TBMM, İsmet İnönü’yü oybirliğiyle Cumhurbaşkanı seçti. Bu oylar İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı için Meclis’te aldığı ilk oylar değildi. 1923 yılındaki ilk Cumhurbaşkanlığı seçiminde de kendisine bir oy çıkmış, bu oyu Mustafa Kemal vermişti.

Türk kamuoyunda “en uygun seçim” olarak değerlendirilen Cumhurbaşkanı seçiminden sonra, Celal Bayar Hükümeti kural gereği istifa etti. Ancak İnönü, hükümeti kurmakla yine Celal Bayar’ı görevlendirdi. Kurulan yeni hükümette, Atatürk’ün en yakın çalışma arkadaşlarından İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras yoktu. Cumhuriyet devrimlerinin uygulanmasında en önde görev almış bu iki inançlı insana, İsmet İnönü’nün isteği üzerine yeni hükümette görev verilmemişti.

Celal Bayar, 25 Ocak 1939’da kural gereği değil bu kez gerçekten istifa etti. Dr.Refik Saydam hükümeti kurmakla görevlendirildi. İnönü, hükümeti yeniledikten sonra Meclis’i de değiştirmeye karar verdi. Mart 1939’da yapılan erken seçimlere katılacak CHP milletvekili adaylarının tümünü kendisi seçti.

Adaylar üzerinde yaptığı seçim, Atatürk döneminde politikalarda değişiklik olacağının habercisiydi. Cumhuriyet devrimlerinin gerçek boyutunu kavrayamayarak bunlara karşı çıkan, ekonomide ulusal kalkınma yerine “liberalizmi” savunarak Atatürk’le siyasi çatışma içine giren; Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Fethi Okyar, Hüseyin Cahit Yalçın gibi isimler aday yapılmıştı.

Bu uygulama daha sonra genişletilmiş, İzmir suikastı davasında yargılanan; Rauf Orbay, Adnan Adıvar, Kazım Karabekir gibi isimler önemli görevlere getirilmiştir. Ali Fuat Cebesoy ve Kazım Karabekir Meclis Başkanlığı’na dek yükselmiştir.

Yeni Politika”

İnönü, bu yöndeki karar ve davranışını şöyle anlatmıştır; “İçişlerinde yeni bir politika gerekli idi. Bu politika gerginlikleri ciddi olarak giderme veya yumuşatma yönünde olacaktı. Eski küskünlükleri kaldırmak için, ciddi olarak çalışmak kararındaydım... Eski küskünlük dediğim zaman, Terakkiperver ve Serbest Fırka teşebbüslerinden kalan huzursuzlukları murat ediyorum.”1

Bu sözlerin taşıdığı anlam, sonraki politik uygulamalarda somutlaşacaktır. Türk toplumu 1923-1938 arasında, olağanüstü devrimci bir dönem yaşamıştır. Böyle bir dönemde devrim karşıtı eğilimlerin ve bunların örgütsel tepkilerinin oluşması kaçınılmazdır. Karşı-devrimci tepkileri, ‘iç politika gerginlikleri’ olarak gören ve bu tepkileri; giderme ve yumuşatma adıyla, Terakkiperver ve Serbest Fırka yöneticileri ile uzlaşmaya varan anlayışın, devrimcilikten, bağlı olarak da Atatürkçülük’ten uzaklaşmayla sonuçlanması kaçınılmazdı. Nitekim 1939-1950 döneminde bu tür ‘gerginlik giderme’ uygulamaları sıkça yapılmıştır.

Atatürk döneminde Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği, Milli Eğitim Bakanlığı yapmış ve ilk ‘İnkilap Tarihi’ derslerini vermiş olan Prof.Hikmet Bayur’un Atatürk’ün ölümünden sonraki uygulamalar için görüşleri şöyledir: “... Atatürk ölür ölmez, Atatürk aleyhine bir cereyan başlatılmıştır. Mesela Atatürk’e bağlı olan bizleri İnkılâp derslerinden aldılar. Kendi adamlarını koydular. O dönemde Atatürkçülüğü övmek ortadan kalkmıştı.”(2) Gerginliği gidermek savıyla yeni gerginlikler yaratılıyor ancak bu kez gerilen taraf Atatürk’ün yakın çevresi ve Atatürkçü kadrolar oluyordu.

Atatürkle “Araya Mesafe Koyma”

Atatürk’ün yakın çevresinin yönetimden uzaklaştırılmasıyla başlayan süreç, açıkça söylenmeyen ve yazılmayan ancak davranış biçimleriyle ortaya koyulan dizgeli (sistemli) bir politikaya dönüştürüldü. Bu politikanın somut sonucu, devlet politikalarında Atatürk ve Atatürk dönemiyle “araya mesafe koyma” eğilimiydi.

İnönü Milli Şef'ti ve her şeyi o belirliyordu. Devlet kadrolarında yükselmek isteyenler günün gereklerine uymak durumundaydılar. Atatürk’ün yakın çevresi gözden düşmüştü. Onlarla birlikte görünmek, yükselmeyi önleyen bir etkendi. İlk kadın milletvekillerinden Fakihe Öymen, Afet İnan’ın kendisini sıkça ziyaret etmesi nedeniyle kimi milletvekillerince uyarılmış ve Atatürk’ün yakını olan bu kişiyle fazla görüşmemesi önerilmişti.(3)

Din eğitimi almış ve faşist eğilimler içindeki Şemsettin Günaltay, İnönü Cumhurbaşkanı olduğunda, Atatürk dönemini karalayan ve Atatürk’ü dolaylı olarak aşağılayan; “İnönü devri başlıyor, fazilet devri başlıyor”(4) demiş ve ileride başbakan yapılmıştı.

Pullar, Paralar

İnönü döneminin biçimsel gibi görünen ancak bilinçli olarak yapılmış uygulamalarından biri de, pul ve paralardan Atatürk’ün resimlerinin kaldırılarak yerine İnönü’nün resimlerin bulunduğu pul ve paraların piyasaya sürülmesidir.

Kamuoyunda derin tepki uyandıran bu uygulamanın amacına yönelik bir açıklama yapılmamıştır. Ancak, uygulamanın siyasi bir anlayışa dayandığı, yönetim değişimini ve bu değişimin gücünü halka göstermeyi amaçladığı yönünde değerlendirmeler yaygındır.

Laiklikten Ödün

1939-1950 döneminde en çekinceli ödünler, henüz tam olarak yerleşmemiş olan laiklik konusunda verilmiştir. Dinsel inançların siyasi çıkar için kullanılmasının 1950’den sonra başladığı yönünde yaygın bir kanı vardır. Oysa bu tür uygulamalar Atatürk’ün ölümünden hemen sonra başlamıştı.

Sandıkta yarışın sözkonusu olmadığı tek parti döneminde, laiklikten verilen ödünlerin hangi somut amaca yönelik olduğunun mantıksal bir açıklaması bugüne dek yapılamamıştır. DP’nin uygulamaları, kendinden önce başlatılan bir süreci, yoğunluğunu arttırarak sürdürmesinden başka bir şey değildir.

İlk kadın milletvekillerinden Fakihe Öymen’in konuyla ilgili olarak, döneme ve dönemin Cumhurbaşkanı İnönü’ye eleştirileri oldukça serttir; “... İnönü bütün hareketlerinde Atatürk’ün üstünlüğünü silmek için elinden gelen gayreti sarf etti. Bunu genel bir fikir olarak söyleyebilirim. Atatürk’ün yolunda yürümüş olsaydı, her şey başka türlü olacaktı. Atatürk öldükten sonra birçok dostumuz var ki İsmet Paşa zamanında oruç tutmaya, namaz kılmaya başladılar. Kusurumuz, laikliği memlekete yayamamaktır. Onun için ben şahsen, İnönü’nün Anıtkabire defnedilmesini bile istemedim.”(5)

Prof.Hikmet Bayur’un bu konuyla ilgili olarak aktardıkları, ödünlerin verilmesinin 1940’lı yılların başlarına kadar gittiğini gösteriyor. Hikmet Bayur şunları söylüyor: “Atatürk öldükten sonra biz seçim bölgelerimize gittik. Bir müddet sonra, galiba yeni seçimlerden sonra baktım her mahallede bir kuran kursu açılmış. Bunlar yoktu eskiden. İnönü Cumhurbaşkanı ve Recep Peker de İçişleri Bakanı ki, Recep Peker de bu softaların şiddetli aleyhindeydi. Gittim Ankara’ya, Recep Peker’e dedim ki, Ne hâl bu? Ne yapayım dedi, emir en büyük yerden geliyor. Yani İnönü din düşmanlığı yapmadı, dincilik yapıyor. Daha sonra İlahiyat Fakültesini açtı. Sonra İmam Hatip okulları açtı. İmam Hatip okullarına Fıkıh dersi koydurdu. Fıkıh dersine hiç lüzum yok. Çünkü fıkıh demek şeriattan doğma yani Kuran’dan ve peygamberin davranışlarından çıkarılan hükümlere göre yapılmış kanunlar demektir.”(6)

Falih Rıfkı Atay’ın görüşleri de benzer niteliktedir. Bilindiği gibi Atay, Atatürk’ün yakın çevresinde bulunmuş ve Cumhuriyet’in hemen tüm dönemlerini yaşamış bir insandır. “Atatürkçülük Nedir?” adlı kitabında şunları yazıyor: “Atatürk öldükten sonra CHP merkezi ve Çankaya çevresini, Atatürk’ün yaptıklarına daha o sağ iken inanmamış olanlar sarmıştı. Kurultaylarda pek nüfuzlu kimselerden Kemalizm ve lâisizm deyimlerinin tüzükten çıkarılması istenmişti. (1953 Kurultayında Kemalizm CHP programından çıkarılmış yerine Atatürk Yolu diye bir kavram getirilmiştir y.n.)...”(7)

Falih Rıfkı bir başka kitabı, Bayrak’ta konuyla ilgili olarak şunları yazar: “Atatürk’ün CHP’ye bıraktığı gerçek miras devrimleri idi. Bu devrimlerin iki esas temeli, laisizm ve eğitim birliği, CHP idaresi devrinde temelinden sarsılmıştır. CHP İmam-Hatip okullarına fıkıh dersi koymakla eğitim birliğini yıkmıştır. O vakitten beri CHP Atatürk’ün değil İnönü’nün partisidir.”

Siyasi ve Ekonomik Ödünler

Gericiliğe verilen ödünler, Kemalist devrim anlayışına uygun düşmeyen uygulamaların bir bölümüydü. Ekonomik kalkınma, dış siyaset ve ulusal bağımsızlık gibi temel ilkelerde verilen ödünler daha etkili ve kalıcı olumsuz sonuçlar doğurmuştur.

1937 yılında Altı Ok anayasa maddesi yapılırken, on yıl sonra devletçilik ve devrimcilikten vaz geçildi. Projeleri hazırlanmış olan Demir-Çelik, Genel Makina ve Elektrolitik Bakır gibi yatırımlar izlenceden (programdan) çıkarılıyor, sanayileşmeyle bağdaşmayan yeni kalkınma planları yapılıyordu.

Çelişkili Dönem

1939-1950 arasındaki 11 yıl, Kemalist atılımların durdurulduğu, geri dönüş sürecinin başladığı, çelişkilerle dolu bir dönemdir. Bu dönemde, hem henüz etkisini yitirmemiş olan devrim ilkeleri hem de geri dönüş uygulamaları varlığını birlikte sürdürmüştür. Batıyla uzlaşma ve giderek emperyalizmin etkisine girmeyle sonuçlanan bu süreç; İngiltere ve Fransa ile yapılan Üçlü Bağlaşma Antlaşması’yla başlamış, çeşitli aşama ve yoğunluklardan geçerek günümüze dek sürmüştür.

İsmet İnönü 1960’larda, Abdi İpekçi ile yaptığı bir konuşmada şöyle söylüyordu; “Demokratik rejime karar verdiğimiz zaman, büyük otorite ile büyük reformların hemen yapılabileceği dönemin değiştiğini, değişmesi gerektiğini kabul etmiş oluyorduk.”(9)

Değerlendirmedeki dikkat çekici yan, “büyük otorite ile büyük reformların yapılması döneminin” yalnızca değişmiş olması yönündeki saptama değil, “değişmesi gerektiği” yönündeki kabuldür. Burada devrimci dönemin, nesnel koşullar nedeniyle sona erdiği söylenmiyor, devrimcilikten vazgeçildiği kabul ediliyor. Oysa Kemalist düşünce ve eylem, sürekli devrimi kabul ediyor ve “Hiçbir gerçek devrim, gerçeği görenlerin dışında çoğunluğun oyuna başvurularak yapılamaz”(10 )“Devrimler yalnızca başlar, bitişi diye bir şey yoktur” diyordu.(11)

Görüşler arasındaki niteliksel karşıtlık, dünya görüşlerine dayanan yapısal bir ayrım mı, yoksa zaman içinde yeni koşulların neden olduğu düşünce değişikliği miydi? Bu sorunun yanıtını, İsmet İnönü’nün, Mustafa Kemal’e 1919 yılında, henüz İstanbul’dayken yazdığı mektupta aramak gerekir; “Bütün memleketi parçalamadan ülkeyi bir Amerikan denetimine bırakmak, yaşayabilmek için tek uygun çare gibidir”.(12)

1945 Sonrası ve ABD

1945 sonrasında artan ABD etkisi ve girişilen seçim yarışı, Atatürkçülükten verilen ödünlerin nicelik ve kapsam olarak önemli miktarda artmasına yol açtı. 1930 Serbest Fırka girişimini kendine örnek alan DP ve CHP, bu konuda birbirleri ile yarışır duruma geldi. Yönetimdeki parti olarak CHP’nin eylemleri, somuta yönelik olduğu için daha etkin ve kalıcı oldu. DP, ‘ödün verme yarışının’ bayrağını 15 Mayıs 1950’de devraldı.

Devrimcilik ve Laiklik ilkelerine bağlılıkları tartışma konusu olan bir küme CHP milletvekili 1946 ve 1950 seçimlerinde, DP’nin en güçlü yanının; “halkın dini hislerini okşamak” ve “milli ahlaka uygun hareket etmek” olduğunu ileri sürerek, bu silahların artık kendileri tarafından kullanılacağını açıkladılar.

Bu anlayış en üstten en alta dek hemen tüm CHP örgütlerini sardı. Devlet okullarında din dersleri okutulması için yasa çıkaran CHP hükümeti, ödün sınırını, Ticani Tarikatı'yla işbirliği yapmaya dek götürdü.

Verilen ödünler zaman zaman Celal Bayar’ı bile rahatsız ediyordu. Seçimler öncesinde iki parti başkanı bir araya gelerek parti çalışmalarında din sömürücülüğü yapılmaması konusunda anlaşmıştı. Ancak, bu anlaşma hiçbir zaman yaşama geçmemişti. Örneğin, Celal Bayar Bursa’da yaptığı bir seçim konuşmasında, ağırlığı laikliği savunan görüşlere vermiş ve bu yüzden Sebilürreşad adlı şeriatçı bir dergi tarafından dinsizlikle suçlanmıştı. CHP bu dergiden binlerce satın alarak, tüm Türkiye’ye dağıtmıştı. Celal Bayar konuyu İnönü’ye ilettiğinde aldığı yanıt; “Ne yapalım bizim arkadaşlar senin bir zaafından istifade etmişler” olmuştur.(13)

Batıyla Bütünleşme

Atatürk’ün ölümünden yalnızca altı ay sonra Türkiye 12 Mayıs 1939’da İngiltere, 23 Haziran’da da Fransa ile iki ayrı deklarasyona imza attı. Sovyetler Birliği’nde büyük rahatsızlık yaratan bu deklarasyonlar, 19 Ekim 1939 tarihinde İngiltere, Fransa ve Türkiye arasındaki Üçlü İttifak Anlaşması durumuna getirildi. Anlaşmanın yapıldığı günlerde Almanya, İngiltere ve Fransa ile savaş halindeydi ve bu anlaşma, Hitler’in Türkiye’yi işgal planı içine almasına neden olmuştu.

Antlaşmadan sonra, Sovyetler Birliği ile ilişkiler bozulmuş, Almanya’nın tepkisi çekilmiş ve hemen hiçbir şey kazanılmamıştı. Ancak çok önemli bir şey yitirilmişti. On beş yıl boyunca uygulanan, sınır komşuları dahil dünyanın tüm ülkelerine güven veren, bağımsız ve bağlantısız Kemalist dış politikadan vazgeçilmiş ve yeniden “Batıya bağlanma” sürecine girilmişti; Atatürk’ün ölümüne dek yaptığı uyarılar ve bıraktığı vasiyet yerine getirilmemişti.

Üçlü ittifak anlaşmasıyla yapılan iş, açık ve anlaşılır biçimde; tam bağımsızlıkta ödünsüzlük, kendi gücüne dayanma ve Batı'yla eşit ilişkiler temeline dayanan Atatürkçü dış politikadan uzaklaşmaydı. Oysa bunlar Türk Devrimi’nin özünü oluşturuyordu.

Batıya bağlanma eğilimi, İnönü için hata değil, bilinçli bir seçimdi. Bu gerçek, daha sonraki uygulama ve açıklamalarla açık olarak ortaya çıkacaktı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği ile sorun yaşandığı günlerde Amerikalı bir gazeteciye şunları söylemişti: “Eğer Rusya gelip de aradaki anlaşmazlıklara olumlu biçimde çözme teklifinde bulunsa bile ben Türk siyasetinin Amerikan siyasetiyle el ele gitmesi taraftarıydım.”(14)

İsmet İnönü, Türkiye’nin yalnızca siyasette değil ekonomide de “Amerika’yla el ele gitmesi taraftarıydı”. Bu “taraftarlığını”, Cumhurbaşkanı seçildikten 4,5 ay sonra göstermişti.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti yabancı bir ülkeye imtiyaz tanıyan ilk anlaşmayı 1 Nisan 1939 günü yaptı. 5 Mayıs 1939 günü yürürlüğe giren bu anlaşmaya göre, Türkiye ABD’ye “Gerek ithalat ve ihracatta ve gerekse diğer tüm konularda en ziyade müsaadeye mazhar ülke statüsü” tanıdı. Ayrıca, ABD sanayi malları için yüzde 12 ile yüzde 88 arasında değişen oranlarda gümrük indirimleri sağlandı. (15) ABD’ye , ticaret başta olmak üzere “tüm konularda” imtiyazlar tanıyan 1 Nisan 1939 anlaşması imzalandığında, Atatürk’ün bu tür anlaşmaları imzalayan Bekir Sami’yi görevden alışından 18 yıl, ölümünden ise yalnızca 140 gün geçmişti.

1 Nisan 1939 Ticari İmtiyaz Anlaşması, 12 Mayıs–23 Haziran 1939 Deklarasyonları ve 19 Ekim 1939 “Üçlü İttifak Anlaşması”, yaşamını bu tür anlaşmalara karşı savaşıma adamış olan Mustafa Kemal’in ölümünden sonraki bir yıl içinde yapılmıştı. Bu bir yıl içersinde Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayan ve 20 yıl önce Türkiye’yi işgal eden Batılılara, ekonomik siyasi ödünler veriliyor ve bu ödünlere dayalı anlaşmalar yapılıyordu.

İsmet İnönü “Üçlü İttifak Anlaşmasının” yapıldığı günlerde kendisiyle görüşen Daily Telegraf gazetesi bildirmenine (muhabirine) şunları söyleyecektir: “İngiliz milletine Türk milletinin muhabbetli selamlarını bildirmenizi rica ederim. Türkiye Cumhuriyeti ile ittifakı İngiliz milletinin samimiyetle karşıladığını görmek bizi çok sevindirmiştir. Bu ittifakı ilham eden siyasete samimi yardımından dolayı bilhassa İngiliz matbuatına müteşekkirim. İttifaka karşı samimi olduğu kadar da üstlendiği yükümlülükleri yerine getirme azminde olan Türk milletinde, İngiliz milleti sadık bir müttefik bulacaktır.”(16)

İsmet İnönü, İngilizler için yaptığı açıklamanın bir benzerini beş yıl sonra Amerikalılar için yapacaktır. ABD ile yapılan “yardım” anlaşması nedeniyle yaptığı radyo konuşmasında şunları söyleyecektir: “Büyük Amerika Cumhuriyeti’nin ülkemiz ve ulusumuz hakkında beslemekte olduğu yakın dostluk duygularının yeni bir örneğini teşkil eden bu sevinçli olayı (yardım anlaşmasını) her Türk candan alkışlamalıdır.”(17)

Amerikan donanmasının Missouri Zırhlısı, 5 Nisan 1946 günü İstanbul’a geldiğinde büyük törenlerle karşılanmıştı. O günlerde TBMM’de inanılmaz konuşmalar yapılıyordu. Başbakan Şükrü Saraçoğlu, Türkiye’nin ABD’ye olan 4,5 milyon dolarlık borcunu ödemesi üzerine yaptığı konuşmada şunları söylüyordu: “Hepimiz inanıyoruz ki Amerika Birleşik Devletleri’ne bu parayı vermekle borcumuzun yalnız maddi kısmını ödüyoruz. ABD’ye bir de manevi borcumuz var ki onu da özgürlük, eşitlik, bağımsızlık ve insanlık davalarında Amerika’nın bulunduğu saflarda bulunmak suretiyle ödeyeceğiz.”(18)

Aynı günlerde CHP Bursa milletvekili M. Baha Pars, TBMM’de şunları söylüyordu: “Bugün bu büyük milletin, Amerika’nın, insanlığa yaptığı yardımı hatırlayıp teşekkür ederken, peygamber gibi temiz ve kusursuz Roosevelt’i ve onun halefi olan kıymetli devlet ve millet adamı Truman’ı hürmetle selamlarım.”(19)

DİPNOTLAR

1 “İkinci Adam” Şevket Süreyya Aydemir, Remzi Yay., 2.Cilt, sf.45

2 “Tarihe Tanıklık Edenler” Arı İnan Çağdaş Yay., sf.364

3 a.g.e. sf.364

4 a.g.e. sf.365

5 “Tarihe Tanıklık Edenler” Arı İnan, Çağdaş Yay., 1957, sf.373

6 a.g.e. sf.336

7 “Atatürkçülük Nedir ?” Falih Rıfkı Atay Bates Yay., sf.44-45

8 “Bayrak” Falih Rıfkı Atay Bates Yay., sf.121

9 “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, sf.696

10 “Atatürk Antolojisi” Yusuf Çotuksöken, İnkilap ve Aka Yay., sf.36

11 “Atatürk İlkeleri ve Türk Devrimi” Hacı Angı, Angı Yay., sf.93

12 “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, sf 1696

13 “Politikada 45 Yıl” Y.Kadri Karaosmanoğlu, İletişim Yay., sf.192-195

14 “Çok Partili Hayata Geçiş” Prof. Taner Timur, İletişim Yayınları.

15 Ulus Gaz.10.05.1939, ak. Hikmet Bila “CHP 1919–1999” Doğan Kit.2.Baskı, sf.89

16 “İkinci Adam” Ş.Süreyya Aydemir, Remzi Kit., 4.Baskı 1979, 2.Cilt, sf.125–126

17 “Bitmeyen Oyun” Metin Aydoğan, Umay Yay., 37. Baskı 2005, sf.206

18 “CHP 1919 – 1999” Hikmet Bila, Doğan Kitapçılık, sf.118

19 a.g.e. sf.118

Metin Aydoğan Kuramsal Aktarım

* * * * * * * * 

Paylaşım: Cengiz Öksüz, “ IŞIĞIMIZ KÖY ENSTİTÜLERİ “ Facebook Gurubu

* * * * * * * *


19 Kasım 2022 Cumartesi

Zaman Tünelinden esintiler - 11: Büyük öğretmen boykotu sonrasına dair bazı değerlendirmeler - 2

 

Büyük öğretmen boykotu sonrasına dair bazı değerlendirmeler

Boykot sonrasında tartışılan konulardan biri, boykota katılmayanların durumuydu. TÖS yönetimi bu konuda hoşgörülü olma yanlısıydı:

“I) BOYKOTA KATILMAYANLAR NE OLACAK?
“Bazı şubelerimizden Genel Öğretmen Boykotuna katılmayan üyelerin sendikadan çıkarılarak
cezalandırılması yolunda birbirini izleyen öneriler gelmektedir.
“İlk bakışta haklı bir yönü görülebilen bu öneriler karşısında Genel Yürütme Kurulumuz konuyu görüşerek bir karara bağlamıştır. Boykota katılmayan üyelerin Sendikadan çıkarılarak cezalandırılması doğru değildir.
“Eğitim tarihimizin ilk toplu eylemi olan ve öğretmenlerimiz açısından başarı ile sonuçlanan Genel Öğretmen Boykotuna katılmayan üyelerin durumu bu seferlik hoşgörü ile karşılanmalıdır. Bu arkadaşların çıkarılması bizi güçlendirmek yerine karşımızdaki güçlerin biraz daha büyümesine yol açabilir. Bu arkadaşlar zaten gereği kadar mahcup olmuş bulunuyorlar. Bizim görevimiz bunları cesaretlendirmek ve gelecekleri eylemlerimize kendilerini aramıza alabilmek olacaktır.
“Buna göre davranılması şube yöneticilerinin görevidir.

“II) BOYKOT ÖTESİ EYLEMLER:
“Genel Öğretmen Boykotu görünüşte hükümet üzerinde uyarıcı bir etki yapmamıştır. Öne sürülen öğretmen isteklerinin dikkate alındığını gösteren belirtiler yoktur. Bu yüzden bazı bölgelerde öğretmenlerimiz grup grup yeni davranışlar gösteriyorlar ve daha genel eylemler için Yürütme Kurulumuza önerilerde bulunuyorlar.
“Genel Yürütme Kurulu her türlü bilgiyi ve durumu dikkate alarak konuyu Şubat 1970 içinde toplanacak
olan Genel Yönetim Kuruluna götürmek zorunluluğunu duymaktadır.
“İleride genelleşebileceği ümidi bulunsa bile parça bölük çıkışların kamuoyu önünde öğretmenin büyük
gücünü sarsacağı her zaman hatırda tutulmalıdır.
“Bu bakımdan öğretmenlerimizin ya da şubelerimizin Genel Merkezden habersiz disiplin dışı sayılabilecek davranışlardan dikkatle kaçınmalarını beklemekteyiz.” 
(TÖS Gazetesi, Sayı 46, 15.1.1970. 

Büyük Öğretmen Boykotu ile ilgili olarak Hürrem Arman, İ.Safa Güner, Osman Nuri Koçtürk, M.Nuri Ayvalı ve diğer bazı kişilerin değerlendirmeleri için bkz. İmece Dergisi, Sayı 105, Ocak 1970; Feyzullah Ertuğrul’un “Öğretmen Boykotu ve Ötesi” yazısı için bkz. Emek Dergisi, Sayı 19, 12 Ocak 1970; 

Ali Bozkurt’un boykota ilişkin gözlemleri ve savunmasının tam metni için bkz. Bozkurt, A., Anılar 2, 2000, s.38-50.)

TÖS’ün Büyük Öğretmen Boykotu sonrasında kabul edilen 29.7.1970 gün ve 1318 sayılı Finansman
Kanunu ile memur aylıklarında önemli bir artış sağlandı. Devlet Planlama Teşkilatı verilerine göre,
1963 yılı fiyatlarıyla net gerçek memur aylığı 1969 yılında 745 lira iken 1970 yılında 1253 lira oldu.
(DPT Sosyal Planlama Başkanlığı, Memur, İşçi ve Emeklilerin Nominal Ücret Serileri (1963-1987),
DPT:2119-SPB:411, Ankara, 1988, s.2, 18, 26, 28.)

Ancak TÖS, bu mücadeleci çizginin bedelini, 12 Mart 1971 Darbesi sonrasında ödedi. Bu dönemde DİSK hakkında dava açılmazken, TÖS yönetici ve üyeleri büyük eziyetler yaşadı. Ayrıca, 1971 yılı Eylül
ayında Anayasa değiştirilerek, memurların sendikalaşma hakkı kaldırıldı ve sendikalaşmalarını
yasaklayan özel bir hüküm getirildi.

12 Mart 1971 darbesinin ardından TÖS yöneticileri ve 3.500 dolayında TÖS üyesi gözaltına alındı ve işkence dahil kötü muameleye maruz bırakıldı.

TÖS’ün 185 yöneticisi ve üyesi hakkında Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde
dava açıldı. İddianameyi, Hâkim Kd. Yzb. Baki Tuğ hazırladı. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 2 no.lu
askeri mahkemesi, 26.12.1972 tarihinde 59 sanık hakkında çeşitli hapis cezalarına hükmetti. Genel
Başkan Fakir Baykurt, Genel Başkan Yardımcısı Dursun Akçam, Genel Sekreter O. K. Akol, Yürütme
Kurulu üyesi Veli Kasımoğlu 8 yıl 10 ay 20 gün ağır hapis cezasına çarptırıldı. Duruşma hâkimi Zeki Eğin bu karara muhalif kaldı ve TÖS’e yöneltilen suçlamaların hiçbirinin gerçekle ilgisinin olmadığını belirtti. Sanıklar karara itiraz ettiler.
Askeri Yargıtay 19 Temmuz 1974 tarihli kararında yerel mahkeme kararını bazı sanıklar için bozdu.
Yerel mahkeme yeniden karar verdi. Konu yeniden Askeri Yargıtay’a gönderildi. Askeri Yargıtay, 13
Nisan 1976 tarihinde TÖS davasının tüm sanıkların aklanmasıyla sonuçlanmasına karar verdi. (Akgöl,
H., Türkiye Öğretmenler Sendikası 1965-1971 (Kuruluşu, Etkinlikleri, Sorunları), Yükseklisans Tezi,
Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Haziran 1981, s.75-76)
TÖS ve Büyük Öğretmen Boykotu, Türkiye işçi sınıfı ve sendikacılık hareketi tarihindeki saygın
yerini günümüzde de korumaktadır.

* * * * * * * * * *

Kaynak:https://www.yildirimkoc.com.tr/usrfile/1614062187b.pdf

* * * * * * * * * *

Zaman Tünelinden esintiler - 10 : Büyük öğretmen Boykotuna dair bazı değerlendirmeler / Fakir Baykurt

 

Büyük öğretmen Boykotuna dair bazı değerlendirmeler / Fakir Baykurt

Fakir Baykurt boykotun üzerinden bir yıl geçtikten sonra yaptığı bir değerlendirmede TÖS ve İLKSEN tarafından gerçekleştirilen Büyük Öğretmen Boykotu, Türkiye işçi sınıfı ve sendikacılık hareketi tarihinin en önemli eylemlerinden biridir, ilk başarılı genel grevdir. Ancak bu eylem, başlangıçta gündeme getirdiği taleplerin gerçekleştirilmesini sağlayabildi mi? Bu sorunun yanıtını Fakir Baykurt boykotun üzerinden bir yıl geçtikten sonra yaptığı bir değerlendirmede şöyle vermektedir: “110.000 öğretmen boykot yaptık, somut bir sonuç alamadık. Grev hakkımızı vermediler. Personel Kanunu gene bildikleri gibi çıktı. Ve intibaklar çelişik, dolaşık! Evet! Fakat halkımız da boykota başladı. Köklü çözüm onun yenilmez gücüyle sağlanacaktır. Bizim çıkarımız, halkın çıkarlarıyla bitişik ve kaynaşık. Halkın davası başarıya erdiği gün, halk öğretmenleri olan TÖS üyeleri, toplumun en seçkin saygı ve sevgisine kavuşacaklardır. Maddi ve sosyal istekleri ancak o zaman kolaylıkla ve tamlıkla karşılanacaktır. Geçen yıl uyguladığımız Genel Öğretmen Boykotu’ndan çıkarabileceğimiz başlıca sonuç ve deney şudur bence: Boykot: Evet, fakat tek başımıza değil, Halkımızla birlikte! Boykot: Halk Boykotu!...” ( TÖS Gazetesi, Sayı 68, 15.12.1970)

Fakir Baykurt, Büyük Öğretmen Boykotu’nun hemen arkasından yayımlanan TÖS Gazetesi’nin 1 Ocak 1970 tarihli sayısında yaşananları şöyle değerlendiriyordu:

“Boykottan bizim çıkarmamız gereken derslere gelince:

“Boykot bitmiştir, fakat öğretmenin devrimci meslek savaşı bitmemiştir. Bilelim ki, bundan sonrası daha
çetindir. Meslek içi örgütlenmeyi ve meslek dışı ilişkileri sıkılaştırmak gerekir. Şube yönetim kurulları bütün okullardan, köy gruplarından birer temsilci şubelerle bağlantılarını geliştirmeli, Genel Merkez ve Şube ilişkileri de ağlamlaştırılmalıdır. İstek, öneri ve eleştiriler en çabuk yoldan gelip gitmelidir.
“En önemlisi halkla olan bağlantılardır. Öğretmen lokalleri kapalı kulüp biçiminden ve sadece oyun yeri olmaktan hızla çıkarılmalıdır. Lokallerimize gelen herkes, bizden en yüksek saygıyı ve ilgiyi görmelidir.

Buralarda toplum ve yurt sorunları tartışılmalı, oyun, içki, kumar içeri bile sokulmamalıdır. Bazı yerlerde halkın öğretmene bu kadar hasım hale getirilmesi karşısında, gruplar halinde halkın evlerine gidilmeli, vaktiyle eğitimsiz bırakıldıkları için bugün kolayca kandırılan yurttaşlarımızın, bundan sonraki eylemlerimizde, halk düşmanlarının isteklerine araç olmalarını istemiyorsak, onları eğitim ve bilimin ışığına bir an önce kavuşturmalıyız. Öğretmenlerin gerçek halk dostu, temiz yurt çocukları olduğu, yani gerçeğin ta kendisi bu yurttaşlarımıza bir an önce ve iyice anlatılmalıdır. Binlerce köyde, kasabada tek halk aydını olan öğretmenin lokalde oturmakla geçirilecek tek dakikası yoktur. Dakikalar gerçekten altındır.” (TÖS Gazetesi, Sayı 45, 1.1.1970)

Eylemin hemen arkasından kıyım başladı. TÖS de açığa alınan öğretmenlerle dayanışma kampanyası açtı. Yapılan açıklama şöyleydi: “Boykot yüzünden açığa alınan yüzlerce TÖS’lü ve örgütsüz öğretmenlerin Ocak 1970 yılı maaşları TÖS Genel Merkezince eksiksiz olarak ve zamanında
ödenmiştir. Açığa alınan öğretmenlerin görevlerine dönünceye kadar maaşları TÖS tarafından
verilecektir. Bu amaçla ‘TÖS Dayanışma Komitesi’ kurulmuştur. Yurdun dört bir yanından ‘Dayanışma
Kampanyası’na yardımlar gelmektedir. Öğretmenler, öğrenci velileri, işçiler, köylüler ve çeşitli devrimci kuruluşlar katılmaktadır. TÖS Öğretmen Dayanışma Kampanyasına katılanlar yardımlarını Ziraat Bankası Ankara Yenişehir Şubesinde 25700 sayılı hesaba yatırmaktadırlar. 
(TÖS Gazetesi, Sayı 46, 15.1.1970)
* * * * * * * * * *
* * * * * * * * * *

Zaman Tünelinden esintiler - 9 : TÖS tarafından sorgular için hazırlanan savunma metni / Yıldırım Koç

 

TÖS tarafından sorgular için hazırlanan savunma metni / Yıldırım Koç

TÖS, boykot dolayısıyla yapılacak sorgulara karşılık verilecek ifadeyi hazırladı ve yayınladı:
“SAVUNMADIR:
TÖS, boykot dolayısıyla yapılacak sorgulara karşılık verilecek ifadeyi hazırladı ve yayınladı:

“SAVUNMADIR:

“Türk öğretmenlerinin temsilcisi olan iki büyük öğretmen Sendikası,
Öğretmenlerin çeşitli meslek ve özlük sorunlarını çözümlemek amacıyla 4 gün süreli bir UYARMA BOYKOTU YAPILMASINA karar vermiştir. Ben de bir öğretmen olarak sözü geçen ve bugüne kadarki bütün çabalarımıza rağmen çözüme bağlanmamış olan mesleki ve özlük sorunların baskı ve bunalımı içinde
bulunduğumdan boykota katıldım.
“Şu nedenlerle hareketimin suç olmadığı inancı içindeyim:

“1) Hukuk, yalnız kanunlardan ibaret değildir. Kanun hükümlerini, hukuk düzeninden kopararak başlı başına yorumlamak mümkün olamaz. Kanunların, Anayasa düzenimizin
çerçevesi içinde, yani Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak uygulanmaları gerekir.
“Anayasamızın, 2. maddesi Cumhuriyetin sosyal devlet niteliğini belirtmekle yetinmemiş, 4. maddede iktisadi, sosyal, kültürel hayatın, bütün vatandaşları insan haysiyetine yaraşır yaşama şartlarına kavuşturma amacıyla düzenlenmesini emretmiştir. Öğretmenlerin büyük bir kısmı, toplumun bile altındaki bir yaşama düzeyi içinde sürünmektedir.
“Anayasamız, Hukuk Devleti İlkesini benimsemekle yetinmeyerek, 114, 118 ve 119. maddelerinde tarafsız
idare prensibini ilan ettiği halde, Atatürkçü ve milli bağımsızlıktan yana olan en değerli öğretmenlerin,
partizan bir zihniyetle Anayasaya ve kanunlara aykırı düşecek surette iktidarca cezalandırıldığı inkâr
edilemeyecek bir gerçektir. En yüksek idari mahkeme olan Danıştay’ın bu konularda verdiği kararlar Anayasanın 132. maddesi de hiçe sayılarak, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak kâğıt üstünde
bırakılmakta ve böylece Hukuk Devleti ilkesi öğretmenlerin zararına zedelenmektedir.

“2) Demokratik bütün ülkelerde kişi ile devlet arasında pek önemli bir varlık olarak kabul edilen ve
Anayasanın 45. maddesinde benimsenen sendikaların, mesleki alandaki faaliyetlerine ve yetkilerine önem verilmesi ve iktidarın meslekle ilgili her adımda bu kuruluşlarla sıkı bir ilişki içinde bulunması, demokrasinin ve Anayasa düzenimizin kaçınılmaz bir ilkesidir. İktidarın, yüz binden fazla öğretmeni temsil eden iki öğretmen sendikasını, akıl almaz bir inat ve ısrar içinde hasım sayıp onlarla sadece mücadele içinde bulunması ve hele yetmiş bin kişilik bir sendikanın başkanını Ankara dışına atayabilmek niyetiyle mahkeme kararlarına dahi saygı göstermemesi, hukuk esaslarını temelinden baltalayan bir davranıştır.

“3) Anayasamız Milli Devlet ve Atatürk milliyetçiliği ilkesini benimsemiş ve 50. maddesinde milli eğitimi bütün halk için sağlanması gereken bir hizmet olarak ilan etmiş ve nihayet 4. maddede eğitimin iktisadi ve sosyal kalkınmaya hizmet edecek bir biçimde düzenlenmesi gereğini belirtmiştir. Oysa Türk çocuklarının ve gençlerinin topluma faydalı ve milli eğitime kavuşturulamadığı ve geniş kitlelerinin eğitim imkânlarından
tamamen yoksun bırakıldığı ve böylece ilgili Anayasa hükümlerinin yine de kâğıt üzerinde kaldığı inkâr edilemez. (Gazetedeki metinde cümle bu biçimde bozuktur,Y.K.) Kültür emperyalizminin öncüleri olan barış gönüllülerine ilişkin anlaşmanın, Anayasaya aykırı bir biçimde Meclis’den geçirilmiş bulunduğu da hukuki bir olgudur.

“4) Anayasa ilkeleri yalnız öğretmenlerin değil, milli eğitimin ve halkın zararına olarak zedelendikçe, yüz bin öğretmenin haklarını savunan ve milli eğitim davasının doğal bekçisi durumunda olan iki öğretmen Sendikasının, iktidarı uyarma ödevlerine devam etmemesi kendilerine düşen görevden kaçınarak davalarına ihanet etme anlamına gelirdi. Bundan önce yıllarca süren sayısız uyarmanın hiçe sayılması baskıların ve
gittikçe artması karşısında, Anayasanın ruhuna ve demokratik usullere tamamen uygun düşen pek ölçülü pasif bir direnişi, hukuku zedeleyen bir davranış olarak nitelendirmeğe imkân yoktur.
“Bu nedenlerle, hakkımda uygulanmak istenen kanun maddesi Anayasaya aykırı olduğundan konunun
Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesini istiyorum.

“5) İktidarın, öğretici boykotları ve işgalleri ve –yine Devlet Memuru olan- Asistanların boykotları
karşısında gösterdiği olumlu anlayışı, uyarı görevini yerine getirmek için elinde başka imkân kalmayan öğretmen kuruluşlarının bu medeni tepkileri karşısında da göstermesi, aynı zamanda Anayasamızın eşitlik prensibine de uygun olacaktır.

“6) Ben kanun hükümlerini ihlâl etmek kastiyle değil, yukarıda açıkladığım mesleki ve özlük sorunlarımın çözümlenmesi amacıyla hareket ettim. Ayrıca hiç kimseyi bu yönde tahrik ve teşvik de etmiş değilim.

“İfadem bundan ibarettir.
“İMZA

“Not. Bu tip SAVUNMA hem adli ve hem de idari soruşturmalarda ifade olarak verilecektir. Ancak idari
soruşturmalarda bu ifadeye aşağıdaki madde eklenecektir.

“7) Suçlanmakta olduğum eylem sendikal bir eylemdir. Sendikal eylemlerden ötürü soruşturma açmaya
yetkili merci C.Savcılığıdır. İdarenin bu konuyu C.Savcılığına intikal ettirmesi gerekir.

“İfadem bundan ibarettir.

“İMZA” ( TÖS Gazetesi, Sayı.45, 1.1.1970. Ali Bozkurt’un 8 Aralık 1970 günü Ankara 9. Asliye Ceza

Mahkemesi’nde yaptığı savunmanın tam metni için bkz.Bozkurt,A., 12’den 12’ye, Anılar-2, Eğitim-Sen Yay., Ankara, 2000, s.41-50)

Yapılan soruşturma ve yargılamalarda çok sayıda takipsizlik ve beraat kararı alındı. Bazı okullarda da öğrencilerden aktif destek geldi. Öğrenci velilerinin önemli bölümü de boykotu destekledi; en azından anlayışla karşıladı. 

Talip Apaydın yıllar sonra bu konuda şu değerlendirmeyi yapıyordu:
“Katılım fazla olmasaydı harcanırdık gerçekten. Ama haklı şikayetlerimiz ve katılımın fazla olması, kamuoyunun bizi desteklemesi kurtardı bizleri. Unutulmaz bir olaydır dört günlük öğretmen boykotumuz.” ( Apaydın, T., “Dört Günlük Öğretmen Boykotu,” Eğitim ve Yaşam Dergisi, Sayı 16,
s.94)
* * * * * * * * * *
* * * * * * * * * *


Zaman Tünelinden esintiler - 8 : BOYKOTUN FATURASI VE KAZANCI / Yıldırım Koç

 

BOYKOTUN FATURASI VE KAZANCI / Yıldırım Koç

Bu tarihte TÖS’ün üye sayısı 70 bin civarındaydı. İLK-SEN’in üye sayısı ise 10 binin altındaydı. Dört 
günlük Büyük Öğretmen Boykotu’na 109 bin öğretmen katıldı. Bunların 88 bini bu eyleme dört gün süreyle katılırken, 12.100’ü ilk gün katılmayıp, daha sonraki üç gün eylemdeydi. 9.500 öğretmen ise birinci gün boykota katılmasına karşın, diğer günler eylemde yoktu. Boykota hiç katılmayan öğretmen sayısı ise 47 bindi. Eyleme katıldıkları için 50.300 öğretmen hakkında kovuşturmaya gidildi. Bunların 19.250’si takipsizlikle sonuçlandı. 2.118 öğretmen açığa alındı. 65 öğretmen bakanlık emrine alındı. 45.520 öğretmene maaş kesimi cezası, 3.900 öğretmene kıdem indirimi cezası verildi. 590 öğretmen bir başka ile sürgün edildi. 6.600 öğretmen ise il içinde bir başka yere atandı. 400 müdür görevden alındı. 1200 öğretmene derece indirme cezası verildi. 11 kişi ihraç edildi. (Aksoy, M.-Alican, C.-Arman,
H.-Koçtürk, O.N.-Talas, C., Öğretmen Boykotu, TÖS 2. Devrimci Eğitim Şurası geçici baskısı, Ankara,
1971, s.32-33. Büyük Öğretmen Boykotu ile ilgili olarak bkz. Baykurt, F., a.g.k., 2000, s.326-348;
Aksoy, M., Devrimci Öğretmenin Kıyımı ve Mücadelesi, 2 cilt, Ankara, 1975; Eğitim ve Yaşam Dergisi,
TÖS’ün Büyük Öğretmen Boykotu’nun 30. Yılı Özel Sayısı, Kış 1999; Ertuğrul, F.. Genel Öğretmen
Boykotu ve Öğrettikleri, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Cilt XX, Sayı 188-189, Şubat-Mart 1996, s. 31-53.)

TÖS, boykot nedeniyle açığa alınan veya görevden el çektirilen öğretmenlerin ücretlerini ödedi.
* * * * * * * * *
* * * * * * * * *

Zaman Tünelinden esintiler -7 : BOYKOT BAŞARIYLA SONA ERDİRİLİYOR(18 Aralık 1969) / Yıldırım Koç

 

BOYKOT BAŞARIYLA SONA ERDİRİLİYOR(18 Aralık 1969) / Yıldırım Koç

Büyük Öğretmen Boykotu, daha önce ilan edildiği gibi, 18 Aralık 1969 tarihinde sona erdirildi.
Boykot Merkez Komitesi adına TÖS Genel Başkanı Fakir Baykurt ve İLK-SEN Genel Başkanı Kenan Keleş
imzasıyla 18 Aralık 1969 günü yayınlanan 2 no.lu bülten aşağıda sunulmaktadır:

“GENEL ÖĞRETMEN BOYKOTU BİTMİŞTİR:
“Örgütlerimizin kararlaştırdığı ve ortaklaşa yönettiği dört günlük genel öğretmen boykotu bugün saat
17.00’de bitmiştir. Anayasa çerçevesi içinde, demokratik bir anlatım biçimi olarak düzenlenen ve yürütülen bu uyarı boykotu; hükümet yetkililerince gereği kadar anlaşılmamış olsa bile, kamuoyu tarafından çok iyi anlaşılmıştır. Eğitim hizmetinin ve onu yürüten öğretmenlerin, toplumun genel hayatındaki önemini iyi kavrayan kamuoyu, bundan böyle yetkililer üzerinde baskısını daha çok duyuracak ve genel yurt sorunlarının bütünü içinde eğitim sorunlarının çözümlenmesini daha belirgin bir istekle soracaktır.

“15 Aralık Pazartesi sabahı başlayıp bugün saat 17.00’de sona eren boykotumuz boyunca öğretmenler, bütün yurtta Anayasaya, demokratik saygı kurallarına, sendikal disipline ve meslekî dayanışmaya uyarak çok
değerli bir örnek ortaya koymuşlardır. Türk Eğitim Tarihinin bu ilk büyük eyleminde öğretmenlerimizin bilinçli ve olgun davranışları; aynı zamanda onların demokrasi düşmanı yada anarşi isteklisi olmadıklarını çürütülmez bir sağlamlıkla ortaya koymuştur. Yurt ölçüsünde geniş ve dört gün gibi bir süre içinde böyle olgun bir davranışı gördükten sonra, öğretmenlerimize demokrasi düşmanı yada anarşi isteklisi olduklarını söylemek zorlaşacaktır.

“Örgütlerimiz, birleşik olarak, yurt sorunlarının bütünü içinde, eğitim ve öğretmen sorunlarının
çözümlenmesi konusunda çalışmalarını hızla sürdüreceklerdir. Örgütlerimiz, öğretmen isteklerinin kabul 
edilmesi için gerekli bütün çalışmaları yapma kararından dönmeyeceklerdir. Boykotumuz boyunca öğretmenlerimize yapılan idarî, politik ve her türlü baskıların ve kaba kuvvet zorlamalarının hesabını yarına
bırakıyoruz.

“Bütün yurtta ve bütün okullarda, 19 Aralık 1969 Cuma sabahından itibaren bırakılmış olan dersleri
yeniden başlatacağımızı, bir sefer daha kamuoyuna açıklarız.”
* * * * * * * * *
* * * * * * * * *


Zaman Tünelinden esintiler - 6 : BÜYÜK ÖĞRETMEN BOYKOTU BAŞLIYOR(15 Aralık 1969) / Yıldırım Koç


BÜYÜK ÖĞRETMEN BOYKOTU BAŞLIYOR(
15 Aralık 1969) / Yıldırım Koç 

15 Aralık 1969 günü başlatılan boykot sırasında TÖS Genel Merkezi’nde Veli Kasımoğlu’nun
başkanlığında bir boykot izleme kurulu oluşturuldu. Gelen tüm bilgiler bu birimde düzenlendi ve
analiz edildi.

Boykotun ikinci günü olan 16 Aralık 1969 günü İstanbul’da Yıldız Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi öğrenci Battal Mehetoğlu faşistler tarafından öldürüldü. Bu cinayet birçok okuldaki boykotlarla protesto edildi. Boykot sırasında ilginç destekler sağlandı. Örneğin, Fakir Baykurt bu tarihte Fevzipaşa’da sürgündü. O tarihlerde şehirlerarası telefon görüşmeleri çok zordu. TCDD çalışanları, Haydarpaşa ve Ankara Garı özel santrallerinden haberleşme olanağı sağladılar. PTT çalışanları da haberleşmede yardımcı oldu.

Gültekin Gazioğlu bu süreci şöyle anlatıyordu: “1969-70 öğretim yılı gergin bir ortamda başladı.
Aralık başında Erzurum öğretmenleri işi bıraktılar. Bu kıvılcım, zaten istim üstündeki tüm bölgeleri
ateşledi. Çeşitli bölgelerde yerel inisiyatiflerle boykot komiteleri oluşturuldu . 
Genel Merkez zorlanmaya başlandı. Nihayet 15 Aralık’ta tüm Türkiye genelinde 4 günlük genel boykot başladı. Dört gün süre ile eğitim-öğretim büyük oranda durdu. İçişleri, Milli Eğitim Bakanlarının, Başbakanın boykot öncesi radyodan, çağrıları, tehditleri; vali ve kaymakamların baskıları para etmedi. (...) İşçi ve emekçi sınıflarımızın tarihinde ilk genel grevdi. (...) Boykot öncesi bölgemizde 60 kadar TÖS ve İlk-Sen Şubesini bir araya getirerek bir komite oluşturduk. Komite, 60 şube başkanının imzasını taşıyan Genel Merkezlere hitap eden bir mektup hazırladı.” (Gazioğlu, G., Roman Gibi, Anılar, Genişletilmiş 2. Baskı,
Eğitim-Sen Yay., Ankara, 2010, s.98-99) “Sendikalar okul müdürlerinin boykota girmesini yasakladığı için ben görev başında olacağım.” ( Gazioğlu, G., a.g.k., 2010, s.101)

Talip Apaydın’ın boykot sırasında bir yargıcın tavrına ilişkin anısı da şöyleydi: “Yargıçlardan biri
lokale uğradı, şöyle baktı duruma. Herkesin yanında söylemek istemedi belli ki, beni bir kıyıya çekti,
‘Korkmayın,’ dedi. ‘Siz bu işte haklısınız. Dava açılır da önüme gelirseniz, beraat ettiririm.
Arkadaşlarım da bu kanıdadır. Ama kimseye söylemeyin bunu.’ Gerçekten de sonradan dava açıldı ve biz Amasya’daki boykotçu öğretmenler beraat ettik.” ( Apaydın, T., a.g.k., 2012, s.205-206)

Boykot sırasında Boyabat’ta TÖS’e saldırı düzenlendi. “Yurt ölçüsünde geniş yankılar yapan Boyabat olaylarının, görevlerini kötüye kullanan kişiler tarafından çıkarıldığı kesinlikle anlaşılmıştır. Masum halkı, ona gerçekten hizmet edenlere karşı tahrik edenler, adaletin huzurunda bulunmaktadırlar.

“TÖS’ün kararı üzerine Boyabat’ta görevli 250 öğretmenden 230’unun boykota başlaması üzerine iktidar
mensubu resmî ve resmî olmayan kişiler derhal sindirme ve tedhiş hareketine giriştiler. İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu’nun en yakın dostu olan eski Demokratlardan tüccar ve Şoförler Derneği Başkanı Nazmi Güler,
yanında bazı resmî kişiler olduğu halde önce boykottan vazgeçilmesi için TÖS yöneticilerine karşı tehditlerde bulundu.
“Daha sonra A.P. yöneticileri de kendisine katıldılar. Bu tür kişilerden meydana gelme bir kalabalık tehditlerin fayda etmediğini görünce TÖS şubesine gelerek, hemen derslere başlanmasını emir verir gibi
söylediler. Bu emirleri de fayda etmeyince, ertesi gün bütün dükkânları zorla kapattırdılar. Halktan küçük bir topluluğu Belediye binası önüne topladılar. İlçenin Emniyet Amiri ile Tahrirat Kâtibi, toplanan kalabalığı TÖS
binası önüne getirdiler. Bu iki kişi, bir polisin de yardımı ile şube binası önünde TÖS tabelasını koparıp attılar.
Bu davranışları halkı tahrik edercesine yapılanlardı.
“Tahrikler dolayısıyla kalabalıktan bir kısmı binanın camlarını kırdı. Halktan bazı kişilerin bu hareketleri tasvip etmemesi üzerine TÖS binasından uzaklaşan kalabalık, tahrikçilerin öncülüğü ile Lise binasına yöneldi.
Ancak Lise binası jandarma tarafından güvenlik altına alındığı için buraya da kimse yanaşamadı. Bunun üzerine Emniyet Amiri kalabalığı TÖS’ün yayınladığı gazetenin basıldığı basımevine yöneltti. Basımevi binasının camları kırıldı ve sahibinin evine saldırılar oldu. İşin asıl üzücü yanı, kalabalığı tahrik edenlerin
arasında iki emekli öğretmenin bulunmasıydı.
“Olaylara adalet örgütü derhal el koydu. Çoğunluğu Adalet Partili olan 27 kişi hakkında gıyabî tutuklama kararı verildi. Bunlardan yedisi ilçe sınırları dışına kaçtığı için yakalanamadı. Toplanan kalabalık da 250-300 kişi kadar vardı.” 
( TÖS Gazetesi, Sayı 46, 15.1.1970. Ayrıca bkz. Aksoy,M., a.g.k., Cilt 1, s.612-615)
* * * * * * * * * * *
Kaynak:https://www.yildirimkoc.com.tr/usrfile/1614062187b.pdf
* * * * * * * * * * *

18 Kasım 2022 Cuma

Zaman Tünelinden esintiler - 5 : TÖS ve İLKSEN Boykot Komitesi Bildirisi(15.12.1969)


TÖS ve İLKSEN Boykot Komitesi Bildirisi(15.12.1969)


Daha sonra TÖS ve İLKSEN’in ortak boykot bildirisi yayınlandı. Bildiri, “TÖS ve İLKSEN Boykot

Merkez Komitesi Adına İLKSEN Adına Mahittin Çayır ve TÖS Adına Fakir Baykurt” imzalıydı.

“Kamu Oyuna ve Öğretmenlere!

“1) TÖS ve İLKSEN Genel Merkezleri, bütün yurtta ve bütün okullarda dört günlük bir ihtar boykotu kararı almıştır.

“2) Bu boykot, daha iyi bir Toplum ve Eğitim düzeni sağlamak içindir.

“3) Pazartesi sabahından Perşembe akşamına kadar öğretmenler okullara gitmeyeceklerdir. 15 ile 18 Aralık günleri arasında okullarda hiçbir eğitim, öğretim ve yönetim hizmeti yapılmayacaktır.

“4) TÖS ve İLKSEN Genel Merkezleri, birleşik eylem kararı almışlardır. Boykotu bu iki örgütün kurduğu
(Boykot Merkez Komitesi) yönetecek ve yürütecektir.

“5) Boykotun Amaçları Şunlardır:

“- Milli Eğitim Bakanı, Hükümetten yetki alarak, boykotçu öğretmenlerin resmî temsilcileriyle görüşmeye oturacak ve bir protokol imzalamaya razı olacaktır.

“- Bu protokolde, öğretmen isteklerinin kabul edildiği, ortaklaşa kararlaştırılacak süre içinde bunların gerçekleştirileceği ve kanunlaştırılacağı ifade edilecektir.

“6) Öğretmen İstekleri Şunlardır:

“- Bütün Milli Eğitimden yabancı uzmanlar ve Barış Gönüllüleri çıkarılacaktır. Çocuklara süttozu
verilmeyecektir.

7“- Öğretmenlerin, Eğitmenlerin ve Eğitimde hizmet gören herkesin maaşı, bugünkü hayat pahalılığını
karşılayacak seviyeye çıkarılacaktır. Bunun için halka vergi yüklenmeyecek, devlet maliyesi sömürülen ve heder edilen milyarlarla canlandırılacaktır.

“- Yedi yıldır toplanmayan Milli Eğitim Şûrası’nın toplanma gün ve biçimi, temsilcilerimizle görüşülerek ilân edilecektir.

“- ‘Milli Eğitim Mensupları Yardımlaşma Kurumu’ kanun tasarısı, temsilcilerimizin görüşü alınarak
yeniden hazırlanacak ve kanunlaştırılacaktır.

“- İdarenin sendikal çalışmalarından, düşüncelerinden ve kanunların suç saymadığı davranışlarından dolayı sürülmüş, çıkarılmış veya istifa zorunda bırakılmış bütün öğretmenler, örgütlerimizin verdiği listeye göre, eski yerlerine döndürülecektir.

“- Bundan böyle, Eğitim ve Öğretmen sorunlarının çözümlenmesinde resmî temsilcilerimizle görüşüp konuşmak ve çözüm getirmek usul olacak ve bu usul kanunlaşacaktır.

“- Anayasaya aykırı olan 624 sayılı Sendika Kanunu değiştirilecek, öğretmenlere grev dahil bütün
demokratik sendikal haklar verilecektir, grev, alın teri ve göz nuruyla geçinen herkes için kutsal bir haktır.

“- Bu boykottan dolayı hiç bir öğretmene idarî ceza verilmeyecektir. Aksi halde boykot süresiz olarak uygulanacaktır.

“Bakana Cevabımız:

“Milli Eğitim Bakanı, örgütlerimizin bu kararı üzerine Eskişehir’de bir demeç vermiştir. Bu demeçte söylediklerini geçerli saymıyoruz. Bakanın cevabı, şartlarımıza uygun olmalıdır.

“Bakan, bazı valiler, il, ilçe eğitim müdürleri idarî baskılar yapmaktadır. Bunlar bizim görmediğimiz baskılar değildir. Korkmuyoruz ve dört gün idareyi dinlemiyoruz. Öğretmen yerine vekil atayacaklarını söylüyorlar. Bu anlayış sakattır. Öğretmenin yeri ancak öğretmenle doldurulabilir.

“Boykot süresince Hükümet adına bir görüşme teklifi gelirse dikkate alacağız. Ancak protokol imza
edilmeden ve protokol radyoda okunmadan boykot durmayacaktır.

“Görüşmeler mutlaka TÖS Genel Başkanı Fakir Baykurt ile İLKSEN Genel Başkanı Kenan Keleş’in
katılmasıyla olacaktır.

“Sevgili Arkadaşlarımız;

“Bin bir bunalımın içindesin. Yaptığın eğitim seni, öğrencini ve halkı memnun etmiyor. Hepimiz bu yanlış, eşitsiz, kalitesiz ve körletici eğitimden bıktık. Başını kaldır ve bütün arkadaşlarınla kol kola gir. Bütün Türkiye’de tek gövde ve tek ses ol.

“Bil ki, savaşımız bu boykotla sona ermeyecektir. Boykot ötesine de kendini hazırla. Savaşımız, halkımızın bağımsızlıkçı, demokratik ve devrimci Türkiye savaşının mütevazı bir halkasıdır. Boykotumuz, bu savaştan tecrit edilemez. Boykotumuz, anlamını ancak bu savaş içinde bulur. Bunu unutma.

“Bil ki, 121 yıl içinde ilk defa meslekî şerefini ve gururunu ortaya koyuyorsun. Baskılardan ve tehditlerden korkma. Kimse sana dokunamaz. Tek değilsin, çoksun, güçlüsün.

“Boykotun başarılı olsun. Bütün savaşın başarılı olsun. Parolan: Başarana kadar.” 
(TÖS Gazetesi, Sayı 44, 15.12.1969)

* * * * * * * *