27 Ocak 2022 Perşembe

Klasik Eğitime Karşı Yaratıcı ve Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU

İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU

..........................

Klasik Eğitime Karşı Yaratıcı ve 

Özgürleştirici Eğitim

İsmail Hakkı Tonguç, uygulamadaki eğitim sistemini; ezberci, yaşamdan kopuk, toplumun ve insanın gereksinimlerinden uzak bulur. 3 Haziran 1937’de Sadri Ertem’e yazdığı mektupta, yeni hazırlanan testlerin içeriğini eleştirir: “Bu test değil, çocuklar için adeta bir bela! Yahu bu kadar suali sen değil ilk mektep talebesine, yaşını başını almış kelli felli okuryazar denilen adamlara sorsan onları bile sıkıntı basar ve şaşırır kalırlar. (…) Bütün bu suallerin ifade ettikleri kitabi bilgi ile insanları ölçüp de hüküm vermek, insanı işe yaramayan bir malumat hokkası olarak görmekten başka ne ifade eder?” Tonguç genç kuşakların yaşamdan uzak “kitabi bilgi”yle donatılmasını ve “insanın malumat hokkası” haline getirilmesini hem mektuplarında, hem de yazdığı kitaplarda eleştirir. Tonguç’un 1937’de yazdıkları, Freire’nin 1960’lı yılların sonunda formüle ettiği “Bankacı Eğitim Sistemi” kavramsallaştırmasını çağrıştırmaktadır. Tonguç, öğrencilerin belleklerinin, anlamını ve önemini kavramadıkları bilgilerle doldurulmasını doğru bulmaz. Ona göre söz konusu eğitim, klasik eğitimdir ve terk edilmelidir! Rauf İnan’a 7 Nisan 1938’de yazdığı mektupta Eğitmen Kursları’nda yeni bir bakış açısına ihtiyaç olduğunu belirtir. Bunun çaresininde “Evvela mevcut bilgileri ve itiyatları terk. Yeniden yeni işe göre aklıselimle hareket… Yoktan var icat etmek… Köye ve köylüye göre hareket… Bunların niçin böyle olmaları lazım geldiğini kursa geleceklerle temasdan sonra anlamak mümkündür.” Burada Tonguç, eski alışkanlıkların bırakılmasını, akılcı davranılmasını ve öğretmenin köylüden öğrenmesini ister. Onun bu yaklaşımı, bilginin yaşamla bağını kurma ve köylüyü sürecin dönüştürücü aktörleri haline getirmek amacıyla açıklanabilir. Kurslara alınan gençlerin, kurs sonrasında eğitmen olarak gidecekleri köylerde, köyün “gerçek ihtiyacına” çözüm üretecek bir birikimle donatılmasını amaçlar. Bunun yolu köylüyü tanımaktan, köylünün ihtiyaçlarını köylüyle birlikte saptamaktan ve çözüm üretmekten geçmektedir. O halde bu eğitim müfredatının “ruhu” nasıl olmalıdır? İnan’a 7 Nisan 1938’de yazdığı mektupta şöyle der: “Tedrisata gelince: Onu resmi müfredat programı az çok göstermiş. Fakat ruhu program taslağında değil, kursu idare edecek olan arkadaşların ellerinde ve tarzı hareketlerindedir. Köyde ve köylüde mevcut kıymetleri, umumi ve mer’i (geçerli) kıymetler haline getirmek, bu kursların ve ondan sonra eğitmenlerin faaliyetlerinin neticesi olmalıdır.

Sana meselenin ana hatlarını yazdım. Kursların kendi kendilerini yaratmaları en mühim noktayı teşkil eder. İşi bizim klasik işler gibi mütalaa ederek merkezden imdat beklerseniz buradan belki para, kitap alabilirsiniz. Fakat ruhu vermek merkezin işi değildir… Bu işin gerçekleşmesi için resmi emirleri veriyoruz. Bunlardan azami şekilde istifade etmek size düşer.”

Tonguç, yeni bir iş için yola çıkarken, “iş”i öncelikle insanların zihinlerine ve kalplerine sokmak gerektiğini, sonra insanların fedakârlığa girişeceğini söyler. Ona göre bireysel akıl, ortak akıl haline gelerek köyün maddi ve manevi alanda canlanmasına katkıda bulunmalıdır. Tonguç için “iş”, bir idealin gerçekleşmesi demektir. İdeal ise, inanmayı, sevmeyi ve çalışmayı gerektirir.

Ancak, daha önce değinildiği gibi, onun ortaya koyduğu ideal için yola çıkacak nitelikli insan sayısı oldukça azdır. Buna rağmen mektuplarında hiçbir zaman umutsuzluğa yer yoktur: Mevcut öğretmenler arasında amaçlanan eğitime sempati duyacak kişilerle ve “samimi” ortamlar yaratarak işleri yapmayı amaçlar. Bir yandan da işleri yapan kişilerin değişmez statü içinde kalmalarını istemez. Çünkü bu durum, diğerleri üzerinde egemenlik kuran bir biçime dönüşebilir. Tonguç’un eğitim sisteminde şuna dikkat edilir: Öğretmen köyün ihtiyaçlarına göre bildiklerini eğitmene öğretecek, ancak eğitmen adayından da öğrenecektir: “Kursçulara azami şekilde yardım ediniz. Onlar sizden, siz onlardan istifade ederek orada iyi, hatta örnek bir hayat tesis ediniz.” Tonguç’un örnek hayat yaratma çabası, enstitü çevresini ağaçlandırmak ve çiçeklendirmeyi de, eşyaların niteliğini ve kullanımını da öngörür: “Herşeyi temiz ve basite irca etmek, birinci şart. Kurs eşyası ve binaları böyle bir renk göstermelidir. Ot yatak, battaniye, tahta karyola, bakır sahan ve bardak, çiçekli sofralar. Bir masadan yemek, ders, konferans, atelye vs gibi birçok işler için istifade bu kursların eşya kullanmaktaki prensiplerinin birini teşkil etmelidir.” Kuruluşunda, Enstitülerin yerleşkelerinin bulundukları bölgelerin ihtiyaçları ve coğrafi koşulları dikkate alınır. Ancak Tonguç, bu kurumların kuruluşunda da klasik yöntemlerden uzak durur. Aksi takdirde başarısız olunacağını düşünür. Bir mektubunda, Arifiye Köy Enstitüsü’nün öğrenci alma tarzını klasik eğitimle ilişkilendirerek eleştirir. O, okulu öğrenci için hazırlamaya karşıdır. Klasik eğitimde okullar hazırlanır, öğrenci hazır okula gelir, “bilgili ve sınıfın tek egemen kişisi olan” öğretmenin öğreteceklerini beller! Tonguç bu yöntemin tersine, öğrenciyi hazırlık sürecine dahil etmeyi önerir. Enstitü Müdürü Balkır’a 24 Ağustos 1940 yılında yazdığı mektupta, Balkır’ın öğrenci karyolalarını boyatmasını ve yoğun bir hazırlık içinde olmasını eleştirir: “Görünüşe göre sen bilinen mektebi hazırlayarak, sonra faaliyete geçmek istiyorsun. Bu doğru olmaz… Yağmurlar bastırıncaya kadar behemal çocuklar eğitmen tertibi , dışarıda ders görecekler. Ancak bu tedbirle klasik tedrisat nizamını kırmak mümkün olur.” Yine klasik eğitim sistemini kırmaya yönelik bir yöntem de şudur: “Yetişkin talebesi olan Enstitüler bu çocuklardan, birçok hususlarda, hatta birinci sınıflara ders verdirmek veya müzakere yaptırmak, bisiklet, motosiklet öğretmek gibi türlü faaliyetler için istifade etme yollarını arayıp bulmalıdır.

Tonguç, 40 bin köyün okulsuz ve öğretmensiz olduğu koşullarda, bu koşulları değiştirme bilgisi, becerisi ve isteği olan kuşaklar yetiştirmek amacındadır. Çünkü mevcut koşullara göre, okul ve öğretmen ihtiyacı öylesine yakıcı bir sorundur ki, olabilecek en kısa zamanda ve en yeni yöntemle sorunun üstesinden gelineceğini düşünür. O; eğitim, üretim, paylaşım ve birlikte eğlenme aracılığıyla güçlenen bireyler ve gençler yetiştirme hedefindedir. Mektuplarındaki klasik eğitim eleştirisinin temelini bu anlayış oluşturur. Ancak Tonguç’un bu düşüncesini bazı enstitü müdürleri ve öğretmenlerin kavramadıkları da mektuplara yansımaktadır. Tonguç, mektuplarında dile getirdiği gibi “işlerinin çokluğuna rağmen” bu kişilere yazmaya ve onları uyarmaya devam eder.

Bu kişilere yönelik eleştirileri ve özeleştirisi bir sonraki bölümde ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

Tonguç’un klasik eğitim sistemi eleştirisi onun öğretmenlik ve yöneticilik deneyimleriyle sınırlı değildir. Tonguç, 1935 sonlarında dönemin Milli Eğitim Bakanı’na “Köyde Eğitim” konusunda rapor sunar. 1935’den itibaren Tonguç, birlikte çalışabileceği, köy “davası”nın bilincinde olan ve çözüm üretecek kişiler bulmak amacındadır. Bunun yolunun köyü ve köylüyü, hem de mevcut eğitimcileri yakından tanımaktan geçtiğini bilmektedir. 1938’de yazdığı Köyde Eğitim adlı eseri; hem zengin bir içeriğe sahiptir, hem de aşağıda belirttiğimiz gibi aradığı nitelikli eğitimcilere ulaşma aracı olmuştur. Daha kitabın ilk sayfalarında, “Köylülere bir şey öğretebilmek için önce onlardan birçok şeyler öğrenmemiz gerekir. Onlarla gülüp onlarla birlikte ağlamayan bir insan köyün iç hayatına giremez” demektedir. Bu kitabını yazmadan önce Tonguç, dünyada ve ülkemizdeki eğitim sistemine ilişkin bilgi dağarcığını, Türkiye köylerinin mevcut durumuna ilişkin bilgilerle zenginleştirir. Tonguç, bu kitabında önce köylerin genel durumunu inceler. Tonguç’un bu eserinde, bir toplumbilimcinin metodolojisine sahip olduğu görülür ve verileri titizlikle tasnif eder: Konuyu; “Doğa ve doğa olayları bakımından köy”, “Toplumsal hayat ve olaylar bakımından köy durumu”, “Tarımsal işler ve ekonomik hayat bakımından köy durumu” ve “Hayat anlayışları bakımından köy durumunu (önemli hayat anlayışları, sevinç karşısında köylü, üzüntü ve keder karşısında köylü, bir milletin hayat anlayışı)” başlıkları altında ele alır. Ardından köydeki eğitimin niteliğini ve ana ilkelerini analiz eder. Burada “öğrenci ve öğretici olarak insan” başlığıyla, insanın toplumsal, fiziksel, psikolojik ve bilişsel özelliklerini tartışır. Son olarak da Türkiye’deki köy tiplerini inceler. Bu bölümü yazarken, kendi bilgisi ve izlenimlerinin ötesinde Afyon, Ağrı, Ankara, Çanakkale, Edirne, Erzincan, Erzurum, Kars, Gaziantep, Gümüşhane, İzmir, Kırklareli, Kocaeli, Malatya, Rize, Samsun ve Tekirdağ’dan öğretmen ve denetmenlerin, “raporlarından,

gözlemlerinden ve fikirlerinden” yararlanır.68 Tonguç söz konusu eğitimcilerden rastgele bir değerlendirme almaz. “Köy Eğitimini İnceleme Planı” başlıklı bir geniş ölçekli bir soru formu hazırlar ve gelen yanıtları kitabında değerlendirir.69 Tonguç, ülkenin dört bir yanında görev yapan 115 kişiden oluşan bu eğitimcilerin adlarını kitabında tek tek sayar. Bu kişilerden bazılarının sonraki

yıllarda Köy Eğitmen Kursları ve Köy Enstitüleri’nde öğretmen ve yönetici olduğu görülmektedir.

Engin Tonguç’un deyişiyle bu bir “Kolektif bir yapıttı” ve Tonguç’un çalışma biçimiydi. Engin Tonguç’un bu saptamasının ne denli haklı olduğu, Köy Enstitüleri sistemindeki kolektif yaşam incelendiğinde de görülmektedir.

Tonguç, ülkenin dört bir yanına dağılan bütün Köy Eğitmen Kursları ve Köy Enstitüleri’ni sık sık ziyaret eder. O, bu bakımdan da klasik eğitimcilerden farklıdır. Söz konusu kurumları Ankara’dan, makamından yönetmez. Bu yerleşkelerde en az birkaç gün kalır. Gittiği her yerde yönetici, öğretmen ve öğrencilerle birlikte zaman geçirir. Onları dinler, izler, işleyişe ilişkin düşüncelerini paylaşır. Öğrenciler; tarlada, derslikte, ahırda, işlikte, yemekhanede vb mekânlarda Tonguç’la karşılaştıklarını birlikte zaman geçirdiklerini dile getirmektedirler.71 Tonguç’un sık sık seyahat ettiği, kursları ve enstitüleri yerinde gözlediği mektuplarında da sık sık karşımıza çıkar.

Manisa Milli Eğitim Müdürü Rauf İnan’a Horozköy’de açılacak eğitmen Kursu için yazdığı mektupta şunları söyler: “Yeni bina meseleleri hakkında şimdiden hiçbir şey yapmak doğru değildir.

Ben tahminen birbuçuk ay sonra geleceğim. Vaziyeti mahallinde hep birlikte etüd edeceğiz. Ondan sonra kati kararlar vereceğiz.” “Yeni yaptırmak istediğin atelye meselelerine gelince, onları, ben oraya gelerek mahallinde halledeceğim.”73 “Birçok mektuplarına kendim Arifiye’ye giderim diyerek cevap yazamadım. Halbuki bu imkan şimdilik hemen tahakkuk ettirilecek gibi görünmüyor. Onun için sana esaslıca birkaç noktayı yazmak isterim.” Tonguç Köy Enstitüleri’nin açılışından bir yıl sonra 4 Ağustos 1941’de yazdığı bir mektupta, son iki ayda sekiz Köy Enstitüsü’nü

ziyaret ettiğini ve çalışmalarını yakından izlediğini belirtmektedir. Dönemin ulaşım ve iklim koşullarının güçlüğü göz önünde tutulursa Tonguç’un bu gezilerinin hangi fedakârlıklarla gerçekleştiği daha iyi anlaşılabilir: “Buna gecelerimden istifade etmek şartıyle vakit bulabiliyorum.

Buradaki işlerimi de bizzat halletmek veya göz kontrolü altında bulundurmak mecburiyetiyle

karşılaşıyorum…”

Tonguç’un, yüz yüze ve güvene dayalı, eğitimin her kademesindeki bireye değer veren anlayışı, klasik eğitime bir meydan okumadır. Onun bu yaklaşımı; enstitü yerleşkelerindeki müdürden öğretmene, usta öğreticiye ve öğrenciye dek yansımasını bulur. Bu eğitim ve yaşam biçimi, Köy

Enstitüsü mezunu kuşağın güçlüklerden yılmayan, yaşamları boyunca son derece üretken ve topluma katkıda bulunan bireyler haline gelmesine yol açar. Bunda Tonguç’un Eğitmen Kursu ve Köy Enstitüleri’ndeki her bireye çalışma alanlarında inisiyatif tanıyan bir idareci niteliği taşımasının etkili olduğu kanısındayım. 19 Kasım 1937’de Edirne Karağaç Eğitmen Kursu Müdürü

Bayır’a yazdığı mektupta kadroya alınacak ilköğretim müfettişleri ile öğretmenleri seçme konusunda Bayır’a “her bakımdan serbest bırakırız”, “Emri tepeden değil, aşağıdan yukarı doğru çıkarırız” der. “Emrin” tabandan, yukarıya iletilmesi Tonguç’un, katılımcı demokrasinin anlamını ne denli içselleştirdiğini bize göstermektedir. 1938’de yazıldığı tahmin edilen bir mektupta da Bayır’a “Senin mektebin yaz tatili için ne düşünüyorsunuz? Onu resmi tahriratla bildir.

Ona göre tedbirler alalım. Tatilde bütün talebeyi bırakacak mısınız? Böyle olursa ziraat işleriniz ne olacak?” sorusunu yöneltir. O yıllarda köyün ve köylü çocuklarının ihtiyaçları Ankara’dan

değil, Kars’tan, Trabzon’dan Diyarbakır’dan Antalya’dan kısaca Köy Enstitüleri’nin bulunduğu bölgelerin ihtiyaçlarından hareketle planlanırdı. Bu nedenle de Tonguç, idareci olarak seçtiği kişilere tam yetki verir. Tonguç’un patronaj ilişkilerine karşı çıkan tutumunun temelinde “idare işleri dilenilerek alınmaz, onlar verilir” biçimdeki düşüncesi bulunmaktadır. Hangi düzeyde olursa olsun bireyin konumunu bütün boyutlarıyla hak etmesi ve üretken olması, onun başta gelen ilkesidir. Öte yandan İlköğretim Genel Müdürü olarak, müdürlerden ve öğretmenlerden tavsiye almak, onlara şükran duymak Tonguç’u rahatsız etmez. Bir mektubunda, enstitü müdürüne “Diğer tavsiyene gelince, hakikaten kursları dolaşmak lazım” der. 12 Ağustos 1937’de Ferit Oğuz Bayır’a yazdığı mektupta; “Kurslardaki faaliyetlerinizden cidden medyunu şükranız. Bu cihetten arkadaşları saygı ile anmaktan başka elimizden iş gelmez.” 19 Kasım 1937’de Bayır’a yazdığı bir başka mektupta şöyle der: “Kurs hakkındaki fikirlerine çok sevindim. Bilhassa teşekkürlerle gözlerinden öperim.” Tonguç’un yazdıklarından görüleceği gibi Köy Enstitüleri’ndeki uygulama; müdürden öğretmene, öğrenciye dek patronaj ilişkilerine karşı başkaldırı eğitimidir.

* * * * * * * * * * * * * * * * * 

KAYNAK: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/757811

İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU - Prof. Dr., MSGSÜ, FEF, Sosyoloji Bölümü



Hiç yorum yok: