19 Aralık 2021 Pazar

Koçero Dursun Akçam: ‘Dağ şafağı rengindeydi yüzü’ / Rozerin Doğan

 

Koçero Dursun Akçam: ‘Dağ şafağı rengindeydi yüzü’ / Rozerin Doğan

Çarıklarıyla geldiler. Bir taraftan, çevrilen klasikleri sular seller gibi okurken bir taraftan da okulda ders, bahçede tarım, halkevinde piyes, sahnede mandolin, saz, keman çalarak yetiştirildiler.

Cumhuriyet sonrası özellikle Hasan Ali Yücel’in çevirttiği dünya klasiklerini okuyarak büyüyen bir neslin neferlerinden biri de Dursun Akçam’dır. Literatür Yayınları, “Unuttuklarımızı hatırlamak için” sloganıyla başlattığı Köy Enstitülü yazarları bünyesinde toplamaya devam ediyor. Yayınevi, Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın ve Mehmet Başaran’dan sonra Dursun Akçam’ın kitaplarını da okurla yeniden buluşturdu.

Köy Enstitülü yazarların en büyük ortak özelliği, Cumhuriyet devriminin kültürüyle yetişmiş, İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde oluşturulan, Türkiye’ye özgü devrim niteliğindeki eğitimin neferi olmalarıdır.

Bu yazarlarımızın hemen hemen hepsi yoksul köylü çocukları. Ayaklarındaki çarıklarla okula geldiler. Onlar, bir taraftan, çevrilen klasikleri sular seller gibi okurken bir taraftan da okulda ders, bahçede tarım, halkevinde piyes, sahnede mandolin, saz, keman çalarak yetiştirildiler. Cumhuriyet ideallerinin yetiştirdiği bireyler olarak, toprağı gasp etmiş köy ağasına, yoksulu haraca bağlamış tefeciye karşı köylülerin sesi oldular.

KÖY ÖYKÜCÜLÜĞÜ

Dursun Akçam’ın doğum tarihi bazı kaynaklarda 1930’dur. Ardahan’ın küçük bir köyünde dünyaya geldi. ilköğrenimini Ardahan’da tamamladı. Daha sonra Cılavuz Köy Enstitüsü gitti. Oradan diğer arkadaşları gibi öğretmen olarak mezun oldu. Bütün Köy Enstitülü yazarlar gibi o da geldiği toprakların hikayesini yazdı. Köy öykücülüğünün önemli temsilcilerinden oldu. Toplumcu gerçekçi bakış açısıyla, Kuzeydoğu Anadolu’nun köy ve kasaba ortamını anlatan öyküler yazdı.

Dursun Akçam, ilk öykü kitabı olan Maral'da, tüyler ürpertici hikayeler anlatır. Doğu Anadolu köylüsünün hikayesidir bu. Akçam, gözlemlerini, çocukluğunun geçtiği coğrafyadaki kadının, erkeğin, çocuğun yaşadığı saplantıları, akıcı bir dille kaleme alır.

Akçam, yalnız doğu insanını yazmadı. 1930 yılında doğduğu ülkesini 1980 darbesinden sonra terk edip Almanya’ya gitmek zorunda kaldı. Çünkü 1977’de kurucuları arasında yer aldığı Demokrat gazetesi kapatılmıştı. Türkiye’ye on bir yıl sonra döndü. Dağların Sultanı’nı Almanya’da kaleme aldı. Kitapta, katı feodal yaşam biçimiyle, modern yaşamın çatışmasını kadın erkek ilişkisi üzerinden irdeledi.

KOÇERO DURSUN AKÇAM

Kendisi gibi Köy Enstitüsü çıkışlı ve yazar olan arkadaşı Mehmet Başaran, 2003 yılında yitirdiğimiz yazarı şöyle anlatıyor; “Bir güzel aydınlıktı; tüm Anadolu halkını, toprağını kucaklayan bir aydınlık. Cılavuz Köy Enstitüsü’nde, uygarlıklar beşiği Anadolu ekiniyle yoğurulmuştu hamuru. Çılgın Türklerin yaktıkları ateş, bilinç aydınlığına dönüşmüştü. O aydınlığın sürdürümüydü Dursun Akçam. Sömürüye, gericiliğe bir Prometheus direnciyle karşı çıkıyordu. Türk yazınını varsıllaştıran bir büyük yazardı.” 

Mehmet Başaran’ın deyimiyle, ‘bir güzel insan Dursun Akçam’, Köy Enstitüleri’ni kapatan anlayışla bir enstitülüye yakışacak başı diklikte karşı çıktı. 1980 öncesi bir öğretmen örgütü olan Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın yürüyüşlerinde, boykotlarda yerini hep aldı. Yine Başaran’ın dediği gibi, “Doğu Anadolu kışları, Ardahan yöresindeki dağlar, çifte su vermişti çeliğine. Dağ şafağı rengindeydi yüzü.”

 MÜCADELECİ, İSYANKAR, ASİ

Oğlu Alper Akçam’ın ise babasını ölümünün ardından şu sözlerle anlatır; “On üç doğum yapıp, altısını yaşatabilmiş, Rus ordusundan, Ermeni çetelerinden kar altındaki dağlarda yalın ayak kaçarken, sırtındaki heybede bebeklerini taşımış bir köylü ananın çocuğuydu o. Cılavuz Köy Enstitüsü’nü kurmuş, Kuvay-ı Milliye ve Anadolu Aydınlanması ışığında, yaşamsal güdülerini, tutkularını müthiş bir varoluş bilincine dönüştürmüştü. Mücadeleciydi, isyankardı, aykırıydı, yaşam sevinciyle doluydu Dursun Akçam ve o, benim babamdı.

Dursun Akçam, yalın bir dille kaleme aldığı Kanlıdere’nin Kurtları romanıyla okuru örnek bir onur mücadelesine çekiyor.

Bu hikâyede, Doğu Anadolu’nun ücra köşesindeki Çeşmir köyü amansız kuraklığın pençesindedir. Bey, kasabadaki partili yandaşlarına sırtını dayayarak köylüye zulüm eder. Bu arada kesesini de doldurmak için kirli oyunlar çevirmekten geri durmaz. Muhtar, İmam, köyün ileri gelenleri, beyle işbirliği içinde gidişata sessiz kalırlar. Hepsi kendi çıkarlarının peşindedir. Yiyecek bulamayan köylü, aynı zamanda vergilerin altında inim inim inlerken, köyün delikanlısı Merdan ile arkadaşları, Bey’e başkaldırıp sömürü ve zulüm düzenini yıkmak ister...

İNSAN OLMANIN ONURU

Hurafenin, baskının, yoksulluğun ve geleneğin kör kıskacında, Merdan ile sevdiği Nazlı’nın direnişi ve insan olmanın onurlu hikayesidir bu aynı zamanda;

... Bazen insan farkına varmadan komonistlik yapar. Söz gelimi, yoksulluğu ağzına alıp dertlendin mi, onun var, benim yok dedin mi ossaat komonist olursun! Çünkü Allah herkesin kısmetini ayrı vermiştir. Beş parmağın beşi de bir mi? Ot yakmak, bent yıkmak, kışlak basarak hayvanı kurşunlamak hem komonistlik hem anarşikliktir. O işleri yapan komşularımız bilmeden yapmışlardır. Köyümüzde kuraklık var. Perişan olduğumuz doğru. Ancak şikâyetçi oldun mu, elin malına göz diktin mi günaha girdin, hak yolundan çıktın demektir. Yahu düşünsene, kim verdi kuraklığı? Çok şükür köyümüzde komonist öğretmen olmadığından komonistlik de çıkmamıştır.” 

* * * * * * * * * * * * * *

KAYNAK: aydinlik.com.tr

https://www.aydinlik.com.tr/haber/kocero-dursun-akcam-dag-safagi-rengindeydi-yuzu-268321

Hiç yorum yok: