18 Nisan 2009 Cumartesi

Köy Enstitüleri Mucizesi / İ. GÜRŞEN KAFKAS

Köy Enstitüleri Mucizesi / 

İ. GÜRŞEN KAFKAS

17 Nisan Köy Enstitülerinin unutulmaz mucizesini hatırlatı­yor. Yakılan ışıkla, insanları­mıza akla dayalı, laik bir dünya görüşü kazandırılıyordu. Sis­tem, köylerden gelen gencecik insanlann üretim yaşamını, ime­ce yoluyla bireysel ve toplum­sal yardımlaşmayı öğrenmelerini içeriyordu.

Cumhuriyetin ve devrimle­rin gerçek amacı eğitim dün­yasındaki aydınlanmaydı. Bunun yolu da köylere ve köylü­lere eğitim ışığını ulaştırmaktı. Köylü vatandaş, asırlarca ver­gi yükümlüsü, asker görevlisi olarak görüldü.

Oysa Köy Enstitüleri pro­jesiyle, devlet ile kırsal kesim kucaklaşacaktı. Elbette Köy Enstitüleri olgusu uzun, ince bir yoldu. Bu yüzden İsmail Hak­kı Tonguç, diline doladığı, usundan kovamadığı "Dik yol­ları denerim ben / Her zorluğu yenerim ben" dizelerini söyler dururdu.

Tonguç, köylüyü eğiterek, köye uygun, meslek sahibi, ışık saçacak bireyler yetiştirilece­ği için keyifliydi. Mustafa Ne­cati zamanındaki köy öğret­meni ve eğitmen yetiştirme görevi, çok amaçlı ve tam do­nanımlı Köy Enstitülerine dev­redilmişti.

Eğitimdeki bu değişim, yeni gelişmelerin peşindeydi. Nüfu­sunun çoğu köylerde yaşayan halkı, uygar ve gönençli bir ulusun bireyi/toplumu olarak yaşatmak hedefleniyordu; Kö­leci bir zihniyetin mahkumu ol­muş bir topluma birey özgür­lüğü düşüncesini aşılamaktı amaç. Köylünün eğitilmesi ile birlikte, sosyal planda kalkın­ması, düşünce ve eylem ba­zında gelişimi sağlanacaktı.

Köy Enstitüleri projesi, köy­den kente göçü de engelle­yecekti. Büyük şehirlerin ge­cekondu sorunu önlenmiş olacak, kalkınmış köy bilinci oluşacak, gelişmiş yerleşim birimleriyle bugünlere geli­necekti. Öte yandan sağlık, teknik sorunlar, doğa ve çevre bilinci, etik değerler konuların­da da aydınlatıcı önderler ye­tiştiriliyordu. Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç'un ge­ceyi gündüze katarak, yılmadan uğraşları sonunda "Köy Ensti­tüleri Yasası" hazırlandı.

Köylüyü eğitecek bireyler yi­ne köyden alınmalı, bu kişiler tarım ve hayvancılık bilgilerine, köylülük bilincine sahip, yerle­şim koşullarının yarattığı alış­kanlıklara, çeşitli doğa şartları­na uyumlu olmalıydılar. Köy Enstitülerinin kuruluş felsefe­sinde, elbirliği" gönül birliği, imece açılımı ve sevgi bağı önemli bir koşuldu. Savaş alanlarında verilen zorlu mücadeleler sonrası kazanılan ulus­devlet, şimdi toprağıyla vatan olma, bireyiyle insan olma sos­yolojik savaşıyla karşı karşı­yaydı. Daha iyi bir yaşam için eğitilmeli, aydınlanmalı ve üret­ken olmalıydılar. Bu bilinci verebilecek eğitimcileri yetiştirmek ve köylere hizmete gönder­mek gerekliydi. Köy Enstitüle­ri gerçeği de buydu işte! Ken­di tüketeceğini, kullanaca­ğını kendi üreten bireyler ye­tiştiren, işe ve emeğe daya­lı, "yaparak/yaşayarak/üreterek eğitim".

Köy öğretmenleri, doğal şart­lann yarattığı sorunlan bir bir çö­zümlüyor, sosyal sorumlulukları, kadın haklarını ve insan olma erdemliliğini anlatıyorlardı. Kül­türel eğitim, iş uygulamalarıyla görülüyor, araştırarak sonuca ulaşılıyordu. Üretici eğitim yön­temiyle her gence, kendine gü­venme, inanma ve başarma kavramları kazandırılıyor, ce­saret veriliyordu.

Batı Rönesans’ının klasikle­ri elden ele dolaşıyor, okun­dukça gözlerdeki perdeler ara­lanıyor, karanlıklar aydınlığa duruyordu. "Aynı yolda aynı emek/Gönüllerde bir tek di­lek/Köylümüzü önde gör­mek/Köyümüzü kalkındırmak" dizeleri o günlerden bugünlere ulaşan söylemlerdir.

Köy Enstitüleri geleceğimizin umudu olacaktı, gelecek onlarla kurulacaktı. Yeni devletin şek­li cumhuriyet, tacı demokrasi, ışığı ise eğitimdi. Bu eğitim ol­gusunda Cumhuriyetin övün­düğü kaynak Köy Enstitüleriy­di. Eli nasırlı, ayağı çarıklı, top­rağın bağrını tırnaklarıyla kazan köylülerin çocukları, eğitilip köylere hizmete koşuyorlardı. Öğrenci merkezli eğitimle, ez­bere, öğüde uzak, bilgisizlik ve yoklukla savaşabilen, genç­leri yarınlara hazırlayan bir sis­temdi.

Köy Enstitülü gençler açlığı umursamayan, yatağı yer, yas­tığı taş bilen, dayanıklı, kötü yazgıyı güzelliklere taşıyan ay­dınlık bireylerdi.

Bu sistemle köylü okuya­cak, öğrenecekti. Tarımı fenni yöntemlerle yapacak, davarına bilimsel yöntemlerle bakacak, folklorunu sevinçle böl üşecek­ti. Köyden alınanlar, yine köye ışık olup, yıldız olup doğacak, karanlığı aydınlatacaktı. Köylü bilinçlenecek, Türkçesini ge­liştirecek, ulusal bilince ere­cek, ulus-devleti bir başka göz­le sevecekti.

Bayrağını, özgürlük marşını, Atatürk'ünü ulusal bütünlü­ğün simgesi olarak yüreğinde taşıyacaktı. Çünkü Köy Ensti­tüleri ulus bilincini, ulus-devlet saygınlığını veriyordu. Karanlık eller, acımasız diller köylünün aydınlanmasına karşı koydu.

Siyaset/ticaret/tarikatlar ve toprak ağaları gibi işbirlikçiler, eğitim tarihimizin yüz akı olan bu okulları kapatarak karanlığa güç kazandırdı.

Seksen altı yıllık Cumhuriye­timizde, eğitim sistemi arayışı­mız sürüp gitmekteyken ger­çekçi deneyimlerden, eğitim tarihimizin bu aydınlanmacı ka­zanımından yararlanmamaktadırlar. Köy Enstitülerinin yazgı­sı aydınlanmayla başladı, fe­nerin ışığı gitgide kısıldı ve ka­patıldı. Yazık oldu!

* * * * * * * * *

KAYNAK:İ. GÜRŞEN KAFKAS, ( Cumhuriyet , 17 Nisan 2009 )

Hiç yorum yok: