28 Ocak 2022 Cuma

Köy Enstitülerinde eleştiri-özeleştiri kültürü / Firdevs GÜMÜŞOĞLU

 İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU

..........................

Mektuplarda 

Eleştiri ve Özeleştiri Eğitimi

Köy Enstitülerinde eleştiri-özeleştiri kültürünün yaygın olarak uygulandığı bilinmektedir.

Bir haftalık yaşantının değerlendirildiği Cumartesi toplantılarına, müdürden öğretmene, usta öğreticiye, öğrenciye ve diğer çalışanlara kadar herkes katılır. Bütün katılanların eşit bir biçimde söz söylemesi, yapılan işleri değerlendirmesi, eleştirmesi ve özeleştiri yapması bir gelenek halindeydi. Böylece yerleşkedeki herkes, her işin sorumluluğunu kolayca kabul edebiliyor, olası eksiklik ve aksaklıkların neler olabileceğini biliyordu. Enstitülerde Cumartesi günleri öğleden sonra, herkesin katıldığı genel temizliğe ayrılır. O günün akşamında haftanın işleri eleştirilip, değerlendirilir, yeni haftanın planları üzerinde durulur, tartışılır. Örneğin Cılavuz Köy Enstitüsü’nde Cumartesi toplantıları; haftanın bir değerlendirmesini yapmak, başarılı olanların kutlanması, başarısız veya eksik iş ve tutumların eleştirilmesi anlamına gelirdi. Öte yandan bu yöntem sadece “iş”le sınırlı bir algı değişimini sağlama ve alışkanlık yaratmak değil, demokrasi kültürünü ortak yaşam alanında gerçekleştirmeye yönelik bir işlev de görüyordu. Köylerden gelen çocuklar ilk kez bu yerleşkede “konuşmayı” öğreniyordu. Ezilenlerin içine gömülü olduğu “sessizlik kültürü” böylelikle kırılmaya çalışılıyordu. Konya İvriz Köy Enstitüsü’ndeki öğrenciliğinin ilk günlerinde (1943 yılında) Mahmut Makal ve arkadaşları, her güzel havada olduğu gibi dışarıda ders yapmaktadırlar. Ders, Yurttaşlık Bilgisi’dir. Ders devam ederken boynunda fotoğraf makinası olan birisi yaklaşır ve öğretmene dersin konusunu sorar. Aldığı yanıtın ardından küçük Makal’a “Devletin vatandaşa karşı görevleri nelerdir?” diye sorar. Makal bu anısını şöyle anlatır: “Ayağa kalktım ama yanıtlayamadım sorusunu. Susup kaldım karşısında… Olağan durumda bir şey söyleyebilirdim. Ama karşımda koskoca Genel Müdür ve yanında bir düzine konuk…

Ben kimdim onlar kimdi… ‘Otur’ dedi. Öğretmene dönerek, bizim ve konukların duyacağı biçimde şunları söyledi: ‘Çocuğun konuşmamasını bir hata saymıyorum. Bunlar yüzyıllardan beri sustukları için elbette birdenbire konuşamazlar. Bunlara ilk öğreteceğimiz şey konuşmalarını, düşüncelerini söyleyebilmelerini sağlamak.” İşte bu anlayıştır ki öğretmen ve sağlık görevlilerinin yanı sıra, Köy Enstitüleri’nden edebiyat, sanat ve düşün dünyasına pek çok kişi kazandırılmıştır. Yine bu eğitim sistemi, yoksul köylü çocuğu olan Makal’ı yazar yapmış, 1950’den

beri eserleri Japonca’dan İbranice’ye, Almanca’dan Fransızca’ya, İngilizce’den Bulgarca’ya ve Lehçe’ye çevrilmiştir. Ayrıca Fransa ve Almanya’da üniversite ve liselerde eserleri okutulmuştur. O yıllarda geleceğin öğretmenleri, düşünmeyi eleştirmeyi ve özeleştiri yapmanın önemini kavrıyordu. Daha da önemlisi Aksu Köy Enstitüsü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunu yazar Türkoğlu’nun belirttiği gibi; “Yönetici, öğretmen ve öğrencilerin birlikte çalışarak, yetki ve sorumlulukları paylaşarak ortaklaşa yaratacakları böyle bir eğitimi yalnızca ‘katılım’ kavramıyla açıklamak olası değildir. Çünkü klasik eğitimde katılım, kimilerinin az katılımı içerir.”

Türkoğlu, Köy Enstitüleri sisteminde, “gerçek yetki ve katılımın” olduğunu söyler. Bu bağlamda Köy Enstitüleri uygulaması bize şunu göstermektedir: Günümüzde eleştirel pedagogların dile getirdiği, eğitimcilerin basit entelektüeller değil, dönüştürücü ve organik entelektüeller olduğu görüşü 1940’larda bu ülkede yaşam alanı buldu. Bu yaklaşım o yıllarda da, günümüzde de yeni bir kültür ortamının yaratılmasına karşılık geliyordu. Tonguç’un bütün eserlerinde ve tutumlarında buna büyük önem verdiği görülür.

Tonguç’un herkesin düşüncelerini özgürce ifade etmelerine yönelik tutumu mektuplarındada karşımıza çıkar. Kendisine gelen pek çok şikâyet mektuplarını temkinli, kimseyi kırmadan, insanları iş içinde eğitme ve kazanma düşüncesiyle yanıtlar. Bu bağlamda bir köy öğretmenine Eylül 1939’da şöyle yazar: “Sizi bir buçuk yıl önce bir iş için yoklamıştım, o zaman verdiğiniz cevabı pek çocukça bulmuştum. Fakat toyluğunuza bağışlamıştım. Fakat şimdi bu kadar tecrübeden sonra lüzumsuz yere sızlanmayı, jesti ve nazı doğru bulmam. Ve sevdiklerime de yakıştırmak istemem. Biz sizden idealizm bekleriz, bu da hakkımızdır.” İzmir İl Kültürü Direktörü A. Rıza Özkut’a 8 Kasım 1938’da yazdığı mektupta şöyle der: “Yaptığım işlerin hiçbirinin kendime ne de başkalarının şahıslarına bağlı işler olmasını istemem. İşin realizasyonu hesabına insanları gülleri ve dikenleri ile beraber sevmek prensibine sadık kalmayı isterim. (…) Emin’i gözü kapalıcasına ve başkalarına tercihen tutmuyoruz.” Aynı tarihte, eleştirinin konusu olan Kızılçullu Eğitmen Kursu Müdürü Emin Soysal’a da yazar. İşlerinin çokluğuna rağmen önemli gördüğü noktalarda Soysal’ın dikkatini çekmeyi faydalı bulduğunu belirtir. Tonguç, Soysal’ı önemli ölçüde hatalı bulmakla birlikte onu kırmamaya ve kazanmaya çalışır: “Şahıslar hakkında pek merhametsizce ve o insanların bulundukları şartları, yaratılıştan getirdikleri şeyleri gözetmeksizin, tamamen hissi hareket ederek hücum etmen var ki senin gibi, insanları idare etmek, yetiştirmek ve onlara kıymetler aşılamak vazifesin üzerine alan kimseye bunu yakıştırmam. Bu tarzdaki boş, gayesiz ve kendine antipatiden başka bir şey temin etmeyecek olan şeylerle zihnini yormamanı tavsiye ederim. Daha önce değindiğimiz gibi Tonguç çok sayıda şikâyet mektubu alır. Soysal da kendisi hakkında şikâyet mektuplarının Tonguç’a iletildiğini bilmektedir. Soysal, Tonguç’un bu mektuplardan hareketle kendisini eleştirdiği kanısına sahiptir. Tonguç’un yanıtı ders verici niteliktedir:

Bana birçok mektupların gelmiş olması ve benim onlara göre bazı kanaatlara varmış olmam üzerinde zihin yormana acırım. Bu sözler beni hiç tanımadığını anlatır. İşin aslı ile ilgisi bulunmayan hiç kimsenin (seninkiler de dahil) ne sözü ne yazısı benim kafamda bir saniye yer tutmaz. Beni yalnız işin kendisi ilgilendirir; tıpkı piyesin mevzuu gibi, aktörlerden biri rolünü çok muvaffakiyetli, öteki orta derecede, bir diğeri de muvaffakiyetsiz bir şekilde oynamış, bu hali ben tabii görebilecek kadar nefsimi terbiye edebildiğime kaniim.” Tonguç’un mektuplarında özeleştiri de sıklıkla karşımıza çıkar. Yine Soysal’ın kendisine yönelttiği “ölçüsüz” sözlere ve suçlamalara karşı “Fakat bunlar nihayet şahsıma isabet edebilecek oklar oldukları için onları hiç üzülmeden geçebilirim. Çünkü oku attırmamak lazımken, kendi elimle verdiğimi düşünebilecek haldeyim.”

Yukarıda belirtildiği gibi Tonguç, öğrencilere de çok sayıda mektup yazar. Bu mektuplardan biri Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’nün inşaatında çalışan Çifteler Köy Enstitüsü öğrencilerine yazılmıştır. Öğrenciler mektupta, Enstitü inşaatından sonra ödül olarak Yurt Gezisine gönderilmediklerinden şikâyetçidirler. Tonguç’un yanıtı şöyledir: “Bu güzel işin daima iyi hatıralarla, hem sizler hem de Akpınar’da çalışacak sizin gibi arkadaşlarınız tarafından anılması için yaptığınız işlerden şikâyet etmemeniz birinci şarttır. Size okulunuzda verilen hakiki ruh ve terbiye de bunu icap ettirmektedir. Bu itibarla işten ve henüz gezmeye götürülmemekten doğan şikâyetleriniz, size hiçbir zaman yakıştırmayacağımız bir kusurdur. Bunu derhal tashih etmeniz lazımdır.” Bu sözlerin ardından, enstitü disiplinine aykırı hareket etmeyen öğrencilerin, belirlenen program çerçevesinde geziye gönderileceklerini belirtir.

Köy Enstitülerinin kuruluşundan itibaren Tonguç’un uygulamalarına direnen eğitimciler bulunmaktadır. Tonguç’un mektuplarında bu eğitimciler bazen açık bir biçimde bazen de üstü örtülü olarak eleştirilir. Tonguç’un Soysal’a yazdığı mektuplarda, çalışma tarzı ve eğitim anlayışları arasındaki zıtlık bütün açıklığıyla görülür. Çok partili yaşama geçiş sürecinde, başta Yücel ve Tonguç olmak üzere, Köy Enstitüleri’ne karşı karalama kampanyası başlatılır. Nitekim 1946 seçimlerinden sonra Bakanlığa, Hasan Ali Yücel’in yerine Reşat Şemsettin Sirer getirilir. Tonguç’un eleştirdiği uygulamalar, eğitim politikalarına egemen olur. Tonguç bu konunun Enstitülere yan

sıması nedeniyle de mektup yazar:

Sizin Enstitüdeki son hadiseler hakkında hüküm vermeye yetecek kadar malumat aldım.

Bunları müşahedelerime, tecrübelerimi ekleyerek diğer Enstitülerdeki arkadaşların durumlarıyla da mukayese yaparak en önemli hususları size bildiriyorum: Hadiseleri çıkarma, tahrik etme ve körükliyerek şişirme, bu suretle yoktan meseleler yaratma hususunda bilerek veya bilmiyerek senin rolün büyük ve menfidir. Bu da şundan ileri geliyor:

a) İnsanlara kıyasıya saldırıyorsun, b) Kendine ait işleri doğru dürüst yapmadan başkalarının işlerine o işleri alt üst edecek kadar çok karışıyorsun, c) Muavinliği ilgilendiren işlerin çoğu idare ile öğretmenler ve talebe arasında ahenk tesisini istihdaf eden (amaçlayan) işler iken sen bunun farkında olmasan gerek ki, aksini yaparak ahenksizliklere sebebiyet veriyorsun. İdare işlerine yeni atılan tecrübesiz bir meslektaş olduğun için bu hususları behemehal ve hemen tashih etmelisin.

Şahıs kim olursa olsun müessese içinde o müesseseyi temsil eden bir insan sıfatı ile kimseye hakaret edemezsin. Böyle bir kusurun sıkıntıları yalnız senin üzerine sıçramakla kalmaz, müesseseyi de kirletir. Hele müesseseye senden kat kat fazla hizmet eden birini alay mevzuu yapmana, onu uluorta söylemekte eza duymayışına, başka Enstitülerin tedrisat durumları hakkında tamamen yanlış ve uydurma hükümler vermene çok üzüldüm. Bir insan böyle hareket etmekle ne kazanır? Bütün bunlara karşı içinden şöyle bir sual geçecektir. Öyle ise beni bu müesseselerde niçin tutuyorsunuz? Bunun cevabı: Biz elimizden gelen gayretle ve azami tahamülle, sizin gibi toy arkadaşların akıttıkları zehirleri yuta yuta eleman yetiştirmeye çalışıyoruz. İş son haddine gelinceye kadar bekleriz. Fakat siz söylenenleri hüsnüniyetle kabul etmezseniz, son hadiselerde olduğu gibi yanlış ve faydasız ve hatta zararlı olacak işlerde ısrara kalkarsanız o zaman da katiyen yalvarmayız ve sizi tutmak istesek bile tutamayız.

Tonguç Soysal’a yazdığı yukarıdaki mektupta özetlediği gibi; Enstitülerde insanlara iyi davranmayan, sorumluluk vermeyen, dedikodu yapan, dayanışmayı ortadan kaldıran, öğretmen ve öğrencilere hakaret eden, aşağılayan tutum ve davranışlar, hem kişiyi hem de kurumu “kirletmektedir”. Bu mektubunda da Tonguç; karşı olduğu, yanlış bulduğu davranış ve uygulamaları yapan kişilere karşı dahi, yol gösterici ve öğretici olmaya özen gösterir. Yine bir Köy Enstitüsü müdürüne yazdığı mektupta “Aramızda bu derece fikir ayrılığı vardı da bizi şimdiye kadar bundan açıkça haberdar etmediğine o kadar yanıyorum, o derece üzülüyorum ki!” diye duygularını dile getirir. Tonguç aynı kişiye yazdığı bu mektubun sonunu dostça bitirmeyi ihmal etmez: “Sana sağlık, iç huzuru ve sükûnet diler, gözlerini öperim.” Bir başka mektubunda kendisi hakkında yazılmış ithamlara ilişkin olarak şöyle der: “… Haksız, gaddarca verilmiş hükümlerin üzerinde üç gün düşündükten sonra cevapsız bırakmayı insanlık hislerine aykırı” bulduğunu belirtir.

Tonguç’un bu kişiye de “Kardeşim” diye hitap ettiği görülür.

* * * * * * * * * * * *  

KAYNAK: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/757811

İsmail Hakkı Tonguç’un Mektupları ve Klasik Eğitime Karşı Özgürleştirici Eğitim / Firdevs GÜMÜŞOĞLU - Prof. Dr., MSGSÜ, FEF, Sosyoloji Bölümü 



Hiç yorum yok: