16 Haziran 2022 Perşembe

İMECE / Sabahattin Eyüboğlu


İMECE / Sabahattin Eyüboğlu

İmece bütün ocak yıkanlara, umut kıranlara, çamur atanlara, bindikleri dalı baltalayanlara, küf ve kül birikintilerine, vurdumduymazlıklara inat sönmemiş bir çoşkunluğun, küsmemiş bir sevginin iyimser bir belirtisi, ağaç kesmekten çok ağaç dikmesini sevenlere dostça bir seslenişi olarak çıkıyor.

Köy Enstitüleri eğitim ve öğretim ilkelerini bir yandan işe, bir yandan da memleket gerçeklerine, bu arada Anadolu'da Hititler'den beri yaşaya gelmiş verimli bir geleneğe, imeceye dayıyordu. O kadar ki, şimdi düşünüyoruz da, Köy Enstitülerine eğitim imeceleri denseymiş, belki bu kurumların özelliği halka daha iyi anlatılırmış diyoruz. İnsanların, hele yoksulların dağılmaya bereketli topraklarda bile kısırlaşmaya mahkum iş güçlerini birleştirmek, teklerin uzun zamanda, kaygılar, kuşkular içinde, asık yüz ve aç gözle yapacağını, çokluğun birbirini hızlandırıp çoşturan yüzlerce kolu, kafasıyla en kısa zamanda, güvenle türkü söyler gibi yapmak, Köy Enstitülerinin gerçekleştirmek istediği, yer yer, zaman zaman gerçekleştirdiği buydu; bozkırların kaderini değiştirebilecek duruma bununla geldiler; kuruluş yıllarının o görülmedik hızı, dirilten, yeşerten soluğu, dağ delen Ferhatlığı, yaşama ve çalışma sevinci bundan geliyordu.

Nice kültür kurumlarımızın, bilim ve sanat çalışmalarımızın, devrimci çalışmalarımızın çoğu kez bocalamaları, özenti olmakla kalmaları, topraklarımızda bilinçsiz de olsa yaşayan, kendi yağıyla kavrulan toplumsal değerlere bağlanmamalarından, getirdikleri yenilikle gelişmeye elverişli eski köklere aşılanmış olmamalarından ötürüdür. Eskiden Arap'a, Fars'a, bugün Batı'ya çevrik aydınlığımız Anadolu'nun imece ve benzeri köklü geleneklerinden yararlanmamış, bu yüzden de Anadolu bir yanda kalmış, en büyük, en temelli gerçeğimiz, en gür insan kaynağımız olan köy dünyasıyla aramız açıldıkça açılmış. Cumhuriyetin getirdiği aydınlıkla yeni yeni anlamaya başlıyoruz ki, dilimiz, düşüncemiz, bilim ve sanatımız Türk köylüsünü yani milletimizin çoğunluğunu hesaba katmadıkça, ilerlemeye onun geriliğinden başlamadıkça, en rahat köşklerde, en ışıklı bahçelerde bile gelişemez, en güzel çiçekleri de açsalar olgun dolgun meyveler veremez, kendi kendilerine gelin güvey olmakla kalırlar.

Kimi aydınlarımıza göre bunlar laftır: aydınlık baştan gelir; baş olan insanlarsa ister istemez bir azınlıktır; bu azınlığın yükselmesini, pırıl pırıl olmasını sağlamalı; büyük bilginlerimiz, sanat teknik adamlarımız olunca, onların ışığıyla halk da aydınlanıp, kalkınır, yükselir. Bu aydınlara göre örneğin dil sorunumuz, bu gittikçe büyüyen kördüğüm şöyle çözümlenir; Batıdakilere benzer bir dil bilginimiz, bir üstün yazarımız, Shakespeare'e, Goethe'ye, Puşkin'e, Hugo'ya benzer bir ya da bir kaç şairimiz çıkar; halk da onların diline kendi dilini uydurur. Aynı görüş Türkiye'de sporun dünya şampiyonlarıyla, kadınlığın güzellik kraliçeleriyle, meyveciliğin üçer kiloluk bir kaç şeftaliyle, hayvan bakımının yel gibi uçan bir kaç Arap atıyla yükseleceği umuduna götürür.

İmece'yi çıkaranlarsa, Köy Enstitülerini kuranlar gibi, aydınlığın alaca karanlıklarından, seçkinliğin az çok uyanmış çoğunluktan, en yüksek çamın en sık, en geniş ormanda yetişeceğine, milletçe gidilmeyen bir yolda teklerin yaya kalacağına inanıyorlar. Onlara göre bir milletin eğitimi ne yukardan aşağı, ne aşağıdan yukarı değil, toptan ve milletin genel şartlarına göre düşünülmelidir. Aydınlar mı halka inecek, halk mı aydınlara yükselecek gibi kısır tartışmaları bırakıp köyü kentten, başı bedenden, ilkokulu üniversiteden ayırmayan bütün bir görüşle yüzyıllardır birikmiş karanlıkları hep birlikte, imece'yle dağıtmanın yollarını aramalı, bulunmuş yollara dökülmeliyiz. Türkiye, cumhuriyetin kurulduğu günden beri kansız bir devrim içindedir. Bu devrimin amacı mutlu bir azınlık yaratmak değil, yüzyıllarca hakkı yenmiş, karanlıklarda kalmış Türk çoğunluğun çağdaş bir toplum bilincine ererek toptan uyanması, kalkınmasıdır. Bu amaca yaklaştığımız ölçüde, Türk halkının egemenliği de bir dilek olmaktan çıkacaktır. İster istemez bir azınlık olacak aydın yöneticiler, yaratıcı bilim ve sanat adamları uyanan çoğunluğun içinden daha köklü, daha bereketli bir bilinçle yetişecektir.

İmece'nin ikinci ilkesi ve inancı, çağımızda mutluluğa ancak iş ahlakıyla erişilebileceğidir. Kimi aydınlara göre ahlak, bir takım kuralların insanlara zorla, öğütlerle, telkinlerle, güzel ya da korkunç örneklere aşılanarak, ya da insanın kendi kendini yenmesi dinine, büyüklerine, devletinin kanunlarına boyun eğmesiyle varılan kutsal bir değerdir. Bu değer insana soyundan sopundan da gelebilir. Bu görüş eğitime uygulanınca, eğitenin yapacağı iş öğüt, ceza ve mükafat vermekten öteye geçmez. Bu yoldan kimseyi adam edemediğini görünce de hep kendi dışında, kanda, çevrede, zamanda, kitaplarda, sporda, sinemada şurada burada türlü etkenler arar bulur. Oysa ahlak hiç bir kurala sığmayacak ve hiç bir etkene bağlanamayacak kadar karmaşık, değişken, bağlantılı ve insanlar arası bir değerdir. Hele bizim gibi kökten yenileşme, eskisinden çok başka bir dünyaya ayak uydurma durumunda olan bir toplumda, taban tabana karşıt dünya görüşlerinin yan yana, iç içe yaşadıkları, akla karanın, koyunla kurdun zor ayırt edildiği çevrelerdehangi kurallar, hangi ölçülerle ve hangi sözcülerle nasıl benimsetebilirsiniz? Ancak yaşayışın değişmesinden bekleyebilirsiniz ahlakın da değişmesini. Yalnız kadın erkek bir arada çalışanlar, çarşafsız, peçesiz gezmenin bir ahlaksızlık olmadığını akıl erdirebilirler. Ahlak, aynı zorlukları ve sevinçleri bölüşeninsanlar arasında kendileğinden doğan, dayanışmayı kolaylaştıran çarkların, dişlilerin birbirini yıpratmasını, kırmasını önleyen bir düzen olarak düşünülüyor artık çağımızda. Böyle olunca da ahlaklı insanlar yetiştirmenin en kestirme yolu, onları bir iş ortaklığında birleştirmektir. İş ortaklığı kimsenin kimseyi sömürmesine imkan vermemekle bütün ahlaksızlıkların başı olan haksızlığı önler. Bundan başka iş kendileğinden insanı dünyaya, insanlara bağlayan bir değeri ortaya çıkaran er meydanıdır. İşini iyi gören insan ister istemez doğruluktan yanadır. İşten kaçan, işini hor gören, kötü yapan kişilerse her zaman ister istemez bütün ahlaksızlıklara çevriktir.

İş eğitimine inancımız, bu eğitimin yakından gördüğümüz somut ve devce başarılarından başka, okullarda olağan sayılan türlü ahlaksızlıkların Köy Enstitülerinde eğitimcileri şaşırtacak kadar azalmasını görmektende geliyor. On binler arasında görüldüğü ileri sürülmüş ve çoğunun yalan olduğu ortaya konmuş olan sapıklıklar doğru da olsa her topluluğun, hele bunca yoksulluklar içinden gelmiş bir topluluğun vereceği firenin altındadır. Kaldı ki Köy Enstitülü gençlerde ahlaksızlık diye gösterilen özellikler arasında sağlam bir ahlakın temeli sayılabilecek olanları vardır. Büyük bir devlet adamı bir Köy Enstitüsünü gezerken bir işlikte taş yontan on beş yaşlarında bir öğrenciye, söze dayanan eski bir eğitim alışkanlığıyla: Oğlum ne yapıyorsun bakalım? Diye sormuş. Öğrenci yüzüne bakmış ve sadece işine devam etmiş. Bırak taş yontmayı oğlum, demiş devlet adamı: sana ne yaptığını soruyorum, onu söyle. Öğrenci işini bırakmadan: Görüyorsunuz ya, taş yontuyorum, demiş. Ne büyük bir saygısızlık diye anlatmışlardı bunu bana. Oysa bunda biraz kabaca da olsayeni bir saygının, iş saygısının belirtisi görülmeliydi. İş başında ve açık havada öğretimi kötüleyenlerbilim gibi ahlakı da hayatın öetlerinde bir yerde düşünenlere bilerek bilmeyerek katılmış oluyorlar. Yalnız karatahta ve kitap okuluyla Anadolu içlerine imam bile yetiştirilemeyeceğini söyleyen bizleri de ya bilim ya da ahlak adına kötülüyorlar. Üstelik bunu sözde bir yurtseverlik adına da yapıyorlar; işe dökülmeyen kuru sevgileryüzünden bu memleketin çektikleri, kurum kurum kurudukları yetmiyormuş gibi.

Bozkırda yüzbinlerce ağaç dikmiş ve nice sözde bilginlere inat tutturmuş bir Palamar öğretmenimiz vardı bizim. Daha çokları vardı onun gibi; örnek diye veriyorum. Niçin yıllardır ağaç dikmez oldu Palamar öğretmen? Niçin adı sanı bilinmez oldu? O yurdunu lafla değil işle seviyordu da ondan. Bozkırı yeşerten Palamar öğretmeni işinden uzaklaştıran mutsuz, karanlık ve kısır düşünceler arasında işten dolayısiyle hayattan uzaklaşmış eski okul anlayışının payı büyüktür. Bu anlayışı değiştirmenin ne kadar zor olduğunu, neleri de değiştirmeye bağlı olduğunu bilmiyor değiliz. İmece'nin yapılabileceği, insaflı aydınları bu konuda düşünmeye ve iş okulunu bir dergi imkanları içinde geliştirmeye çağırmaktır. Daha somut olarak bu çağrımızı şöyle anlatabiliriz:

  1. Herkes bulunduğu iş alanındaki memleket gerçeklerini aklın ve bilimin ışığıyla, gündelik politikadan, kişisel kaygılardan elinden geldiği kadar sıyrılıp inceleyerek ulaştırsın.

  2. Herkes bulunduğu iş alanında denediği eğitim ve öğretim yeniliğini nedenleri, koşulları ve sonuçlarıyla birlikteyol arkadaşlarına bildirmeyi İmece'den istesin.

  3. Herkes bulunduğu çevrede imece'nin daha sınırlı bir örneğini bir yaprakla da olsa gerçeklştirsin.

1961 - Sabahattin Eyüboğlu

* * * * * * * * * * * * * * * * * 

Kaynak: Sabahattin Eyupoğlu / Köy Enstitüleri Üzerine – Cumhuriyet Gazetesi Kültür Kitapları, Nisan – 1999




Hiç yorum yok: