İsmail
Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı
Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU
..........................
Klasik
Eğitime Karşı Yaratıcı ve
Özgürleştirici Eğitim
İsmail
Hakkı Tonguç, uygulamadaki eğitim sistemini; ezberci, yaşamdan
kopuk, toplumun ve insanın gereksinimlerinden uzak bulur. 3 Haziran
1937’de Sadri Ertem’e yazdığı mektupta, yeni hazırlanan
testlerin içeriğini eleştirir: “Bu test değil, çocuklar için
adeta bir bela! Yahu bu kadar suali
sen değil ilk mektep talebesine, yaşını başını almış kelli
felli okuryazar denilen adamlara sorsan onları bile sıkıntı basar
ve şaşırır kalırlar. (…) Bütün bu suallerin ifade ettikleri
kitabi bilgi ile insanları ölçüp de hüküm vermek, insanı işe
yaramayan bir malumat hokkası olarak görmekten
başka ne ifade eder?” Tonguç genç kuşakların yaşamdan uzak
“kitabi bilgi”yle donatılmasını ve “insanın malumat
hokkası” haline getirilmesini hem mektuplarında, hem de yazdığı
kitaplarda eleştirir. Tonguç’un 1937’de yazdıkları,
Freire’nin 1960’lı yılların sonunda formüle ettiği “Bankacı
Eğitim Sistemi” kavramsallaştırmasını çağrıştırmaktadır.
Tonguç, öğrencilerin belleklerinin, anlamını ve önemini
kavramadıkları bilgilerle doldurulmasını doğru bulmaz. Ona göre
söz konusu eğitim, klasik eğitimdir ve terk edilmelidir! Rauf
İnan’a 7 Nisan 1938’de yazdığı mektupta Eğitmen Kursları’nda
yeni bir bakış açısına ihtiyaç olduğunu belirtir. Bunun
çaresininde “Evvela mevcut bilgileri ve itiyatları terk. Yeniden
yeni işe göre aklıselimle hareket… Yoktan var icat etmek… Köye
ve köylüye göre hareket… Bunların niçin böyle olmaları lazım
geldiğini kursa geleceklerle temasdan sonra anlamak mümkündür.”
Burada Tonguç, eski alışkanlıkların bırakılmasını, akılcı davranılmasını ve öğretmenin köylüden öğrenmesini ister.
Onun bu yaklaşımı, bilginin yaşamla bağını kurma ve köylüyü
sürecin dönüştürücü aktörleri haline getirmek amacıyla
açıklanabilir. Kurslara alınan gençlerin, kurs sonrasında
eğitmen olarak gidecekleri köylerde, köyün “gerçek ihtiyacına”
çözüm üretecek bir birikimle donatılmasını amaçlar. Bunun
yolu köylüyü tanımaktan, köylünün ihtiyaçlarını köylüyle
birlikte saptamaktan ve çözüm üretmekten geçmektedir. O halde bu
eğitim müfredatının “ruhu” nasıl olmalıdır? İnan’a 7
Nisan 1938’de
yazdığı mektupta şöyle der: “Tedrisata gelince: Onu resmi
müfredat programı az çok göstermiş. Fakat ruhu program
taslağında değil, kursu idare edecek olan arkadaşların ellerinde
ve tarzı hareketlerindedir. Köyde ve köylüde mevcut kıymetleri,
umumi ve mer’i (geçerli) kıymetler
haline getirmek, bu kursların ve ondan sonra eğitmenlerin
faaliyetlerinin neticesi olmalıdır.
Sana
meselenin ana hatlarını yazdım. Kursların kendi kendilerini
yaratmaları en mühim noktayı teşkil eder. İşi bizim klasik
işler gibi mütalaa ederek merkezden imdat beklerseniz buradan belki
para, kitap alabilirsiniz. Fakat ruhu vermek merkezin işi değildir…
Bu işin gerçekleşmesi için resmi
emirleri veriyoruz. Bunlardan azami şekilde istifade etmek size
düşer.”
Tonguç,
yeni bir iş için yola çıkarken, “iş”i öncelikle insanların
zihinlerine ve kalplerine sokmak gerektiğini, sonra insanların
fedakârlığa girişeceğini söyler. Ona göre bireysel akıl,
ortak akıl haline gelerek köyün maddi ve manevi alanda
canlanmasına katkıda bulunmalıdır. Tonguç için
“iş”, bir idealin gerçekleşmesi demektir. İdeal ise,
inanmayı, sevmeyi ve çalışmayı gerektirir.
Ancak,
daha önce değinildiği gibi, onun ortaya koyduğu ideal için yola
çıkacak nitelikli insan sayısı oldukça azdır. Buna rağmen
mektuplarında hiçbir zaman umutsuzluğa yer yoktur: Mevcut
öğretmenler arasında amaçlanan eğitime sempati duyacak kişilerle
ve “samimi” ortamlar yaratarak işleri yapmayı amaçlar. Bir
yandan da işleri yapan kişilerin değişmez statü içinde kalmalarını
istemez. Çünkü bu durum, diğerleri üzerinde egemenlik kuran bir
biçime dönüşebilir. Tonguç’un eğitim sisteminde şuna dikkat
edilir: Öğretmen köyün ihtiyaçlarına göre bildiklerini
eğitmene öğretecek, ancak eğitmen adayından da öğrenecektir:
“Kursçulara azami şekilde yardım
ediniz. Onlar sizden, siz onlardan istifade ederek orada iyi, hatta
örnek bir hayat tesis ediniz.” Tonguç’un örnek hayat yaratma
çabası, enstitü çevresini ağaçlandırmak ve çiçeklendirmeyi
de, eşyaların niteliğini ve kullanımını da öngörür: “Herşeyi
temiz ve basite irca etmek, birinci şart. Kurs eşyası ve binaları
böyle bir renk göstermelidir. Ot yatak, battaniye, tahta karyola,
bakır sahan ve bardak, çiçekli sofralar. Bir masadan yemek, ders,
konferans, atelye vs gibi birçok işler için istifade bu kursların
eşya kullanmaktaki prensiplerinin birini teşkil etmelidir.”
Kuruluşunda, Enstitülerin yerleşkelerinin bulundukları bölgelerin
ihtiyaçları ve coğrafi koşulları dikkate alınır. Ancak Tonguç,
bu kurumların kuruluşunda da klasik yöntemlerden uzak durur.
Aksi takdirde başarısız olunacağını düşünür. Bir mektubunda, Arifiye Köy Enstitüsü’nün öğrenci alma tarzını
klasik eğitimle ilişkilendirerek eleştirir. O, okulu öğrenci
için hazırlamaya karşıdır. Klasik eğitimde okullar hazırlanır,
öğrenci hazır okula gelir, “bilgili ve sınıfın tek egemen
kişisi olan” öğretmenin öğreteceklerini beller! Tonguç bu
yöntemin tersine, öğrenciyi hazırlık sürecine dahil etmeyi
önerir. Enstitü Müdürü Balkır’a 24 Ağustos 1940 yılında
yazdığı mektupta, Balkır’ın öğrenci karyolalarını
boyatmasını ve yoğun bir hazırlık içinde olmasını eleştirir:
“Görünüşe göre sen bilinen mektebi hazırlayarak, sonra
faaliyete geçmek istiyorsun. Bu doğru olmaz… Yağmurlar
bastırıncaya kadar behemal çocuklar eğitmen tertibi , dışarıda
ders görecekler. Ancak bu tedbirle klasik tedrisat nizamını kırmak
mümkün olur.” Yine klasik eğitim sistemini
kırmaya yönelik bir yöntem de şudur: “Yetişkin talebesi olan
Enstitüler bu çocuklardan, birçok hususlarda, hatta birinci
sınıflara ders verdirmek veya müzakere yaptırmak, bisiklet,
motosiklet öğretmek gibi türlü faaliyetler için istifade etme
yollarını arayıp bulmalıdır.
Tonguç,
40 bin köyün okulsuz ve öğretmensiz olduğu koşullarda, bu
koşulları değiştirme bilgisi, becerisi ve isteği olan kuşaklar
yetiştirmek amacındadır. Çünkü mevcut koşullara göre, okul ve
öğretmen ihtiyacı öylesine yakıcı bir sorundur ki, olabilecek
en kısa zamanda ve en yeni yöntemle sorunun üstesinden
gelineceğini düşünür. O; eğitim, üretim, paylaşım ve
birlikte eğlenme aracılığıyla
güçlenen bireyler ve gençler yetiştirme hedefindedir.
Mektuplarındaki klasik eğitim eleştirisinin temelini bu anlayış
oluşturur. Ancak Tonguç’un bu düşüncesini bazı enstitü
müdürleri ve öğretmenlerin kavramadıkları da mektuplara
yansımaktadır. Tonguç, mektuplarında dile getirdiği
gibi “işlerinin çokluğuna rağmen” bu kişilere yazmaya ve
onları uyarmaya devam eder.
Bu
kişilere yönelik eleştirileri ve özeleştirisi bir sonraki
bölümde ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
Tonguç’un
klasik eğitim sistemi eleştirisi onun öğretmenlik ve yöneticilik
deneyimleriyle sınırlı değildir. Tonguç, 1935 sonlarında
dönemin Milli Eğitim Bakanı’na “Köyde Eğitim” konusunda
rapor sunar. 1935’den itibaren Tonguç, birlikte çalışabileceği,
köy “davası”nın bilincinde olan
ve çözüm üretecek kişiler bulmak amacındadır. Bunun yolunun
köyü ve köylüyü, hem de mevcut eğitimcileri yakından
tanımaktan geçtiğini bilmektedir. 1938’de yazdığı Köyde
Eğitim adlı eseri; hem zengin bir içeriğe sahiptir, hem de
aşağıda belirttiğimiz gibi aradığı nitelikli eğitimcilere
ulaşma aracı olmuştur. Daha kitabın ilk sayfalarında, “Köylülere
bir şey öğretebilmek için önce onlardan birçok şeyler
öğrenmemiz gerekir. Onlarla gülüp onlarla birlikte ağlamayan bir
insan köyün iç hayatına giremez” demektedir. Bu kitabını
yazmadan önce Tonguç, dünyada ve ülkemizdeki eğitim sistemine
ilişkin bilgi dağarcığını, Türkiye köylerinin mevcut durumuna
ilişkin bilgilerle
zenginleştirir. Tonguç, bu kitabında önce köylerin genel
durumunu inceler. Tonguç’un bu eserinde, bir toplumbilimcinin
metodolojisine sahip olduğu görülür ve verileri titizlikle tasnif eder:
Konuyu; “Doğa ve doğa olayları bakımından köy”, “Toplumsal
hayat ve olaylar bakımından köy durumu”, “Tarımsal işler ve
ekonomik hayat bakımından köy durumu” ve “Hayat anlayışları
bakımından köy durumunu (önemli hayat anlayışları, sevinç
karşısında köylü, üzüntü ve keder karşısında köylü, bir
milletin hayat anlayışı)” başlıkları altında ele alır.
Ardından köydeki eğitimin niteliğini ve ana ilkelerini analiz
eder. Burada “öğrenci ve öğretici olarak insan” başlığıyla,
insanın toplumsal, fiziksel, psikolojik ve bilişsel özelliklerini
tartışır. Son olarak da Türkiye’deki köy
tiplerini inceler. Bu bölümü yazarken, kendi bilgisi ve
izlenimlerinin ötesinde Afyon, Ağrı, Ankara, Çanakkale, Edirne,
Erzincan, Erzurum, Kars, Gaziantep, Gümüşhane, İzmir, Kırklareli,
Kocaeli, Malatya, Rize, Samsun ve Tekirdağ’dan öğretmen ve
denetmenlerin, “raporlarından,
gözlemlerinden
ve fikirlerinden” yararlanır.68 Tonguç söz konusu eğitimcilerden
rastgele bir değerlendirme almaz. “Köy Eğitimini İnceleme
Planı” başlıklı bir geniş ölçekli bir soru formu hazırlar
ve gelen yanıtları kitabında değerlendirir.69 Tonguç, ülkenin
dört bir yanında görev yapan 115 kişiden oluşan bu eğitimcilerin
adlarını kitabında tek tek sayar. Bu kişilerden bazılarının
sonraki
yıllarda
Köy Eğitmen Kursları ve Köy Enstitüleri’nde öğretmen ve
yönetici olduğu görülmektedir.
Engin
Tonguç’un deyişiyle bu bir “Kolektif bir yapıttı” ve
Tonguç’un çalışma biçimiydi. Engin Tonguç’un bu
saptamasının ne denli haklı olduğu, Köy Enstitüleri
sistemindeki kolektif yaşam incelendiğinde de görülmektedir.
Tonguç,
ülkenin dört bir yanına dağılan bütün Köy Eğitmen Kursları
ve Köy Enstitüleri’ni sık sık ziyaret eder. O, bu bakımdan da
klasik eğitimcilerden farklıdır. Söz konusu kurumları
Ankara’dan, makamından yönetmez. Bu yerleşkelerde en az birkaç
gün kalır. Gittiği her yerde yönetici, öğretmen ve öğrencilerle
birlikte zaman geçirir. Onları dinler, izler, işleyişe ilişkin
düşüncelerini
paylaşır. Öğrenciler; tarlada, derslikte, ahırda, işlikte,
yemekhanede vb mekânlarda Tonguç’la karşılaştıklarını
birlikte zaman geçirdiklerini dile getirmektedirler.71 Tonguç’un
sık sık seyahat
ettiği, kursları ve enstitüleri yerinde gözlediği mektuplarında
da sık sık karşımıza çıkar.
Manisa
Milli Eğitim Müdürü Rauf İnan’a Horozköy’de açılacak
eğitmen Kursu için yazdığı mektupta şunları söyler: “Yeni
bina meseleleri hakkında şimdiden hiçbir şey yapmak doğru
değildir.
Ben
tahminen birbuçuk ay sonra geleceğim. Vaziyeti mahallinde hep
birlikte etüd edeceğiz. Ondan sonra kati kararlar vereceğiz.”
“Yeni yaptırmak istediğin atelye meselelerine gelince, onları,
ben oraya gelerek mahallinde halledeceğim.”73 “Birçok
mektuplarına kendim Arifiye’ye giderim diyerek
cevap yazamadım. Halbuki bu imkan şimdilik hemen tahakkuk
ettirilecek gibi görünmüyor. Onun için sana esaslıca birkaç
noktayı yazmak isterim.” Tonguç Köy Enstitüleri’nin
açılışından bir yıl sonra 4 Ağustos 1941’de yazdığı bir
mektupta, son iki ayda sekiz Köy Enstitüsü’nü
ziyaret
ettiğini ve çalışmalarını yakından izlediğini belirtmektedir.
Dönemin ulaşım ve iklim koşullarının güçlüğü göz önünde
tutulursa Tonguç’un bu gezilerinin hangi fedakârlıklarla
gerçekleştiği daha iyi anlaşılabilir: “Buna gecelerimden
istifade etmek şartıyle vakit bulabiliyorum.
Buradaki
işlerimi de bizzat halletmek veya göz kontrolü altında
bulundurmak mecburiyetiyle
karşılaşıyorum…”
Tonguç’un,
yüz yüze ve güvene dayalı, eğitimin her kademesindeki bireye
değer veren anlayışı, klasik eğitime bir meydan okumadır. Onun
bu yaklaşımı; enstitü yerleşkelerindeki müdürden öğretmene,
usta öğreticiye ve öğrenciye dek yansımasını bulur. Bu eğitim
ve yaşam biçimi, Köy
Enstitüsü
mezunu kuşağın güçlüklerden yılmayan, yaşamları boyunca son
derece üretken ve topluma katkıda bulunan bireyler haline gelmesine
yol açar. Bunda Tonguç’un Eğitmen Kursu ve Köy
Enstitüleri’ndeki her bireye çalışma alanlarında inisiyatif
tanıyan bir idareci niteliği taşımasının etkili olduğu
kanısındayım. 19 Kasım 1937’de Edirne Karağaç Eğitmen Kursu
Müdürü
Bayır’a
yazdığı mektupta kadroya alınacak ilköğretim müfettişleri ile
öğretmenleri seçme konusunda Bayır’a “her bakımdan serbest
bırakırız”, “Emri tepeden değil, aşağıdan yukarı doğru
çıkarırız” der. “Emrin” tabandan, yukarıya iletilmesi
Tonguç’un, katılımcı demokrasinin anlamını ne denli
içselleştirdiğini bize göstermektedir. 1938’de yazıldığı
tahmin edilen bir mektupta da Bayır’a “Senin mektebin yaz tatili
için ne düşünüyorsunuz? Onu resmi tahriratla bildir.
Ona
göre tedbirler alalım. Tatilde bütün talebeyi bırakacak mısınız?
Böyle olursa ziraat işleriniz ne olacak?” sorusunu yöneltir. O
yıllarda köyün ve köylü çocuklarının ihtiyaçları Ankara’dan
değil,
Kars’tan, Trabzon’dan Diyarbakır’dan Antalya’dan kısaca Köy
Enstitüleri’nin bulunduğu bölgelerin ihtiyaçlarından hareketle
planlanırdı. Bu nedenle de Tonguç, idareci olarak seçtiği
kişilere tam yetki verir. Tonguç’un patronaj ilişkilerine karşı
çıkan tutumunun temelinde “idare işleri dilenilerek alınmaz,
onlar verilir” biçimdeki düşüncesi bulunmaktadır. Hangi
düzeyde olursa olsun bireyin konumunu bütün boyutlarıyla hak
etmesi ve üretken olması, onun başta gelen ilkesidir. Öte yandan
İlköğretim Genel Müdürü olarak, müdürlerden ve öğretmenlerden
tavsiye almak, onlara şükran duymak Tonguç’u rahatsız etmez.
Bir mektubunda, enstitü müdürüne “Diğer tavsiyene gelince,
hakikaten kursları dolaşmak lazım” der. 12 Ağustos 1937’de
Ferit Oğuz Bayır’a yazdığı mektupta; “Kurslardaki
faaliyetlerinizden cidden medyunu şükranız. Bu cihetten
arkadaşları saygı ile anmaktan başka elimizden iş gelmez.” 19
Kasım 1937’de Bayır’a yazdığı bir başka mektupta şöyle
der: “Kurs hakkındaki fikirlerine çok sevindim. Bilhassa
teşekkürlerle gözlerinden öperim.” Tonguç’un yazdıklarından
görüleceği gibi Köy Enstitüleri’ndeki uygulama; müdürden
öğretmene, öğrenciye dek patronaj ilişkilerine karşı
başkaldırı eğitimidir.
*
* * * * * * * * * * * * * * * *
KAYNAK:
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/757811
İsmail
Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı
Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU - Prof. Dr., MSGSÜ,
FEF, Sosyoloji Bölümü