11 Aralık 2008 Perşembe

Düşünebilmek / O.Melih Oğuz

Düşünebilmek / O.Melih Oğuz

“Aydın bir kişiliğim var, kararsız, kuşkulu, düşünceli, içine dönük...”

Vaclav Havel’in “Bildirim” adlı oyununda Gross adlı oyun kahramanına söylettiği sözler bunlar. Aynı kişi kendisi ile ilgili hesaplaşmasında “Az laf çok iş, nesnellik, soğukkanlılık, gurur, kararlılık ve eleştiri,

özellikle de özeleştiri, işte bendeki eksiklikler.” diyerek alıştığımızın dışında(en azından benim için) bir aydın kişiliği görüntüsü veriyor.

Alıştığımızın dışında diyorum ama toplumumuzda “aydın” olarak sürekli gündeme taşınan kişilere baktığımda bu betimlemenin çok da uyumsuz olmadığı sonucuna varıyorum.

“Aydın” konusundaki kafa karışıklığı bir yana kendime ne ölçüde bilinçli ve akılcı davrandığımızı sorarak düşünmeye başladım. Yakında okuduğum bir kitapta (Kevin Hogan- Etkili Olma Sanatı), insanların bilinçaltıları ile karar verdiklerini, bilinçüstünün, yani aklın verilen kararın doğru olduğunu göstermekte kullanıldığını yazıyordu (Aynı değerlendirmeyi 12.09.2008 tarihli Cumhuriyet Bilim Teknik ekinde de okudum). Bu genellemede uzmanları dışarıda bırakıyordu. Kitap, özellikle pazarlamacılara dönük olarak kaleme alınmış olmakla birlikte insan doğasındaki zayıflıklara ve arayışlara yer vererek bunun amaç için nasıl kullanılabileceğinin ipuçlarını gösterme savındaydı.

Bilinçaltının yaşamı sürdürmeye göre programlandığını, genetik özellikler ile yaşanmış deneyimlerin alınan kararlarda başlıca etmen olduğu belirtiliyordu.

Yaşamın akışında bilinçten çok alışkanlıkların egemen olduğu pek çok yazarca dile getirilmiştir. İlk adımlarını atan çocuğun kararsızlıklarını yaşamıyoruz her adımımızda. İlk karşılaştığımız olayları ve durumları ele alırken de çoğunlukla düşünerek bulduğumuz bize özgü çözümlerden çok bize benimsetilen çözümlere yatkın olduğumuzu düşünüyorum. Uzmanların bile ancak kendi uzmanlık alanlarında o da mesleki koşullandırmaları aşabildikleri oranda düşünebildikleri kanısındayım.

Günümüzün dev şirketlerinin insan genetiği ile oynayarak kendilerine sadık, istedikleri ürünleri, istedikleri fiyattan almaya hazır kitleler oluşturmayı amaçladıkları ileri sürülen görüşler arasında. Böylece ilk vardığım sonuç kararlarımızda aklın payının evrensel olarak düşük olduğu ve bu oranın daha da düşürülmeye çalışıldığı yönünde.

Cumhuriyet Gazetesi’nde de Ahmet Cemal “Düşündürülmeyen Gençliğe Mektuplar” ında gençliğe verilen eğitimin ağırlıklı olarak doğruların benimsetilmesi ve bilgi aktarımı şeklinde olduğundan yakınarak düşündürtmemeye programlandığını yazıyordu çok özetle. Bu da ulusal eğitim sistemimizin düşünce üretimimize olumsuz etkisi diye nitelendirilebilir.

Bu ortamda toplumu bilgisi, davranışları ve değerleriyle aydınlatıp yaşamıyla örnek olan aydınlarımıza her zamankinden daha fazla gerek bulunmaktadır.

Oysa bizler aramızdan zaten az yetişen bu kişilere yeterli ilgiyi göstermediğimiz gibi aydın gibi davranan ya da topluma öyle sunulan kişilerin kuşatması altındayız. Diğer yandan Bozkurt Güvenç’in “Türk Kimliği” ni açıklarken belirttiği gibi Ortadoğu toplumlarının tümüyle birlikte bizde de kişilerin ve olayların değerlendirilmesinde “Biz ve Onlar” ayrımı belirleyici oluyor.

Bu durum ise toplumsal kültürümüzün düşünceye getirdiği bir engel olarak görülebilir. Yine, muhtaçlığın getirdiği bağımlılık da kişisel düşünce üretimini engelleyici etkide bulunmaktadır.

Bir başka açıdan ise günümüz yaşam biçiminin de büyük ölçüde düşünmeyi engellediği izlenimi içindeyim. Kent yaşamında zamanımızın önemli bir bölümü yolda geçiyor. Çalışma yaşamımızda ise giderek artan uzmanlıklara bağlı olarak bütünü görmekte güçlük çekerken zaman çok daha sıkıştırılmış bir akışla geçiyor. Dinlenme zamanımızın önemli bir bölümü ise 15-20 saniyede bir akışı değişen dizi, film ve bilgisayar oyunları ile en temel içgüdülerimize yönelik reklamlarla sarmalanmış durumda. Diğer yandan günümüzde yaygın olan postmodern kültür de düşünce üretimini olumsuz etkiliyor bence. Genel ağda Vikipedi’de oldukça ayrıntılı yapılan postmodernizm açıklamalarını okursanız Postmodernizm hakkında bilginiz olmasa bile ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. Özellikle de moderniteyi özümseyerek yaşamamış

toplumlarda postmodernizmin kitlelere kafa karıştırcı ve düşünmemeyi özendiren bir etki yaptığı kanısındayım.

Tüm olumsuzluklara karşın en önemli insani özelliklerimizden olan düşünebilme yeteneğimizi kullanabilmek ve onu geliştirebilmeyi önemsiyorum. Bunun için; bilgilenmeye öncelik vererek kendimizi geliştirmeli, bizleri araştırmaya ve düşünmeye yönelten çevre ve kişilerle ilişkilerimizi geliştirmeye çalışmalı, eksik ve yanlışlarımızı bularak nedenleri üzerinde düşünmeli, geliştirdiğimiz ve savunduğumuz her görüşün dayanaklarını gösterebilmeliyiz.

Yaşanan çevre ve koşulların insanın düşünce ve değerlerini belirlediği gibi düşüncelerin de kendine uygun yaşam ve çevre koşulları yaratabileceğine inanıyorum.

Yazımı okuyanların da kendi bilgi ve deneyimleri ile öneri ve çözümlerini geliştirerek paylaşmalarını umuyorum.

* * * * * * * * * * * 
KAYNAK: O.Melih Oğuz, 25 Eylül 2008, "Bağımsız Cumhuriyetçiler Grubu" İnternet İletisi

Atatürk ve Türk Devrimi Üzerine Gelişigüzel yayın yapılmalı mı? / Prof. Dr. Özer Ozankaya

ATATÜRK VE TÜRK DEVRİMİ ÜZERİNE "GELİŞİGÜZEL" YAYIN YAPILMALI MI? / Prof. Dr. Özer Ozankaya

Can Dündar'a ve yaptığı 'Mustafa' filmine doğru tanı konulmuştur: "Pek üstünde durulmadan (çaktırmadan) Atamızın gece hayatını, içkiyi seven, din karşıtı, demokrasi demesine rağmen en yakın dostlarını bile ipe gönderebilecek bir diktatör olduğu ima ediliyor."

Can Dündar, "Sarı Zeybek" filmine de, daha ilk tümcesinde "Koca bir imparatorluğu yıkan adam " diyerek, yani gerçekte "övgü altında yergi" yaparak başlamıştı. Sanki Osmanlı devletini Atatürk yıkmış gibi gerçeklere taban tabana zıt olan, ama Atatürk'ün gerçekleştirdiği Türk demokrasi devrimine düşman iç ve dış sömürgenlerden aferin almasını sağlayacak bir imada bulunmuştu.

Yeni filmi için kendisinin "Belgeselde, toprağını kaybetmiş ve bunun derin acısını yaşayan, kendisine yeni bir yurt kurmaya çalışan, nitekim bu konuda başarılı olan bir çocuğun öyküsü" diyen sözlerini, Misak-ı Milli'yi, sosyolojik, tarihsel, kültürel temelleri olan bir "Türk yurdu" değil de, 'Selanik'in yitirilmesine karşı yapay olarak oluşturulan bir yurt' gibi sunmaya yönelik, gerçekleri tepe-takla eden, ama bunu da yine ürkekçe yapan bir çaba sayabiliriz.

Bu yaklaşımla Atatürk filmleri hazırlayıp yayınlamak, gerçekten büyük sorumsuzluk sayılmalıdır: Tarihe karşı, Türk ulusuna karşı ve yalnız Türk ulusunun değil, tüm insanlığın övünç kaynağı bir büyük düşünür-öndere karşı sorumsuzluk.

"Suret-i haktan görünüp", gerçek dışı, yanıltıcı, demokrasi düşmanlarından "aferin" almaya yönelik yayın yapılması, düşünce ve yayın özgürlüğünün kötüye-kullanılması olarak görülmelidir.

Atatürk üzerine ve genel olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin Türk Devrimi ile oluşan temel ilke ve kurumları üzerine yapılan yayınlar, Atatürk'ün "Basın ve yayın özgürlüğü" konusundaki uyarıları eşliğinde değerlendirilmelidir.

Bu uyarıları benim burada belirtmeme olanak yok.

Atatürk'ün günümüz Türkçesine aktardığım "YURTTAŞ İÇİN MEDENİ BİLGİLER" kitabının (CEM YAYINLARI) "ÖZGÜRLÜKLER" bölümüne bakılırsa, genellikle basın ve yayın araçlarının bugün içine düşmüş olduğu düzeyin etkenlerini ve bunlara karşı nasıl önlemler alınmak gerektiği bu uyarılardan çıkarılabilir.

Bir yanda, dünyanın dört kıtasından birçok tanınmış bilim, sanat, siyaset ve askerlik şahsiyetinin, 21. yüzyıla girerken, oy birliği ile Atatürk'ün tüm insanlık için kalıcı katkılarını dile getirmekten onur duyması (Bknz: DÜNYA DÜŞÜNÜRLERİ GÖZÜYLE ATATÜRK VE CUMHURİYETİ; T.İş Bankası Yayını)...

Bir yanda Can Dündar ve O'nun gibi yayınlar yapanların tutumu....

Ne diyelim,

"YERE düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten"...

Prof. Dr. Özer Ozankaya

* * * * * * * * * * * *

KAYNAK:Prof. Dr. Özer Ozankaya – "Bağımsız Cumhuriyetçiler" Grubu İnternet iletisinden alınmıştır. 

Atatürk yaşasaydı, Cumhuriyet karşıtlarına ne yanıt verirdi?

Atatürk yaşasaydı, Cumhuriyet karşıtlarına ne yanıt verirdi? / Soner YALÇIN

85. yıl tablosu: Sadece ABD ve Avrupa’da değil Türkiye’deki bazı "akademik gettolarda" da Atatürk düşmanlığı yapmazsanız artık barındırılmıyorsunuz.

Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamayan bir gazete iseniz, özgürlükçü yayın organı ilan ediliyorsunuz. Kutlama yapanların duygularını hiçe sayıp 29 Ekim’de bile Cumhuriyet’e hakaretler yağdıran bir köşe yazarı iseniz hemen demokrat yazar unvanını alıyorsunuz. Belgesel filminizde, Atatürk’ü diktatör göstermezseniz övgü alamıyorsunuz. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Atatürk yaşasaydı tüm bu olup bitene bugün nasıl cevap verirdi? BUGÜN, bu sayfanın yazarı son dönemlerde ağır saldırılara uğrayan biri.

Bugün bu sayfanın yazarı Mustafa Kemal Atatürk. O, bugünleri gördü. Söyleyeceğini yıllar önce söyledi. Evet, bugün bu sayfanın yazarı Gazi Kemal Atatürk... "Efendiler, Cumhuriyet’in ilanı, bütün milletçe sevinçle karşılandı. Her tarafta parlak sevinç gösterileri yapıldı. İstanbul’da iki-üç gazete ve yalnız İstanbul’da toplanan bazı kimseler, milletin genel ve samimi olan bu sevincine katılmaktan çekindiler. Endişeye düştüler. Cumhuriyet’in ilanına önayak olanları eleştirmeye başladılar. Mesela, ’Yaşasın Cumhuriyet’ başlığı altındaki yazılar bile, Cumhuriyet’in kuruluş ve duyuruluş şeklinin ’sıkboğaza getirilmiş gibi bir durum’ bulunduğunu ilan ediyordu. Deniliyordu ki, ’Cumhuriyet, alkış ile, dua ile, şenlik ve donanma ile yaşayamaz. Cumhuriyet, bir tılsım değildir.’ ’Ben Cumhuriyetçiyim’ diyenlerin, Cumhuriyet’in ilanı günü kaleminden çıkacak sözler bunlar mı olmalıydı? En yüksek idare şeklinin Cumhuriyet’ten başka bir şey olmayacağına inandığını iddia edenlerin, Cumhuriyet kelimesine, ’bir put gibi tapmam’ demesindeki anlam ve kasıt nedir? Bu yazıların amacının aslında, Cumhuriyet’i halka sevdirmek, bunun put gibi tapılacak bir şey olmadığını anlatmak olması gerekmiyor muydu? Bir başka gazeteci de, ’Efendiler acele ediyorsunuz!’ diye bağırmaya başladı. Tüm bu sözlerle itiraf edilmektedir ki, son günlerin gürültüleri, Cumhuriyet’in ilanına engel olmak içinmiş. Çirkin, bayağı sözler Gazetesini, ’Balonu uçurdular ama galiba ucunu kaçırıyorlar’ gibi çirkin bayağı sözlerle dolduran gazeteci efendi, sesleniş ve suçlamalarına şöyle devam ediyordu: ’Devletin adını taktınız, işleri de düzeltebilecek misiniz?’ Bu seslenişle başlayan yazıları, şu satırlarla son buluyordu: ’Tek dileğimiz vatan ve millete yararlı işlere başlanılmasından ibarettir. Eğer dün ilan edilen Cumhuriyet’in liderleri ve o liderleri destekleyenler bunu yapabileceklerinden eminseler, biz de kendilerine, -öyleyse Cumhuriyetiniz mübarek olsun Efendiler!- diyoruz.’ Bu son cümlesiyle bizi alay edercesine tebrik eden bu yazar, Cumhuriyet’i benimsemiyor, onunla ilgisi olmadığını bildiriyordu. Başka bir gazeteci yazar da, Cumhuriyet’in ilanı ve dolayısı ile yaptığı eleştiri ve değerlendirmede, ’Bizi üzen nokta, milli önderimizin kişiliği ile ilgilidir. En büyük ruhlu adamlar bile kişisel güç sahibi olmanın çekiciliğine karşı koyamamışlardır’ diyor. Bu yazar ve benzerlerinin, Cumhuriyet’in ilan şeklinde, Cumhuriyet’in esasları ile ilgili kanunda gördükleri kusur ve eksiklikleri eleştirmelerini samimi sayabilmek için saf olmak lazımdır. Eğer bu yazarlar, Cumhuriyet’in ilan günü yaygaralı hücumlara başlamayıp, önce Cumhuriyet’in ilanını iyi niyetle ve samimiyetle karşılamış olsalar, kamuoyunu kararsızlık ve karışıklığa düşürecek şekilde değil de, Cumhuriyet’in iyi yanlarını tanıtıcı ve onun ilanının pek yerinde olduğunu kamuoyuna telkin eden yazılar yazmış olsalardı, ondan sonra yapacakları her türlü eleştirinin samimiyetini iddiada haklı olabilirlerdi. Fakat gördüğümüz tutum ve davranış böyle olmamıştır. Yollar ayrılıyor Efendiler, Rauf (Orbay) Bey de bu münasebetle gazetecilere demeç vermiştir. Vatan ve Tevhid-i Efkár gazetelerinin sahipleri ve başyazarlarıyla baş başa vererek düzenledikleri sorularla bunların cevaplarından bazılarını birlikte gözden geçirelim: Rauf Bey, ’Bence konuyu Cumhuriyet kelimesi bakımından ele almak doğru değildir’ sözleriyle Cumhuriyet’ten bile söz etmek istemiyor. Rauf Bey’in kendi görüşü, ’Milletimizin refah ve bağımsızlığının korunmasını ve aziz vatanımızın bütünlüğünü sağlayan rejimin en uygun rejim olacağı’ şeklindedir. Efendiler, bu sorunun yanıtı mıdır? Rauf Bey’in düşündüğü rejimin adı yok mu? Cumhuriyet rejimi milletin refah ve bağımsızlığını, vatanın bütünlüğünü sağlayan en uygun rejim değil midir? Eğer öyle ise uzun sözleri bir tarafa bırakalım, ’Ben en uygun rejimin Cumhuriyet rejimi olduğu görüşündeyim’ deyiver de, demagojiden kurtulalım. Çünkü söz konusu olan Millet Meclisi’nce kanunla kabul edilen Cumhuriyet’tir. Maksadınız, dolaylı olarak, bu ilan olunandan daha uygun bir rejim bulunduğunu anlatmak ve buna işaret etmek ise, bunu da söyleyiniz. O tercih ettiğiniz rejim ne olabilir? Rauf Bey, kendi görüşünü açıktan açığa söylemekten kaçınıyor. En doğru olduğunu iddia ettiği hükümet şeklinin, devlet başkanlığını Halife’nin kişiliğinde düşündüğüne şüphe yoktur. İşte, Cumhuriyet’in ilanı üzerine Rauf Bey’i ve kendisi ile aynı düşüncede olanları telaş ve heyecana sürükleyen sebep, devlet başkanlığı makamına Cumhurbaşkanı’nın getirilmiş olmasıdır. Aslına bakılırsa, ’Cumhurbaşkanı devletin başıdır’ dedikten sonra, Halife’ye verilecek sıfat ve yetkiyi sağlamakla uğraşan ve böylece onun sevgi ve iltifatını Allah’ın lütfu sayarak memnun olanların hayal kırıklığına düşmekten duydukları üzüntü ve kaygıyı doğal görmek gerekir. Rauf Bey, yapılan işin sadece bir isim değiştirmekten ve üst tabakada bir şekil değişikliği yapmaktan ibaret olduğunu söylüyor. Cumhuriyet’i ilan etmenin çocukça ve aceleye getirilmiş bir hareketin eseri olduğunu anlatmaya çalışırken, ’Cumhuriyet idaresiyle gerçek ihtiyaçların karşılanmış olacağını zannetmek affedilmez bir hata olur’ demekle, Cumhuriyet rejimine ne kadar ilgisiz ve ondan ne kadar uzak olduğunu ispat etmiyor mu? Benim girişimlerimi ve yaptığım işleri, halkta endişe uyandırıcı nitelikte görmek ve sevinç gösterilerinde bulunan halk adına, gereksiz yere bunun tersini söylemek, yapay olarak halka bu endişeleri aşılamaya kalkışmaktır. ’Halkın, geçirdiği tecrübelerden ders aldığını ve uyanıklık kazandığını anlayarak sevinmelidir, ben şahsen memnunum’ diyen Rauf Bey’e bu münasebetle bir noktayı hatırlatayım: Halkı uyarmak ve uyandırmak için ömrünü adamış bir adama karşı böyle konuşulmaz ve halkta bu duyarlılığı görmekle, kendisinin benden çok sevindiğini söylemeye ne hakkı ne yetkisi vardır. Rauf Bey bütün vatanı düşmanlara işgal alanı yapabilecek Mondros Ateşkes Antlaşması’nı bir oldubitti şeklinde imzaladığı zaman, milletin nasıl kan ağlayıp acı çektiğini duyabildi mi? Efendiler, çeşitli soy ve mesleklerden oluşan kimselerin meydana getirdiği bu topluluk, Rauf Bey’i maksatlarının açıklanıp savunulmasına en uygun bir kimse olarak görmüşlerdir." Yenilikçi olduklarının zannedilmesini istiyorlar "BİLİNDİĞİ üzere (muhalifler), Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası diye bir parti kurdular. ’Cumhuriyet’ kelimesini ağızlarına almaktan bile çekinenlerin, Cumhuriyet’i doğduğu gün boğmak isteyenlerin, kurdukları partiye ’Cumhuriyet’ ve hem de ’Terakkiperver" (ilerici) adını vermiş olmaları, nasıl ciddiye alınabilir ve ne dereceye kadar samimi sayılabilir. Kurdukları bu parti ’muhafazakar’ adı altında ortaya çıkmış olsaydı belki bir anlamı olurdu. Fakat bizden daha çok Cumhuriyetçi ve bizden daha çok ilerici olduklarını iddiaya kalkışmaları doğru değildi. ’Parti, dini düşünce ve inançlara saygılıdır’ ilkesini bayrak olarak eline alan kimselerden iyi niyet beklenebilir miydi? Bu bayrak, yüzyıllardan beri cahilleri, bağnazları ve hurafelere inananları kandırarak özel çıkarlar sağlamaya kalkmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? Türk milleti, yüzyıllardan beri sonu gelmeyen felaketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakarlıkların gerekli olduğu pis bataklıklara hep bu bayrak gösterilerek sürüklenmemiş miydi? Cumhuriyetçi ve yenilikçi olduklarını zannettirmek isteyenlerin, yine bu bayrakla ortaya atılmaları dini bağnazlığı coşturarak, milleti Cumhuriyet’e, ilerlemeye ve yenileşmeye karşı kışkırtmak değil miydi? Yeni parti, dini düşünce ve inançlara saygı perdesi altında, ’Biz hilafeti yeniden isteriz; biz yeni kanunlar istemeyiz; bize Mecelle yeterlidir; medreseler, tekkeler, cahil softalar, şeyhler, müritler biz sizi koruyacağız; bizimle birlikte olunuz. Çünkü Mustafa Kemal’in partisi hilafeti kaldırdı, İslamiyet’e zarar veriyor; sizi gavur yapacak, size şapka giydirecektir’ diye bağırmıyor muydu? Yeni partinin kullandığı sloganlar bu gerici haykırışlarla dolu değil miydi?" (20 Ekim 1927, kaynak Nutuk) En insafsız saldırıları ’Cumhuriyetçiyim’ diyenler yapacaktır "CUMHURİYET’in ilanı üzerine İstanbul’da bazı kimseler ve bazı gazeteciler Halife’ye de bir rol yaptırmak hevesine düştüler. Gazetelerde, Halife’nin istifa ettiği veya edebileceği yolunda önce söylentiler çıkarılıp sonra tekzipler yayınlandılar. Sonra da dendi ki, ’Haber aldığımıza göre, mesele böyle bir rivayetten ibaret olmadığı gibi, bir tekzip ile çözülebilecek kadar basit de değildir. Gerçek olan bir nokta vardır ki, o da Cumhuriyet’in ilanının, yeniden bir Halifelik meselesi ortaya çıkarmış olmasıdır.’ Halife, ’yazı masasının başına oturup Vatan Gazetesi yazarına demeç vermiştir’ denilerek, Halife’nin bütün insanlar tarafından sevildiği, Asya’nın en ücra köşelerine varıncaya kadar İslam dünyasından binlerce mektup ve telgraf aldığı ve birçok yerden kurullar geldiği yolundaki sözlerle, hilafet konumunun kolay kolay sarsılır bir konum olmadığı anlatılmaya çalışıldı.

İslam dünyasınca istenmedikçe, Halife’nin istifa edip çekilmeyeceği ilan edildi. Aynı zamanda, ’Hükümet, birçok iç meseleleri yoluna koymakla meşgul olduğundan; şimdiye kadar hilafetin görevlerini tespitle uğraşma imkanını bulamamıştır; hükümetin iç meselelerle meşgul olduğunu elbette İslam dünyası da bilmektedir ve şimdiye kadar Halifelik görevleriyle uğraşmaya imkán bulamamasını doğal görür’ cümlesiyle bizi; hilafetin görevlerini tespite çağırırken, şimdiye kadar bunun yapılmamasını hoşgörü ile karşılayan İslam dünyasının, bundan sonra mazur göremeyeceğini de bildirerek bir bakıma tehdit edildik. Vatan Gazetesi’nin 9 Kasım 1923 tarihli nüshasında okuduğumuz bu yazılardan sonra, 10 Kasım 1923 tarihli sayısında Tanin Gazetesi’nde Halife’ye yazılan bir açık mektup yayınlandı. Lütfi Fikri Bey’in imzasını taşıyan bu mektupta, Halife’nin istifasıyla ilgili haberlerden, milletin ne kadar üzüldüğünü ve acı çektiğini ispat için bir vapur hikayesi uydurulmuştu: ’Vapurda oturanlar Halife’nin istifa haberini öğrenince yüzlerine hüzün ve endişe çökmüş. Ortak endişe bunları bir dakikada dost etmiş.’ Lütfi Fikri Bey, ’Gönül istiyor ki, bu istifa sözü edebi olarak gömülsün kalsın’ diyor; çünkü ’dünya için felaket olur’muş. Lütfi Fikri Bey, millete şunu da telkin ediyordu: ’Hayretle ve üzüntüyle görülmelidir ki, bugün şu manevi hazineye (yani hilafete) saldırmak isteyenler; dışarıdan kimseler, Müslüman milletler içinde Türk’ü çekemeyenler değildir. Doğrudan doğruya biz Türkler, kendi dinimizden sonsuza dek bu hazinenin çıkarılması sonucuna yol açabilecek girişimlerde bulunuyoruz.’ Efendiler, yabancılar hilafete saldırmıyorlardı. Fakat, Türk milleti saldırıdan kurtulamıyordu. Hilafete saldıranlar, Müslüman milletler içinde Türk’ü çekemeyenler değildi. Fakat Çanakkale’de, Suriye’de, Irak’ta İngiliz ve Fransız bayrakları altında Türklerle vuruşanlar bu Müslüman milletlerdi. Lütfi Fikri Bey’in Tanin’de yayınlanan açık mektubundaki görüş ertesi gün Tanin başyazarı tarafından desteklendi. Tanin başyazarı, kendisinin Cumhuriyetçi olduğunu ilan etmişti. Fakat öyle bir Cumhuriyetçi ki, onun istediği Cumhuriyet idaresinin başında Halife olarak Osmanlı Hanedanı’ndan biri olacaktı. Yoksa, yapılan hareket akıl ve vatanseverlikle, milliyet duygusuyla zerre kadar bağdaştırılamazmış. Efendiler, bu yazıların anlamı ve bu düşüncelerin nasıl bir maksada dayandığı bugün kolaylıkla anlaşılmaktadır. Yarın, daha açık olarak anlaşılacaktır.

Gelecek kuşakların, Türkiye’de Cumhuriyet’in ilan edildiği gün, ona en insafsızca saldıranların başında ’Cumhuriyetçiyim’ diyenlerin yer aldığını görerek asla şaşıracaklarını sanmayınız. Aksine, Türkiye’nin aydın ve Cumhuriyetçi çocukları, böyle Cumhuriyetçi geçinmiş olanların, gerçek düşüncelerini tahlil ve tespitte hiç de kararsızlığa düşmeyeceklerdir."

* * * * * * * * * * * * 

KAYNAK: ( 02 Kasım 2008, Soner YALÇIN, Hürriyet e-Gazete )

9 Ekim 2008 Perşembe

Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluş Yıllarında Kutlamalar

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarına ait kısa bir sunu izleyeceksiniz. O günlerde halkın çoşkusunu, kaderde ve kıvançta birlikteliği ve alçakgönüllülüğü yansıttığını gösteren bir belgesel olduğuna inancım nedeniyle sizlerle paylaşmak istedim.

Belgesel o yıllarda Türkiye ye davet edilen bir Sovyet Yönetmen tarafından çekilen film' in çok kısa bir bölümünü kapsamakta olup, özgün filmi Cumhurbaşkanlığı web sayfası videolar bölümünden izleyebilirsiniz.

Türü: Belgesel, Yapım Tarihi: 1934, Yönetmen: Sergey Yutkeviç, Lev Oskaroviç Arnstam

19 Eylül 2008 Cuma

Atatürk, Öğretmen ve Çocuk

Atatürk, Öğretmen ve Çocuk /İ.GÜRŞEN KAFKAS 

Ülkemiz, eğitim, ekonomik ve siyasal çalkantılı günler yaşıyor. Ülkeyi yönetenler çocuklara iyi bir rol model olmamaktadır. Atatürk döneminde yokluk, yoksulluk ve bilgisizlikle savaşılıyordu. Bu­günse, yolsuzluk, hırsızlık, geri­cilik ve kadrolaşma yarışı yaşa­nıyor. Ülke yangın yeri gibi.. Bu ortamda Atatürk'ün, öğretme­ne güveni ve çocuk sevgisini konu edindim. Ulusal kurtarıcı ve kurucu Ata­türk'ün, çağdaşlaşma, yenileş­me ve gelişme alanında emek ve başarıları tartışmasızdır. 0, başa­rılarını halkla bütünleşme, halka güven ve halka yönelişe borçluy­du. Samsun'da halka seslenişin­de: "Halk için i halka doğru i halkla beraber" demişti. Kurtu­luş Savaşı'nı o yoksul halkla ka­zandı. Ordusu "köylü ordusuy­du", Yoktan, yoksulluktan varın umuduna yol alıyorlardı. Onun halkına sevgisi, inancı ulusal kur­tuluşun kıvılcımını yaratmıştı. Yoksul ve fakat güvenli köylü çocukları vatan için varlarını ve canlarını ortaya koyuyordu. Ön­lerinde örnek model Mustafa Kemal vardı. Kadınlarımız da evde bulduklarını askerle bölüşüyor, cephane sırtlıyor, yaralılara bakı­yorlardı. Ülke var olma, yok olma didişmesi yaşıyordu. Acı günler sonrası savaş kaza­nılarak bitti. Sıra, bilgisizliğin ka­ranlığındaki insanımızı aydınlığa çı­karmaktaydı. Mustafa Kemal, bil­gisizlikle savaş ve karanlığın ay­dınlığa dönüşümünde öğretmenlere güveniyordu:. Onlar Mustafa Kemal'in "Yıldız Öğretmenleriy­di", Ülkenin her yerine ilke ve dev­rimlerini onlar tanıtacaklardı. Öğ­retmenler, etik değerlerimizi çağ­daş fikirlerle besleyen, güzel sa­natları seven, kültür birikimcileri­dirler diye düşünüyordu. İnsanımız biat etmeyecek, kul ve maraba olmayacaktı. Bunun yerine birey, vatandaş ve dahası insan olma erdemliliğini yaşayacaktı. Atatürk halkın yüce sevgisini, güvenini kazan­mıştı. 0, güven ve sevgi bugün katlanarak büyümektedir. Öğret­menlerin tuttuğu meşale aydınlı­ğı getirecektl. "Cephedeki savaşı kazandık, bundan sonraki sa­vaşımız karatahta başında ola­caktır" dedi. Harf devrimi, mil­let mektepleri, Eğitimde Birlik (Tevhid-i Tedrisat) yasalarını çıkararak ulusça aydınlığa ko­şuldu. 0, karanlık günlerimiz ay­dınlığa öğretmenlerle dönüşe­cektir, diye düşünüyordu. Bilinçli bir toplum, eğitilmiş top­lumdur. Türk ulusu eğitilerek bi­linçli, çağdaş bir toplum olmalıy­dı. Mustafa Kemal, toplumu bil­gisizliğin karanlığında görüyor­du. Ülkenin aydınlık geleceğe eğitimle ulaşacağına inanıyordu. Öğretmenler halkımın eğitim mimarlarıdır. "Öğretmenler!. yeni nesil sizin eseriniz olacaktır" öz­deyişiyle onlara sorumluluk vermişti. Halk okuma-yazma öğrenmeliydi. Okulların yeni yüzü, yenilikçi çağdaş, akılcı ve bilimsel olgularla donatılmalıydı. Öğretmenleri, bir siyasi davranışın bireyi değil, eğitimimizdeki gelişmenin mimarları olarak görüyordu. Öğretmenler, Mustafa Necati’ nin döneminde "altın çağları­nı" yaşadılar. Mustafa Kemal, öğretmenlere ödül olarak Adile Sultan Kasrı ve arazisini sağlık ve dinlenme yeri olarak verdi. Cum­huriyet ilkelerini topluma en iyi ya­yan öğretmenler, taşıdıkları eğitim bayrağını yükseklerde dalgalan­dıracaklardı. Mustafa Kemal'in tüm başarılarının yanında; "Be­nim asıl anlatılacak yanım öğ­retmenliğimdir" özdeyişiyle öğ­retmene verdiği önemdi."Eğitim sorunları çözümlenmelidir" di­ye ekliyordu. Ulusal özgürlüğün kazanılması ve tutsaklıktan kur­tuluşun eğitimle olacağına inanı­yordu. Öğretmen okulları, köy öğretmen okulları, daha sonraları Köy Enstitüleri, eğitim enstitüleri, yüksek öğretmen okulları açıldı. Bu kazanımlar siyasi ne­denlerle birer birer kapatıldı. Atatürk, "Toplumun düşmanı bilgisizlik, bilgisizliğin düşmanı da öğretmenlerdir" özdeyişiyle onlara önemli ve büyük bir so­rumluluk yüklemişti. Öğretmenleri eğitimde yenileşme ve gelişme­mizin vazgeçilmez unsurları olarak görüyordu. Atatürk, sevdiği, çalışmalarını beğendiği arkadaşlarına "çocuk" diye sesleniyordu. Onun bu ses­lenişi "içindeki çocuk sevgisinin" dışavurumudur. O, yüreğinin için­den çıkan, yüreğimizin bir parçası çocukları duru, güvenilir ve sevgi yumağı olarak görüyordu. Çocuklarla karşılaştığında: "Bakın ne kadar tatlı, ne kadar güzel çocuklar! " diye sevincini bölü­şüyordu. "Onlar, geleceğimizin umududurlar. Onlara sevgi eke­lim ki, sevinçle büyüsünler" öz­deyişiyle duygularını dile getiri­yordu. Atatürk, "Çocuklar özgürce konuşmalı, düşünceleri­ni söylemelidirler" diyordu. 0, Türk çocuklarına ve gençlerine gü­veniyordu. "Ben elde ettiğimiz bu mutlu sonucu Türk gençliğine armağan ediyorum. "Cumhu­riyeti biz kurduk onu yaşatacak olan sizlersiniz" diyerek ço­cuklara / gençlere sorumluluk ve­riyordu. Ulusal aydınlanmamı­zın meşalesi öğretmenlerin, ge­leceğimizin güvencesi, gözbe­beklerimiz çocuklarımızı en iyi şe­kilde yetiştireceklerine inanıyor­du. Öğretmen ve çocuk bir bü­tünün parçalarıdır. 0, şehit çocuklarına, zeki ve çalışkan ço­cukların okumalarına destek olu­yordu. Sanatsal yetenekli ço­cukları yurtdışına eğitime gön­deriyordu. Çocuklar da Atatürk'ü çok sevdiler. Küçük bir çocuğun: "Bu kalp seni unutur mu Atam!.." sözünün anlam zenginliğine ne denilebilir ki!.. ÖZET: Atatürk, ulusuna güven verdi. Ordularını peşinden sürük­leyerek kurtuluşu gerçekleştirdi. Yenileşme, gelişme ve çağdaşlaşma için öğretmenlere ulusal aydınlatma sorumluluğu verdi. Ülkenin çiçek bahçeleri, solmayan gülleri, çocukları çok sevdi. O, öğ­retmenleri ulusal eğitimin vazge­çilmez mimarları; çocukları da yarınların umudu olarak görüyordu. O günlerin güzelliklerine bakın, bir de bugünlere!.. Çocuklar basın ve TV’ de haberleri izliyorlarmı; büyüklerine güvenlerini sorguluyorlar mı: ülkenin içinde bulunduğu ortamı görüyorlar mı, diye acı acı düşünüyorum…
* * * * * * * * * * * * *
KAYNAK: Cumhuriyet Gazetesi, 18.09.2008


4 Eylül 2008 Perşembe

Mustafa Kemal ATATÜRK İçin Dedilerki:

(1922'de Türk ordularının zaferi neticesi Anadolu'daki emelleri gerçekleşmeyen İngiltere'nin Türk düşmanı olarak bilinen Başbakanı Lıoyd George, Parlamento'da kendisine yöneltilen suçlama ve tenkitleri şöyle cevaplandırmıştır):
'Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti'ne nasip oldu. Mustafa Kemâl'in dehasına karşı elden ne gelirdi.
(D. Lloyd George, İngiltere Başbakanı, 1922)

Bir ulusun hayatında bu kadar az sürede bu denli kökten değişiklik pek seyrek gerçekleşir... Bu olağanüstü işleri yapanlar, hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla büyük adam niteliğine hak kazanmışlardır. Ve bundan dolayı Türkiye övünebilir.
(Eleftherios Venizelos, Yunanistan Başbakanı, 1933)

Bir insana ölümünden sonra bu derece sevgi ve yas gösterileri yapılması milletler tarihinde az görülen şeylerdendir.'
(ATHİNAİKA, Atina, 12 Kasım 1938)

'Atatürk'ün Türkiye'de yaptığını hiçbir tarafta, hiçbir kimse yapmadı: Ne Cavour, ne Cromwel, ne de Washington... Atatürk'ün bulduğunu, hiç kimse bulmadı ve Atatürk'ün yaptığını da hiç kimse yapmadı. İlham ettiği kimselere ve kendi prensiplerine göre yarattığı yeni kuşak, O'nun eserine devam edecektir.'
(Tipos Gazetesi)

İngiliz, Fransız ve İtalyanları Anadolu'dan uzaklaştırıp bizi de yenince,, karşımızda sıradan bir adam bulunmadığını ve O'nun gerçek yaratıcı kudretini kavramaktan uzak kalmış olduğumuzu kabul ettik. (1938)
(Yorgi PESMAZOĞLU, Yunan Ekonomi Başkanı)

Çok, pek çok devrimciler görüldü. Fakat hiçbiri Atatürk'ün cesaret ettiği ve muvaffak olduğu şeyi yapmadı.'
(Messager D'Athenes, Yunanistan Gazetesi, 11 Kasım 1938)

Tarih, silinmez harflerle bu devlet adamın ismini hakedecektir. Atatürk bir halk adamıdır. Kırılmaz azmi, keskin zekâsı ve kudreti kendisini yendiği alın yazısının önüne getirmiş, böylece yeni Türkiye'nin yaratıcısı olmuştur.
(Yugoslavya, Politika Gazetesi, 11 Kasım 1938)

Sakarya Savaşı, Sakarya Zaferi, yirmi yaşımın en kuvvetli hatırası olmuştur. O zamanlar, kendi kendime diyordum: Acaba ben de ulusumu böylesine seferber edemezmiyim, onun ruhuna kurtarıcı hamleyi, bu dizgin tanımaz ihtirası aşılayamaz mıyım?
(Habib BURGİBA, Tunus Devlet Başkanı, 1965)

Atatürk, tarihin her devresi için, insanlığın bir mucizesidir.
(Suriye)

Atatürk'ün ölümü yalnız Türk Milleti için değil, onun örneğine çok muhtaç olan bütün Doğu milletleri için en büyük kayıptır.
(ELEYYAM Gazetesi, Şam- 1938)

Vatanını muhakkak bir parçalanmaktan kurtararak gemisini güvenilir bir limana götürdükten sonra milletinden bir taht istemedi. O, kelimenin bütün anlamıyla bir insan, eşsiz bir dahi, kahraman bir asker ve siyaset adamı idi. Hayatını milleti'nin mutluluğuna adadı, bu uğurda genç yaşda hayata gözlerini kapadı.
(Elifba Gazetesi, Şam- 1938)

O'nun ölümü, dünya için de derinliği ölçülmez bir kayıptır.
(Sovyetler)

Adı, Türk Milleti'nin millî kurtuluş savaşında ve Türkiye'nin siyasi alanda yeniden örgütlenmesine gayet sıkı bir surette bağlı olan Kemal Atatürk'ün ölümü gerek Türkiye için, gerekse bütün dostları için derinliği ölçülmez bir kayıptır.
Türk Milleti'nin en samimi dostları arasında bulunan Sovyetler, zamanımızın bu örneksiz devlet adamının öneminden dolayı derin bir acı içindedirler.
(İzvestia Gazetesi, Moskova, 1938)

Atatürk, dünya üzerinde yeni bir devir açmış bir insandır. Ben, O'nun Türk kadınlarına hak vererek ve bir ülkede anayı, yakışır olduğu yüceliğe eriştirerek Batı'ya ders verdiğini nasıl unuturum.
(Uluslararası Kadınlar Birliği Delegesi, Prenses Aleksandrina)

Romanya'da Atatürk'ün ölüm haberi geldiği gün, bütün okullarda dersler tatil edildi.
(Romanya-Rador Ajansı: Bükreş)

Milletimiz, en büyük Türk'ün karşısında kederli bir saygı ile eğilmektedir.
(Romanya)

Atatürk, başı dumanlı doruklarda yüce bir dağ tepesidir. Siz O'na yaklaştıkça o yükselir ve aranızdaki mesafe sonsuza değin aynı kalır. Devirlerinde büyük gözüken, zamanla küçülen benzerlerinden farkı budur ve böyle kalacaktır.
(Arriba Gazetesi, Portekiz, 1938)

Uzun bir yol aşılmış, yüce bir eser ortaya konmuş, bir çok zaferler elde edilmiştir. Bütün bunlar Atatürk'ün eseridir.
(Polanya, Kurjer Warzavski Gazetesi)

O, Türkiye'yi kurmakla bütün dünya uluslarına Müslümanların seslerini duyuracak kudrette olduğunu ispat etti. Kemal Atatürk'ün ölümüyle Müslüman dünyası en büyük kahramanını kaybetmiştir. Atatürk gibi bir önder önlerinde bir ilham kaynağı olarak dikildiği halde Hind Müslümanları bugünkü durumlarına hâlâ razı olacaklar mı?
(Muhammet Ali Cinnah-Kaidiâzam, Pakistan Cumhurbaşkanı, 1954)

Bizim aslımız rengi uçmuş bir kıvılcım iken, O'nun bakışı ile cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş haline geldik.
(İkbal, Pakistan Millî Şairi)

'Atatürk'ün yaptıkları insanoğlunun kolay kolay yapabileceği şeylerden değildir. O; büsbütün başka bir insandı.'
(El-Mısri Gazetesi, Mısır, 11 Kasım 1938)

Türkler, Atatürk'ü olağanüstü bir tutkunlukla seviyorlar.
Bursa'ya giderken trende rast geldiğim bir çocuğa İstanbul veya Ankara'dan hangisini sevdiğini sordum. Çocuk Ankara'yı sevdiğini söyledi. Nedenini sorduğumda: 'Ankara'da Atatürk bulunduğu için..' cevabını verdi.
(Mısır, El Bela Gazetesi)

Yüzyılımızda, 'olmayacak hiçbir şey yoktur' şeklindeki tarihi gerçeği isbatlayan ilk adam olmuştur.
(Eski Ujsag. Macar.)

Budapeşte, 20 (a,a) - Macar ajansı tebliğ ediyor:
Başvekil İmredi, Atatürk'ün cenaze törenini yapılacağı 21 Kasım Pazartesi gününü Macaristan'ın millî yas günü sayarak bütün memlekette resmi binalara siyah bayraklar çekilmesini emretmiştir. Harbiye Nazırı ve Budapeşte Belediye Reisi de, askeri binalar ve belediye binaları için aynı kararı almışlar ve Belediye Reisi ayrıca, halkı da siyah bayrak çekmeye dâvet etmiştir.
(Namzetti Ujsang Gazetesi, Budapeşte-1938)

Dünyanın çok nadir yetiştirdiği dahilerdendir. Dünya tarihinin gidişini değiştirmiştir.
(An Nahar, Beyrut)

Yüzyıldanberi Küçük Asya'nın çıkardığı en büyük lider.
(The Japan Chronicle, Kobe)

'Hayatının sonuna kadar milleti'nin mutlak güveni ile kurduğu devletin başında muzaffer kumandanının kişiliği, eşi görülmemiş bir karakter örneğidir.'
(Comte Carlo Sforza, İtalya Eski Dışişleri Bakanı)

Üstün iradesi, tükenmez cesareti ve eşsiz seziş ile hasımlarını dize getirdi. Fazilet ve ciddiyeti, üç yılda memleketine yalnız askeri, aynı zamanda tam ve doyurucu bir siyasi zafer kazandırdı.
(F. Perrone Di San Martino, İtalyan Yazarı)

'Atatürk'ün ölümü ile dünya büyük bir liderini kaybetti.'
(Gazeta Del Popolo Gazetesi, İtalya, 11 Kasım 1938)

(Lozan Üniversitesi salonunda, Lozan Türk Talebe Cemiyeti'nin hazırladığı törende.)
'Siz Türk gençleri, bugün Büyük Şef'inizi kaybettiğinizden dolayı ne kadar ağlasanız haklısınız. Üniversite, sizin bu büyük yasınıza katılmaktadır. Atatürk'ün bu Büyük Adam'ın hayatını burada az bir vakit içinde bildirmeye imkân yoktur. Bu dâhinin, vatanının tarihinde işgal ettiği parlak sayfaları size hatırlatmak isterim. Türkiye'yi yaratan, tarihimizin bu en Büyük Adam'ın başımı en derin hürmetle eğerek selâmlarım.'
(Profesör MORRF)

'Atatürk, bir medeniyet kaynağı idi.'
(İsviçre)

Modern Türkiye'nin yaratıcısı Kemal Atatürk'ün eserleri, memleketi için yaptıkları İsveç'te çok iyi bilinmektedir. Atatürk'ün liderliği altında Türkiye'nin kalkınmasını, fevkâlâde ileri hamlelerini hayranlıkla takibettik. Atatürk'ün, hukuk alanında olduğu gibi, diğer alanlarda da getirdiği reformlarla Türkiye, içinde bulunduğu çok zor durumdan kurtarılıp kuvvetli ve güvenilir temeller üzerine yerleştirilmiştir.
(ERLANDER, İsveç Başbakanı)

'Mustafa Kemal Atatürk, kuşkusuz 20. yüzyılda dünya savaşından önce yetişen en büyük devlet adamlarından biri, hiçbir millete nasip olmayan cesur ve büyük bir inkılâpçı olmuştur.'
(Ben Gurion, İsrail Başbakanı, 1963)

'Atatürk, askeri dehâ ile devlet adamı filozof dehâsını toplamıştır.'
(İspanya)

İslam dünyasının büyük insan yetiştirme gücünü yitirdiğini öne sürenler, Atatürk'ü hatırlamalı ve utanmalıdırlar.
(Tahran Gazetesi, İran, 1939)

Atatürk'ün ölümü dolayısı ile Kraliyet Sarayı Şehinşâhi ve hükümet bir ay resmî yas ilân etmiştir. Majeste Şehinşah, gömme töreninin sonuna kadar İran'da askerî ve resmî binalar üzerinde ve yabancı ülkelerdeki İran temsilciliklerinde bayrakların yarıya indirilmesini emir buyurmuşlardır. Bu irade-i Şehinşahî bugün bütün gazetelerde ilân edilmiştir.
(Tahran)

Bugün Türkiye, büyük ve yeni bir memlekettir. Ve savaş sonrasının dehşet, sefalet ve bitkinliğinden çıkmış olan bu yeni Türkiye, Atatürk'ün dimağında vücut bulmuştu. O, bu Türkiye'yi kendi elleriyle dünyaya getirdi.
(Dela Mail Gazetesi)

Kadınlar başka hiçbir ülkede bu kadar hızla ilerlememişlerdir. Bir ulusun bu derece değişmesi, tarihte, gerçekten eşi olmayan bir olaydır.
(İngiliz, Daily Telgraph Gazetesi)

Atatürk, yalnız Türk Milleti'nin değil, özgürlüğü uğruna savaşan bütün milletler önderiydi. O'nun direktifleri altında siz bağımsızlığınıza kavuştunuz. Biz de o yoldan yürüyerek özgürlüğümüze kavuştuk.
(Bayan Sucheta KRIPALANI, Hint Parlamento Heyeti Başkanı)

Denilebilir ki onsuz, İslâm alemi yolunu bulabilmek için elli yıl daha bekleyecekti.
(Fransız, Berthe Georges-Gaulis)

Atatürk öldü. Barış kubbesinin Doğu sütunu yıkıldı. Artık evrende barışı kimse garanti edemez. Nitekim Avrupalı devlet adamları; O'nun 1930'da yaptığı uyarı ve tavsiyeleri dinlememiş ve dünyayı 1939 yılında ikinci büyük savaş felâketinin içine sürüklemişlerdir.
(Fransız Gazetesi Sanerwin)

Tarih çok büyükler gördü. İskenderler'i, Napolyon'ları, Washington'ları gördü. Fakat yirminci yüzyılda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Türk oğlu Türk kırdı.
(L'Illustration, Fransa)

'Atatürk, yirminci yüzyılın en büyük mucizesidir.'
(National Tidence Gazetesi, Danimarka, 11 Kasım 1938)

Eğer tarih bir kalbe sahip olsaydı, Mustafa Kemal'i mutlaka kıskanırdı.
(Tchang Yang Yee Pan Gazetesi, Çin, 1958)

'Atatürk, bütün Asya kıtasının Ata'sıdır.'
(Çin)

'Biz Çinliler, hepimiz bu yasa katılıyoruz. Zira büyük bir milletin, çok sevilen Büyük Ata'sının ölümü, yalnız Türkiye için değil, aynı zamanda bizim kıtamızda ve bütün dünyada büyük bir boşluk bırakmaktadır.'
(Çin Basını)

'Hiç bir ülke, Atatürk'ün Türkiye'sinin gördüğü değişiklikleri bu kadar hızlı bir şekilde görmemiştir. Bugünün Türkiye'sinin tarihi Mustafa Kemal'in tarihidir.'
(Dness Gazetesi, Bulgaristan, 11 Kasım 1938)

Türkiye'nin uluslararası ünü, prestij ve otoritesi durmaksızın yükselmiştir.
Milletine bu kadar az zamanda bu ölçüde hizmet edebilen tek devlet adamı Atatürk'tür.
(Libre Belgique Gazetesi)

Bir yenilginin uçurumuna düştüğü halde, ilkin neticesiz sanılan İstiklâl Mücadelesini yapan Türk Milleti, önünde saygıyla eğilmeden bu satırlara son veremez.
Zafer neşesiyle kendinden geçmiş bir diplomasinin kararını 'hayır' diyerek yırtmak ve yüzlerine fırlatmak örneğini biz Almanlar, Türklere borçluyuz.
(Alman Askeri Dergisi Vissen Und Vehr)

Benim üzüntüm iki türlüdür; önce böyle büyük bir adamın kaybından dolayı bütün dünya gibi üzgünüm. İkinci üzüntüm ise, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkân kalmamış olmasıdır.
(Franklin ROOSEVELT, A.B.D. Başkanı)+










Yeni Eğitim Yılı Başlarken / İ. GÜRŞEN KAFKAS


Yeni Eğitim Yılı Başlarken
 / 
İ. GÜRŞEN KAFKAS – Cumhuriyet, 04.09.2008 

Çağdaş Türkiye'yi yaratacaklarına inandığımız, yarınların güvencesi sevgili çocuklarımızın 2009 eğitim yılı başlıyor. Geleceğimizin umut ışığı çocuklarımıza ve öğretmenlere başarılar diliyorum. Onlar insanı insan yapan sosyal olgunun yeri olan okullarına koşuyorlar. Ülkemizde farklı siyasi ve sosyal düşüncelerin çatıştığı bu yoğun ortamdan eğitimimiz de etkilenmektedir. Eğitimimizin sorgulanacak bir dizi sorunu çözüm beklemektedir. Cumhuriyetimizin kazanımlarından olan Atatürk ilke ve devrimleri ile Tevhid-i Tedrisat (öğretim birliği) yıpratılmaktadır. Laik eğitimin tartışıldığı bir ortamı yaşıyoruz. 2008 eğitim yılı laikliğe aykırı eylem ve uygulamalarla sıkça televizyon ve basında yer aldı. Türbanlı törenler, küçük öğrencilerin ilahi grupları, okullarda mescit gibi uygulamalar toplumu zedeleyen ve geren örneklerdir. Çağdaş bir ulus olmaktan uzaklaşmanın görüntüleri ibret vericidir. Geleceğimizin güvencesi çocuklarımızı en iyi şekilde, çağdaş düzeyde yetiştirmek ulusal zorunluluktur. Kalkınmış ülkeler bilim ve teknikte hızla yol almaktadırlar. Ülkemizde ise bilim ve bilim dışı eğitim tartışılmaktadır. Geçmişin ezbere dayalı, sorgulanmayan, tartışmayan eğitimi yerini, bilimseli sorgulayan, uygulayan ve üreten eğitime bırakmalıdır. Bu yöntemle geleceğin nitelikli insanı, nitelikli yetişerek birer kültür savaşçısı olacaktır. Bulunduğumuz coğrafyadaki siyasi karmaşanın sürekliliği nedeniyle çocuklarımızın ulus devlet bilinciyle yetiştirilmesi ve zihinlerine barış çiçeğinin işlenmesi isteğindeyiz. Eğitimimizde cemaat/tarikat baskısıyla siyasi karmaşa yaşanıp eğitim bir silah olarak kullanılmamalıdır. Bireylerin anayasal hakkı olan eğitim yeterince uygulanamamıştır. Oysa eğitim bir hazinedir ve tüm bireyler bu hazineden yararlanmalıdırlar. Okumaz yazmazımızın yüzde 15-20'lerde olması "Haydi Kızlar Okula", "Ana Kız Okulluyuz" kampanyaları, eğitimimizin geriliğinin kanıtıdır. Atatürk'ün "Düşlerim eğitimle gerçekleşecek" özdeyişi 86 ve yıllık Cumhuriyetimizde istenilen düzeyde gerçekleşemedi. Eğitimimizde amaç, çağdaş ve nitelikli insan yetiştirmektir. Bu nedenle eğitimimiz bilimsel, akılcı ve da üretken bir dönüşüm evresinden geçirilmelidir. Öğretmen ve öğrenci eğitim ve öğretimde dört duvarın dışına çıkabilen, uygulayan, araştıran ve sorgulayan bir yapıda olmalıdırlar. Okullar bilginin yanında bedensel, zihinsel, sanatsal yetenek geliştirici eğitime de kucak açmalıdır. Spor, resim, müzik, ti¬yatro vb. alanlarda okulöncesinden başlayarak, yetenekli öğrenciler izlenmeli, desteklenmeli ve yetenekleri ile başarıya ulaşmaları sağlanmalıdır. Pekin Olimpiyatları öncesi bu tür çalışmalar yapılıyor olsaydı daha nitelikli, daha başarılı bir sonuca ulaşılırdı. Yetenekli öğrencilere devlet, sivil toplum kuruluşları, şirketler ve yerel yönetimler de burs vererek destekte bulunmalıdırlar. Devşirme yoluyla sporcuların başarıları ile övünmek yerine, kendi çocuklarımızı yetiştirmeliyiz. Öğrencilerin alan seçiminde bilginin yanında yeteneğe de ağırlık verilmelidir. "En güzel Meslek isteyerek severek yapılan meslektir. Gençler, farklı bir eğitimle, farklı bir geleceğe yönelip fark edilmek istiyorlar." Eğitimimiz çözüm bekleyen sorunlar yumağı ile boğuşurken, dinsel eğitime yöneliş uygulamaları ve kadrolaşma endişe ile izlenmektedir. Yenileşmeci ve bilimsel bir eğitim uygulaması beklenirken, Türkçemizin yabancı diller karşısında uğradığı kirlilik durumu, içimizi acıtıyor. "Türkçe giderse Türkiye gider." özdeyişinin anlam bütünlüğüne ben de katılıyorum. "Meslek lisesi, memleket meselesi" sloganında gerçek payı vardır. Bu okullar işsel ve işlevsel okullar olarak düşünülmelidir. "Yaparak, yaşayarak, üreterek" eğitim veren meslek liseleri işlevsel meslek okullarıdır. İmam hatip ve benzeri okullar ise işsel okullar olup imam ve hatip yetiştiren ve üretimle ilgisi olmayan okullardır. Nüfusumuzun yüzde 10 'unun engelli olduğu, istatistiki verilerden anlaşılmaktadır. Engellilere yasalarla verilen hakların ve eğitim desteğinin sınırlandırıldığını okuduğumda üzüldüm. Birçoğu yoksul ailelerden 7.5 milyon insanımızın eğitimine ve topluma kazandırılmasına destek olmak, devletin anayasal görevidir. Öğretmen eğitimi ve öğretmen sorunları, öteden beriye tartışılan bir konudur. Yeterli düzeyde formasyon almamış bireylerin öğretmen olması düşündürücüdür. Öğretmen Personel Yasası çıkarılmalı ve öğretmen eğitimi yeniden düzenlenmelidir. ÖZET: Geleceğe yapacağımız en büyük yatırım, kuşkusuz eğitime yapılan yatırımdır. Gençlerimiz . başarılı bir gelecek ve başarılı bir kariyerin düşündedirler. Eğitimimizde dogma veriler değil, bilim ve fennin önde tutulduğu ve akla dayalı yöntemler yer almalıdır. Geleceğinden kaygı duyan bir gençlik yerine, kendine güvenen, dünya gençleri ile her alanda yarışabilen başarılı ve nitelikli gençler yetiştirilmelidir. Ülkemiz insanına en iyi hizmet ona en iyi eğitim vermekle olacaktır. Eğitimin okul öncesinden başlanarak on iki yıla çıkanlması, ders kitaplarının çağdaş ve bilimsel bir yapıda yeniden ele alınması, taşımalı eğitimin doğal koşullarının gerektirdiği yerlerde uygulanması, toplumsal isteğimizdir. Sorunlara çözüm umudu ve beklentisiyle 2009 eğitim ve öğretim yılının ülkemize, öğretmenlerimize, sevgili öğrencilerimize başarı ve huzur getirmesini diliyorum.

26 Ağustos 2008 Salı

Tevfik Fikret - Türk Aydınlanmasının En Parlak Işığı

Tevfik Fikret - 

Türk Aydınlanmasının En Parlak Işığı - ATATÜRK’E Işık Tutan Şair ( ORHAN KARAVELİ – Cumhuriyet, 19.08.2008 )

Ülkemizin, kasıtlı ve bilinçli iç ve dış düşmanlar eliyle adım, adım karanlıklara ve uçurumlara sürüklenmek istendiği şu acılı günlerde Tevfik Fikret'leri, Ziya Gökalp'leri ve Namık Kemal'leri yeniden ve dikkatle okuyup anlamaya ve okutup anlatmaya gereksinmemiz var.

Yoksa bu bilinçsizlik, vurdumduymazlık, çıkarcılık ortamında geç mi kaldık?

Bir yandan:

" ... Öyle bir dergi çıkarmak istiyorum ki, rehbersiz kalmış, zorba kuvvetlere boyun eğmiş olanlara yol göstersin. Öyle mebusluk, vekillik ve mevki peşinde koşmayan; her zorba kuvvete, her baskıya karşı fikir adına can vermeye hazır gençler gel­sinler, evimde çalışsınlar. Ben onların sobalarını yakayım, çaylarını getireyim. Fakat bizim sessiz kalışımızdan kuvvet bulan bu çürümüş efendiler böyle bir dergiyi acaba yaşatırlar mı? Biz biraz kendimizi gösterirsek onların sindiklerini ve düştüklerini göreceksiniz! " derken çektiği dayanılmaz acıların etkisiyle bir yandan da:

" ... Ölümün artık yaklaştığını hissediyorum. Bunun için de memnunum... " diye inleyerek başucundaki dostlarını üzüyordu.

" ... Bu hayat artık bana pek ağır geliyor ve iyileşirim diye korkuyorum. Ölüm lezzetini katre katre tadıyorum ve bu benim için bir teselli oluyor... " (1)

Ve 93 yıl önce, 19 Ağustos 1915 sabahı odasındaki cam fanuslu saat 02.20'yi gösterirken "Artık yıkılıyorum! Yavrum.. Yavrum! " diyerek öldü

“Aman dikkat edin çocuklar”

Sırtüstü yatıyor ve hiç de ölmüşe benzemiyordu. Göğsüne kadar çekilmiş örtü gibi, Boğaziçi'ni seyrettiği pencerenin tül perdeleri de bembeyazdı., Etrafı, elleriyle dikip yetiştirdiği çiçeklerle bezenmişti. Sanki ölmemişti de sıcak bir öğle sonrasının esintisinde uzanıp dinlenir gibiydi. Nerdeyse yerinden kalkacak ve bizlere:

" ... Aman dikkat edin çocuklar. " diyecekti. " ... Gelibolu'daki Miralay'ın ve onun yanında toprağa düşenlerin eserine ihanet etmeyin! . Türkiye'yi yeniden karanlığa gömmek isteyenlere izin vermeyin!”

Türk aydınlanmasının sönmez ışığı Atatürk'e " ... Ben inkılâp ruhuna ondan aldım... " dedirten Tevfik Fikret'ti bu. Hac görevinden dönüşte kardeşiyle birlikte ölüp Arabistan'ın kızgın çöllerine terk edilen annesi Hacı Hatice Refia Hanım Rum kökenli olduğu için aşağılamaya yeltendiler onu! Eğitim için gittiği Amerika'da makine

Profesörlüğüne kadar yükselmişken rahiplik mesleğini seçen oğlu Haluk Fikret yüzünden mezarında bile rahat bırakmadılar. Oysa çoğu şiirine adını verdiği oğlu, bilge ve saygın bir insan olarak herkesin sevgisini kazanmış ve Türklüğünden vazgeçmemişti. Üstelik rahipliği seçtiğinde babası çoktan ölmüştü... Robert Kolej'de hocalık yaparak bir 'Türk Edebiyatı' bölümü kurmasına ve özellikle Türk kızlarının onun açtığı yoldan bu okula kabul edilmesine bakmaksızın 'zangoçlukla', kilise hademeliği ile suçladı onu bir 'milli' şairimiz... Ne olduğu bilinmeyen bir 'jurnal' yüzünden sürgüne gönderilen babasını bir daha göremedi. Kız kardeşi zalim bir koca elinde yaşamını yitirdi.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, ülkesinin sürüklendiği karanlıklar ve savaşlar içinde her gün yeniden kahroldu. Öldüğünde; Atatürk'ü etkileyen iki Türk büyüğü Namık Kemal ve Ziya Gökalp gibi o da kırk sekiz yaşındaydı ama 'Gelibolu'daki Miralay' diye adlandırdığı Mustafa Kemal'i keşfetmişti' bile. Son günlerinde O'nu görmek ve tanımak istediğini söylüyordu dostlarına.

Mustafa Kemal'le aralarında sanki kozmik bir iletişim vardı. 'Paşa' da Fikret'in 'anısı çevresinde bulunmakla övündüğünü ve onu taparcasına sevdiğini" Aşiyan' daki. deftere yazıyor ve yurdu kurtarmak için Anadolu'ya geçeceğini, ilk kez, sırdaşı bir asker hocasına Aşiyan' a çıkan yokuşu bir kez daha tırmanırken açıklıyordu...

" ... Benim ne yapmak istediğimi anlamak isteyenler Fikret'in, 'Tarih-i Kadim' şiirini okusunlar. “ diyordu. Onunla adeta özdeşleşmişti. Öyle ki, Cumhuriyet'in daha ilk yılı bile dolmadan, 25 Ağustos 1924 günü Ankara' da toplanan 'Muallimler Birliği Kongresi'nde çağdaşlığın öncüsü öğretmenlere seslenirken " ... Cumhuriyet sizden, fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmenizi ister... " demişti. Bu sözler Fikret'in kendisini betimleyen ünlü dörtlüğünün son dizesi değil miydi? Bugünkü dille:

Kimseden fayda ummam, dilenmem kol kanat

Kendi boşluk ve gök kubbemde uçar giderim

Eğilmek. esaret zincirinden ağırdır boynuma

Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.

Atatürk, Tevfik Fikret hayranıydı

'Elbet sefil olursa kadın alçalır insanlık' diyordu. 'Hak bellediğin bir yola gideceksin... ', 'Koşan elbet varır, düşen kalkar / Kara taştan su damla damla akar. , 'Aydınlanma, işte emellerimizin ruhu. .', 'Zulmün topu var, güllesi var, kalesi varsa / Hakkında bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır. .' 'diyor ve Atatürk, çevresine, hayranı olduğu Fikret'i anlatmak için her fırsatı değerlendiriyordu:

" ... O, karanlıklar içinde bir nur (ışık) gören ve bizleri o nura doğru yönlendirmeye çalışan bir insandı. Biz, henüz ona ye­tişemedik... Onu tanıyamadığım, sohbetinden yararlanamadığım için kendimi bahtsız sayarım. Ama bütün şiirlerini okudum. Çoğunu da ezbere bilirim. O, hem büyük şair, hem de büyük insandı... " …………………………

Şair, eğitimci, yazar ve ressam... Hepsinden önemlisi Türk Aydınlanması'nın en parlak ışığı Tevfik Fikret'in ölümünün üzerinden doksan üç yıl akıp geçmiş. Ülkemizin, kasıtlı ve bilinçli iç ve dış düşmanlar eliyle, adım adım karanlıklara ve uçurumlara sürüklenmek istendiği şu acılı günlerde Tevfik Fikret'leri, Ziya Gökalp'leri ve Namık Kemal'leri yeniden ve dikkatle okuyup anlamaya ve okutup anlatmaya gereksinmemiz var.

Yoksa bu bilinçsizlik, vurdumduymazlık, çıkarcılık ortamında geç mi kaldık?

-----------------------------

(1) Tevfik Fikret ve Haluk Gerçeği, Orhan Karaveli, Doğan Kitap, 7. baskı, Ekim 2007.